Haziran :f'".“ Gisket darağacı altında biten ae rerssennesrcseneccAnAAE Devlet kapısında elli yıl | (U 21) Alman denizaltısı, kaleminde başlayıp İstanbulda * memuriyet hayatı: 13 Yazan: Eski Dahiliye Nazırı ve eski meb'us Ebubekir Hâzım Zavallı Pembenin bıraktığı zarfı açtığım zaman içinden törde bükülmüş yazısız, bembeyaz bir kâğıd çıktı. Bu ğıdın arasında sırma saçlarından kesilmiş bir tutam tel ve iki kurumuş Bu küçük zarfı bana uzatırken: — Bu mektubu, dedi, bana o gün işti... Sana aiddir. Eğer bu ema- Beti vermeden ölseydim, gözü açık gi- İlecektim. Meğer, kızcağızın o günkü '.lulan, birer vasiyetmiş. “Zeynebin uzattığı zarfı, mukaddes bir emanet gibi tesellüm ederken, sade | çrim değil, içim titriyordu. Zeyneb kadın: ' — Ben, dedi, bu mektubu, yatağı- füm başucundaki rafa koymuştum. &'ncemden giren rüzgâr, zarfı hışır- hllıkca, Pembenin masum ruhu uçu- T? şanırdım. Bu korkuyla, bir gün tubu oradan aldım, kalbimin üze- yerleştirdim. 4 — Paembenin annesi, kız kardeşi ne lülar? — Onları sonra anlatırım. , Pembeyi ebediyen görmekten ümid _'—'-&ım © anda, hiç değilse ona benzi- , ona çok yakın olan kimselere s0- ::ı'nnk ihtiyacile, sualimi tekrarla- Zeyneb kadın: — Onlar da İğridire gittiler! dedi... Ve bilmem kaçıncı defa içinin zehirle- len ğunu boşaltıp, göğsünü temiz- bye k ilâve etti: .“*' Pembe öldükten sonra, bu evde, bahçede, bu diyarda duramadılar... .'îârvlem buralar dar geldi. Evi, bah- Yi, eşyayı yok pahasına satıp savarak ilip gittiler!... Ş S*nin anlıyacağın, kuş uçunca, yuva & bozuldu yavrum! — Sen ne yapıyorsun burada? — Benim bazı engellerim vardı. .'hhnr gidemediğim için, burada ka- li Şimdilik eski evimin;yeni;sahib- l'rhxc hizmet ediyorum. * — Pembeyi nereye gömdüler? Zeyneb kadın, Pembenin — mezarını farir ettikten sonra: ». — Hani, dedi, Pembeciğin boynun- :'— gümüş zincirli gümüş bir muska .::dl? Yavrucuk, bu mektubla bera- » O yaşına kadar gerdanından çıkar- Iğı bu nazar müskasını da bana iz — Dadı... dedi... Bu mahfazanın i- Sihde onun bir mektubu var... Ben bu Mektubu, üç senedir, muska gibi boy- ::_."'İı. koynumda taşıdım. Mezara da - ber götürmek istiyorum. Fakat *li ki «Gümüştür!» diye üç beş kuruş Ymetine tamah ederek boynumdan üîrıp alırlar. Onun için, sen bunu ah %Ölümm. gizlice, tabutumun bir üne koy!... Y meb kadın, gözlerini dolduran sukları, basma entarisinin eteğile ku- tuktan sonra: ç— Ben, dedi, yavrucuğumun bu va- #yetini de yerine getirdim. Senin ':;'*'Uhun da, onunla beraber gömül- l Zeyneb kadınla konuşacak bir şeyim | hy Atımı yedekte — çekerek, AN Neb kadının tarif ettiği mezarlığın | V Oünu tuttum. | * sonra, Pembenin taze mezarı ü-| 6::: bir deli gibi hıçkıra hıçkıra, | h"l!l' _Abığu-ı ağlarken, Zeyneb kadının *lım mektubun zarfındaki zamkları timin yaşlarile ıslattım, zarfı yırt- | q""ld açtım. Zarfın içinden çıkan .'ık: bükülmüş kâğıdda yazı yoktu. bu t ince ruhlu, ince fikirli Pembe, | k?"m içine, bütün duygularını, ke- lerden daha kuvvetle ifade eden | th*hrı koymuştu: Yöniş tellerin kü, —.::“nc çocukluğumuzun en mes'ud ._Nilınm gömdüğümüz — leylâktan —ltlnlmq iki kuru yaprağa baka baka, Be, € ağladım! İ ıı_is"ı bana hayatın en büyük hiş fır- | Tz Mi © küçük yaşımda duyuran bu İu.m"ânm ilhamlarını, 250 mısraa sığ- lim. « B :“'!_xızı:a yazılmış olan «Amur pre- k__' ) başlığını - taşıyan o şiirlerim leylâk yaprağı vardı Le Flör Dejenere isimli eserimin henüz basılmamış bulunan ikinci cildindedir. Ben, o şiirlerimde, ilâhi güzelliğini i- fade edebilmek için, «Pembe» yi «Me- lek» kelimesile tavsif etmiş, İspartaya da «Sevilen memleket» adını vermiş- tim! * İspartadan bahsederken, meşhur ha- hlarına aid bir hatıramı da bu araya sıkıştırmak isterim. Ben İspartadan ayrıldıktan on sekiz sene kadar sonra, mektubcu kalemi mümeyyizi ve vilâyet gazetesi muhar- tiri olarak İzmirde bulunuyordum. O sıralarda, şimendiferle, bir Dinar seya- hati yapmıştım, O zamanki Denizli mutasarrıfı ahbabımdı. Hem onu ziya- ret etmek, hem de Hayrapolis harabe- lerini görmek arzusile, Dinardan İzmi- re dönerken Denizliye de uğradım. Ve orada bir gün kaldım. Ertesi gün, beni teşyi için, istasyona kadar gelmek zah- metinde bulunan Denizli mutasarrıfı, beni üç arkadaşile tanıştırdı. Aydın şimendifer idaresinde yüksek birer mevki sahibi olan bu üç yeni ar- | kadaş da, benim bineceğim trenle İz- mire gidiyorlardı. Bana: — Bizim, dediler, trenin arkasında hususi bir vagonumuz var... Eğer ora- yı şereflendirirseniz, İzmire kadar ar- kadaşlık ederiz! Ben, bu nazikâne daveti kabulde te- reddüd göstermedim. Nazilli istasyo- nunda tren penceresinden, alış veriş yapanları seyrediyorduk. O sırada, yol- culardan iki zat, limon ve portakal sa- tıcıları ile pazarlık ediyorlardı. Bu ko- nuşmayı dinlerken, yolcuların şivele- rinden, İspartalı olduklarını anlamış- tım. Çünkü şiveleri, hâlis İsparta şive- siydi, İspartayı çok sevdiğim için, bu İ- ki İspartalı ile konuşmak isteğini yene- medim. Trenden inerek yanlarına so- kuldum. Tanışmak vesilesi bulmak arzusile, nereye gitmekte olduklarını sordum: — Biz, dediler, İstanbula gidiyoruz! — İspartalısınız galiba? — Evet. — O halde, trende uzun uzun konu- şuruz! Az sonra, tren hareket etmişti. On- lar, kendilerile niçin konuşmak istedi- ğimi de, İspartalı olduklarını nasıl an- ladığımı da kestirememişlerdi. Katarın hareketinden sanra, onlar- la görüşmek istedim. Fakat o zamıanki trenlerde, katarın bareket ettiği sırada bir vagondan, diğer vagona geçmek im kânı yoktu. Bu itibarla, trenin ilk is - tasyonda durmasını beklemek mecbu- riyetinde kaldım. İlk istasyonda, husu- si vagonu terkederken, oradaki arka - daşlara: «— Kusura bakmayın... dedim. D! ğer bir vagonda bulunan iki arkadaşla iraz konuşmak üzere müsaadenizi is - temek mecburiyetindeyim! Onlar; — Eğer, dediler, bir mâni yoksa hep beraber buraya teşrif buyurun. Salon hepimizi istiaba müsaiddir. İspartalılar, kendilerine bildirdiğim bu daveti memnuniyetle kabul ettiler. | Ve az sonra, hususf vagonda, hepimiz bir araya geklik. Bugün, İspartalı yol arkadaşlarımın imlerini hatırlayamıyorum. Zaten, i- iş sim unutmak, benim müzmin illetle -| rimden biridir. Bir defa gördüğüm si -| mayı, on sene sonra da unutmadığım halde, on defa duyduğum bir ismi bir gün sonra hatırlayamadığım çok vaki- dir. Yeni yol arkadaşlarım, konuşmaya başlar başlamaz, benim İspartada u - zun müddet kaldığımı, ve İspartayı bir âşık gibi sevdiğimi anlamışlardı. İspar- ta, benim için, hakikaten, ikinci bir Niğ de sayılırdı. Çünkü çocukluğumun en sıcak hatıralarından bir çokları otada saklıydı!.. (Arkası var) SON POBTA Deniz ve denizcilik : Çanakkale önünde Triyomf zırhlısını nasıl batırdı? Yüzbaşı Helsing: “Torpil!,, diye bağırdı. Denizaltının içinde bir sarsılma oldu ve iki dakika sonra Triyomfda müdhiş bir tarraka işitildi. Büyük harbin en mühim düğüm nok- |tası Çanakkale idi. Lord Kiçner, bu dü- ğgüm çözülürse harb biter, demişti. Bu iddia, sevküulceyş bilgisi bakımından doğru idi. Fakat böyle mühim bir iddia- yı ileri sürerken kapıyı tutan adamın |azmü iradesini, millf duygularını da gözö- nünde bulundurmak gerekti. İşte Çanak- | kale harekâtına karar verilirken bu. ih- mal edildi. İşte nihayet Türk evlâdları, başlarında en yakın bir zamanda kendi- lerine Ata olacak, bir kumandan olduğu halde çok büyük kuvvetlerle boğuştular we bu parçanın kendilerinin has malı ol- duğunu isbat ettiler. Bir tecrübe bin dersten evlâdır. Türk askerinin gösterdiği bu büyük varhk, müttefiklere ders oldu. Büyük ve küçük rütbeli birçok denizci sübaylar Türkiye- de çalışmak istediler. İşte U 21 denizaltı sından bir hişse almak için Çanakkaleye gelmek istedi. * Denizaltı gemisi bir devlet için mühim bir silâhtır. Biz onu ehemmiyetli olduğu kadar basit te görürüz. İşin içyüzünü bil- mediğimiz için su altından yürüyüp, düşman gemisini kolaylıkla vurabilece- ğini zannederiz. Halbuki bu silâhı kul- lanmak, onu suyun altından sevketmek çok müşküldür. Düşününüz ki su üstü gemileri cesametinden küçük olmıyan bu gemiyi bir insanın tek gözü kullanı- yor. Gemi kaptanı pek güvendiği tek gö-! zünü periskopuna dayıyor ve talim ter biyeden makine haline gelmiş olan tay- fayı büyük bir itimadı nefis ile idare e- diyor. Yüzbaşı Helsing kendisine — itimadı pek fazla olan genç bir gemi kaptanı idi. 'Türkiye sularına gelmek için âmirlerile çok uğraştı. Mevzuubahs mesele şu idi. U 21 Cebelüttarık, Sicilya, Girid ve bir çok Ege adaları gibi, düşman tarafırıdan ulmuş geçidlerden geçecek ve boğaz nde çalışan ve siperlerimizi bombar- dıman eden İngiliz gemilerini — batıra- caktı. Alman bahriyesinin büyükleri böyle bir işin yapılabileceğine pek akıl erdir- memekle beraber, bu genç kaptanın ar- zusunu kırmak istemediler ve hareket müsaadesi verdiler. * Helsing gemisini bu tehlikeli sefere ha- zırlarken aldığı müsaadenin etrafta şayi olmamasını temine çalışıyordu. Çünkü yukarıda sıralanan tehlike çemberleri ancak büyük bir ketumiyet sayesinde geçilebilecekti. Eğer casuslar bir gemi- nin Çanakkaleye gideceğini bir kere ha- ber alsalar, denizaltı gemisinin yakalan- ması ve batırılması bir hiç meselesi olur- du. Nitekim Calais ile Douvres arasından geçmek istiyen bütün Alman denizaltı gemileri batırılmamış mi idi? Maamafih kaptanlarına büyük bir itimad ile bağ- lanmış olan tayfa geminin büyük bir se- fere hazırlandığını hissetmiş ve aileleri- ne, genç komutanın gene bit sergüzeşte atılmak hevesinde olduğunu yazmışlardı. * Nihayet gemi hazırlandı ve 1915 nisa- nında yola çıktı. gemisi kaptanı Helsing de bu şeref tarla- * Artaık meselenin gizlenmesinde mana kalmamıştı. Genç kaptan tayfasını top- hyarak aldığı mühtm vazifeyi onlara an- lattı ve gemi ailesi yüzlerini vatanlarına çevirerek millf şarkılarını söylediler ve ana, babalarına uzaktan selâm gönder- diler. Bu, bahriyelilerin kendi aralarında nasıl bir aile teşkil ettiklerine güzel bir misal teşkil ediyordu. Ölürlerse beraber öleceklerdi... Mürettebat gitgide gözden kaybolan vatanlarının, ufukta bıraktığı son izleri seyrederken genç yüzbaşı ilk kararını veriyordu: «Manş kanalından gidersem belki yakalanırım. Zarar yok, biraz geç gidelim, fakat güç gitmiyelim.» Derhal ikinci süvarisine emir verdi: — İngilterenin şimalinden dolaşmak üzere yol veriniz!, Nisan olmasına rağmen — mıntakanın bukluğu, U 21 tayfasını pek yoruyordu. Triyomf suya gömülürken Böylelikle mürettebât daha düşman ile karşılaşmadan dalgalar ve soğuklarla mücadele zorunda kaldı. Denizciler dai- ga ve denizin verdiği sıkıntılardan hem bizar olur ve hem de onları severler. Çünkü bilirler ki bu müşkül anları iyi günler takib edecektir. İşte U 21 bu fırtına sayesinde ilk tehli- |keyi atlatmıştı. Kuvvetli bir yağmur sağnağı onları, İrlanda adasının şimalin- de karakol gezen, gemilerin gözünden kurtardı. Bu vak'a talihin U 21 ile bera- ber olduğuna dalr ilk delil oldu. * İkinci tehlike Cebelüttarıkta atlatılr. Gemi kaptanı bu kadar dar bir boğazda İngilizlerin kuvvetli bir nöbet teşkilâtı kurmuş olduklarını biliyordu. Onun i- çindir ki Helsting Cebelüttarıktan gece geçmeği tasarlamıştı. Fakat haftalarca süren seyahatte, ticaret gemilerine gö- rünmemek için 6 kadar çok manevra yaptı ki; nihayet Cebelüttarığa —ancak sabahleyin vâsıl olabildi. Boğaza yakla- şirken bir İngiliz torpidosunun sür'atle şimale döğru koştuğunu gözdü. Bu tor- pidoya görünmemek için denize dalmak lâzımdır. Fakat denizaltı gemileri suyun altında o kadar hızlı gidemezler. Cebelüt- tarığı suyun altından geçmek gün mese- lesidir. Herhalde sabırlı, soğukkanlı 0l- malı; vaziyeti iyi tedkik ettikten sonra dalma kararını vermelidir. Helsing dal- maya hazırlık emrini vermekle beraber gözlerini dürbününden ayırmıyor, düş- man tafkfından görülüp görülmediğini farketmek istiyordu, Gemi içinde etra- fını göremiyen mürettebat nefessiz bir Büyük harbde Çanakkale önünde batırılan bir düşmüan harb gemisinin son darıkaları vaziyette kumanda bekliyorlardı. Sanki mefes alırlarsa İngiliz torpidosu — onları görecek... Bu esnada genç kaptının saati her şeyi halletti. Saat sekizdi. Bu saatte hem ge- mideki insanlar ve hem de gemiler bir- birlerile nöbet değiştirirler. Bu beynel- milel bir âdettir. İşte İngiliz torpidosu da nöbet değiştirmeğe gidiyordu. Helsing de bunu anladı ve mürettebatına müjdeyi verdi. U 21 ikinci tehlike hattından dâa görülmeden geçti. Akdeniz sularının rengi denizaltının mürettebatına yeni bir hayat vermişti. Denizin sükünet ve yeşilliği Atlantik fir- tınalarının bütün sıkıntı ve derdlerini unutturmuştu. Bununla beraber bu de- nizde daha dikkatli bulunmak lâzım ge- liyordu, Akdenizin ufak bulunması, sey- rüsefer hatlarının çok olmas; herhangi bir denizaltını, bir Atlantiğe nazaran daha çok görünmek tehlikesine —maruz bırakır. Bundan dolayı ya gündüz saat- lerini suyun altında geçirmelidir veya- 'hud da yalnız göz kesilerek çok dikkatli * idavranmalıdır. Suyun altında çok yavaş gidildiği için denizaltıcılar - ekseriyetle ikinci hali tercih ederler. İşte Helsing de öyle yaptı. Yolda yakaladığı birkaç yol- cu gemisinden erzak ve malzemesini ta- mamladı ve yoluna devam etti. Talih ge- ne onunla beraber olacak ki görülmedi ve görülmeden asıl hedefi olan Çanakka- leye salimen geldi. * Denizaltı gemileri su üstü gemilerin- den daha mükemmel bir vasfa maliktir- ler. Su üstü gemileri düşmanı gördüğü zaman hemen ona saldırmak mecburiye- tindedirler. Halbuki denizaltılar, görül- medikleri için, şikârlarını uzun uzadıya tedkik ederler, onun zayıf bulunduğu bir anı kollıyarak hücum ederler. U 21, Çanakkale önlerine geldiği za- man Türk siperlerini bombardıman eden büyük gemilerin torpidolarla sıkı suret- te emniyete alındıklarını gördü. Birçok torpidolar bu büyük gemilerin etrafır'da sağa, sola delice koşuyorlardı. Herhalde düşman, U 21 in buraya geleceğinden ha- berdar olmuştu. Burada verilecek iki ka- rar vardı. Ya hücum, ya avdet... Helsing bir lâhza düşündü. Buraya ni- çin gelmişti. İşte civarına çok yaklaştığı milletin cesareti onu ümidlendirdi ve — Hücuma hazır ol! emrini verdi. Mürettebat bir taraftan bütün kovan- lardaki torpilleri hazırlıyor, diğer taraf- tan da en mühim tehlikenin muvaffaki- yetle geçmesi için dua ediyordu. Şimdi gemi dalmış, ber tarafı geniş bir sükünet kaplamış, büyük, küçük kox mutanın vereceği emri ve bu emrin ya- Ppâcağı tesiri bekliyordu. U 21 mürette- batı hayat ile ölüm arasında bulunan bir kaç saniyeyi yaşıyordu. Yüzbüşı Helsingin düşmanı daha uzak buluyordu. İngiliz gemi ve torpidolarından görülmemek için periskopunu suyun altına çekti, Artık kaptan bile suyun üstünde ne olduğunu görmüyordu. Eğer bir kaptan periskapı- nu hep suyun üzerinde tutarsa düşman tarafından görülür. Meharet te perise kopla az bakarak iş görmektir. ( Devamı 15 inci sayfada )