Deniz ve Denizcilik: Hiykemiamanimniümne SÖON POSTA üyük gemi modası Hangi devletlerin ne kadar büyük harb nn gemisi var, yeni yaptıkları kaç tane? Dünyanın en büyük ’nî? zamanlarda bilhassa büyük mil- T arasında silâhlanma yarışı almış Üştür. Bugün merakla takib et- ='4- olduğumuz bu müdbiş yarış tas<| tesadüf edilen rekabetin ilki değil- kı.ı 'elken devrinde bile böyle yarışlara 'düf edilmiş ve her bir yarış bir harb Tihayet bulmuştur. Yalnız bugünün, .mnm“l farkı, muharebe - vasıtalarının Büyü dS yapılmasında, her bir geminin "Wk Masraflarla meydana gelmesinde Personelin güç yetişmesindedir. MA ormandan kesilen ağaç ile ge- FYapılıyordu. Binaenaleyh bir kalyo- kür, YAPılması için çalışan adam olsun, Bi tezgüh olsun pek mahdud kdi.| dölayı filolar hem az zamanda ı.;%d"'l Beliyor ve hem de ucuza malo- Fakat Bilştir. bugün vaziyet büsbütün değiş- Cei Topraktan çıkan iptidai madde ı._my' faydalı bir âlet olabilmek - için, larg, " Meydana getirdiği bütün fabrıka- htıı Keçiyor, geçmesi lâzım geliyor. Yada M kabul etmek gerektir ki; dün- a ç, “*vcud olup ta harp gemisi mnçası- 1 olmayan tek bir fabrika yok- üt Eü:kıı gemilerde gördüğümüz âlet- Mnnedıçch meydana getirecek fab- Pek mütenevvi olduğu muhak- Filbların talim ve terbiyesinde de va- ir. Eskiden deniz mubarebe- | Müharebesinden farkı pek bü- ildi. Kaptanın mahareti gemisini | !;! f iyonu üzerine yanaşlırmaktla 'dan sonra muharebe, ferdin fer- 4 Pala sallamasına dayanıyordu. bugün fennin, düşmanı görme- pmağı temin edecek ka- rüyoruz. Bu hal deniz- © Nazaran, daha büyük bir ile, yetişebileceklerini gösterir. Börmeden muharebe etmeği â- ÇEmİn ediyor, fakat ne de olsa bu ıı'ulnı'r_ık ve onlardan hakkile e- ğ ili n f i f £ FF letler bugünün deniz ordu- N şöyle ayırmaktadırlar: Bemi bile bir kolordudan geç Belir!, .mıhîıı Oordusunun ehemmiye- için söylenmemiştlir. Onun Vı::' d':îlı;ıık için adedi misale ilı- v ’lzı.ı;u. İr kolordunun seferberli- torpldo v Syda ikmal edildiği halde, Beğ, Muhribi asgari bir buçuk se- Batının v Gdilmektedir. Bunun mürette- l—ı: ,__j_”f;:;:;cm de geçecek zaman e TUT harp gemisi: İngilizlerin Hud muhareb, dim, Maksadım deniz kuvvetlerinin dü- * nazaran, hem daha çok zamanda ve de daha büyük masrafla meydana int anlatmaktır. Buna rağmen bütün devletler deniz kuvvetlerini gittikçe büyütmekten ken- amıyor ve yarışı kazanmağ iyorlar. Bunun yegâne sek gnin milletleri zengin etmesindendir. Denizlere -hâkim | Nelson, karalara hâkim olan Napolyonu yenmiştir. Çünkü Fransa büyük inkılâ- bının muharebeleri İngilizleri zengin et- miş, Fransızları da fakir düşürmüşlür. Daha evvelki tarihlerde de birçok millet- ler, denize lâzım gelen ehemmiyeti ver- medikleri için, göçüp gitmişlerdir. Böyle milletlerin adedi o kadar fazladır ki. hel- ki de saymakla bitmez. Bu davayı ilk anlıyan İngiltere olmuş- tur, O, Akdenizden uzak olmasına Tra; men, bu denizin hâkimiyetini kazanma olan için çok çalışmış ve nihayet, bu denizde sahili olmamasıma rağmen, kapalı d ze hâkim olmuştur. Maamafih diğer m letler de, çok geçmeden, denizin ehem- miyetini anlamışlar ve donanma yapma- #a başlamışlardır. Napolyonun «Bana Manş denizinde bir günlük - hâkimiyet verin, İngiltereyi istilâ edeyim!» sözü meşhurdur, Almarıyada da böyledir. 1870 de Fraı sayı mağlüb edip te devadımlarile büyi yen Bismark Almanyası, ancak donan ma yapmakla mevcudiyetini Ymuhafaza edebileceğini anlamıştır. Gerçi bu mem- leket, o büyük doranma yüzünden mağ- lüb oldu. Fakat şurasını da düşünmelidir ki Almar,ya, serbest denizlere çıkamadı- ği için İngilizlere boyun eğmiştir. İngiltere eski satvetini neden kaybetti ? Büyük harbden evvel İngiltere en bü- yük deniz devleti idi. Onun deniz siya- setinin esası: (Kendisinden sonra gelen ikt büyük deniz devletinin mecmu filo- larma üstün donanma yapmak) idi. O,! * A B a 5 8 ©o 8 ANGLTERE AMERİKA İAPONYA ERANSA Trarva ALMANYA Büyük deniz devletlerinin ellerinde AA e kruti bu esas üzerinde muayyen bir zamana kadar yürüdü. Fakat iki mühim mesele onu yolundan ayırmıştı. 1 — Üngiliz - Alman donanma reka- beti. 2 — Dritnot tipi gemilerin icadı. Malüm olduğu üzere dritnot başlıba- |gına bir gemi tipidir, Ondan evveiki ge- miler hem sür'atsiz ve hem de kuvvetsiz idiler, Dritnot sınıfı, ki zannederim, 1905 de meydana geldi, eski gemilerden pek bariz bir karaktere malik idi. Binaena- leyh eski gemileri birdenbire çürüttü. İşte bu tarihten sonra İngiliz - Alman rekabeti daha ziyade alevlendi ve bu iki muhasım omuz omuza- ilerlemeğe başla- dılar. Nihayet büyük harb meydana geldi. 1914 de kadar, deniz silâhlanmasında ge- ti kalân Amerika, Japonya da halırı sa- yılır birer mevki aldılar. Görülüyor ki denizlere hâkimiyet kavgası Akdenizden Okyanuslara çıkmıştır. Fakat dünyanın en mühim ticaret yolunun Akdenizden geçmesi dolayısile, bugün bile, reksbet bu deniz etrafında cereyan etmektedir. Büyük gemi modası Harbden evvel donanma yapmak hu- susunda iki nazariye vardı: 1 — İngilizlerin nazariyosi: Büyuk ge- Büyük top. 2 — Fransızlarm nazariyesi: ecole) yeni mekteb. Bunlardan birincinin maksadı - gayet açık anlaşılıyor. Fransızların nazariyesi ise küçük gemi yapmak ve bu gemilerle, fırsat kollıyarak, düşmanın büyük ge- milerine taarruz etmektir, Bu iki fikir birbirile bir hayli çarpışmıştır. Bu çar- pışmanın neticesini İngilizlerin fikri ka- zanmıştır. Artık bütün fikirlerin büyük gemi yapmak arzusu etrafında toplandı- ğını görüyoruz. Nitekim 1922 de takar- Yür etmiş olan Vaşington esasları suya düşünce, daha doğrusu Vaşington konfe- ransının tahdid ettiği zaman bitince, bü- (Devamı 12 inci sayfada) mi (Jeun O bLPpNMGTGKR CGot Bir muallimin umumi harb hatıraları Dört senelik harb içinde yegâne mes'ud günüm Yazan : Muallim Nihad Üsküdar «Cem Sultan Nümune mek- tebi» nde türkçe muallimi iken maaşım bin, tekaüdiye aidatı kesildikten sonra elime geçen sekiz yüz elli kuruştu. Zaru- retten kıvranıyorduk. Bir gün dersim öğleden sonra clduğu için yemeği evde yiyip mektebe g.. n Müdür. — Tebrik ederim! İkbal yüz gösterme- ğe başladı. Seni «Gelenbevf sultanisi» ne ( o zaman 1iselere esultani> denilirdi) türkçe ve edebiyat muallimi yapmışlar. Bin iki yüz kuruşla! dedi. — İyi ama! Vapur parasını besab edin- ce kârımız taban tepmek, fazla yorul- maktan ibaret kalır. — Yoo zannettiğin gibi değil! Burada- ki vazifeni de almıyacaklar. — Ha! Bu âlü! Böyle olursa bir şeye benzer. O günkü derslerimin ifasıni deruhtle etti. Bana nezarete gidip işi ta- kib etmekliğim için de müsaade verdi. Babıâli yokuşunu çıkarken orta tedri- sat mümeyyizile karşılaştım. Gördüğüm lâtuf; bu zatın himmetile olmuştu. Mü- dürün verdiği haberi teyid ederek gidip emrimi almaklığımı söyledi. İran sefa- rethanesinin önündeki yokuştan uçarca- sına koşuyordum. Bir saatin içinde işim bitirildi. Emrimi aldım. «Cem Sultana i- Tâvetan» kaydı beni sevinç delisi etti Öyle ya! Bin kuruş nerede, iki bin iki yüz nerede! Merdivenleri çift atlayıp inerken hatı- rıma muhasebeye uğramak geldi. Sebe- bine gelince: O zamanlar maarif neza- retinde bir <Teshilât sandığı» vardı. İh- tiyacı olanlar bir istida ile müracaat e- der, üç aylık, iki aylık nisbetinde ikraz yapılırdı. Lira başına otuz para gibi pek cüz'i bir faiz alınırdı. Fakat zaruret do- layısile istiyenler o kadar çoktu ki sandı- ğın mütedavil sermayesi yetişmediği i- çin istidalar tarih sırasile nöbet bekler- lerdi. Benim de üç ay evvel verdiğim böyle bir istidam vardı. Muhasebeye bu- nun için acaba nöbet geldi mi diye uğ- rıyacaktım. Teshilât sandığı kâtibile oldukça te- kellüfsüz bir aşinâlığımız vardı. Kapı- dan beni görür görmez: — Hoca! Allah versin! Galiba paralı- sın! Hiç uğradığın yok! Sıran geldi, gel de paranı vereyim! demez mi? «Gelenbevi» ye tayinin verdiği şetare- ti bu haber birkaç mişli arttırdı. Teşek- kür ettim. Yarım saat içinde bu işimiz de görüldü, yirmi lirayı cebime yerleşti- rip eleklerim ıslık çalarak nezaretten fırladım, Kendi kendime: «Mümeyyiz de, müdür de dörtbaşı mamur bir ziyafeti hak etmişlerdi. Allahtan ki şu para da imdada yetişti. Bu vazifeyi rahat rahat görebiliriz. diyordum. Geldiğim yoldan avdet etmek en ma- kul harcketken ayaklarım o zaman nafıa nezareti olan şimdiki maarif müdürlü- ğünün bulunduğu köşeden Ayasofya meydanına kıvrildi. Tellendirdiğim siga- rayı keyifli keyilli tüttürüyor, tasarla- dığım ziyafetin ana hatlarını düşünüyor- dum. Tam meydana ulaşacağım sırada o zaman İstanbul maarif müdürü olan be- nim Üsküdar idadisinden coğrafya ho- cam Saffet Beye rastladım. O; nezaret- müdür ten geliyormuş, cereyanı halden habere darmış, Beni evvelâ tebr'k — Nihad! ? ündüm. «Cem Sul« tan> n türkçe grupile «Gelenbevi, de sana verilen dersler haftaya sıkıştırıla- bilse bile seni fena halde yoracak! (İçi- me bir korku düştü. Eyvah! Hoca! Gali- ba Cem Sultanı ühdemden alacak de- dim. O devam etti.) Yenikapıda Ermeni lerin bir muallim mektebi var, (Tıbro Saser)... Türkçe muallimi istediler, Haf- tada altı ders. Maktuan yirmi lira veri- jyorlar. Seni oraya nakletmeyi düşündü. 'Talih bir adamı güldürmek isterse ne hatır ve hayale gelmez cilvelerle neler halk ve icad ediyor. Hayret! Hocamın ellerine sarılıp öperek minnettarlık gös- terdim. Saadetin bu taşkınlığı gözlerimi sulandırmıştı. Gözümün önüne bir ak« şam evvelki manzara ve düşüncelerim geldi. Dün gece geç vakit eve gelmiştim. O- ğullarım yemeklerini yiyip uyumuşlar. Refikam da yatmış, benim yemeğimi * zırlayıp bir kenara bırakmıştı. Tepsi: önüme alıp yemeğe başladım. O aralık gözüm mışıl mışıl uyuyan — çocuklarıma ilişti. Acı bir düşünce beynimi yaktı. Ha- yatımızı hergün biraz daha zehirliyen bü harbde halimiz nice olacaktı? Sattığımız eşyanın para eder kısımları hemen he- men bitmiş, iş kullarılmıyan eski battal kazanlara, helvahanelere, — tencerelere, sahanlara gelmişti. Yediğim yemek baüs ğazıma dizildi, gözlerim yaşardı. Bu nur fopu gibi yavruları ne ile, nasil besi cektik? Yiyemedim. Yemeği kaldırdım. Bir sigara yaktım, uyumanın — ihtimali yoktu. Sabaha yakın bitab dalabilmişim. Hocam emretti: — Ben muamelesini yapar, «Cem Sul- tan> a yazdırırım, Sen yarın «Gelenbe- vi» de derse başla! — Başüstüne, emredersiniz, dedim. Hocamın ellerini zorla öpüp ayrıldım. Zannediyordum ki şu Üsküdür vapus Tunu dolduran halkın içinde benim ka- dar bahtiyarı yoktur. Bin kuruşa pala çalarken şimdi maaşım 32 lira gibi gözde büyüyen bir yekün tutmuştu. Doğruca bizim şişman depocu Pana- yota gittim. Bu hayırkâr dostu, bizi ek- meksiz bırakmıyan vefakârı - saadetim- den haberdar edecektim. Kapıdan girer girmez benden daha see vineli görünen Panayot: — Müjde bre daskalos frumca muallim demektir)! Senin hanım bizim eve ge- Mp haber koymuş. (O böyle derdi) Maa- gı altı yüz küruş olmuş, bu aksam sana evde bir ziyafet verezek. Durma! Hemen evin yolunu tut! dedi. Benim şu anda nasıl tarife sığmaz bir salaklıkla afalladığımı tahmin edeceği. nize şübhem yok. Gayri ihtiyari: «Allah! Allah!» diyordum. Panayot: — Bre ne düşünürsün! Ziyafetin demi de benden olsun dedim. Yolladım. Git eve bu sevincli günde al çocuklarını ya« nına, bir keyif et! — Panayot usta! Gideceğim, fakat şa- şaladığımın sebebi... dedim ve vukuatı yukarıdan aşağı anlattım. (Devamı 14 üncü soyfada) ttikten sonra: