21 Mayıs 1938 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 9

21 Mayıs 1938 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 9
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

ME SON POSTA Sayfa 9 Aşk sahnelerini 8 - “AĞI sicağına ve bal İandıra — ballandıra #nlatımaktır, Efendi - Sİ Gudares de, Mar- Yâ İçin bulunmaz bir kaynaktır. Marya bugün de, İle bayıldığı o sah» Belerden birine şahid Hemen fotograf makinesini çıkardı, teknenin enstanlane bir resmini” çekti Misafir odasının anahtar deli - dine kulağını yapıştırmış, içeride olup Mitenleri dinlerken, kendi kendine hay - Yetle sordu: © Yahu, efendimle Stevenson ârala - Radarı su sızmaz ârkâdaş oldükları halde “en böyle sık sık kavga ederler, bir «8 anlıyamıyorum... * Bu kavgalarin sebebi şu idi: 'nson ile Gudares tabiat itibarile, ve de hiddetleri burnunda insanlardı * Perulu Gudares, İngiliz olan Steven- Kinun rüchanlığını çekemiyor, buna tu - taluyor, âdeta içerliyordu. Marya, Ste - Yehsonun hiddetli hiddetli göyle dediğini — Canım, ben seninle birlikte hemşerin ere gideceğimizi kat'iyetle söyle- Miş, Vâdetmiş değildim ki. Güdâres de arkadaşından aşağı kalmı- Yan biz kızgınlık termposile: >> Hep ayni nakarat. Onlarla tanışmak Mmedin İşte o kadar. Hem bana bak, aa, serileri hekir göremezsin, an- pim? , an karşıya ayakta duran iki ah- Berede. ise çatışacaklardı. Peru- amun hiddeti tepesinden aşmış, bu! Bundan soluyor ve gözleri parlıyordu. İn- Bizin de çak asabi olduğu görülüyordu. Güdares yumruğunu sıkarak gürledi: 5 Hemşerilerimle konuşmazsan, be - Minle de selâmı sabahı kesersin.. ağı Abdallığın lüzumü yok. Ve eğer ayle eline geçen her şeyi fırlatıp a- Olursan, günün birinde bir cinayet ak Ben gidiyorum. Keskin sirkenin 1 kabmadır, unutma, diye cevab ve- Sisvenson kapıya doğruldu. Ve ka - ta merdivenlere yollandığı 21 tan koridorun öbür köşesine se- hizmetçi Marya: diye içini çekti. Bir cinayet çık- Boş olacak? Arkadaşlarıma ilk ev- gp PEN Yetiştirirdim.. Bievensan, doğru Juanitanın evine git- Sira ye kadını alarak bir kahveye gö- Büst her ikisini de tönıyor ve! İle İngilizin sık sık vaki olan daf. 1 gülerek karşılıyor, her iki ar- il Bak nlar birbirlerile barıştırıyordü. berâber, Juanita daha ziyade İn- irdi. Kendisi de erkekleri bir- * düşürecek bir yaradılışta değildi. Can sıkılmış gibi görünüyor, dedi. her zaman olduğu gibi ba- Beçenleri anlattı. Juanita, kahve- ul Bu erkekler, cidden 5 gülünç! Ne'ço - Mya huyları var, dedi, i * emen, arkadaşını seviyordu. Onun May akdiseder bir hafta sonra, klübe a Perulu arkadaşını orada gö - İk in uzatan gene kendisi oldu. z #rasında arkadaşlık bağını kuv- y sebehlerden biri de deniz sev- e bakınız ki iki arkadaş ta Yat âşığı idiler, Stevenson ar- 12E 1 ; f pi # / ir i yarın denize çıkalım. Bir aparız, diye teklifte bulundu. teklifi sevinçle kabul etti. haftaki hâdiseden dolayı ES m ; : i Son Posta'nın zabıta hikâyeleri Kürekteki kan lekeleri İngilizceden çeviren: İbrahim Hoyi derd ve şikâyet ortaklığını ya -| gitgide kabaran dalgaların üzerinde se- kerek gidiyorlardı. Atlas Okyanusundan gelen rüzgâra karşı istikamet almışlardı. Rio sahilinin dar körfezine yaklaştıkları vakit deniz epeyce şiddetlenmişti. Rengi- ni bile değiştirmiş olan koca dalgalar ba- ta çıka giden yata çarpıyor. Serpintile- rini iki delikanlıya kadar ulaştırıyordu. Deniz ve hava ile mücadele eden İngilizle Perulu hiç bir zaman birbirlerini bu ka- dar yakından sevdiklerini hissetmemişler, anlamamışlardı. 'Gudares arkasına dönerek bağırdı: — İplerden biri dolaşmış, çıkıp düzel- teyim. Stevenson, pekâlâ der gibi başını sallâ- Yat gene suya dalarken, serene tırmanan arkadaşının çevik vücudüne baktı. Bu esnada birisi sahilden onları seyre- diyordu. Juanita, şeker parçası denilen ve Rionun garb sahiline bakan kocaman kayaya gelip oturmayı pek severdi. Sa - hile mümkün swertebe yakın olmak & - melile bir patikadan inerek buraya gel- miş ve gözlerini açıklara dikmişti, Genç kız, uzakta, ine çıka ilerliyen yas ti tanıdı ve gülümsedi. Bu Stevensonun sözünü dinlemiş ve arkadaşile barışmış olduğuna delâlet ederdi. Yoksa tek başı- pa, böyle bir havada asla denize çıka - mazdı, Hemen fotoğraf makinesini çı « kardı, teknenin enstantane bir resmini çekti, İ Esas hâdiseye gelince, aradan İhenliz bir saniye geçmemişti ki, Steven- İson denizin ortasında ve yatta ölü bir a- damla başbaşa kalmıştı. Bembeyaz bir suratla yekede idi. Her şey bir an içinde olup bitmişti. Yaralı arkadaşına ne ol - duğunu anlamak için yerinden firladı. Zavallı ölmüştü. Şaşkınlıktan donmuş bir halde dümeni sahile çevirdi. * Sahile varır varmaz, iskeleye çıktı ve karakola telefon etti, Cesedin üzerine e- ğilmiş olan zabıta doktoru ölünün ağzı - Da bir ayna tuttu, Sonra inceden inceye İ yarayı muuyene etti, Ve: | — Arkadaşınızın öldüğü muhakkaktır. Peki nasıl oldü bu iş? diye sordu. mek istedik. Serene bir şey dolanmış gi- İbi idi. Gudares, çıkıp açmak istedi. Bir - İden tekne suya daldı. Arkadaşım da mü- vazenesini kaybedefek, düştü. Ben de âr- kaya koşup yekeyi tutmak mecburiye - tinde idim. Vak'a olduğu zaman da iske- lenin yakınlarında bulunmuyorduk. — Olsaydı bile para etmezdi. Hattâ, yatta bir doktor da bulunsaydı, böyle bir yara ile arkadaşınızı kurtaramazdı. Polis müfettişi de cesedi ve yatı muâ- yene etti. Ölünün yanıbaşında düran kü- reğe gözü ilişti. Kürekte kan lekeleri var- dı. Stevenson komiserin baktığı yere ba- karak, onun aklından geçen suale cevab verdi: — Düşünce kafasını oraya çarptı. — Ya, Bittabi işin resmiyeli için ifa- de vermeniz lâzımdır. Zannaltında olduğunu anlıyan Steven- son biraz kabaca cevab verdi: — Elbette. Adliye mekanizması da derhal faaliyete geçti. Stevensoru, hiç te temiz olmiyân bir hücreye kapadılar. Polis, mütecessis hizmetçi Maryayı da yaka - ladı ve sorguya çekti: — Mister Stevensonun maktulü pek iyi tanıdığını söylüyorsun. Araları her zâ- di, elini kaldırdı ve yekeden ayrılmadı. | — Limenda geziyorduk, yelkeni indir-! man İyi miydi? — Hayır, her za - man -iyi olmazdı. — Nereden biliyor- sunuz? — Bir hâfta kadar ölüyor, kavgalarını duydum. Koridorda toz alıyordum.. Ba - ğırarak konuşuyor - Jardı. Ondan duy - dum. Mister Steven- son bir cinayet Jâfı etti, dedi, Juanita da kork - muştu, O akşam şeh- ze inmiş ve fil - mi yıkamıya ver - mişti, Hâdiseyi, bü- yük büyük puntu- ler ve «Yattaki esrarengiz ölüm», «Polis katilin izi üze- rinde» gibi heyecanlı başlıklarla haber ve ren gazetelerden öğrenmişti. Polise, ora- ya, buraya koşmuş ve Stevensona bir a- vukat tutmak iznini alabilmişti. Juani- tarın asıl kederlendiği nokta, hâdise de polisin bir kadın parmağı araması, hattâ, bu kadının izini bulduklarına dair ken - dilerinde tam bir kanaatin yerleşmesi £h- timali idi. Ertesi sabah doğru avukata gitti. Avukat mutad sözlerden sonra, de- lillerimiz zayıf, hep aleyhimizde, Cidden harikulâde bir vak'a bu.. Ama her ne hal ise, siz bana o gün çektiğiniz resimlerin birer kopyasını veriniz. Belki işimize ya- rar.. dedi. Juanita o gün öğleden sonra İotoğraf- çıya gitti. Resimleri uzatan fotografew: — Resimlerin ekserisi iyi çıkmış. Hele yat resmi fevkalâde güzel. Ama, filmde bozukluk olmalı ki yelkenin üzerinde bir leke var. İsterseniz, bunu kaybedebili - İriz. dedi. Genç kız resmi aldı ve dikkötle baktı. | Hakikaten yelkenin üstünde bir leke gö- rünüyordu. Aklına bir şey geldi: Rüya mu görüyorum? diye düşündü, Hayir res- me bakıyordu. Her hangi bir hâdisede en i mühim rolü oynıyabilecek, vesika hük - İmüne geçebilecek bir resim çekmiş ola » maz mıydı? Fotografcıya döndü. Sesine hâkim ol- mıya çalışarak: — Bana bir pertavsız lütfeder misiniz, PEEE İvak ye bakacağım deöl Fotografemın verdiği pertavsızı alırken ellerinin titrememesine dikkat etti, Son- ra: -— Bu lekeyi silmeyiniz. Yalniz bu res- min ağrandismannı İstiyorum, Ve müm- kün mertebe çabuk olmak şartile dedi, * Stevenson ikinci defa olarak müstan- tiğin huzuruna çıktı. İstikbalinden ümi- dini kesmiş, yorgun ve muztarib bir hal- de idi, Müstantik sordu: — Maktulü, dün yatla bir gezintiye da- | vet ettiğinizi saklamıyorsunuz, değil mi? — Hayır,doğrudur. — Biraz asabi, hiddetlisiniz değil mi İ Mister Stevenson? — Evet öyleyim. — Senyorita Juanita isminde bir kadın. İs tanışırsınız değil mi? Stevenson hiddetten kıpkırmızı kesil - di — Doğrudur, fakat isminin böyle bir hâdiseye karışlırılmasının sebebini anlı - yamıyorum. — Meseleyi inceden inceye tahkik et- mekle mükellefiz. Hem, arkadaşınız da o- nu tanırmış değil mi? Stevenson büsbütün köpürdü: — Ama da tuhaf şey. Bana çamur at- tığınız gibi genç kadına da çamur atar ve ortada bir kıskançlık sebebi vardır, di- ye ahkâm yürütürseniz, bu canavarlık «- tır, diye bağırdı. Müstantik de kızdı ve masaya bir yum- rük indirerek: — Sualimize cevab vermediniz, dedi. — Pekâlâ. Evet - arkadaşım da onu tanırdı, Buna rağmen bu işe onu karış - tırmanın manasını anlıyamıyorum. Ortalıkta sıkıcı bir sessizlik hüküm sür dü. Bir telefon zili bu sükütu bozdu. Müstantik, hiddetli hiddetli; (Devami 13 üncü sayfada) Z MİZAH JJ Derd dinleme bürosu Yazan: İsmet Hulüsi Teklifler yapılmış, kararlar verilmiş, nihayet belediyede bir «Derd dinleme bürosu tesis edilmişti: Derd dinleme bü- rosu memuru, büronun ilk açıldığı gün en yeni elbisesini giydi.. itina ile traş ol- du, işinin başına gelmek üzere evinden çıktı, Büronun bulunduğu binaya yaklaştığı zaman birdenbire şaşırdı. Kapının önü geçilmiyecek kadar kalabalıktı. Her cins- ten, her yaştan birçok insan vardı. Polis- ler intizamı temin için sağa, sola köşu- şuyorlar, Çocuklar avaz avaz bağırıyor- lardı, Birkaç açıkgöz simidei, sakız leb- lebici, Sucu, limonatacı bu kalabalık #- rasında dolaşıyor; simid, sakız leblebisi, limonata üzerinde hsraretli alışverişler yapıyorlardı. Derd dinleme bürosu memuru şaşırdı: — Acaba yangın mı var? . Bir kaza mı oldu? ... Birini mi vurdular? Polislerden birine sokuldu: — Bay birader bu kalabalık nedir? Polis, onu biraz da techil eder bir na- zarla süzdü: — Bilmiyor musunuz, bugün derd din- leme bürosu açılıyor, Derd dinlstecek- der toplanmışlar. — Büronun memuru benim. Polis toparlandı: — Siz misiniz? — Evet benim, fakat bu kalabalığı ya- rip nasıl içeri girmeli? — Ona da çare buluruz. Polis güçbelâ yol açtı. Memur masası başıma geçti, Oturdu. Polis kapı önünde kalmıştı, Derd dinleme bürosu memuru odacıyı çağırdı: — Derdi olanları teker teker içeri ala- caksınız., Yaşlı bir kadın içeri girdi: — Allah derd verip te derman arattır. masın, ilâhi derd bir mi evlâd. biraz ev- vel gene başım derde giriyordu. — Valide sen kısa kes te derdin ne ise onu söyle! — Söyliyeceğim yavrum, mahallede. — Sizin mahalle neresi? — Sofular canım, orada kolağasının evi dedin mi Kim olsa gösterir. Ha evin curmbasında sardanyalar da vardır. Bu sene katmerlisini de yetiştirdim görme, senden iyi olmasın tokmaklı bostanın sa- hibi Vasil vardır, o verdi. — Valide bunlar bana lâzım değil, der- din ne, şikâyetin ne? — Ah evlâdım âz kaldı unutacaktım. Derdimi bir bilsen acırsın.. tam üç sene oldu. Hani bir kar yağmıştı ya.. işte o karda benim şu sağ böğrüme bir sancı girmişti. Şimdi biraz soğuk oldu mu san- cıyor. Tentir otu suyu sürdüm nafile, bi- zim Hacıkadına nefes ettirdim nafile. — Bayan derdin? — A; ne anlamaz iİnsanmışsın, işle derdim bu, daha ne derdim olacak? — Derdin bu mu? — Bu yâ daha ne olsun, yataklara mı düşeyim; teneşire mi yatayım? — Bayan &en yanlış gelmişsin. Burası belediyeden şikâyeti olanların derdleri- ni dinliyecek, — O hastalığa tutulmadımsa kabahat benim mi, ben ne bileyim, yazık oldu verdiğim tramvay parasına, Yaşlı kadın çıktı. Sira bir genç arkekte idi, — Derdliyim.. — Malüm anlatınız. — Nasıl söyliyeyim efendim. Bu derd beni günden güne harab ediyor. Bütün kalbim, bütün emelim. hani bizim / dp — Adresi sordunuz? — Evet ama... — Ab bilseniz. onu ilk gördüğüm gün sevmiştim. Gerçi boyu biraz kısa ama, bilseniz ne şirin, ne güzel, hele bir göz- leri var. Hele saçlarının rengi tarif ede- mem! Memur şaşırmıştı, gözlüğünü üzerin- den baktı: — Fesübhanallah! — Siz de şaşlınız. daha onun bütün güzelliklerini birer birer anlatmadan tavrınız değişti. Ah bir bilseniz insan bir kere gördü mü âşık oluyor. — Oğlum sen kaçırdın mı? — Ne güzel de anladınız. işte ben de bunun için geldim ya, babasından istet- tim, vermiyor, fakat muhakkak onunla evlenmek emelimdi. — Derdin bu mu? — Daha başka ne derd olsun? — Canım burası böyle derdler için â- çılmadı. — Ne diyorsun. siz benim derdime çare buldunuz. lem artık gidiyorum. Verin elinizi öpeyim. Memurun eline sarıldı, öptü, — Siz bana; kaçırdın mı? dediniz. De- mek kaçırmak lâzım. Bugünden tezi yok sevgilimi kaçıracağım. Delikanlı koşarak kapıdan çıktı. Me. lon şapkası elinde, şemsiyesi kolunda ev- kaf mütekaidini andıran biri kapıda gö- ründü. — Allah ömürler versin efendi, sâyi- niz meşkür olsun. — Teşekkür ederim. — Bendeniz min gayrihaddin kelâma pe suretle agaz edeceğimi. — Lütfen biraz kısa. — Hayhay efendim, Lisebebimineles- bap şunun için zatı samilerini.. — Biraz daha açık anlatsanız. — Ah efendim.. bu ne iz'an, bu ne f&- tanet, bu ne leb demeden leblebiyi keşif hususunda gösterilen bir zekâ, hâyir ha- yır bir daha, hayır hayır. — Efendim açık ve kısa, — Evet efendim evet tıpkı dediğiniz gibi, acaba “zatı âlilerinin devletheneleti de fakirhaneye civar mıdır ki bu kadar âriz ve amik kesbi vukuf etmişsiniz. — Neye canım anlamıyorum. — Efendim âyni keramet buyurdunuz. Bizim bitişik komşunun günahları bo- yunlarına kızları var. Allah bağışlasın bendenizin de bir kerimem cariyeniz, bir de mahdum köleniz... — Allah bağışlasın. —>Allah ömrü devletlerini müzdad eylesin. Ne arzediyordum. Komşularımı- zın açık ve çıplak giyinmiş olmaları ge- rek ailem efradma ve gerek diğer köm- şulara fena göründüğünden, bu gibilerin vicdânı âmme ve ahlâkı umumiye üze- rinde... — Anlaşıldı. Bayım burası böyle derd- lerin dinleneceği yer değil, — Ya efendim demek siz, zatı âliniz, — Kâfi bayım, böyle saçma derd din- lemeyiz. — Vah vah vah. O da çıktı. Bir kadın ve bir erkek bir- birlerini ite ite memurun masası başına geldiler. Kadın — (Yanmdaki erkeğe) Sen sus vire ben anlatazak' Erkek — Yok sok lâkirdi, Sopa vire. Memur — Ne sopası! — Lütfen kısa! (Devamı 13 üncü sayfada) di

Bu sayıdan diğer sayfalar: