7 “geneleri içindeydi; eniştem ! Senelerce devam eden uzun ve yorucu bir mesal hayatından sonra o senenin yaz günlerinde dinlenmeğe karar vermiştim. Kararım kat'i idi. Böyle bir istirahate — giddetle ihtiyacım vardı. Düşününüz ki $tam 16 seneye yakın bir zaman, günde 28-20 saat, hem de en yorucu, en yıpra - tıci bir messi tarzı içinde çalışmış, uğ - Taşımışlım. O derecede ki bir aile evinde Aakşam nasil olur, güneş nasıl batar, e - Jektrikler yanıp perdeler nasıl iner, bun- darı tamamen unutmuştum. Bu, şuurl bir çalışma değildi. Tıpkı düğmesine basıl - dıği zaman harekete gelen bir makine - hin aniki tarzdaki faaliyetl kabilin- den bir şey. Onun içindir ki kaç senedenberi her yaz geldikçe vücudümün bir istirahate ölan Tüzümunu hisseder ve o yazı mu - hakkak bir sayfiyede geçirmeğe azmede- tim. Bu tasavvurlar, maalesef her defa - sında tehakkuk sahasına çıkmadan — son- bahar gelir sonbaharı kış takib cderdi. Ve pek tabil idi ki, kışın sayfiyeye gidi - Jemiyeceği için bizim istirahat arzu ve Yasavvuru da ertesi seneye talik olunur- du. Nihayet evvelki sone, «her ne olursa ol- sun dedim, bu işi muhakkak bıf sene ta- | - Savvurdan fiil ve tahakkuk sahasına isal edeceğim...> Her defasında evdeki pazar çarşıya uy- saydı hayatın çehresi hiç de bugünkü ka- dar abus olmazdı. Bu tasavvur, ilk adımda -karımla ara- mızda bir noktai nazar ihtilâfı dana gelirdi: O, sayfiyenin, Boğaziçinin sakin bir köşesinde intihabını istiyor, ben Bü- yükadada ısrar ediyordum. Nihayet o da Büyükadayı intihaba yanaşır gibi oldu. Bu scfer ben, «Büyükada mı.. dedim... O bir sayfiye değil, kaba bir şehir bozun - '$usu.. Orada/insan dinlenmez, orada in - san kozmopolit bir sürünün geçid res - Mitii seyrede ede bir tiksinti içinde kalır> ve sonra ilâve ettim: «Büyükada Büyük- Buragı bir sayfiye değil.. Asla de « Sıcağile, sivrisin: rem hastanesinin açık tavanlı koğuşu....» Sonra düşündüm ki, burada benim çok sacı bir hatıram âa vardır: Umumi harb Çanakkale cephesinde vereme ltultulmuştu! Harb, o-| vimize bir torba kuru kemik yığını, boğuk öki k, sapsarı bir yüz, ve mecâlsiz. müztarib bir külçe halinde iade etmişti. Her çam ağacından vereme karşı bir şifa uman kisa görüşlü bir çok insanlar Kgibi, enişlemin bu vaziyeti karşısında - tıpkı denize düşenin yılana sarılması kabilinden - ailece Adaya nakli hane e « “dilmişti. O vakitler ben ihtiyat zabiti ol- — düğum için ancak yeni evimize 10-15 gün- G6 biz gelebiliyordum; o0 da akşamın geç Barlinde gelip sabahın erken saatinde KA «Son Posta» nin edebi romtanı: aa “Son , nın Hikâyos U e | SAYFİYE İHTİYACI | Bu yüzden tam Üti ay çıkmak üzere... Ve bu, şen, mes'ud, bahti- yar ve münşerih, huzuru kalb içinde bir eve geliş değil, bir mum gibi damla dam- la «önen bir adamla karşı karşıya gelişti Onun için Büyükada iskelesine her 3- dımımı attığım zaman, kendimde bir ce- nazenin üstüne basan bir adamın ızlıra- bını düyarım. Bu mülâhazanın sevkile Adaya taşın - maktan derhal ferağat ettim. Fakat be - nim tasavvurumla feragatim arasında da koca yaz sonbahara ve sonbahar da göz- le kaş arasında bermutad kışa inkılâb etti. * Bu tecrübelenden sonra ğeçen sene <ar- tık ne olursa olsun.. dedim.. Armudun sapı var, üzümün çöpü var demiyeceğim, bu sene ne yapıp yapıp şu sayfiyeye ta - şinmnak hakkındaki fikrimi muhakkak fil sahasına çıkaracağım...> Ve bu fikirle paçalarımı sıvadım, kol - larımı çimledim. Karı koca, İstanbul say- fiyelerini gezdik, dolaştık. Ne Adası, ne Modası, ne Kadıköyü, ne Vani köyü, ne Çamlıcası ne Kanlıcasi, ne Arnavudküö -| yü, ne Bakırköyü... Hiç bitisini bırak - madık, dağ demedik, bayır demedik, tepe demedik, yamaç demedik, bir sürü yerler dolaştık. Maksadım mutlak bir sükün ve mutlak bir inziva olduğu için çok uzun araştırmalardan sonra nihayet Beykoz sırtlarında bir sayfiye kiralıyabildik. Çam, çınar, at keştanesi ve akasya a - Haçlarile çevrelenmiş bir korunun orta- sında olan bu köşü, istediğim ve aradı - ğım bütün vasıfları haizdi. Daha bahçe - sinin kapısından ilk adımımızı atlığımız zaman, gözümüzün önünde uzanan, üs - tünde ağaçların girift oldukları uzun ve derin bir medhaldi ki, güneşin yaprak - lar-arasından süzlülemiyen ziyası, bura- ya açık yeşil renkte ve çiçek rayihalarile dolu, şeffaf bir ışık veriyordu. Nilüferli Tâkile, mermer havuzile, gül ve yasoeminlerin kuşettiğı -kameriyesile 10 ÇINARALTI AÂlkole — kat'i — sürette müsa - simiyen doktorlar itsalsızlık edi- İştihası yerinde bir insanın i- vermez. Bizim pederden kalma şa- rablar büfede yıllarca beklemekten Öy- le nefis olmuşlar ki! Yemektlen sonra çınarların altına u- Zzandım. Buranın hiç eksilmiyen Tüzgârı eski- Si gibi beni üşütmüyor. Artık vücudüm kır ve dağ havasma mukavemet edi- K vor. Şarabın da verdiği hafif mayhoşluk - İçinde gözlerim kapanıyor. İçimde eski günlerin heyecanını hissediyorum. Göz- — lerimin önünde pembe, sarı, mavi renk- ler uçuşüyor. Bu tenklerin ifadesi be- nim için yalnız kadın olabilir, ben ka- — dan için bu renkleri daha munis bulu- rum. Hafif renkler belki de uçucu ve geçici olurlar. Bencc böyle olmaları daha dağrın bir aşk %öm eğer kahramanı İsı 1 de aşk kadar ge- çici olmalıdır. Uzun süren bir aşk bir- Ödenbire sönmeğe mahkümdur. Aşk faze Obalık gibi, yaş yemiş gibi derhal yen- Bürhan Cahid mute meli ve bazmedilmelidir. Bayatladıkca mide bozarlar. Bana tanıdığım kadın- lardan birçoğu vefadan, sadakaften yarım bardak şarab her halde za- | bahsettiler, Bu bahisler her açk kahra- manını bülbül gibi coşturan bir bahar- hik tatlı masallardır. İlk ihtiras mevsi- mi geçtikten sonra aşk artık humma nöbeti geçirmiş bir hastalık gibi insana başka bir iştiha, başka bir hayat arzusu hissettirir. Ve her yeni aşk eskisinin yolundan geçip ayni şekilde hedefine varır. Bu böyledir ama hangi dumanı üstünde âşık bunu itiraf eder. Göz kapaklarımın altındaki tatlı pem be hayal yavaş yavaş kayboluyor, Yü- zümü okşıyan rüzgâra karşı battaniye- mi çekiyorum. Çnarların üst dallarından süzülüp geçen rüzgârın sesini dinleye dinleye kendimden geçiyorum. e Bu sabah Hasan dayıya haber ver- meden hayvana atladım. Artık çiftli- ğin bütün adamlar: beni tanıdıkları için zahmet çekmiyorum. Önce değirmene doğru sürdüm. Bon- Yazan: Salâhaddin Enis SONPOSTAS ayağım alçı içinde yattım suz sükünile köşk, daha ilk adımda, in « sanda derin bir haz ve mesti bırakmakta idi. Köşkü gezerken, kendi kendime: «Oh!.. dedim.. Senelerin uzun yorgunlu - ğunu işte burada dinlendireceğim, burada huzur ve sükün bulacağım...» O sabah göç münasebetile apartımanın kapısı önüne arabalar geldi. Hamallar toplandı. Güneşin tulâile başlıyan bu fan- liyet, bende tıpkı bayram sabahı uyanan bir çocuğun iİntıbamı hâsıl ediyordu. O kadar şen ve mes'ud, o kadar küşke bir an evvel varmak arzusile meşbu idim ki, traşımı ve hazırlanmamı bırakarak eşva- ların naklinde bamallara yardım etmekte idim... * Bir... İki,.. Üç... Öndan sonrasının far- kında değilim. Yalnız bir lâhzada gözü mü açtığım zamar, kendimi tahammülü gayri kabil bir ıztırab içinde apartıman- daki yatağımda bulduğumun farkında - yım. Ayağımın baş parmajtından belke - bir taralı öldürücü bik sızı içinde idi. Eş- yaların arabalara nakli esnasında apar - tımanın merdivenlerinden Söyle foci vo vahim şekilde düşmüştüm ki bu sukutla bacağım kırilmişti. Hareket etmek şöyle dursun, nefes almaktan bile ıztırab çek - mekte idim. Pek tabiidir ki, bu vaziyet karşısında köşke taşınamadık. Hattâ sade bu kadar değil, sükün ve inziyaya karşı yıllardan- beri duymakta olduğum ihtiyaca rağmen lfam iki ay ayağım alçı içinde, sıztüstü karzyolamda; satıcıların sesinden, tram - vay ve otomobillerin gürültüsüne; — üst katımızdaki cırlak gramofona kadar, koâfor namına huzur ve âsabi tahrib e - den ne vürsa, ne mevcudsa, — hepsinin bülend. âvazmı — dinliyerek — yattım. Va pek tubildir ki, bu suretle seneler - denberi benim için ideal olan sayfiye ih- ra küçük meşe armanının yanından kö- İye doğru kıvrıldım. | İçimde tatlı bir sevinç var. Başımda, sert bir gençlik rüzgârı esiyor. Kendim- Pde dağları delecek bir Ferhad cesareti göTüyorum. Bugünkü sürüşüme altımdaki yumu- gak başlı atım bile hayrette kulmış gibi ara sıra tökezliyor. Nihayet köyün evleri göründü. Daha uzaktan çiftliğe aid bir biçim- deki lerin başmdaki söğüdlü ev Sıdıkanın evi.' Birkaç hafta içinde bir jokey olaca- ğimı katırımdan geçirmezdim. Mesufe azaldıkca sür'atim azalıyor gibi geliyor. Mahrafızlarım hayvanın karnında.. Köye girmezden evvel beş yalaklı bir çeşme var, Burada köy kadın!arı çamaşır yıkıyorlar, Onlara yaklaşınca ağırlaştım. İhti- mal Sıdıka da bunlar arasındadır. Be- ni gören kadınlar işlerini bırakıp bakı- şıyorlar, Onlarca çiftlik beyl yabancı değildir. Bir başka erkek yanlarına gelse bel- ki de sıkılacaklar ve örtünecekler, Sidika aralarında yok. Yavaş yavaş yanlarından — uzaklaş- tım. Şimdi bahçesinde söğüd olan birinci eve yaklaşıyorum. Dereye inon patika- ve bunlara inzimam eden geniş ve hudud- | tra evleri farkettim. İşle büu ev-«| 32 İLKTEŞRİN (Baştarafı 9 uncu sayfada) — Demek imdad isteyen genç kız sı- kı bir tarassud altında bulundurulu- yor. Anlamadın mı çanım?.. Ne yapsın, öyle bir şekil bulmak lâzım ki telefon ederken kendisini dinleyenler - hiçbir. şey anlamasınlar.. Kütübhaneden bir kitab alıyor, içinden muayyen cümle- ler çıkarıyor. Söylemek istediği keli- meleri bu cümlelere ilâve ediyor. Be- nim İsmimi kadın ismine çeviriyor ve arkadaşı imişim gibi bana telefon edi- yor. Doğrusu buluş güzel... Eyübde, perili evde oturan ve evlenmek üzere bulunan bir genç kızın hayati tehlike- dedir. İmdad istiyor... İmdada koşalım, Cevad Fehmi...*Sen serkomiszer Osma- nı telefonla ara bakalım... Bu akşam işi var mı? * polis Serkomiseri müdüriyetinde (Baş tarajı 7 nel sayfada) — Yok © değil, evi sezon için mi tuta- caksınız? — Hayır efendim, ben kimsenin ket - hüdası, uşağı değilim, kendim için tuta- gağım. — Görmek ister misiniz? — İsterim ama, hani biraz sikılıyorum da. — Niçin? — Siz yarı çıplaksınız da bu vaziyette bilmem eve girebilir miyim? — Zarar yok, zarar yok. Adaya gel - dikten sonra, siz de bizim gibi giyine - ceksiniz.. — Affedersiniz; burada âdet böyle mi- dir? Yani buraya gelenler muhakkak gi- zin gibi mi giyinirler? — Tabil değil mi? — Yok, ben hani pek tabit bulmadım da... Tereddüd. ediyorum. — Evi gezmiyecek misiniz? ; b zi aa n | miğimin müntehasına kadar vücudümün | tiyacı da bu suretle ve tam manasile ta- hakkuk sahasına çıkaftıyarak gene arzu halinde kaldı. 'YARINKİ NÜSHAMIZDA: Köpek ticareti nasıl yaptım? Yazan: Yaroslav Hüşek Çeviren: H, Alaz dan yukarı döndüm. Tam söğüdlü evin önüne çıkıyor, Küçük bir gübre yığınını geçince sı- vasız bir çit başladı, İşte Veli kaptanın evi... Köyün çiftliğe aid kiremidli: ev- lerinden baştaki. Çitin üzerinden küçük avlu görünüyor. Bahçede çıkırıklı bir kuyu. Yanında bir süt gerdeli, bir bak- (rvaç.. bir katlı evin tek penceresi önüne karanfil, fesliğen saksıları dizilmiş., karanfilleri tulan ince dallara birer de yumurta kabuğu geçirilmiş. Köşeyi dönünce evin iç kapısı görün- dü. Ve dışarıdan süzülen aydınlıkta o- nu, köyün bu en güzel kızını gördüm. Etrafına bakmadan önündeki yuvarlak hamur tahlasında yufka açıyor. Hayvanın dizginlerini kıslım, Şimdi bu güzel tabloyu lezzetla sey- Tediyorum. Sıdıka o kadar meşgul ki on beş yir- mi adım uzakta çitin üzerinden seyre- dildiğini farketmiyor. Çıplek kolları mütemadiyen gidip geliyor. Kapıdan giren güneşin istika- metine geldikce sarı saçları altm gibi parlıyor. Nasıl etsem de kendimi ana hissettirsem diye düşünüyorum, Kir tım benden İştahlı çıktı. Söğüdün gö gesinde durmanım verdiği keyifle ola- cak tatlı tatlı kişnedi. Sıdıka beni görünce birdenbire dur- du. Şaşırdığını anlıyordum, Ne yapı- Baş, diş, nezle, grip, romatizma, mevralji, kırıklık ve bütün ağrılarınızı derhal keser. İcabında günde 3 kaşe alınabilir. buldum. Ondan öğrendiklerim mesele- nin ehemmiyetini büsbütün artırdı. Sabur Paşazadeler ailesinin büyük oğlu, ailenin Eyübdeki (Perili Konak) — ismile maruf konağında o akşam evle* — niyordu. Bu izdivac yüzünden mütead: — did defalar tehdid mektubları almış, nis hayet o sabah zabıtaya müracaat ede< | rek mle tehdid edildiğini bildirmiş* ti. Polis müdürü de serkomiseri düğün- de hulunmıya memur elmişti. Aztık meselenin şübhe edilecek tu> rafi kalmamıştı. Bir facia karşısında — idik. Rıdvan Sadullah benim vasıtamla * serkomisere söylettirdi: — «Biz de geliyoruz. Saat altıda Köp- rünün Haliç iskelesinde buluşalım'» (Arkası var) Mizah: Kâşif amca Adada kiralık ev arıyor ! Düşündüm. Çoluk çocuk gözümün Ö* nüne geldiler. Bizim hatun yarı çıplak; bizim kızlar paçalı bol pantalon giymiş < — ler.. Ben, ne bileyim, artık ne giymişim-. — Ve sonra bir de tuhaf tuhaf konuşmak — icab edecek... Bunların hiç biri bana hoğ — | gelmedi. d — Âlfediniz, dedim, evi tutmaktan vaz geçtim. ' B — Bundan iyi ev bulamazsınız, dediler, bizim kordumuz da vardır. 3 — Malüm, dedim, kurdunuz olduğu dâ malüm. Esasen bu Adada kurdlarla fındık kurdlarından bol bir şeye rastlamadım. —| Ama ben Adaya gelmekten çoktan vaz * ' geçtim. Vapura biner binmez fersyüzü İslan * bula döndüm. Sayfiye mi, tövbeler töv- besi, Aksaraydaki bostana bitişik evimit : nemize yetişmiyor da.. İsmet Hulüst moumuamuul Orhangazi fidanlığı töresnle açıldı Orhangazi (Hususi) — Köylünün emek ve parasile vücude getirilen köy bölıöı İ |fidanlığı vâli tarafından merasimie açılk muştır. Merasimde bir söylev veren vali vilâyet dahilinde zirai kalkınmada ilk â- dım atmak şerefinin Orhangaziye aid O9 duğuünüu işaret etmiştir. Fidanlığın vücü” de gelmesinde kaymakam ve ziraat me* « müuru gayretle çalışmışlardır. A cağını, kararlaştıramadan — bakıyordur Dedim ki; — Veli kaplan evde yok mu? li kaptanın gündüzleri. ladığını, hu saatte evde olmadığın! — |biliyordum, Birdenbire ayağa kalktı, örtünmeğt çıplak ayaklarına bir takunya filân ge" — çirmiye lüzüm görmeden avluya (ırlâ” di i — Babam göle gitti efendim... dedi. — Bir köylü kızından bu beklenmi; şehirli şivesile konuşuyordu, t mufhacirleri babam demezler, bubalfi — derler. Bu kız işittiğim ilk cümlesilt ötekilerden başka olduğunu anlatik Muhayereyi bozmamak için: — Vah vah, dedim, bense onu göf” meğe gelmiştim. Bir ayranını tim. Sıdıka avlunun tahta kapısını açm!$ — ti: — Buyurun siz, dedi. Soğuk ayrani” miz var, — Ama senin işin var Sıdıka hamtiib Adını söyleyişim büsbütün hayreti uyandırdı. Hele onu hanım diye çeğifi” — ımdan zevk aldığı o kadar aşik&rd! pembe yüzü ebru ebru dalgalar. d tanır gibi boynunu bükerel — Zarar yok efendim, dedi. man olsa yaparım. (Arkası'var) ğ