“Son Posta, nın ikâyesi Harabi, artık karısından elâman de - mişli, Gece kavga, gündüz kavga. Sabah kavga, akşam kavga. Kavgaların şonu gelmiyordu. Harabi bir kaç defa uzak yerlere kaçmayı düşündü. Fakat neye yarardı? Karısı peşini bırakmıyacaktı ki. Nihayet kararını verdi, — Kendimi bir kuyuya atar, bu ka - dından kurtulurum. Dedi, Bu kararla yola çıktı, Ağaçlık bir yerde bir kuyu gördü. Düşündü: — Kuyuda su azsa, bir yerim kırılır. Daha fena! Çok uzun bir değnek aldı, kuyuya değ- reği sallandırıp suyun yüksekliğini an » Uuyacaktı, Değneği uzattı, tekrar çekmiye başladığı zaman değnek çok ağırlaşmıştı. Oflıya, ahlıya değneği güçbelâ çekebildi. Değneğin ucunda çirkin bir ifrit vardı. Harabi ifritten korktu. İfrit: — Korkma, dedi, ben sana fenalık ede - cek değilim, bilâkis iyilik ederim. — Bana ne iyilik edebilirsin ki; ben hayattan bezmiş bir insanım! — Hayattan nçin bezdin? — Niçin mi bezdim.. Daha ne olsun, ne vakit eve gitsem karımla kavga ederiz. Bazan da dayak yerim. — Sen paranz bir Insana benziyorsun, tahminim doğru mu? — Evet doğru, kıt kanaat yaşıyoruz. İşte bütün kavgalara sebeb bu para » Sızlıktır. Sen paralı bir insan olursan bavga azalır. — Ben nasıl paralı bir insan olurum ki. — Kolayı var.. Şimdi sen bana büyük bir iyilik ettin. — Ben sana iyilik mi ettim? — Evet, ben tam kırk senedir, bu kuyu- nun içinde karımla birlikte otururum. Karımın kırk senedir bana yapmadığı kalmadı. Kaçmak kurtulmak istiyordum. Fakat kaçamıyordum. Sen değneği u - zattın ve beni kurtardın.. Bende buns mukabil sana iyilik edeceğim. Şimdi şeh- re gidersin. Ben zengin insanların ço - cuklarına çoluklarına musallat olur, on- arı hastalandırırım. Sen doktor olduğu » nu söylersin. Gelir. Muayene eder, güya ilâç verirsin. Ben çekilirim, hasta âyi olur, sana da bol para verirler. Artık karın da kavga etmekten vaz geçer. Yalnız şuna dikkat et.. ancak iki haş- taya gideceksin. Eğer üçüncü bir hastaya da gidecek olursan o zaman seni öldürü- rüm. a Harabinin evlendiğindenberi ilk defa yüzü güldü. Güle oynıya evine döndü. Karısı onu görür görmez: »- Gene geldin ha züğürd herif, şimdi sen! döveyim mi, öldüreyim mi, başında mangal maşasıni kırayım mı? Diye bağırmıya başladı. Harabi: — Sus karı, dedi, bundan sonra talih bize gülecek. Para mu istersin, kum gibi, KARIN GEL Anlatan SON.POSTA YOR «— Korkma ben sana fenalık edecek değilim?» yiyecek mi istersin« kuş sütür de. he el men hazır.. — İnanmam ama, haydi neyse.. Onlar böyle konuşurlarken sokaktan tellâlın şesini duydular; tellâl bağırıyor- du: — Şehrin en zengin tüccarının kızı has- tadır. Her kim onu iyi ederse çok para verecektir. Harahi evden fırladı, dosdoğru zengin tüccarın evine gitti, — Ben doktorum, dedi, kızınızı iyi e - derim. Kızın odasına girdi. Kız yatakta idi. İtrit vücüdüne sarılmıştı. İfriti kimse görmüyordu ama Harabi gördü; İirit: — Kıza şekerli su içir, ben giderim. Dedi. Harabi şekerli suyu içirdi. İfrit gitti, kız iyi oldu. Tüccar Harabiye çok para verdi. Bir zaman böyle geçti, Artık paraları vardı. Karısı Harabi ile kavga etmiyor- du. Tam parası bitmek Üzere idi. Genc tellâl sokaklarda bağırmıya başladı: — Vezirin kızı hastadır, her kim iyi e- derse böl para verilecektir. Harabi vezirin kızını da tedaviye gitti. Vezirin kızının vücudüne sarılmış İğriti Kız iyi oldu. Vezir Harabiye çok para| verdi, Bir kaç gün geçmişti Harabinin kapısı tak tak vuruldu. Kapıyı Harabi açtı: — Ne var? — Hükümüar hasta, sen herkesi iyi e- dermişsin, onu da iyi et. | İmparator Fransova Joze hUSUSİ (Baştarafı 7 inci sayfada) tiyaretçilerin arasında meselâ sabık sal- tanat raüşaviri olan bir musevi vardır ki bu mevkie tayini münasebetile katolikliği kabul etmiş, fakat vaftiz edilmesini mü- teakib: ğ — Majeste bugün vaftiz edildim, fa - kat dün nie Kadar Yahudi isem, yarm da o kadar Yahudi olacağım, demiştir, Gene bu ziyaretçilerin arasında şehir tiyatrosunun sabık san'atkârlarından bir aktör vardır ki bir gün Fransyva Jozefin ansızın geldiği Katherine'in İschi'deki say tiyesinde bulunuyordu. İmparatorun gel» diğini işitince alelâcele müsaade alarak çekilmek istemiş ve imparator bu isti - calin sebebini sorunca: — Majeste, siz benim yerimde olsay- diniz ve birdenbire imparatorun kar - şısında kalsaydınız ne yapardınız, bil - mek isterdim, demişti, Ve her yıl ağustos-ayınm 18 inci, ikinci teşrin ayının 21 inci günleri imparato « run doğum ve ölüm günlerinin yıldönü » münde kimsesiz köşkün kapı ve pence - tesi sımsıkı kapalı bir odasında bir müm Harabi birdenbire ürktü. Çünkü bu ü-|« Beki zamanlarda her ağustosun 18 inci çüncü olacaktı. İfrit ona eğer üçüncü de- günü top sesleri işitilirdi, geçid resimleri fa kendisile karşılaşırsa öldüreceğini | yanııırdı, asalet ünvanları dağıtılırdı. O söylemişti. — İyi edemem! Dedi ama kimseye dinletemedi. Çalya- ka hükümdarın yanına götürdüler. İfrit hükümdarın vücudüne sarılmıştı. Hara * biyi görür görmez: — Geldin ha, dedi, bu üçüncü oldu. Ar tık seni öldürebilirim. Harabinin hali harabdı. Fakat birden- bire kendini toparladı: — İfrit, dedi, ben senin bana yaptığın #yiliği unutmadım. Şimdi bu iyiliğe mu- kabele etmek için buraya geldim. — Haydi canım, senin elinden ne iyilik gelir ki! — Karın kuyudan çıkmış buraya geli « yor. Ben daha evvel davrandım. Sana ha- ber vermiye koştum. «Kar'n geliyor» sözünü işiden İfrit hes |?“ men hükümdarı bıraktı ve arkasına bak» madan kaçtı Uzak uzak diyarlara gitti. Hükümdar Iyi oldu, Harabi hükümda- gün bütün imparatorluğun bayram günü İzmirde gangster Vak'alarını andıran Kanlı bir hâdise oldu (Baştarafı 1 inci sayfada) mecburiyetinde kalmıştır. Dolablıkuyu karakoluna vaki 'müra- caatta iki şahsın halka küfrettikleri, ta- İbanca teşhir ettikleri, kahvedekileri ö- lümle tehdid eyledikleri şikâyet edil miştir, Bunun üzerine 89 numaralı polis İbrahim yanına bir arkadaşını alarak Ka- nârya kahvesine gitmiş, suçlu Bekir ve arkadaşının üzerindeki tabancaları almak istemiştir. Bekir derhal kahvenin odışarımna ngsterler gibi fırlıyarak kapıyı tutmuş, tabancasının ucile pencere camını parça- m lamış, aralıktan halka ve kahvehanedeki | Fransızlar müsaade ettiler ve bu ada” polislere ateş etmeğe başlamıştır. rm başdoktorluğuna tayin edildi ve İtri. | Bu yüzden kahvede panik kopmuş, yü- tin şerrinden kurtuldu. YARINKİ NÜSHAMIZDA: Siyahlı Kadın Çeviren: K. Neyyir İstanbul Inhisarlar Başmüdürlüğünden: Piyasada satılmakta olan ispirtoların baren indirilecektir. satış fiatları, 15/Mart/938 tarihinden iti. Dükkânlarında yakılacak ispirto «Boyalı Kamineto İspirtosue ve Şişe içinde tuvalet ispirtosu satanlar; mevcudlarını birer beyanname ile 14/Mart/938 ak- şamıra kadar «yakılacak ispirtolara aid olanlar Kabalaşta kâin Beşmüdürlüğe ve şişeli tuvalet isp'rtosuna aid olanlar da en yakın satış depolarına; bildire- ceklerdir... «1184 —————— Son Posta'nın edebi romanı: 6 SS —— m car Fatma sedire kendini attı, birkaçı da yatan yeşil duvaklı insan kurusunu |dişleri, tombalak ve sağlam vücudü y onun mütad kuluncunu bastırırken ö-| görünce kaynanasının önüne dikilip: |Murtaza elendi için ideal bir kadındı” — İşte sara erkeklik namusunu is-İ Fakat Murtaza efendi geveze bir #” Hafız Bedriye hanım mutfakta ezdiği |bat ettim. - dedi - Acar Fatma da çat-|kek değildi! Kadını şımartmaktan bürleri Mürvetin etrafını sardılar. gü mütecaviz müşteri kanapeler, sandal. yeler altına yatmış, bir kısmı da polis- leri siper alarak hayatlarını korumak kaygusuna düşmüştür. N Bekir steşe devam edince polisin attı. ğı kurşunlardan birisi suçlunun beynine isabet ederek yaralamış, şerir yere yu- varlanmıştır, Ayni mermi kahve karşı- sındaki berber dükkânında traş olan Ha sana da isabet etmiş ve kolundan hafif yaralamıştır, Suçlular sarhoştular. Hele Bekir sar-İtakım siyasi ve iktısadi imtiyazlara mi” boşluktan çılgına dönmüştü. Bekir ölüm! halinde hastaneye kaldırılmıştır. Müd. deiumurmi müdafaa halinde Bekiri yara- lıyan polisi serbest bırakmıştır. | — Ah, Şu Hayat! Yazan: Nezihe Muhittin Niçin yemin ediyorsun.. sana soran var| — Kışl. - diye seslendi - teknede ça- mi?.. Ama eğer bir daha Kâzim sözünü | maşır ıslatmıştım.. onları yıka, tahta- söylersen şu kızgın maşayla ağzını| boşa as, sofayla merdivenler toz toprak m — — bir bardak nişesta ile içeri girdi. Öncellak bir kahkaha arasında uzun bir ma” anasına, sonra kızına içirdiler. Mür - şallah çekerek damadını alkışladı. vet ağlıya ağlıya: Doğan çocuk bir türlü serpilemiyor- — Galiba ben doğuruyorum - diye|du. Mavi takkesinde, kafasından büyük inler inlemez Acar Fstma baş ucuna) bir maşallahla çörekotu ve sarmısak çı- dikildi, Beti benzi sarardı, Komşuları-|kını sallanıyordu. O, bir çocuk değil bir na maskara olmuştu. Bir aralık kızınlinsan kurusuydu. Acar Fatma hanım kulağına eğilerek: şimdi de çocrğun gürbüzleşmesi için ne burnunu dal Tağında küpe olsun!.. Mürvet korkudan sarararâk: — Peki anneciğim * dedi - bir daba söylersem dilim kışkaçlara gelsin... Acar Fatma sakin bir sesle sordu: — Gebe olduğunu kocan da bilmiyor mu? — Nereden bilecek? — O halde beni iyi dinle. bu gece bunu ben cna haber vereceğim.. sen sa- kın ağzını açma hal, — Açmam anne; töbeler olsun aç mam. Bu havadis Acar Fatmayı hem şaşırt- miş, hem sevindirmişti. Yalnız beynini kurcalıyan bir mesele vardı. Kızının arım... İşte bu sözüm ku-İiçinde orslarım da siliver.. ben sokeğa çıkıyorum - diye kapıyı çekip dışarı ikta, ig“ dört saat mahalledeki yardak- larının evlerini dolaştı. Hikâyeyi anlat- fı... Köşe başındaki bakkaldan akşam gazımı bir şişe içinde eline alarak eve döndüğü zaman Mürveti morarmış bir halde ot minderin üzerinde kıvra- nırken buldu. Kıza bir şey sormadan hemen pence- reye koştu ve: — Yetişin dostlar, Mürvetim elden gidiyor - diye feryadı bastı, Sonra ko- şarak bitişik komşunun tahta perdesi- ni güm güm yumruklıyarak: — Nerdesiniz timmeti Muhammed?.. karnında yedi aylığa giren bir gebeliği |Mürvet ölüyor... * diye bağırdı. Tek - birdenbire ortaya nasıl atacaktı? rar kızının yanına gelinceye kadar — Yedi aylık demiştin, sakın yanlış| «Kirli kardeşleri» birakıyor, ne başvur-İpar, yemek pişirir, misafir gelince hesab etmiş olmıyasın? - dedi, madık «kırbacı» dükkânları, Mürvet can acısı ve korkuyla her Bu kadar emekten sonra kış başlar şeyi unutarak parmaklerile hesab et-İ başlamaz önce Ali efendiyi, sonra da meğe başladı — Hiç unutur muyum?.. Kâzım bu- raya nisanın on beşinde geldi. Mayıs bir, haziran iki, temmuz üç...... Acar Fatma ağrıdan kıvranan kızı- nın koluna bir çimdik atarak — Çenen tutulsun e mi, başka birşey- cikler demem teneşire gel! - diye ya- vaşca kulağına fısıldayınca Mürvet: — Ölüyorum. ölüyorum... Beddua etme anneciğim diye inlemeğe başla- dı. Yatsı ezan: okunurken yedi aylık ço- cuk dünyaya geldi. Mahalle kahvesine koşup Ali efendiye müjde götürdüler, adamcağız bu mücize karşısında dili buna ne derd? Birdenbire yerindenİmerdivenlerden koşa koşa çıkan kom-| bağlanarak etlerini göğe açtı. Ve sar- #twrak çarşafın giydi. Mürvete: şu kadınlar odayı dolduruverdiler.. A-İ sak sarssk kapıdan girip lohüsa hiç büyüvemiyen çocuğu birbiri arka- sından Merkezefendi mezarlığına göre Bahçe duvarları bitişik komşular hiç bitmiyen bu gürültüler içinde yaşar- larken beri terafta Murtaza efendi ile karısı çok mes'uddular, Evlendikten sonra çok geçmeden Naciyenin babası birkaç ay sonra da Murtazanın annesi ölmüşlerdi. Başbaşa kalan genç karı koca birbirine dil dökmesini bilmedik. leri halde içten içe sevişiyorlardı. Kü- çük Münirin gülücükleri neş'elerini büsbütün artırıyordu, Naciye tam Mur- tazanın tahayyül ettiği bir güzeldi. Kes- kin kara kaşlar, ve gözleri yardı. Uzun yanın- İsiysh saçları, pembe yanakları, beyaz İmişli, zefin hayatı idi. Bugün tek bir mumun zayıf ışığı dalma sadık bir ruhun hatırasından bö ka hiç bir şey yoktur. Bu ruh da Frâ8* suva Jozefin cenaze merasiminin ğ dığı günden itibaren hayattan çekiimiğ* tir, O gün imparatorluk alayı payitaht? | sokaklarını doldurmuş ve (MarisT! zamanından kalma saray arabaları sonu” cu defa olarak görülmüştü. Cenaze nihayet Kapusin makberesinin kapal pısı önünde durmuş ve asırlıktan dâ bir an'aneye tebaan kapalı kapının kasından gelen bir ses sormuştu: — Girmek istiyen kimdir? i — Majeste Pransuva Jozef, Allahım is yetile Avusturya lınparatoru, Macarif i tanın, Bohemyarnın, Hirvatistanın, pa” maçyanın ve İlliryanın katolik kralı çk yüksek ve çok kudretli cedlerine kavi” mak arzusundadır. Sessiz, sağır duran kapının önünde bi taleb üç defa tekrar edildi, fakat kapı $# ne sağır, gene sessiz kaldı. il O zaman saray uşağı daha mütevsi başka bir cümle söyledi: — İçeriye girmek istiyen sadece w günahkârdir, kardeşin Fransuva Jozef tir. Ve kapı açıldı. ar Yazan: Job Pasl Zİ ğe a) - “Son Posta, nın Şam mektubları (Baş tarafı 1 inci sayfada) dağa kaldırmışlardı. Vali bulunup kurt rılmış, fakat, Suriye hükümeti bü bu adamlara diş geçirememişti. Pransi” Jar bunları Tedmür'e güye nef hakikatte onları orada müreffehen bir © tele yerleştirmişlerdi. Bu mesele etrai da aylardanberi halk arasında dedikoğü hükümetle Fransızlar arasında da müüi” kaşa cereyan etti.» Şam bül mevkii bu hâdise hasebile çok küçü” müştü. Nihayet, galiba Fransa » Suriye mu” hedesi üzerinde son günlerde Suriye * İeyhine vaki anlaşmanın mükâfatı ol İ rak, bunların Şamda o muhakemelerin8 lar da, diğer avenelerile birlikte kuvvetli bir jandarma müfrezesinin kuvvetli Bİ mayesi altında buraya nakledildiler. Y# kında Şam ceza mahkemesinde muhak#” melerine başlanacaktır. . Bu adamlar Fransızlarca o kadar mü him şahsiyetlerden olmalıdırlar ki ©“ velki akşamki radyo Koloniyal, « mür'de Fransanın nezaret ve mürakabe$ altında bulunan» dört şahsın - isimi de birer birer sayarak - muhakeme ) mek üzere Şama sevkedildiklerini bildi” meği de unutmadı. Şam hükümetini” Fransızlara vermeğe mecbur olduğu kabil halka karşı bir nevi taviz olars# verebildiği yegâne şey bundan ibaret ol” sa gerektir. Bakalım, muhakeme netiet” si ne olacak? Belki bu da Gilk çıkar! © birdi! Onun için bir defa olsun onüf pek sevdiği ve beğendiği, güzelliği övecek bir kelime bile söyl Naciye temiz, temizliği titizlik derecf” sine gelmiş, sonraları büsbütün sinir hastalık şeklini almış bir kadın olmuf tu. İki günde bir evin tahtalarını bff tan aşağı ovar, çamaşır yıkar, ütü baştan tahtaları siler, sedirlerin örü” lerini yıkar ve ütülerdi, Murtaza efe” dı kadın işine karışmıyan ve kadın * sini işitmeğe çok mütehammil olmuyfi bir erkekti. Onun için karısının karışmazdı, O, yalnız eve döndü, man karşısında güler yüzlü, sesi sı çıkmıyan uysal bir kadın işti; Naciye da' onun istediğinden âlâ Gündüz, mütemadiyen didindiği akşam üstü kocasının geleceği işlerini mutleka bitirir ve onu yüzle karşılardı. Naciyenin çocuğu e ik sikke de Naciye gene hiç şikâyet etmeden günde bir evi baştan aşağı siler, W ları ovar, çamaşırları yıkar, ütüler, *.. cuğuna çok temiz bakardı. Sağlam “| genç Naciya bu titizliğine kurban gt -- Arkası ver