€ Sayfa eler Karşısında HAKARET wvelki günkü gazetelerden bi- rinde bir fıkra vardı. Fıkra muharriri, Köprüden geçerken: — Şırak, pırak, şırak! Diye bir ses duymuş.. dönüp bakmış. Kıpkırmızı kesilmiş genç bir bayan, toy bir delikanlının yüzünü silleliyerek ayni kızıl rengi onun de yüzüne - fakat çizgi çizgi - nakşettirivermiş. * Müharrir bu kamçı sesli tokatların se- bebini öğrenmiş. meğer, toy delikanhı kadına Venüs demişmiş. Efsane malümatı kuvvetli olan kadın da Venüsün açık baş bir kahbe olduğunu, ressamların onu kuğu kuşu yahud da Yunus balığı şeklin de tasvir ettiklerini biliyormuş ve diyare muş ki: — Bu âdam bana Venüs demekle, bir yanımın balığa, beynimin de küş beyni- »e benzediğini söylemek istedi. v Bana kalırsa bu kadın tokat atmakla L Bunları biliyor mu idiniz? —| Danimarkada “hizmetçi kadın,, mevcud değildir Danimarkada ka- 5 fin hizmetçi adı yoktur. Onların . Pini ev işlerine yare dım eden insan a« dını taşıyan kadın. lar yaparlar. Bu« Bun sebebi şudur: 4& Mari — Kristensen Ö namın da bir. hize — 4, /a metçi kadın çalış- tığı evde çok zulüm görmüş. Bu arada gene görmüş ki hizmetçiler, çalıştıkları evlere, elektrik, havagazı sarfiyatında is- raf yaparak büyük ziyanlar veriyorlar. Tabak, çanak kararak ziyankârlık yapı- 'yorlar. Bir hizmetçiler sendikası kurmuş, iş verenlere haksızlıklarını, iş alanlara da dürüst olmryan hareketlerini isbat et- miş. Bugün, bu kadın, Danimarkanın ih- tiram gören insanlarından biridir ve bu sendikanın başıdır. * Elbisenin en tehlikeli tarafı mendil cebidir Maraf — İngiliz Bgelow'a göre elbi. semizin en kirli ve nezle — nakletmek noktasından — bir Fazla mültefit Erkekler.. Ankarada oturan bir genç kadının gikâyeti şu: e— Yeni evlendik, yekdiğerimizi se- verek evlendik, sıhhatteyiz, paramız var, mes'nd olmaklığımız için hiçbir manla mevcud değil, Fakat ben azab içindeyım. Hangi eve misafirliğe git- sek, hangi salonda buluşsak kocam derhal rastgeldiği ilk kadınla mülâta- faya dahyor. Kur yaptığı kadınların “sayısı neredeyse sürü teşkil edecek. Kendisine henüz bir şey söylemedim. Fakat neş'em kalmadı, ağlıyorum, tey- zeciğim beş aylık bir geline yardım et.> * Bu genç kadının feryadı beni telâşa düşürmedi, içinden ıztırab taşan cüm- leler arasına sıkışmış tek bir kelime vardır ki gönül işleri ile uğraşanları bu gibi vaziyetlerde müsterih etmeye yetişir: Genç kadın kocasınım kur yap- tığı kadınların neredeyse bir sürü teş- kil edecek kadar çok olduğunu söylü. döktoru Percy E- bu bakımdan sıh- hatimize en tehli. keli tarafı mendil koyduğumuz cebi. mizdir. Bu ceb, SON POSTA Y A belki doğru hareket etmiş, fakat müda- ılınsı!'n kaçamak yoldan yapmıştır. Bugünün kadınına Venüs demek ha- kikaten bir hakaret olur. Gözlerimin önüne Venüs heykeli geli- yor ve onu; kolları lunlmıdıq Zaman.- daki bütün halile tasavyur ediyorum. Berber maşasile biçime konulmuş saç- ları yoktu. Dudakları boyasızdı.. Kirpik- leri takma değildi. Kaşları tepede kırk beş"d AAA MCL CN GÖ masum Türk çocuğundan Ali Murtaza: cudü kırılacak kadfr ince, beli bir şapka Size; evvelâ, Güyana eli ue d kayışını kemer gibi kullanacak kadar| —— — e e aerildiğimi Anlatayım, dar görünmüyordu. Elleri manikürsüz, | giye söze başladı. ayakları pedikürsüzdü ve bilhassa taş ağ-| Ben Dramalıyım. Şu talihin garabeti- zını bir kere bile açmış, bir tek yalan ol- | ne bakın ki, ben, bugün 40 küsur yışı_ııı basmış bulunan erkek kardeşimi daha iki gün evvel görebildim... Yani iki kardeş, bir anadan, bir babadan doğmuş iki kare deş, kırk yıllık ömrümüzü birbirimizi beş dakika göremeden geçirdik. Çünkü o Dramadan ayrıldığı zaman m yeni doğmuştum. b.0 ylı:anbuîı gîtldı. mektebe girdi. Za- bit çıktı. Cebheye gitti. Ve tam o sıralarda da ben İstanbula gelerek kardeşimin harbde esir düştü. ğünü ve Hindi Çini'de bulunduğunu öğ- rendim! Buraya, 1918 yılında gelmiştim. Beni Güyana gönderen hâdise de, buraya aya- ğımı basışımdan bir hafta sonra vuku- buldu... Dramadan İstanbula gelir gelmez, ilk Büyvanlar SÜrü ala işim hemşiremi bulmak olmuştu. rTü öldüler. Bu ara: Hemşirem Fikriye (*), İstanbula bi- da bir çiftçinin hatırına hayvanlarına, su | raderimle birlikte gelmiş, ve 'Türkiye « | ında yer â- bulama! ldi g, |Nin ilk kadın muallimleri arası T a bir ÜİRAEEĞA YZ mak şerefini kazanmıştı. Bana büyük çinin eünde binlerce galon bira vardı. Bu | kardeşim Fazılın (**) muharebede esir tedbirin neticesi şu oldu: Hem hayvan- | düştüğünü, ve Hindiçini de bulunduğunu lar ölümden kurtuldular, hem de bir hemşirem haber verdi. misli fazla sü K Bu kara haberi aldıktan sonra, Gala » SŞt Deriar Dü day arın |tada «Misir» öteline yerleştim. süt ve yoğurdile yapılan tereyağları da| — Ve bir iş aramıya koyuldum. Fakat her © nisbette fazla ve kuvvetli oldu. Ayni | SÜN, Sahahtan akşama kadar, bir iş bul. ö mak gayesile her makama müracast et - zamanda Amerikan baytar şubesi bu me | çiğim halde, bir türlü bir baltaya sap ola- sele İle meşgul oldu ve masrafa taham- | mıyor, he yardımile geçinmek - mül edilebildiği takdirde hayvanlara bi- | ten kurtulamıyordum. b Ğ i * En ufak bir ücret mukabilinde en ağır ta içirilmesinin hiçbir mhhi mahzuru o , v Ka L N aa halde, bir madığına karar verdi. yere yerleşememek beni üzüyor, sinir » lendiriyordu. * Bir gün Anadoluya geçmiye, ve orada ş - bir iş aramıya karar verdim., Bu kararı I"U'“"Bda IVWIII yın:ı.e getirebilseydim, o tarihten pek az sonya başlıyan İstiklâl kavgasında çar- beslemek merakı pışmak şerefini de kazanmış olacaktım. İngilterede gü-| Fakat talih, beni, bu şerefli saadetten vercin — beslemek | de mahrum bıraktı. büyük bir merak-| Anadoluya geçmiye karar — verişimin tır. Bu işle meşgul ertesi günüydü, Verdiğim kararı yerine getirmek imkânlarını henüz temin ede- meraklıların sayısı | pemiştim. Ve imkânsızlık içinde kalmak (100) bin, güver-: beni büsbütün bunaltmıştı. Sinirlerim, cinlerin sayısı da|ıslak birer kiriş gibi gerilmişti. Biraz a. (4) milyondur. vunmak, biraz oyalanmak arzusile, Bey- oğluna çıktım. Bir sinemaya girdim: Yarıda bırakıp çıktım. Bir gazinoya oturdum: Getirtti- ğim kadehi tamamlıyamadan hesabımı verip sokağa fırladım. Bir kahveye uğra- dıim: Fakat orada da oturamadım. İçimde müdhiş bir sıkıntı, boğucu bir darlık vardı. Samimi bir mubhataba bir parça derd yanabilseydim, belki — biraz ferahlıyabilirdim. Fakat vakit çok geçti. 'Tâ Sarıyerde oturan hemşireme gide « mezdimn. Ve koda İstanbulda da, ondan l gL Güyan zindanlarında yirmi yıl inledik- ten sonra nihayet vatana kavuşan iki | sun söylememişti. Bügünün kadınını, böyle bir benzetmek hakaret değil midir? Venüse İsmet Hulüsi l Bira koyunların sıhhatı için pek faydalıdır Bundan birkaç sene evvel Ameri- kada büyük bir kuraklık oldu. Ot- suz ve susuz kalan yor. O halde çocuğum korkulacak bir #ey yok demektir, Bazı erkekler ya yaratılış neticesi, yahud züppelik eseri olarak zendost Börünmek isterler, fazla sokulganlık, fazla hoşsohbetlik yaparlar, ekseriyet. le kelime kalblerinden gelmez, dille. rindedir, söyledikleri dakikada unutur- lar. Onlar için muayyen bir yüz, mü- ayyen bir isim, muayyen bir karakter yok, sadece frenk tâbirile Raleri, dinli- (*) Bayan Fikriye bugün, Sarıyer ilk mektebinde muallimlik etmektedir. (**) Bay Fazıl, şimdi, Tıb Fakültesi muhasebecisidir. Ali Murtaza Mehmed Hümi Tbaşka kimsem yoktu!.. Bir hemşeriye, bir |dosta, uzak bir akrabaya, hattâ üşina bir simaya bile rastlıyamamak, beni büsbü- tün çileden çıkarıyordu. Konuşacak bi - risini bulabilseydim, biraz anlatabilsey » dim, biraz içimi dökebilseydim, yüreğimi dolduran zehiri boşaltmış gibi rahatlıya. caktım, Halbuki bilâkis, dalgin dalgın yürür « ken, ikide birde suratıma düşman ban « dıraları sürünüyor; iki adımda bir omus zuma sarhoş ecnebi neferleri çarpıyor, ve yabancı kelimeler habire kulaklarımı tırmalıyordu. Âdeta infilâk için, kıvılcım bekliyen canlı bir barut yığını haline gel. miştim. Galatasaraydan Tünele dağru yürü « miye haşiadım. Otele gidip yatmıya, ve muhtaç olduğum teselliyi, istirahati uy- kudan beklemiye karar vermiştim. İçim- de, sıkmtıdan gelen korkunç bir hissi kablelvuku da vardı. 'Tünelin yanından — Yüksekkaldırima kıvrıldim. Caddenin ışıklarından gittikçe uzakla- şayor, ve Yüksekkaldırımın gittikçe ko » yulaşan karanlığına daldıkça, daha fazla vehme günülüyordum. Yarı yola vardığım zaman, karanlık, iki adım önümü bile göstermiyecek ka « dar koyulaşmıştı. Birden, derin bir uy » n., 1i Fransız zindanlarından dönen iki masum Türk çocuğu'nun hatıraları BZ Ali Murtaza “Size, evvelâ, Güyana nasıl, ne zaman ne için gönderildiğimi anlatayım ,, diye söze başlad İki adım daha attım. Ses, emri t6f ladı: — Dur!.. Bu sefer, sesin arkamdan geldiği! lamıştım. Arkama dönünce, sekiz î dım geride, üç ışık gördüm. Üç elektrik feneri, tıpkı üç iri atef ceği gibi, bana yaklaşıyordu. * Burnumun dibine kadar yaklaşallı suratıma çevrilen fenerlerin ışığındAı lari tutanların hüviyetlerini de & dim ve o zaman, kalbimin çarpıntıskı laklarımın zonklaması büsbütün ği Çünkü işgal kuvvetlerinin bir yesile karşı karşıya idim: . Birisi biraz önde ve ortada. ikisi yarım adım gerisinde duruyorlardı. Önde duranın kolunda sırma vardı. Diğerlerinden daha yüksek rütbeye suhib olduğu, sade kılığının ” kalığından değil, hâkimane ve edalarından da belliydi. Fakat az evvel bana: — «Durlb> Diye bağıran bu adam, başka bif türkçe kelime bilmiyordu. Bu itib bana söylediklerini anlıyamıyordurm şeyler söyledikten sonra durup yüf bakışından, bir sual sorduğu, ve ©f4 beklediği belliydi. Bir anda, olanca ) zamı zorladım. Ve bildiğim dört kel bulup bir araya getirerek lisan bilü” ğimi anlattım. Suratıma vuran nefesi ispirto K0 muhatabım, evvelâ parmağile bana dimi gösterdi ve: — Rovolver! dedi., Sonra iki avucunu dua okur gibi # ve avuçlarnı: — Ver! demek ister gibi kendi gÖ ne doğru çekti. Bu işaretler, muhatabımın maksâ anlamama bol bol kâfi gelmişti: Bu © riye, 6 zamanki meşhur tabirile <tırağ” yani silâh toplamıya çıkmıştı. Bendel siiâhlarımı kendilerine teslim et tiyorlardı. Fakat Dramalı bir Türk kanlısı silâhlarını yabancıya teslim bilir miydi? Gözlerimin önüne, babi merd ve temiz yüzü geldi. Bana, klf lir kaç defa: «— Eviâd demişti, at, avrat, silâlk delikanlının namusudur. Onları eetf dan evvel kimseye verme!> O anda, bu nasihat ilâhi bir emif ruhuma hükmetmişti: Muhatablarıma evvelâ, el işaretl6 )i üzerimde silâh bulunmadığını anla” istedim. Halbuki o anda, onların her daha fazla müsellâhtım: Belimde yadigârı bir Karadağ tabancası, B'; rimde tam yüz fişek vardı. Ceketimif tında, amuzuma asılı koca bir ıl’/ı sallanıyordu, Ve başımda, Draâma ö larının deli rüzgârı esiyordu. Devriye çavuşu, üzerimde silâh # madığına aldanmadı. Yanındaki iki " ç kere dönün bir şeyler söyledi. Ond#, mir aldıkları anlaşılan askerler, önü â gip yanıma sokuldular, üzerimi ve silâhlarımı zorla almak ııledıw w kudan şiddetle sarsılarak — uyandırılmış | şikârdı. O anın hirsı beni, aç bir gibi sıçradım. Nereden geldiğini kestire- | çevirmişti. mediğim gür bir ses: NndSo“v — Dur! diye bağırmıştı: — Arkası var — K ı,:;ı:::îı,“ seyredenler vardır. Bun. I İki ahbab çavuşlar: Boyanan heykel l Bazı erkeklerde kur mevsim mev- #İm, zaman zaman muayyen bir kadı.- 'na hasrederler, kur yaptıklarını da sak- larlar, çok uslu kendi halinde görünür- ler. Bunlardan korkmalı, Bununla beraber henüz evlenmiş bir genç kadının kocasını her kadınla mü- lâtafa halinde görmekten eza duyma- Bını tabil görürüm. Yapılacak şey bâ- gittir; Mutad sokulganlık ve sevimli. liğinizle bu vaziyetin sizi üzdüğünü söylemekten ibarettir. Ümid ederim ki tekrar etmiyecektir. İ <erwrr FPer y ü D a l e Mt ,