iz Suyla” | — . Nihad, yan gözle karısı Necmiyeye — baktı, ekmeğini kopardı. Tabaktaki pey- — girden ufak bir parçayı çatalile ağzına götürdü: — Çok fena! ikâyesi Zizez. GERİ GİDEN KIS Dedi. Tahin helvası tabağının son ka- — lan kırıntılarını ekmeğile toplamaya çalı- şan Necmiye, başını kaldırmadan cevab lım, bu da geçer.. na yarın akşam için Necati- aydı. Neş'eli lur, dave rak kolay ama ona 1 — Otuz kuruş var.. telgraf parasına bi- le yetişmez. — Başka ne çare var ki. — Çok fena, çok fenal! “—Necmiye masanın üzerindeki boşalmış — tabakları topluyordu. Kocasına — döndü, Nihad çok düşünceli idi. Gülmek; ona da biraz neş'e vermek istedi, fakat bu müm- kün değildi, gülemedi. Mahzun mahzun — (— Uyuyalım Nihad, yarına kadar ne | alacağımı kim bilir ki.. ' b E - -— Evet kimse bilmez.. — pey olmiyacaktır. -— Bedbinliğe lüzum yok. dinle de yat. Yattılar ve uyudular. Ertesi sabah .!k — Uyanan Necmiye idi. Kendini çak aç hiş- sediyordu. Ah biraz çay, bir parça şeker olsa, bir çay pişirse de içebilseler ne İ olurdu. Fakat ne o vardı, ne de öteki! Nihad da uyandı: — Karniım aç Netmiye, — Dur bakalim daha yeni gözümüzü açtık. — Öyle ama -gözümüzü zaman k: — Neci çünkü - hiçbir Haydi söz kapadığımız rnimız tok değildı ki yi ne yapacağız? — Bilmem. t — Bilmem demekle olmaz, sendeki 0: tüz kuruşla ziyafet verilmez ya!.. Sen Bgene beni dinle de bir telgraf çek. — Bakalım param yetişirse çekerim. Nihad giyindi. Evden çıktı, yarım saat sonra tekrar eve döndüğü zaman elinde yirmi altı kuruşluk bir telgraf makbuzt — Vardı. — Telgrafı çeklim, Öğleye kadar eli- ne geçermiş, O C— İyi ettin. — Fakat telgraf kelimeleri hesabla- uzu yazılımncıya kadar i de bir bilsen.. ya otuz kı tan fazla — patlıyordu. — futtu da tel ne yaparım, ( mahcub at. imde dört kuruş ye ödüm | şükür yirini altı kuruş | Karı koca bir müdddet İ mit aldım. Birini sen ye birini de ben. Kalan paramız da ancak bir kuruş. — Paramız olduğu zamanlarda bu ke- dart ince düşünmez, şunu bunu aldıkten sonra geri kalanı Kesablamazdın.. — O zaman gerçi öyleydi ama şimdi... Nihaâd, cebinden simidleri çıkardı, Bir anda yemişler, bitirmişlerdi. — Nihâd.. — Ne var? — Nectatiyi görürsen ne diyeteğiz? — Hiç ne diyebilriz ki. — Bugün oha «gelme» -diye - telgraf İçektin. Sonradan bunun sebebini anlat- mamiz lâzım değil mi? — Sana yemek yedirecek kadar para. mız yoktur, diyemeyiz ya!. Bir şey uy- | dururuz. Halamın, birdenbire çok hasta- İlandığını haber aldığımızı; gitmemiz v İ geceyi orada geçirmemiz lâzım geldiği- | ni, bunun için kendisine «gelme» diye L'ıv>lg!ıf çektiğimizi söyleriz olmaz mı? * Nihad ile Neemiye o gün ak |dar evlerinde oturdular.. açlık onları &4-| Jatten saate daha bitkin bir hale koyu- | yordu. Artık parmaklarını kımıldatma- Üa değil ya, konuşmaya bile mecalleri kalmamıştı. Akşam olmuş, hava kararmaya yüz tut- muştu. Kapının zili birbiri arkasına bir kaç defa çalındı, -— Acaba kim olübi yı açtı, Necati kapının öşi- ğinde duruy — Ne haber Nocati, neye geldin? — Neye geldin de söz mü, davet ettin geldim — Biz sana telgtaf çekmiştik. Ne telgrafi, ne vakit çektiniz? Bu sabah çektim. — Ben erken evden çıkmıştım, alma- dıim; hem neye telgraf çektiniz. öze kariştı: ihadın Bostancıdaki | halası çok —ayana — ,— Teşekkür ederim. — , Elini çekerken onun gözlerindeki te- — Şekkürden başka şeyler dilenen bakış- dları görmemek için şaka etmekten baş- — ka çare bulamadı. Çantamda bir şey eksik olursa bu- Nu s#enden bileceğim.., Şimdiden habe- rin ölsun. “İstinye koyunda iki sandal kiralıya- rak denize açıldılar. Çocukluğundanbe- ri Boğaziçinde yaşamış olan Mithat, su- — lârı tanıyan bir kaptan gururile kuman- dayı ele almıştı. ü Açıkta denize girmek doğru olmaz çocuklar... Biraz ileriye kadar gidelim, Yeniköy sahilinde boş bir yalının rıh- tim'ne çıkar, mayolarımızı ağaçların arkas'nda giyeriz. Muzaffer alay e! — Desene en kendine bedava bir — plâj bulmuşsun! Ev sahibine haber ve- &yım de görürsün, — Ev sahibine mi? Boş zahmet. oğ- dun;. Bu dediğim yalının sahibi ya se- e rd u. taraflara H Si bir. Mt hud dedelerinden kalan yerleri bakımsız bırakarak — parası Beyoğlunda yiyen bir mirasyedidir, — Ne olursa olsun, biz rahbatca so- yunup giyinecek ve denize girecek bir köşe bulalım da,...... Sandallar mavi suları yararak Yeni- köye doğru yol almıştı. - Selma, küreğe geçmek ister mi- sin? — Hayır kardeşim, bugün üstümde bir gevşeklik, bir tenbellik var, — Esasen, tekrar bisikletle döneceği- mizl düşünerek kuvvetimizi boş yere sarfetmemiz doğru olmaz Fatma; bana sa sen de bu kadar yorulmamalı- | — Sen bana bakma kızım; benim tün ömrüm bu sularda geçmiştir. Ki tek çekmek beni yormaz. | — İzmiri hatırliyor musun Selma? Bir de onun üç kuruşile iki si-| son FosTa” MET Çeviren: TU S birbirlerine baktılar basta | dik, Git ceğiz. Necati bir sandalye almış, oturmuştu: — Akşam oldu, betaber yemek yiyelim, sonra gidersiniz. — Yok, bizim hiç iştahımız yok. Bilir- sin ya. ben halamı çok severim, hastalı- ğana çok üzüldüm. Bir lokma bir şey bo. ğazımdan geçmiyecek. Necmiye de, kocası gibi söyledi: — Ben de öyle, Nihadın halası çok iyi bir kadındır. Nihad kadar ben de üzül- düm. Bir lokma bir şey yiyecek halim yok, hem hemen gitmeyi düşünüyoruz. Necati ayağa kalktı: , biz de sabahleyin haber aâl- vemiz lâzım, gece de dönmiye- — Hakkınız var, haslalık çok fena şey- dir, hele insanın yakınlarından biri has- alanacak olursa canı bir şey istemer. Biraz evvel masanın üzerine bırakfığı paketli toplamaya başladı. — 'Halbuki ben de neler getirmiştim. Bu paketlerde neler vardı neler, birkaç türlü peynir, sekiz tane uskumru dol- ması, fırından yeni çıkmış iki francala, bir parça havyar, biraz dil Nihadla, Necmiye ona şaşırmış bir ha'- de bakıyorlardı: Teessürünüz yüzlerinizden — belli. Fazla kalmıyayım.. iki sokak ötede bir doöstum var, bu yemekleri oraya götürür, bu akşam da onunla birlikte yer, içerim. Halanızın hastalığı inşallah çabuk geçer. | Kapıyı çekip çıktı; karı kaca bir müd- det birbirlerine baktılâr: — Havyar da varmış. — Uskumru dolması da varmış. — Ya sıcak francala! YARINKİ NÜSHAMIZDA: Karanlıktaki otcmobil İngilizceden çeviren: K. Neyyir nuz Perihan; müdire hanım beni çok çok klışarıya Çıkaırmazdı. ' çocuklar, tekrar İzmir 1âf oçınayın... İkiniz bir araya gelince hep en bahsetti — Sen de mi onunla beraber macerayı anlatsın! Çok münasib olur, onun mMacera- Jarı pek çoktur. — Haydi Mithat, seni dinliyorüz. — 'Sandalcı, biraz şöyle açı! baka- nm; lâlapaşa eğlendireceğiz... Sözüm öden Yeniköye varmıyalım. — Uzun etme Mithat, kulaklarımız bep sende. Mithat kendisine mahsus mübalâğa- li gevezelik ve taklidlerle döolu bir hi- küye anlatmağa başlamıştı: b — Bir gece balığa çıkmıştım... Yandaki sandaldan Mustafa atıldı: — Fevkalâde fırtınalı, karanlık, kor- kunç bir geceydi. — Şübhesiz... Benim heyecanlı av- lardan hoşlandığımı bilmiyor musun? Muzaffer Toanalı manalı güldü. — Biliyoruz... Onları geç şimdi de Orada bizim böyle sporlar yapacak vak 4timîv pek yoktu ama gene tatil günle- İzinde kaçamak yapabilirdik. KA balık avını anlat., — BSiz hep böyle sözümü keserseniz (bir şey anlatamam oğluni. TIP ar amuk istihsalâtı ttırmak için ne yapmal! mı/ Kredi ve sulama işlerinin tanzimi, Çukurova pâf ziraatini inkişaf ettirec Adana (Hususi muhabirimizden) — Çukı ın en ehemmiyetli- davala- rından bi şudur; Pamuk istihsalini artırmak.. Bu işin tahakkukunu surette 1 -pek görmek- için iyet altına | kanunu bu işi hi sin tanzin yük ve küçük Z Pamuk ziraatini emr 4 lacak işler, pam lardan koru , pamukculukta $ ti Mmesele- gun ayekâr uzanmış, y birçi yerine getirilmiştir. Göriye kalan kredi ve amele işlerinin bakkuku dört gözle beklenmek- ziraat en ziyade ova kısımlarındadır. Buna da sebeb, üfusu az olan bu - yerlerde arazinin gün olması ve makine ziraatine el- verişli bulunmasıdır ki, buralarda bü- Muşda tütün satışları Müş (Hususl) — Geçen 906 — senesinde Muşun yetiştirip, inhisar dalresine teslim et tiği nefis tütünlerin. meomuu kızk allı bin küsur kilo idi: O sene için bol para alan tü- tün reneberleri 937 senesinde daha — ziyade fanliyete geçmiş ve eksper Hakkının bizmat tütün taylalarına giderek yaprakların duru- | munu ve ayıklanacak kısımlarını ve ince da| marlara varıncaya kadar tütünün yetiştir - mek yollarını bütün rencberlere — göstermiş | ve emur İbrahimin mütemadi — gayret olü sayesinde tütünler her — seneye| nişbetle daha nefis bir durumda yapılarak | 936 senesinin bir misli fazlasile doksan kü - sur bin kilb mübayaa yupılmıştır. Bu su -| rötle bu sene kirk bin İlra — derece « | sinde mühim bir para reneberin eline geç » miştir. | Ah'âk dersleri | Ecnebi ve ekalliyet mekleblerinde ahlâk dersi adı a r ders okutül-| maktadır. Maarif V i bu derslerde takib edilen usulü ve kitabları iste - miştir. Kitablar tedkik oluna ve dersler ondan sonra okutulacaktır. Şim dilik ahlâk dersinin kaldırılması muh- temeldir. mi? O halde başka şeyden konuşalım. | vada l?.'[ı—selîı. Mithat bize başından Şeçen bir ek başlıca vasıtal: yük ziraât tercih edilmektedir. İ üçük ziraat daima sâfi” tadır. Çünkü istihsali temin ©d€ yük sermaye İâzımdı!. ik ziraat, ancak bahçi zında ufak miky | d | sımda di ve bY istinad ugünkü şartlaf © ziraat fazlâ halde bakıl Bu y nelere n Fiyetini çok sarsı ; göre, önümüzdeki yıl Çuktl k ekim sahası bu yıla ni ği tir. f ün bunlarla beraber ÇuklÜl parcuk istihsalini arlıracak âm l başında mahsulı ni lüzumu da hi e daimi di Borsa acentaları toplâl ;'. h , Borsa acentaları bietiği dün bİC yapmış, birliğin Ankaraya — nakliit por etrafında müzakerelerde b Nöbetci Eczaneler Bu gece nöbetci olan ccumnelir Boğariçi, Kadıköy ve Adalardakl”iş ei Akısrayda: (Sarım). Alemdardâ: | Asım). Beyanıdda: (Belku). 8 (Erotilos). Eminönünde: (Boslf ÜĞeFİ Eyübde: (Arif Beşir). Fenerde! € di). Şehremininde :(Nâzım). Şeki şında: (Hamdi). Karagümrüklt Küçükpazarda: (Necati Ahmed): köyünde: (İstepan). Beyoğlu cihetindekiler İstiklâl caddesinde: (Dellâsudüh 4 başında: (Kinyoli), Karaköydü yin Hüsnü), İstiklâl caddesini ciyan). Pangaltıda; (Nargileci şiktaşta: (Nall Halid). İstanbul cihetindekiler: Üsküdarda: (Selimiye). Barı ri). Kadıköyünde: (Büyük - yükadada: (Halk), Heybelide; b keser, icabında günde üç kaşe alınabi Haydi Mithat, sehi dinliyoruz biz; sen erkeklere değil, bize anlat. — - Ben zaten sana bakarak fnlatıyo- rum Fatmacığım, üzülme sen... Evet, divord! Bir gece balığa çıkmış- dan hava pek güzeldi ve ir adam değil, elli se- yakcı bile sakin bir ha k sabahlıyacağımıza e- mindi, İşter misiniz biz denize açıldık- tan aonra birdenbire bir fırlına kop- sun! İhtiyar kayıkcı, telâşla titriyen se- sile: *— Vay gözünü sevdiğim Karadeniz... dedikten sonra bâna: «Aman dönelim paşam; hava pek kötüleşti» diye yalvar mağa başladı. Tehlikeyi, heyecanı sev- diğimi söyledim ya; ortalığın birdenbi- xe karışması keyfimi getirmişti. — Yok baba; ölmek var, dönmek yok... dedim. Müustâfanın sesi gene öteden yüksel- di; — Atma Mithat.. çatlatacaksın. Fakat o, sözünün ateşine kendisini kaptırrmıştı. Ellerile, ayaklarile hare- ketler yaparak, Rum kayıkcıyı taklid ederek devam etti: — Bir de ne göreyim? Kayıkcı titri- yörek elinden kürekleri birakmasın mı? — Aman barba ne yapıyorsun? diye haykifdım. Herf küreklere tekrar sa- x , e orem aai göğün kubbesini yordu. Sandal, karkunç denu' A dık kabuğu gibi ç:.ı'u(:ıuıpd '4 — Kurbanın olayım MJJ yağım-zangır zangır titriyolı t ni ğ k rütemem şu sandalı ben. Baktım ki vaziyet kötü. bimden tabancamı çıkandum. arı ta ile rat? ka: anca hkaha ortalığı p rinden fırladı ve küreklere ' sile sarıldı. Fırtına büsbülün (, Wiç bir hal almıştı. Dalgalar Ç“* ç yükseliyor, sandalın içi su | Ö yorndu z y — Batıyor muyuz barba? Tik — Allaha sığındık beyim- Birdenbire büyük bir dâ mesile kendimi denizde bu —Bu hikâye, babamın SÜÜ ken anlattığı «Kazaya vü“yı, de» nin masalını da geçti. mazsa şehzade bir tahta pâ' pti larak sahile gelmişti. Sef Y’_- Mithat? Nası) kurtuldun? el yar kayıkcı ile birlikte sandâ b kalıp boğuldun mu? ü v Gene sürekli kahkahal n sözlerine cevab vermişti. MIM ğır tavrile ve biraz dâ arkadaşına bakarak 60("-“ - Kİ