SON TOSTA Brigitte Helm Tımarhanede Neyzen | sinemayı terketti Tevfikle karşı karşıya | Y APA n artık evime Yukarı kata çıkıncı beni teslim alan gardiyan İzzet: 31 Birincikânun d Beıı bir tımarhane kaçkınıyım!,, İ ? hasredeceğim ,, diyor Parıs ucuz mu, pahaıı mı; Meşhur Alman film yıldızı Brigitte Mığuılırda hazırı 29 franga ya verilen gömleği ısmarlama “O general Franko, safa geldiniz, size Napolyonun yanındaki yatağı Röportajı yapan: (Tercüme ve iktibas — 68 — Vaktile bir — yerde okumuştum. Herifin birisinin elinden bir kaza çık - miş, adam öldürmüş, fakat suçunu ga- yet ustalıkla örtmüş, kimse caninin bu adam olduğunu anlıyamamış. Senelerden sonra cani, cinayeti na- sıl iş.ediğini, izini nasıl örttüğünü, na- sıl polis takibatından yakasını sıyırdı - ğim yazmış, tabettirmiş., Kitabı deh - şetli şöhret kazanmış. Yüz binlerce nüsha satılmış. Adamcağız kitabın böy- le kapışıldığımı görünce: — Bu cinayeti ben yaptım, diye po- lise gitmiş. Fakat adliye, muharrir çıl- dırdı diye adamcağızı tımarhaneye tık- «Cinayetin faili ben değilim»r de- yinı kadar orada kalmış. Galiba ben de deliyim deyinceye ka- dar burada kalacağım. Mehmed: — Na o Faruk, diyor, daldın, gali- ba uykun geldi. Git yat. — Nerede yalayım? — Halil İbrahim sana şimdi yer goı- terir, haydi Halilciğim, bunu al, yukı- Yı götür, orada yatsın. | — Bundı yer yok mu? — Yok. ı — Seyfiyi yukarı götürelim, buna Seyfinin yatağını verelim. | — Olmaz, bu yukarı çıksın. Burası bodrum hava almıyor. Hem sana söyle- meği unuttum, bu, bizim hemşeri olu—! 'Or, h — Desene ki yabancı değiliz. Haydi Faruk gel arkamdan. Koğuştan çıktık. Demir kafes açıldı merdivenleri çıktık. İkinci demir kıı[e-: &i de aştık. Bizimkinin üstündeki koğu- şa girdik. Beni müdüriyet bimısmdau_ buraya getiren kabak kafalı gardiyan | bizi karşıladı. Hali) İbrahim: — İzzet çavuş, dedi. Boş yatak var mı? — Var, — Faruğa en iyisini ver. İzzet bana döndü: — Oo, generalim, safalar geldiniz, dedi. Emin olun size koğuşumuzun en! iyi yatağını, «Napolyonun» yımndakı' yatağı tir. Bu huşusta bir Fransız gazetesine bir mektub gönderen ve Fransızlara ve- da eden yıldız, ezcümle şöyle demekte - dir: «Benim hakkımda Almanlar tarafın - dan takibata uğramış ve kaçırılmış gibi şayialar çıktı. Fakat bu doğru değildir. Sırf bir ötomobil kazası yaptığımdan do- layı Fransaya gelmiştim. Burada b'r iki ay kaldım, sergiyi gezdim. Cöte d'Azur- da bir müddet istirahat et-'m. Bu sırada film çevirmek için bir. çok teklifler aldım. Hattâ bunlardan bir ta - nesini çevirmeği bile bir ara kabul et - tim. Fakat kocamla uzun boylu düşündük - ten sonra nihayet memleketime dönme - ğe karar verdim. Yalnız bu kadar değil, ayni zamanda sinemayı da kat'i bir şe - kilde terketmeği kararlaştırdım. Bu sizi hayrete düşürmesin, çünkü Fransaya geldiğimdenberi benim için ber şey de- Bişmiş bulunmaktadır. Bundan sonra ro- lümün kocamın ve çocuğumun yanında yaşamak olduğunu anladım. Bundan son- ra şahsiyetimi ikiye ayırmıyacağım. Belki bir gün bu kararımdan vaz geçe- beğimi, tekrar film hbayatma atılacağımı düşünüyorsunuz. Fakat buna imxân yak- tur. Çünkü ben vermiş olduğum karar - ları, her ne pahasına olursa olsun mut- vereceğim ,, dedi Farak Küçük Baklı mahfusdar) Neyzen Tevfjik çik:nınk için kaç para verdin? — Ne parası? Çıkmak için ne beş pa- ra verdim, ne de beş para istiyen oldu. | Gardiyanlara pis pis iftiralarda bulun- ma.. — Ne kiziyorsun be? Biz sana esnaf- ca söz söyledik, sen anlamadin. Eğer yutturdum zannedersen aldanirsin. Hiç 'para vermeden ilk yeceden adami buı lkogıqa çikarirlar mi? Yel sen bunu, be- jnim babamin yecelik külâhina anlat! — Ooo, buyurun, buyurun 'Tevfik bey! Kapıdan iri yapılı, kır saçlı, temiz pija malı birisinin girmesi üzerine âdefa hü- tün koğuş yerinden oynadı: — Tevfik bey, çoktandır koğuşumu- za gelmiyorsunuz. — Nasılsınız Tevfik bey? — Tevfik bey ne var, ne yok? Bu adam da buranın pek hatırı sayi- hrlarından olmalı. Gardiyanlar bile a-! yağa kalktılar. Tevfik bey, Nihad beyin karyolasının 'yanma geldi: laka yerine getiririm. Onun bütün zevkicrine râğmen stüdyo Brigğitte Hetm yu pişman olmaksızın terkediyorum. Z- ra burada kaybetmiş olduğum zevki yu- vamda bulacağıma inanıyorum. Bu vesile ile daima iyi hatıralarını mu- hafaza edeceğim Fransızlara sönsuz te - — © Nihadcığım, merhaba, dedi. Ga-'şekkürlerimi vasıtanızla sunarım. Par'si ribhanemize senin de düştüğünü şimdi çok seviyorum. Her sene bir iki ay bu - vereceğim.. Halil İbrahim İzzetin kulağına eğil- duydum. Hürmette kutur etmemek için raya geleceğim.> di, yavaşca bir şeyler fısıldadı. Neler söylediğini duymadım.. yalnız fısıltıdan şu cümle kırıntıları kulağımda kaldı: | — Mehmed.. hemşeri.. güzel muame- le.. kontrol.. ilâç.. uyku.. İzzet başını salladı. Sanra bana orta sıradan bir yatak gösterdi. Uzandım. Etrafımı süzmeğe başladım. Gündüz gördüğüm Nihad bey başu- cumdaki karyolada yatıyordu. Salamon s0l tarafımdaki karyolada. Kısa boylu, esmer, başında siyah bir keçe külâh ©- İan birisi de sol tarafımda.. Kapının dibindeki karyolada tisör pijamalı bir hasta var. Her halde mü- teber biri olacak. Herkes etrafında per- vane gibi dolaşıyor. Nihat beyin yanında uzun boylu, sarı- şin, dişlerinin yarısı olmıyan beyaz ka- pelâlı birisi var, Hararetli hararetli ko- nuşuyorlar, — Merhaba evlâd, dedi, geçmiş ol- | sun. — Eyvallah... Onunla konuşan beyaz kapelâh da: —Merhaba kardeşim, safa geldin.. dedi. — Safa bulduk. Yanımdaki karyoladaki Salamon da: — Oo, dedi.. safa yeldin.. Â — Safa bulduk. — Madem ki yukari çikmak istiyor- duün, neye bana söylemedin? — Ne demiye sana söyliyecektim.. — İşin daha ucuz olurdu., — Anlamadım?. — Canim anlamiyacak ne var.. bu- raya daha ucuz çikardin, -— Cınnı benden - yizleme, buraya İşimdiye kadar türkcemizin bu kadar derhal efendimize arzı ubudiyete gel- dim, Kelimeler, ağzından tane tane dökü- lüyor., gayet güzel bir diksiyonu var.. güzel talâffuz edildiğini işitmemiştim. Kim bu adam acaba? Siması bana ya- bancı gelmiyor. Bu adamı gördüm ben, fakat nerede? Salamana soruyorum: — Kim bu?.. — Tevfik bey, neyzen Tevfik bey.. Ha, şimdi anladım. Bir iki defa gaze- delerde, mecmualarda resmini görmüş- tüm. Fakat kendisile teşerrüf etmemiş- tik.. demek nasib burada tanışmakmış... | Konuşmaların: can kulağile dinliyo-| TuUM: — Demek gene birleştik ha!.. Tevek- keli atalarımız «Dağ dağa kavuşmaz, insan insana kavuşur» dememişler. Ve | işin garibi herkes birbirlerine pastaha- nede, birahanede, kahvede randevu ve- rir.. biz de lmarhanede veriyoruz. Zaten bu gâamhanei dünyada bizim nasibimiz tımarhanede bir karyolaymış. Levhimahfuzda A'lah, herkese bir yer tayin ederken bizimkinin tımarhane ©: lacağını yazmış. Ne denir? Fakat sen,| bir daha buralara uğramam diyordun? | — Oldu... Oğlan karıdan ayrıldı. Biz| de yersiz yurdsuz kaldık. %n gunlu-dc öyle bir vaziyete gelmişi larım hem de şu mısraı s «O kadar çekilmez oldu ki derdim,» «Kendi halimden kendim iğrendim.» Tamam on beş gün, bir çuval omu- zumda, bir Çüval başımda mezarlık me- yatacak yer aradım, türbesinde yattım.. (Arkası var) ünde Mahmud baba|, Fransada bir timarhane yandı Delilerden dokuzu kurlarılamadı, bir çoğu da kaçtılar Paris (Hususi) — Fransanın en bü - yük Ümarhanesi olan Le Puy tımarhane- sinde bir yangın faclası olmuş, şimdiye | » kadar ernkaz altından yanmış 9 delinin kadavrası çıkarılmıştır. Enkaz altında daha birçok kadavraların mevecud oldu- ğu ve birçok azılı delinin de yangından istifade edefek kaçlığı tahmin olunmak tadır, Yangın, gece, en azılhı delilerin yattığı koğuşun altındaki odun deposundan çık. miştir. İlk hamled> üst kata çıkan mer - divenler yandığından yukarıdaki deliler demir kafeslerinde hapsedilmiş vaziyet - te kalmışlardır. Bu sırada itfaiye de ye- tişmişse de bir şey yapamamış ve has - tanede ük bir panık zuhur etmiştir. sırasında deliler kapılardan |birini kırmağa muvaffax olmuşlar ve bir kısmı buradan atlıyarak canlarını kurtar- mışlardır. Şimdi civar köyler ahalısi ka- |çan azılı delilerin taarruzuna uğrama - mak için sıkı tedbirler almışlardır. Yardımcı muallimlik müddeti uzatılıyor Orta mekteblerdeki yardımcı mual- Jimlerin kanuni müddetleri dün sona ermiştir. Yardımcı muallimliğin üç se- ne dalha temdidi için kanun hazırlan - maktadır. Yeni kanun tatbik mevkiine girinceye kadar yeniden muallim alın- İmıyacak eskilerle iktifa olunacaktır. Helm, sinemayı kat'i şekilde terketmiş -| yaptırmak istediniz mi, size 200 franga kadar malolur. Hem de en az yarım düzüne ısmarlıyacaksınız Yazan : Kemal Ragıb Enson Pariste büyük —A— Şimdi de alışverişe çıkıyoruz: Parisin ucuzluğu, orada satılan eşya- nan gözelliği, inceliği, hele bir eşini da- ha; yeryüzünde hemen hiçbir yerde bula- mıyacağınız cicili, biclli ufaktefek eşya.. işte ağızdan ağıza dolaşan bir şöhret!.. Herkes oraya ayak basar basmaz, hep bu şöhretin nereden geldiğini araştırma- ya başlar; bunu anlıyabilmek için sağına soluna bakınırken vitrinlerin - önünden ayrılamaz olur. Buraya kadar gelmişken kendiniz için, sevdikleriniz için elbet biraz öteberi alacaksınız. İnsan o kadar güzel, öyle ucuz ulaktefek görür ki ne alsa kanamaz, hangisini alaa, ötekinde de gözü kalır. Şimdi şutada bir şey beğenir, iki adım ötede daha ucuzunu, daha güze- lini, daha başka türlüsünü bulur. Onun için on beş yirmi gün hemen hemen hiç alışveriş etmemeli. İlkönce gezmeli, gör- meli, tanıdıkları varsa onlara sorup s0- ruşturmalı. Bir malın en ucuzu, en gü- zeli nerelerde bulunur; hem de yılın han- gi aylarında satılır, bunu öğrendikten sonra alışverişe çıkmalı... Bizde de vardır ya, hani bayram üstü, yılbaşına, paskalyaya doğru dükkânların camlarını allı yeşilli kâğıdlarla donatır- lar: Tenzilât, fırsat, mecburi satış, kele- pir (zavallı kelepir'.) diye kocaman ko- caman yazılar yazarlar, bir yandan da kıyıda bucakta kalmış, ne kadar — kotü mallar varsa, hep onları, hem. de daha pahalı sürmeğe bakarlar, Avrupada da böyle mağaza vitrinlerind2 (solde) diye yapıştırılmış kâğıdlar görürsünüz. Ora- da da bazı zavallıları boğuntuya getiren- ler yök değildir. Fakat yaza doğru kışlık eşyanm, kış başlarken de yazlıkların sa- hiden, pek ucuz elden satıldığını görür- sünüz, hele büyük mağazalarda... İç ça- maşırı, diyelim... İlkbahaza doğru kışlık çamaşırları birdenbire ucuzlatırlar. Bun- ların bir eksiği varsa her istediğiniz nu- marasını bulamazsınız. 42, 43 vardır da 39, 40 kalmamıştır. Zaten bunun için ge- lecek seneye saklamazlar, ya vitrinlere dizerler, yahud da mağazaların bir köşe- sindeki masaların üstün? yayarlar. Bun- ların arasında size uygun olanı buldunuz mu, kışın 100 franga satılan bir malı 29 franga aldığınız çok olur. Hele yalnız bir |bayda kalan, büsbütün tek eşyanın daha ucuz salıldığı bile vardır. Avrupaya giden bir adum, cebinde pa- raşı varsa, oraya kadar gitmişken elbet iyi şeyler almak ister; böyle kadrodan dışarıya atılmış mallarla çantasını dol- dursuün, diye hiç kimseye öğüd verilmez. Öyle olmakla beraber bazan inanılmıya- cak kadar ucuz ufaktefek düşürülebilir. Yalmız ufaktefek te değil, kışım Pariste bile dört yüz liradan aşağıya alamıyaca- ğanız bir astragau Manto, yaza doğru iki yüz elli, üç yüz liraya kadar düşer!.. Büyük mağazalar... Samariten, Galeri Lafayet Louvre gibi... Bunların her birisi yanyana, karşılıklı üç dört binaya yayıimıştır; binaların her birisi de bizim Metro hanından, Perapa- Tas otelinden birkaç defa büyük! Müut- fak eşyasından lâvantaya; lâle, sümbül soğanından şapkaya, korsaya varıncıya bir terzihanenin içi kadar ne ararsanız orada bulabilirsiniz. Pek çoklarının birer katı Jokanta, biret katı çay salonudur. Bu mağazalar, çok defa hemen her yere dön ucuzdur; fakat büsbütün gözü kapalı Alışveriş etmeğe de gelmez. Birinde yirmi franga aldığınız oyuncağın tıpkısı, öte- kinde 30 franga satılır. Onun için hepsi- ni birer kere dolaşmak hiç te fena Ci maz; zaten bu mağazaları dolaşmak ta başlı başına bir eğlence sayılır!, Orta halli Framsızlar, hep buradan alış- Veriş ederler; bu mağazalar gizli gizli gönlünü eğlendiren Parisli kadınların dâ işine yarar. Bir kapısından girerler, öles kinden çıkarlar, böylelikle izlerini kay'a bederler, nereye gittikleri bel'i olmaz!. Bu mağazaların satışı, hele mevsim sonlarında, kaldırımlara kadar — yayılır; fakat bu yaymacı eşyasının — arasından kendi işlerine yarıyacak ufakteleği a yıp bulan, parça kumaşları karıştıram Parislilerin hali de başka bir âlemdir. Yaza doğru kışlıklar, sonbaharda da yaz- lik eşya, işte bu büyük mağazalarda, inas nılmıyacak kadar ucuzdur. Vitrinlere baka baka dolaşıyoruz: İşte hazır gömlekler... Ketenden, pap- linden 29 franga kadar, giyilebi!ecek- gi- bi düzgünce gömlekler var. Fanile, yün- lü gömlekler elli, altmış Iranga... Bu fa- nilenin mefresini Louvre'den 13, 15 frata ga alabilirsiniz. Biraz daha incesi yirmi, otuz frangı bulur. Fakat ısmarlama güm« lek, iç çamaşırları diken mağazalar şime di Pariste biraz seyrek görülüyor. Şüyle adı tanınmış bir yerde gömlek diktirmek isterseniz yalnız dikiş parası diye yetmiş seksen frank alırlar. Zaten kumaşını başka yerden alıp getireceğinizi anlayın- ca büsbütün nazlanırlar. Oradaki kumağı lardan beğenip ısmarlıyacak olursanız ta- nesi yüz elli, iki yüz franga malolur. Yal- nız, böyle bir yerde bir düzüneden, hiç olmazsa yarım düzüneden aşağı gömlek ısmarlanmaz; onu da unutmamalı... İn- sanı adetâ ayıblarlar... Fanilenin biraz daha incesinden, ipek- Bnin daha ağırından yaptırılacak göme lekler, aşağı yukarı dört beş yüz frangı bulur. Biraz daha ötede yetmis seksen franga, Biyilebilecek gibi, pekâlâ - iskarpinler... Bizim İstanbulda bile senelerdenberi ta- nınmış markalar var ki yüz otuz franga., Altı, yedi liranın içinde, demek... Sonra bir başka mağazada beş yüz franga kas dar satılan iskarpinler de görürsünüz, Gene bunun hemen hemen eşini, tıpki öyle altları üç kat köseleden, her yeri &l ile dikilmiş iskarpinleri, yan sokakların birinde, bir pasajın içinde, küçük — bir dükkânda da bulabilirsiniz. Buradaki fi> at, insanı birdenbire şaşırtacak kadar de« ğişir: Yüz yetmiş beş frank'. Fakat öte- ki büyük mağazanıtt? adı çıkmıştır. müş- terileri arasında milyönerler vardır. Her şey, esvab, gömlek, kadın eşyası hepsi böyle, hepsi buna göre.. inanılmıya- cak kadar ucuzluğun yanında, insanı şa« şırtacak kadar pahalıları da göze çarpar, Yalnız kumaşlar, ipekliler, kürkler, daha buna benzer birçok eşya Pariste her yer« den ucuz, burası da muhakkak'.. Kemat Ramv Enson