SON POSTA Birincikânan 31 SUÇLU SENE ı Hüâkim sordu: K — Adın ne? — 1937. — Söyadın yok mu? — Sene? — Söyle bakayım.. hakkında birçok Şikâyetler var. — Ben bir şey yapmadım ki.. — Sen dünyada karışıklıklara sebeb “olmuşsun. — Ben mi.. ben ne yaptım ki?. — Daha ne yapacaksın, Avrupayı bir- birine karıştırmışsın. — Ben mi, ben yapmadım.. — İspanyada anaya evlâdını, evlüda babasını, kardeşe kardeşini - öldürtmüş- sün! — Ben mi, bunu da ben yapmadım.. — Çin ile Japonya arasında harb çı- karmışsın. milyonlarla insan ölmüş. — Ben mi, bünü da ben yapmadım.. — Kendini müdafaa et, fakat bilmiş ol ki senin aleyhinde şehadet edenler çok- tur. Kendini kolay kolay kurtaramazsın.. — Dinleyin bay nâkim, ben bundan üç yüz altmış beş gün evvei bir gece yarısı dünyaya misafir gelmiştim. — Sadede gelelim. — Kısa söyliyeceğim, bay hâkim.. in- (— Bunları biliyor mu idiniz? İnsan mı daha sür'atli insan zekâsı mı? koşabilmek- tedir. Bunu 10 sa- niye bile kabul et- sek saatte ancak 36 kilometre ya - par. Halbuki ih - san zekâsının bir eseri olan tayyare ile Baatte 700 kilometreden fazla sür'at e- de edilmiştir. Bu suretle şimdilik insan tekâsının insandan 20 defa daha sür'at. Hidir. S İzmirli bir gencin Derdleri İzmirli okuyucularımdan Bay (R. H, azunca süren bir misafirlik esnasında ya- kandan tanıdığı güzel bir akraba kızile dost olmuş. Bu dostluk, birbirlerinden u- gak kaldıkları zamanlarda — birbirlerine gönderdikleri mektublarla böüsbütün kuv- vetlenmiş. Genç kız geçenlerde ailesinin Mrasile, bir zengin çocuğile nikâhlanmış. Pakat, zevcile anlaşamıyor, geçinemiyor- muş ve çu anda askerliğini yapmakta olan zevcinin bütün kusurlarını, Bay (R. H.) ye yyana yakıla anlatıyor. hayatından, tali- İnden acı acı şikâyet ediyormuş. Bay (R, H) Me, genç kiızi delicesine seviyor- muş. Hattâ bu nikâhtan evvel onunla ev- denmek temiş. Fakat bu arzusunu öğre- men allesi genç okuyucuma: | — Benin maaşın onun tuvalet parasına bile yetmez cevabını vererek cesaretini kırılmışlar. Okuyucum, şimdi benden şu #valleri soruyor: 1 — Bu genç kızla münasebetimi, mua- gaka şekline dökersem, etraflan: — Alkak adam... Misafir olarak mah- Temiyetine kabul edildiği yuvanın kızını ayarttı! demezler mi? 2 — Bana bütün sırlarını açan, bütün derdlerini sonsuz, bir samimiyetle ifşa e- den bu genç kızın benden beklediği, iste- diği sadece dostluğumsa, sevgiden bahse kalkışmam onu acı bir sukutu hayale uğ- Tatmaz mı? $ — Benim vaziyetimde bir insan ne — yapabilir? Bu son sualime cevab verirken, — © genç kizi yüreğimin olanca kabiliyetile — gevdiğimi de urutmayın! Okuyucum, Bay (R. H) bana yazdığı mektubun başında, macerasını, mübhem bir nokta bırakmadan anlatacağını vüde- diyor, Fakat bu vüdine rağmen, Kazancı hakkında beni sarahatle tenvir etmiyor, Ne 1ş görmektedir? Kazancı bir alle kur- mıya kâfi gelebilir mi? Yoksa hakikaten, yakınlarının syledikleri gibi, bir ayda e - line geçen para, sevdiği genç kızın en zâ- ruri ihtiyaçlarını karşılamıya kâfi değil midir? Bilmiyorum. Eğer yakın akrabaları, okuyucumun ka- zancını hor görmekte mübalâğaya Güş- müşlerse, bay (R, H.) bu münasebette çok — hatalı davranmıştır. Çünkü eğer kazancı- — nin sevdiği kızı mes'ud etmiye yeteceğine htiyarı mahkeme huzuruna çıkardılar, En sür'atli insan 100 metroyu an - cak 10,2 saniyede [ıınlır beni karşılamışlardı. Fakat hepsi © kadar.. misafirliğim esnasında benim yüzüme bile bakmadılar. Beni işlerine karıştırmadılar. Harbettiler. — ihtilâi çı- kardılar, Yalan söyledilor, dünyayı bir- birine karıştırdılar.. ber. bütün bunlara seyirci kaldım. Emin olun hiçbir kusu- rum, hiçbir kabahatım yok. — Müdafaan çürüx, aleyhindeki deli- ler kuvvetli, şahidler çok. Üç yüz altmış beş günün bütün fenıa işlerine sen sebeb olmuşsun, onların hepsi senin malındır. | İhtiyar cevab verdi. Hâkim bağırdı: — Seni idama mahküm ettim. İdam bükmü, bu gece yarısı infaz edilecektir. | İhtiyar titredi, yatnız: — Benim ne günahım var. Diyebildi. * Biliyorum ihtiyar, senin günahın yok, fakat insanların yartadılışları böyledir, günahlarını başkalarına yüklerler. | Sana bu gece idam edileceğin için de- | ğ Bil, dünya durdukça senin aleyhinde bu- lunacakları için acıyorum. Ne zaman a- din akıllara gelse: 1937 senesi fena bir sene idi. Dün- yaya büyük fenalıkları dokundu.» Denilecek. acıyorum ihtiyar, fakat ne yapayım ki elimden bir şey gelmiyor. | İsmet Hulüsi -— ——- AA | Sibirya garlarında sıcak su akılan çeşmeler Sibiryada büyük bir soğuk hüküm sürdüğü için, bü - tün garlara sıcak su akıtan hususi çeşme tertibatı ya pılmıştır. Bu su - lar, kaynar dere Di cededir. Ve tren durur durmaz, halk, çay ve kahvesini bir saniye içinde bu çeşme- | lerden aldığı su ile pişirebilmektedir. Karnın çıkıklığını gidermek için | ! | ğ B ıı Wi 4 | Ellerinize dayanarak yüzü koyun, bu- şınız yukarıda, yalnız geriye bükülü uza- ninaz. Kollarınızı oukup Başınızı Ayaklarınızı kaldırınız. Ayaklar hevada, kollar bükülü, bel kıvrik. Tekrcar (1) numaradaki vaziyete dönünüz. Her sabah (10) kere yapmak lâ- zımdır. Kadife rop ve kadife ceket kani idiyse, sevdiği kıza hislerini vaktile açmalı ve onün duygülarını, düşüncele- rini, bu zoraki nikâhin kıyılışından evvel anlamalıydı. Fakat eğer, kazancının bir yuva kur- miya yelmiyeceğine, akrabaları gibl ken- disi de, kanise, bu münasebeti dostluktan Veri götürmemesi, kendisi için de, sevdiği genç kız için de en hayırlı yoldur. Şimdiki vaziyetine gelince, tutacağı yol gene aynıdır. Eğer kazancına kâfi dere- cede güvenebiliyorsa, sevditi kadının his- Jerini kontrol edebilir. Fakat eğer kazan- çına güvenemiyorsa, yapması lâzım gelen yegâne hareket, bu temiz dostluğa, içine yuvarlanacakları sefaletin kirini bulağ- tırmamaktır. Çünkü, <ikt gönül bir olun- ga, samanlık seyran olurl» sözü, yalnız Leylâ ile Mecnun ve Kerem ile Aslı masal- larında rastlanan ve dünyanın hiçbir devrinde hakikat olamamış bir hayaldir. Ve iki gönül değll, bin gönül bir araya gelse, samanlık gene samanlıktır. Okuyucuma, «Eğer vaziyeti müsaldse, tutacağı yol gene aynıdır!» demiştim. Bu sözümle ona, kurulmuş bir yuvayı bozmıya teşebbüs etmesini tavsiye ettiğimin far- kındayım. Fakat bunu yaparken, okuyu- eumun yazdıklarına tamamen inaniyo - tum, Ve bu inanış bende, o yuvanın nası) olsa, er geç inkıraza mühküm bulunduğu kanaatini uyandırıyor. Ve bu kanaatledir ki, yaptığım tavsiyeyi yerinde sayıyorum. Bu takdirde ise, okuyucumun birinci sual! hiç de düşündürücü bir müşkül de- Gildir. Evvelâ okuyucum, bir alle kızını ayartmış olmiyacak, gorla kurulmuş, ve yıkılması mukadder bir yuvanın bedbaht kızını, en meşru kurtuluş yoluna çağırmış olacak. Binaenaleyh, hakkında fena düşü- necekler haklı çıkamıyacaklardır. Haksız oldukları halde söylerlerse, varsınlar söy- Tesinler. İkinel suale gelince, okuyucumun bana yazdığı mektubdan sevgilisinin kendisine müukabele edeceğini tahmin ediyorum. Farzımahal olarak, bu tahminimde yanıl- sam bile, böyle bir teklifin okuyucuma tahmil edebileceği bir aarar yoktur. Çün- kü eğer doştlukları hakikatse, böyle bir teklifin mevzuubahs olup şu veya bu şe- kilde karşılanması, samimiyetlerini eksilt- miyecektir. Üçüncü aunle ise, yukarıdak! satırların zaten cevab vermiş bulunuyar, TEYZE Kahverengi kadife rop ve bolero. Ete- ği üç parça, Bölero metalle süslü. Jile ve yakası krem muslin, Aşağıda — Gene kadifeden bir ceket. Ceplerle, ön kenarlara gözalıcı renkte bir kadife geçirilmiştir. * IKADlNH Ayda 400 lira maaşı kabul etmiyen kuşcu Irak hükümeti, maruf kuşbaz İsmail Kuşdoğanı, angaje etmek istedi, fakat red cevabı aldı İsmail Kuşdoğan bir kuşu muayene ediyor (Baştarafı 1 imci sayfada) Ve bu sualin cevabını aramak üzere, Yenicamie kadar inip, kuşbazlarımızın, igittikçe daralan, tenhalaşan, sessizleşen mütevazi âlemlerine karıştım. İki taraftaki dükkânların kafeslerini dolduran bülbüllerin, kanaryaların şak- rak cıvıllılarına kapılarlar, İstanbulun bu en çamurlu, en dar, en kasvetli soka- ğında kendilerini, bir bahar şafağında dünyanın en zengin ormanına ayak bas - muş sanıyorlar. 'Tesadüfün karşıma çıkardığı ilk kuş mütehassısı Bay Lütfi Özdinç, ömrünün tam kırk yılını, kuşlara yem etmiş: — Ben, diyor, altı sene evvel birinci komiserlikten tekaüd edildim. Eğer kuş- lara gösterdiğim candan merakı, o mes - leğe karşı da duysaydım, bugün emni - yeti umumiye müdürü bile olabilirdim. Fakat bana sorarsanız, kuşçuluktan kâr beklemek, kuş beyinliliğin dik #âlâsıdır. Çünkü bizim memleketto, bundan daha nankör bir meslek gösterilemez. Bilir - siniz ki, ayağında yarım yemeni ile ve elinde kırık bir kafesle kırlarda kuş av- lıyan kıptilere kuşbaz denir. Fakat maalesef, bizim taşıdığımız ün- vanla, o kıptilere takılan sıfat arasında hiç fark yoktur, Halbuki bütün dünyada bizim gibi, bir yeni kuş nesli yaratma, kuşların cinsleri- ni ıslaha ve seslerini terbiyeye uğraşan- lara takılan sıfat: Âlimdir. Aradaki bu büyük fark yüzündendir ki, faraza Irak hükümetinin, bir kuşbaza ay- da üç Gdört yüz lira vermiye kalkması hayret uyandırıyor. — Şu halde, bizde, isteniler evsafı haiz kuş mütehassısları var? Bay Lütfi, esefle boynunu büktü: — Maalesef yoktur. Çünkü bizim kuş mütehassıslarımız, yüksek mekteb me - zunu değillerdir. Fakat bahse girerim ki, tabiat denilen en büyük üniversitede, tec- rübe denilen en Üstad profesörden ders gören mütehassıslarımız, kuş denilen mahlüku, yer yüzünün en maruf hayvâ« nat âlimlerinden iyi tanırlar!.. Bahis açılmışken, malümat edinmek ü- zere mevzuu değiştirdiri: — Bizde kuş meraklıları çoğalıyor mu dersiniz? — Ne münasebet? Bilâkis, kuşçuluk günden güne, öldürücü bir alâkasızlığa maruz kalıyor. İstanbulda topu topu iki buçük kuşçu var. Onlar do, hep bu sokak- tadırlar. Ve ne yazık ki, kuşçular sokağı, İs - tanbulun en kuş uçmaz, kervan geçmez geçididir. Eskiden, büyük mikyasta kuş ihracatı vardı. Meselâ sade Misira, ön binlercek paçalı tavuk, ve binlerce saka kugu gön- derilirdi. Halbuki, söon üç dört sene içine de, Mısır gümrüğünün kapısından — bit tek paçalı tavuk geçmemiştir diyebilirim. Buna mukabil, idhalât ta azaldı. Çünkü meselâ bir tek kanaryanın on iki buçulu Nra gümrüğü var. Diğer masraflarla, ka- narya bize on beş liraya patlıyor. Küş « lar lüks eşyadan sayılıyor. Ve eğer böyle giderse, meraklılar küşu yalnız havada seyredeceklerdir. — Şu halde, bir kanarya almak istiyen, «en az 20 lira verecek? — Yalan değil... İyi bir kanarya, yirmi liradan aşağı alımamaz. Vâkıâ bizde bir Nralık kanarya da var. Fakat onlar öt « mez. — Neden? — Çünkü ihtiyardır. Bilirsiniz ki, ötem kuş, yavrulamak veya yavrulatmak ihtis yacını duyan genç kuştur. Sevmiyen, sevemiyecek Kadar yaşlar « mış olan kuş, taş çatlasa, gik demez. Kus gu coşturan aşktır. ! Bir de vakitsiz öten terbiyesiz kuşlar vardır ki, onları üç, dört liraya kadar ve-! riyoruz. En makbul olan hangisidir? — Ders görmüş olan kanaryadır. Mae lüm ya, kanarya senenin yalnız Üüç ayın« da öter. Usta bir hoca, kuşun üç aylık Ö, tüşünü, bir seneye taksim eder. Yani kus şŞu, sesini ve ötme afzusunu iktısad et - miye alıştırır. Sonra kuşa, güzel şarkılar! öğretir. Ders görmemiş bir kanaryanin,' çok güzel sesi olan, fakat nota, şarkı, u4 Sul bilmiyen bir hanendeden farkı yok-' tur. Biz, bir kanarya ile, konservatuvare da talebesile uğraşan bir hoca gibi meşe güul oluruz. Muhtelif âletlerle, ona muha telif nağmeler öğretiriz. Ve maalesef, bu işte de çok geri kalmışızdır. Meselâ Al - manyada, talebeleri sade kuşlardan teşek- kül etmiş koca koönservatuvarlar vardır. Ve ayda binlerce lira maaş alan profe- sörler, o konservatuvarlarda, kanaryalara şan ders! verirler. , — Bizde en güzel kuş kanarya wadir? | — Papağandır ama, bir tanesi 300400 liraya patladığı için, kimse alamıyor. Pa- pağan kuşların en zekisidir diyebilirim.| Senegalden, Hindistandan, Avustralya « dan gelen papağanlar, 30 günde türkçe' öğrenirler. Ben İngiltereden bir papağan getirtmiştim: Geldiği gün opera okuyor- du. Bir hafta sonra bir akşam baktım: Ha fız Bürhan gibi gazel söylüyor. Muhiti -' nin şartlarına, zevklerine bir musevi uys sallığile intibak ediveren bu sevimli vı kurnaz mahlüku kim sevmez? (Devamı 10 uncu sayfada) Bacaksızın maskaralıkları : ç. (* GÖNÜLLÜ Gönüllü askerler