“ 19 «Birinelkânun ğ’lence şehirlerinde 60 gün: 17 Pariste seyyaha geceleri neler gösteriyorlar?. Hem cami, hem lokanta, hem de hamaml!.. İçeride de yanık yanık Çakırcalının türküsünü söylüyorlar!.. Yazan : Kemal Ragıb Enson Parisin umt ma manzarası Madeleine bulvarına çıkan sokağın ba- gpanda, France tourisme bürosunun önün- de buluştuk. Bir kaç tane otokar, üç beş otomobil... Tercümanlar herkese birer birer yer gösteriyor. Evlerinde, işleri - nin güçlerinin başında kim bilir ne ka - dar hırçın, ne kadar ters olan insanlar Bile böyle kalabalıkla gezmeğe çıktıkları zaman birdenbire değişiveriyorlar. En si- 'nirlileri de, olsa olsa, kendi kendine hü- Murdanıyor; onbaşısından ödü kopaf a- temi bir nefer gibi gene hepsl de tercü- Maân ne derse onu yapıyor; onun otur, de- diği yerde oturuyor; bekle, dediği yerde bekliyor; kalk, der demez yerinden fır - Tüyor. Oradan oraya dolaşırken içlerinde birisi sürüden ayrılsa, şöyle biraz geri- lerde kalacak olsa, ya sokak ortalarında kayböluverecekmiş, yahud da tercüman- dan azar işidecekmiş gibi telâşla koşuş- mıya başlıyor... Uzaktan bakınca, insana oldukça gü- lönç görünen bir gezinti ama dünyanın her yerinde, böyle bir tercümanın arka- sına takılıp sokak sokak dölaşan, bir âbi- denin önünde ağzı açık, hep onun dedik- lerini dinliyen insanlara restgeliyorsu- nuz. ü Saat dokuz oldu. Hepimiz otokarlara bindik. Tercüman da şoförün — yanında, yüzünü bize doğru dönmüş, ayakta du- ruyor, geçtiğimiz yerlerin adını, oralar- dâ ne'er olup bittiğini, ingilizce, almanca, italyanca anlatıyor... Bastil'i geçtik; ilk önce bir Bal Müzel'in önünde durduk. İçerisi bmcahınç.:. Zaten daracık bir yer... Dans için ayağa kalkan- lar, ancak oldukları yerde tepinebiliyor. Meyhaneci yol açtı. Dirsek dirseğe her- kes birbirini ite kaka, içet!ye girdik. Hep Olduğu yerde kaynaşan ka'abalık birden. bire yarılıp da orta yerinden yabancı bir insan dalgası ilerlemeğe başlayınca tepin- Meler arttı. Çalg: biraz dahüa canlandı; türkülerin perdesi yükseldi... Kenardaki masalarda oturan kadın, erkek. eski müşterileri kaldırdılar; bize yer gösterdiler. Arkasından, kalabalığın ortasında, başların üstünden, birkaç tane tepsi uçuşmıya başladı. Tepsilerin içinde bardaklar, onların içinde de şarab vardı. Hepimizin burada beş dakika oturup, bi- rör bardak şarab içmeğe hakkımız var- miş. Biraz sonra tercüman, işaret etti; yerlerimizden kalktık. Gene öyle itişe ka- kışa meyhaneden çıktık... Sözüm ona, biz onları görmeğe gelmiştik oma, yanların- dan geçtiğimiz insanlar, asıl bizim hali- Mize gülmemek için kenailerini güç tu- tuyorlardı... Meyhanenin önünde başka bir kalaba hk toplanmıştı; onlar da içeriye girebil. Mek için kendi sıralarını bekliyen turist- lerdi. Anladım ki; onlar gelince bize yol Eörünmüş... Gene otokarlara bindik. Tercüman müjdeledi: — Şimdi, Parisin meşbur camiirli göre- teksiniz!.. Kendi kendime: — Ne dedi Berif? Cami mi? Gece yarısı Camiin ne münasebeti var?. Diyo soruyordum. Sokak aralarında do- ı | laştık. En sonunda bir yerde durduk. Ka- pının üzerinde: Caf&, Restaurant, Hamam, Souks Mosgu& de Paris Diye yazılı... Bizim bildiğimiz cami, i- badet edilen bir yer demektir. Burası hem kahve, hem iokanta, hem de hamammış!. Kapıdan içeriye girerken kulağımıza bo- u boğuk bir «Yalel» çarptı. Sonra, sır- tına smoking, başına fes giymiş bir adam karşıladı. Tercümana çıkıştı. bize de hir- çınlıkla yol gösterdi. Yoksa bu da mi gösteriş bu da mı yapmacık idi, pek iyi anlıyamadım ama, terg suratlı bir herif... Cami avlularını andıran bir yere gir- dık, Orta yerde bir şadırvan... Etrafında bardaklar... İsteyen, bardağı şadırvandan doldurup su ıçiyor. Fesli, şalvarlı, belleri kuşaklı birkaç kişi, ellerinde birer tepsi, ortalıkta dolaşıyor: Hepimize alaturka bi- rer kahve sundular... Su başındaki kah- ve safası, ancak Sik üç dakika sürdü. An- İklun ki burada da müşteriler sıra bekli- yor; içeride birkaç salon daha var; onlar da seyyahlarla dulu... Deminki rmokingli, ters suratlı berif gene göründü; torcümana bir şeyler İı- sıldadı. O da bize işaret verdi; hep bir- den ayığa kalktık. Bir Gehlizden geçtik. Uzaklan uzağa kulağımıza bir türlü ge- liyordu: İzmirin kavakları, Dökülür yaprakları.. Bana da Çakıcı derler, yar fi- dan boylu, Yıkarız konakları. Birlenbire şaşırdım. Gözlerimi kapa- sam kendimi Kandıranın kahvesinde sa- nacaktım: 1337 de İstanbuldan Ankaraya kaçıyotduk. Yollarda yayan giderken Çerkes çeteleri hızi sardı; Kandırada on beş gün kapandık kaldık. Aramızda yedi ! gekiz Lane İzmirli vârdı. Can sıkıntısın- | dan bütün gün türkü söylerlerdi. Sabah- E:.,ka bir odaya götürdü. Biraz sonra biz||bundan sonra vallah, billah bir daha tan akşama kadar dinliye dinliye Çakıcı. Ai türküsünü biz de enlardan öğren- miştik. Şimdi © günler gözümün önüne Bgeldi. Dehlizin bir ucunda, ik! yanına perde- ler asılmış bir kapıdan girdik. İçeride batka zevyyahlar da var, masalara otur- muşlar... Bir köşede uzunca bir sedir, se- dirin üzer'nde hağdaş kurmuş bir saz he- yetl kimizi tef, kimisi vd çalıyor, içlerin- den bir tanesi de Çakırcalı Çakıcı Mah- medin tü sünü söylüyor.. Hem, pek de feva değil... Yanık, içil bir'ses... Parisin bir köşesinde, sözüm #na, adı cami, fa- kat n€ ibadete, ne de gönaha yarıyan, sadece turiştleri eğlendirmek için yapıl- maş bir dekor... Bu dekorun içinde bir eşkiya türkü: Ortalıkta dolaşan, müşterilere yer gös- taren adamlar hep Arah, yüzlerinin çiz- gisinden, renginden belli .. Yalnız Çakı- cıran *ürküsünü sü en #damda hiç A- yok. Türkeeyi de İstanbullu onuşuyor. Ona da, yanmda çalgı ça- lara da Haydari aeğikleri biçimde, izumaşından birer cübbe giydirmiş- rab ler!. Yazık ki türkü yarıda koldı; smokingli Arab buraya da yetişti, çalgıcıları" aldı, Medeni cesareti kuvvetli olmıyan bir genç İmzasının neş « rini — istemiyen Samsunlu okuyu - cumuz — karakteri- nin tahlilini bek. Tlelerz s iyOT: Kendini meyda- na vurmiyan — bir zekâsı vardır. İlk defa bir şey ifade etmiyen ruhi ah - vali, gittikçe hüviyetini izhara başlar. Me- deni ctsareti kuvvetli değildir. İhtiraslı hamlelerle mücadelelere yanaşmaz. Gizli- ce kadın mevzularile alâkadar olmak is - Gene Samsün- lu bir. okuyucu - mauz da karakteri- »in tahlilini isti « yor: Ağır söze, tahak küme, tahammü - Tünün azlığı sebe - bile sert ve dik başlı — davranırsa * Pek göz bir tip da iyi muameleye bi karşı hemen yümüşıyabilir. Gözü pekçe olduğundan etrafiyle kolaylıkla müca - deleye girişebilir. Boğazını sever. Bazan inadçı alur. * Pek gözlü bir genç Sirkecide — Niko tmzasile soruluyor: P — Muvaffak o - | lacak mayim? Gözü pek olmak, hayatın müşkül « lerine — tahammiı gösteçmek muvaf- fakiyet için lâzım olduğu kadar da |hovardaca hare « ketlerden uzak bulunmak icab eder. * Her şeyden evvel sebat Fethi soruyor: — Tuttuğum iş « te yükselecek mi- yim? Sebat etmekle, âmirlerinin tevec. tühünü devam et - tirmekle — müm - kün olabilir. Son Posta Fotoğraf tahlili kuponu Bit Ç 3r e e CŞ Adtear çi AA (e n HeeecesaaaLnemSEşSASAMELAAAA A SeR ea Annanz de o adanın önünden geçiyorduk, Çakır- calının türküsü şimdi de orada başlamış- | u. Anlaşılan repertuar'arı pek zengin de- ğü... Kapıdan başımı uzattım, içerisi baş- ka seyyablarla dolu, hepsinin elinde de birer fincan kahve... »Bir iki dehlizden Caha geçtik, bir iki odaya daha girdik. Pencerelerde kafesler, kimisinde birer de cümba.. köşelerde se- dirler... Sedef işlemeli küçük küçük ma- salur, kitab rahleleri, bakırdan siniler.. tevarlarda sazdan örülmüş askılar... Avrupalrarın, Ameciki dıkıarı şark Tmusalları için uydurulmuş dekorlar.. Benimle beraber Colaşanların hepsi memnun, hepsi de heyecan içinde... Bil- mem, ben arada bİr dudağımı mü bükü- yordum, kendimi talamsyıp gülümsüyor muydum, her nedense içlerinden bazıları bana dik dik bakıyordu. Arka kapıdan dar bir sokağa çıktık. sokağın köşesinden cadde görünüyordu. Orada da büyük bir kalahalık, bizim gi- bi Parisin gece hayatını (!) görmeğe gel- miş seyyahlar, kapının önünde, kendi sı- ralarını bekliyorlar!.. Gene otokarlara bindik. Kemal Ragıb Enson Sayla. ?4 « Ben bir tımarhane kaçkınıyım!,, Adli Tıbdan tımarhaneye! Ben doktorların imtihanını yalnız geçmekle kalmamışım, aynı zamanda tam numara almışım. Tehlikeli cinsden deli olduğuma hükmetmişler Röportajı yapan: -w — Salim ağabe- yim sana çok bü- yük bir ricam var — Söyke... — Bana bir lira ver. — Ne yapacak- an? — Kâni bana bir liralık öteberi al- mişti. Ona verece. | ğim. — Yalan söylü- yorsun.. — Sen kendi & |linle ver.. — , — Olmaz. Kânf ile Karnik de geliyorlar, Kâni; — Salim ağabey, diyor, Ben Faruğa ir lira masraf ettim, Şu lirayı onun pa- rasından ver.. — Ben beş para veremem. Parası ra- pora geçti. Tımarhaneye gidecek, — Aman Salim ağabey. Benim beş param yok. Bugün gidersem ne yapa- rım? — Bana ne? Verirken bana mı taniş- — Danıştım, danışmadım.. sen şu li- rayı ver. Cebinden çıkacak değil a. — Ya. deli çocuğu kandırır lirasını alır mısınız? Baksanıza, o deli, Ne yap- tığını bilir mi? Bugün tımarhaneye gi- decek.. Sorüyorum. | — Ben deli miyim? — Delisin ya, akıllı mı? Hem de teh- likeli cinsinden.. — Kim söyledi? — Tekmil doktarlar. Nah raporun da işte. Şimdi seni tımarhaneye göndere- Ajyondan — M | ceğiz. Salim ağabey koca bir tamar evrakı burnuma sokuyor, Alâ, yalnız imtihan- da sınıf geçmekle kalmamışız, tam nu- mara da almıçız... Kâni soruyor: —— Sen şimdi bu parayı vermiye cek misin? — Vermiyeceğim.: dedim a. Delinin sözüne bakılır mı? 'Tam kavga kopacaktı ki Allahtan 0- lacak merdivenden ayak gesleri duyul- du. Gardiyan Niyazi: — Nuri bey,; der demez patırdı kon- diliğinden mayna oldu. Odalarımıza Birdik. Sevkolunacaklarını bilenlerin -hepsi heyecan içinde yoldu bekler gibi sevk saatini bekliyoruz. Kâni para' alamadi- ğima müteessir. Arpacı kumrüsü gibi düşünüyor. Çocuk gülüyor; sıçrayor, viniyor. Hepimizin boynuna sarılı - yor: — Gidiyorum, bugün gidiyorum., çalmam diyor. Çini mavi gözlü hâlâ dö- nüyor. Hava, güneşli... Pencereden gi- ren güneş odayı adamakıllı aydınlatı- yor. ” Koridora açılan pencerenin önüne gi- diyorum. Jandarma Ahmed, başına miğferini giymiş, palaskasını takmış.. onu şimdiye kadar bu kılıkta görme - mişlim. Kapı açıldı, gardiyan Niyazi gözük- tü. Gülerek: — Malatyalı Mehmed, dedi. Haydi bakalım doktora.. Zavallı adam, boynu bükük, müte -« vekkil, ikinci dela tekrar ettirmeden, . Eskiden olsaydı, yüz defa seslendirirdi... Gardiyan Niyazi yeniden içeri gir - di. — Kâni, Karnik, Küçük.. haydi ba- kayım, gidiyorsunuz... — Eşyalarınızı toplayın.. Zavallıların ne eşyası var ki.. Kar - niğin gözleri dolu, dolu.. — Bugün cumartesi, diyor. Muamele bitmiyecek, pazartesine kadar Kapıal- tında sürüneceğim. Ne olurdu, pazar- tesi günü sevkedeydiler? Kâni ve çocuk memnunlar.. Kâni so- Farak Küçük (Tercüme ve iktibas hakkı mağfuzdur) Tımarhanenin umumi man zarası ruyor: — Nasıl rapor yazmışlar gördün mu? — Görmedim. Vedalaşıyoruz.. İçime bir gariplik çöküyor. Burnumun direği sızlayor. Gittiler. Yalnız kaldık odada. Koridos ra bakıyorum, ipek pijamalı hâlâ ser- best, serbest dolaşıyor. Bu adama öyle içerliyorum ki kabil olsa çıkıb biz kaşık suda boğacağım, Ben de heyecan için- deyim, bugün gideceğim bu muhak - kak.. fakat hâlâ tımarhanenin gardiyanı gözükmedi.. Koridorda da gardiyan Niyazi soru- yor: — Tımarhanenin gardiyanı nerede kaldı? — Gardiyan aşağıda, fakat otomobil daha gelmedi. — Neden? — Gümüşsuyu hastanesinden bir has- ta getirecekler. Yedi Belâ yanıma gelerek: — Faruk diyor, akşama seninle tı « marhanede görüşürüz. Kapı açıldı. Malatyalı geri geldi. Su- rat bir karış.. — Beğendiniz mi yaptığınızı? diyor Bak işte, gerisin geri gidiyorum. Gardiyan Niyazi gözüktü;, — Haydi Faruk, gidiyorsun, Dört gün kaldığım odayı terkediyo- rum. : Salim ağabeyin karşısına giki'dim, Evrakımı, anahtarlarımı gardiyana tes- lim ettiler, Tımarhane gardiyanı: — Dört lirâ da paran varmış; diyor, aldım. — Onu bana verin. — Olmaz; tımarhaneye kadar götü- Teceğim. Orada sana verirler. Bu sırada Eftra ve Semiha da yanı- mıza geldiler. Hep beraber aşağı İndik. Kapıdan çıktık. Allaha ısmarladık. Adli tıb. Beyaz etomobil binanın önünde. Ka- pisi açık bizi bekliyor. K Eftra, Semiha ben içeri giriyoruz, İçeride bir jandarma, yanında kelep « çeli birisi, bir de açık gri elbiseli, şiş« man, sarışın, şık giyinmiş birisi var. Semiha kelepçeli adamın yanına ©- turuyor. Eftra ile ben gri elbiselinin yâ, nına.. Gri elbiseli, sersemi sersem, adetâ af- yon yutmuş gibi soruyor: — Ben neredeyim? Cevab veriyorum! — Otomobildesiniz. — Nereye gidiyoruz? — Gezmeğe.. —- Beni ne için götürüyorsunuz? Gayet yavaş tane tane konuşuyor. Bir motör sesi, benzin kokusu, bir sallantı, gırr.. otomobil kalktı.. İstikamet tımarhane, marş! Otomobilin dört tarafında demirli ve sık telli, dört pencere var. İçeriden dışâ- cısı görünüyor. Fakat dışardan içeri- sinin görünmesine imkân yok. Sokağı seyrediyorum. * Tıbbiı adiinin yanındaki yokuştan çıktık. Son Postanın önünden geçtik. Belediye binasının önünde biraz dur- duktan sonra yola düzeldik (Arkası var)