6 Aralık 1937 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 12

Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.

Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

a aS B ı2 Sc.;yfa' ——— A0 —— SON POSTA #Son Posta,, nın ikâyesi Trenin kalkmasına daha yirmi dakika ovardı. Siyahlar — giyinmiş gğenç, güzel xir kız yanındaki haşarı av köpeğini zen- igirinden güç zabtediyordu. Allen Sander kistasyona girer girmez onu gördü. Yak- Maştıkça güzelliğnin daha çok farkına Xardı. — İşte, dedi, bu sıkıcı tren yolculuğunda sana neş'e verecek bir arkadaş. Yirmi Beş dakika başka nasıl geçer. Hele insan bu kadar heyecanlı oluneca. * Heyecanlı olması boşuna değildi. Haf- ardır iş aramıştı. Nihayet bir şirketten Lbugün bütün namzedleri çağırmışlardı. İfa bu iş de boşa çıkarsa, Öyle ya nam- zed bir o mu? Kimbilir daha kaç kişi var? r * Köpek, sahibinin etrafında dönmeğe BSaşlamıştı. Zincir, genç kızın bacaklarına Holandıkça genç kız sinirleniyor, yardım #ster gibi etrafına bakınıyordu. Allen ona acıdı. Böyle genç bir kız neye sade siyah- ilar giyinmiş? Herhalde matem içinde opİ- malıydı. Hem güzel, hem de matemli bir genç kıza yardım edilmez mi hiç? | Allenin zaten yüreği yanık. Amcası Ü- Teli ne kadar olmuştu ki... Daha bugün ilk defa matemden çıkıb ince çizgili kah- (;ve rengi elbiselerini giymemiş mıydi? * Genç kız eteğini köpeğin ziticirinden kurtarmıya uğraştığı için Allenin yak- laştığını duvymadı. Fakat köpek, onun dini uslandırmıya geldiğini farketmiş gibi hemen üzerine atıldı. Delikanlı geri 'çekildi. Köpek daha atıldı. Oyun yapmak ' istiyordu beiki ama fena bir oyun oldu. Dişleri, delikanlının pantalonunu dizin- iden paçasına kadar parçaladı. Çıplak bir cakla, bir jartier ortaya çıkıverdi. | Allen, kıyafeti şirket müdürünün hoşu- ha gitsin diye o sabah ne kadar da özene bezene giyinmişti. Kız gürültüye döndü. (Delikanlı dilinin ucuna kadar gelen kötü kötü sözleri içinde zor tuttu. — Köpeğinizi neye kollamıyorsunuz? — Affedersiniz, köpek benim değil. Bir arkadaşıma götürüyordum. Götürmez ol- saydım, Zararınızı öderim. Biraz evvel delikanlı da ayni şeyi dü- şünmüştü ama bu dakikada buna gön- lü bir türlü razı olamadı, — Gerçi kabahat benim, Yanına sokul- mamalıydım.. demin bir kabalık - ettim, 'affediniz, t — Kabalık mı? Bilâkis, çok nazik dav- r randınız. Müsaade ediniz de zararınızı.. — Mümkün değil, mümkün değil... Genç kızın zararı ödemesine Tazı ol- Mamıştı ama elbisesini değiştirmek için — çeve dönerken içi kan ağlıyordu. Acaba örücüler bu koca yırtığı kaça tamir ede- veklerdi? * | Evi istasyona yakındı. İkinci trene ye- tişirse geç kalmış olmıyacaktı. İşin fenası , Kız geçirdiği korku ve azabın tesiri- | le hâlâ bitkin bir hasta gibi idi, Ara- — bada birkaç kere «Vazgeçelim, yalıya — dönelim» demişti, fakat Adnan bunu - ,hiç doğru bulmamış, Gülsümle Fatma- yı da telâşlandırıp işi yeniden alevlen- dirmekten korkmuştu. Hem belki Mah- - Müre bü akşam biraz eğlenir, bu gü- 'Tültü ve âhenk içinde bu elemli hâdi- / seyi biraz unuturdu. Onu sıcağı sıca- | ğına tekrar karanlık yollardan geri çe- virmek ve yalıda odasının uzletine bı - rakmak, bütün muhayyelesini tekrar akşamki çirkin ve tehlikeli vak'a etra- fında işletmek olmaz mı idi? İşte her şeyden evvel bunun önüne geçmesi lâ- zımdı. Bilhassa kızın kulaklarını yir- tan o en büyük hakaret kelimesinin a- | kislerini caz sesleri ve neş'e kahkaha- ları ile boğmalı idi. - Şimdi holde kızın mantosunu ve ken- di pardesüsünü vestiyere verirken baş- ka bu düşünce zihnini burguladı, Ge- ne Nerimanı hatırlamıştı. Acaba bu - rada mı idi, yahud birazdan gelecek mi İ Bir Aksilik y öderim!» siyah eski bir kostümden başka elbisesi yoktu. Siyah elbise yeni de olsa ona hiç yakışmazdı. Ne çare... Paçaların yıpran- mış yerinden sarkan ipleri tırnak maka- sile kesip temizledi. Ceket zararsızdı. Ar- tık beyaz benekli mavi kravatını da çı- karması iâzım geliyordu. Kravatın yeni- liğ:, elbisenin eskiliğini bütün bütün a- çığa vuruyordu. Dolabından eski siyah kravatını çıkardı. Bağlarken büzülmüş yerlerini saklamak için epeyce uğraşltı. İkineci trene dar yetişti. Şirketin bekleme odasında daha birçok namzedler bekliyorlardı. Hepsi de göz a- hıcı, şık şeyler giyinmişlerdi. * En son geldiği için müdürün yanına en sonra çağırıldı. Ona da herkese sorulan sualler soruldu: Yaş, tavsiye kâğıdı vesa- ire... Şimdiye kadar bu kadar namzed- den biri nası! olsa seçilmişti. Direktör ih- timal, görünüşü kurtarmak için onu da şöyle bir sorgudan geçiriyordu. Sorduk- ça aksi yüzü tatlılaşıyordu. Bunca insa- nı gözden geçirip sıra sonuncuya geldiği- ni görür de hangi direktörün yüreği fe- rahlamaz? Sorgu bitmişti. Allen odadan çıkıyor- du. Direktör kaşlarını çatıp seslendi: — Sizi işe alıyorum. Gelenlerin hepsi gidiyormuş gibi renk renk giyinmişler. Nedir 60 efendim çeşid çeşid kravatlar, renk renk kostümler, İçlerinde yalnız siz Genç kız: «ÂAh, üffedersimiz, dedi, köpek | benim değil, bir arkadaşımın.. zararınızt sanki iş istemiye değil de bir karnavala| Yüzünden K. Neyyir istediğimiz gibi sade giyilisiniz. Bizim müessesemiz pek büyük değil ama inti- zamda birinciyiz. Memurlarımızın sade giyinmesini, hele siyah rengi pek beğe- nirim, Bu düşüncem öteki »namzediere garib gelebilirdi. Sizin, bizim gibi düşün- düğünüz giyinişinizden belli. Salı günü saat onda vazifenize başlarsınız. Daha ev- vel satış şubesi sekreteri Bayan Hayns'ı görüp talimat alın. Allen önce bir rüya görüyorum san- mıştı. Yavaş yavaş kendini topladı. Sek- relere koştu. Satış şubesinin genç sekre- teri sabahki siyahlı kız değil mi imiş? De- mek siyahlar giyinmesinin sebebi varmış. Allen'i görünce gülümsiyerek: — Bu işe sizin seçildiğinize çok sevin- dim. Dedi. Güzel, gri gözleri sözlerine can- dan gelen bir sıcaklık katıyordu. Ne ça- buk ta dost olmuşlardı. Bir âksilik yüzünden Allen'in hayatın- da iki ışık birden doğmuştu. Ümidsiz ve mahzun girdiği yerden ümid ve neş'e içinde çıkarken kendi kendine: — İşler yolunda, diyordu. Yakında ni- şan günümüzde, bugünü hatırlasın diye (Hayns) a bir av köpeği hediye ederim. YARINKİ NÜSHAMIZDA: İçki içmiyen Kraus Yazan: Yoroslav Hâşek Ruscadan çeviren: H. Alaz - | Tiran elçimiz: 'tı, bana gelerek sordu: Birinsittânüin 5 ' Acı bir kayıp Tiran elçiliğimiz başkâtibi Halil Vedad Uşaklıgil hasta., Bu haber evvelâ Tiran elçimizin bir telgrafı He hariciye vekâletimiz binasın- da yayıldı. — Halil Vedad Uşaklığil vahim derece- de hastadır, kardeşi Bükreş sefareti baş- kâtibi Bülend Uşaklıgili telgrafla haber- dar ediniz, tayyare ile gelsin, diyordu. Acı haber çabuk yürür, hemen İstanbu- la da geldi, buradan Tirana soruldu, Ti- ran elçimiz yekdiğerini takib eden tel- graflara: — Yerli, ecnebi bütün hekimler Vedad için ellerinden geleni yapmaktadırlar, şeklinde cevab veriyordu. En sonlarından birine: — Ümid azdır, kelimelerini de ilâve etti. Ve nihayet arife günü herkes bayram hazırlığı ile meşgul iken meş'um neticeyi anlatan haber de gelip ulaştı. * Bükreş ile Tiran arasında tayyare se- feri yoktur, Bülend Uşaklıgil ilk trenle Yugoslavyaya gitti. Oradan sonra tr hattı da yok. Otobüse veya ötomobile at- ladı, hesab ediyoruz ki, bütün benliğini sarsan endişeler arasında bayram günü o- raya varmış ve kardeşinin ölüsü ile kar- şılaşmış olacaktır. Şimdi üzerine düşen | vazife, güç vazife, elim vazife sinirlerine karşı koyarak, kederini sonraya bıraka- rak onu alıp İstanbula getirmek, ailesinin hergün gidip hatırasını * tazeliyebileceği aile makberesine gömmektir. * Halid Ziya Uşaklıgil ilk çocuklarını kaybetmek felâketine bundan 35 yıl önce uğradı. O zaman Nişantaşında oturuyor- du, kendisi için acı hatıralar ile dolu o- lan bu muhiti bırakarak, yanında büyük kızı ile sevgili Vedadı, Adaya kaçtı. Ha- tıralarında anlatırken der ki: «— Vedad o zaman iki ile üç yaşı ara- sındaydı, ve Adaya geçer geçmez onu yakalıyan boğmata öksürüğü ile hırpala- na hırpalana yaşından daha küçük görü- nen. koca kafalı, ince boyunlu, sapsarı» kuru ve cılız: - «— Bunu da mi kaybedeceğfiz?.. Korkusunu veren, bulunduğu yerde yaslanıp kımıldamak istemiyen, yalnız iri, kara gözleri ile yaşıyor görünen, oy- namaz, sevilmez bir çocuktu.» .-« bu mahzun ve durgun çocuktan ne çıkacak diye beni düşündürürdü.» * Ada Vedada yaramıştı, beş altı yaşında tombul, gürbüz bir çocuk oldu, Yeşilköye taşındılar, Meşrutiyetin ilk yılı idi. Ustadın Taninde «Kara Halil» başlığı altında kücük bir fıkrası çıktı. Metin göz- lerimizin önünde değil, fakat meali el'an hatırımızda, gene Vedad'dan, Halil Ve- dad'dan bahsediyordu: h — Minimini ellerine minimini iki bay- rak almıştı. Göğsüne de rozetini takmış- «Hürriyet ne demek baba? «Herkesin istediğini yapması, demek.. O zaman ellerini çırparak bağırdı: Ve birdenbire o zamana kadar kendisi: ne hiçbir zaman müsaade edilmemiş olar ' şeyi istedi: *«O halde dondurma isterim.» «Yo... Hürriyet amma., kanun daire« | sinde.» * Vedad Yeşilköyün Fransız mektebinde okudu, Galatasaraya girdi ve Galatasara- yı ender görülen bir zekâ ve çalışma ne- ticesi olarak hayatının on beşinci ile on altıncı yılı arasında bitirdi. Büyük har- bin son yılları idi. Babası onu alıp Al- manyaya götürdü. Berlin üniversitesine yerleştirecekti. Evvelâ yaşı küçük oldu- ğu için almak istemediler, fakat sonra ecnebi sıfatına bakarak göz yumdular. Sulhu müteakip Vedad Fransaya gitti, o- rada da «Politika ile Finans» okudu. İs- tanbula dönünce Osmanlı Bankasına gir- di. O kadar çalışkan, zeki ve sevimli idi ki kısa bir müddet sonra bu müessesede ö zamanıar- herkese nasib — olını- yan bir taltif eseri olarak, mü- fettişliğe —terfi etti ve bunu mü- teakip te bir tesadüf meticesi olarak ha- (riciyeye intisab etti. Londradan- başlıya- rak. Avrupanın birçök şehirlerini dolaştı. Bir müddet sonra yurda döndü. Avrupa- da tahsil etmiş olduğuna bakmıyarak, u- niversiteler arasında mevcud muadeleti düşünmiyerek hukuka girdi, memleket kanunlarını da öğrenmek istiyordu, hu- kuku bitirdi. Belçika sefareti başkâtibli- gine tayin edildi. Sonra da çok sevdiği Âlinin Tiran elçiliğine yollandığını işi- tince daha sönük bir yer olmasına rağ- men buraya becayiş edilmesini istedi. Yolladılar, hayatının son günlerini orada yaşıyacakmış.. * Vedad uzun boylu, yakışıklı, çok se |vimli 33 yaşında bir gençti. Fransızcayı hattâ yüksek tahsil görmüş her Fransı-- zın da bilemiyeceği inceliklerile bilirdi. Almancaya, İngilizceye tamamen muta- saryıftı, son zamanlarda Tiranda bulun- masından istifade ederek italyanca da öğtenmişti. ; Vedad ayni zamanda da mükemmel bir musikişinastı, piyanoyu bir Virtüoz gibi çalardı.. : * Halid Ziya Uşaklıgil için ne diyelim? Geçen yıl muharrirlik hayatının 50 in- ci yildönümü münasebetile Halkevinde yapılan törende gençliğin kalbinden co- şup gelen minnet ve hürmet hislerine te- şekkür ederken: | — Artık memnun ve müsterih olarak ölebilirim, demişti, kader ona bu son is- tirahati de çok gördü. Hayatının 70 inci yılından sonra hayatının en büyük acısı ile karşılaşıyor. Bembeyaz saçları ile.. yetim kaldı. E. U, Balıkesirde tezyini san'atler sergisi açıldı Balıkesir (Hususi) — Balıkesir Halke- vi, bir tezyini san'atlar sergisi açmağa v «Yaşasın hürriyet!> idi? Yalıda iken düşünüp de ehemmi- yet vermediği bu tesadüf şimdi Adna- nı ürkütüyordu. Mahmure hâlâ arabadaki korku ve değil ki ikinci bir sarsıntıya tahammül etsin! Esasen böyle yeni bir hâdiseye, hem bu kalabalık içinde Adnanın da tahammülü yoktu. O halde geri dön- mek daha doğru olmaz mıydı? Fakat tereddüdden tereddüde geçen Adnan bu düşüncesini tamamlıyamadı. Arkalarından merdiveni çıkan kadın- gibi önlerine katmışlardı. Adnan, bir anda, sert erkek kollarile yumuşak ka- dın omuzlarının kendisini Mahmure i- le beraber yukarıya sürüklediğini his- setti ve işte bir lâhza sonra danseden çiftlerin döndüğü yukarıki salona çık- mışlardı. rarak bir köşede boş bir masa aradı ve tâ dibdeki bir pencere dibinde istedi- gini buldu. Bu masa cazbanddan ve bü- ıztırabından kendisini toplıyamamıştı, b, erkekli kalabalık bir grup onları iter| Adnan önce gözlerile etrafı araştı- — - feden uzak olduğu kadar nisbeten top- lü kalabalıktan da uzaktaydı. Oturdular ve bir lâhza geçmeden, Adr_ıan, Şazmend hanımefendiyi karşı- larında buldu. * —- Oool. Safa geldiniz, Adnan beye- fendi!... Doğrusu bizi öyle şereflendir- diniz ki... Ne zamandır görüşmemiştik de... Şazmend bir taraftan bu sözleri söy- İlerken diğer taraftan göz ucile Mah- raureyi süzüyordu. Adnan, kızı takdim etti: — Mahmure.. yakın akrabamdan... Şazmend, bir anda samimileşen bü- tün yalancı mondenler gibi kıza sarı- larak öptü, sonra tekrar Adnana döne- rek: — Allah bağışlasın.. ne de güzel kız- cağız! dedi. Demek böyle şirin, inci gi- bi akrabalarınız var da şimdiye kadar bize tanıitmadınızdı? ; : Adnan Şazmendin bu sözündeki is- tihzayı pek iyi anlamıştı. Emindi ki bu kadın da, pek çokları gibi, Mahmu- renin hakiki hüviyeti ne olduğunu bi - liyordu. Neriman herhalde ona da kâ- fi derecede malümat vermişti. Fakat hiç — sesini çıkarmadı, ve gözlerile u - zaktan salonu araştırdı. Şazmend, Adnanın bu bakışını der- hal yakalamıştı. ' — Dostlarımızı mı arıyorsunuz? de-i di, hemen hepsi- buradalar... Yalnız Salâhaddinle kemani Ziya gelemiye » cekler. Telefon ettiler, evvelden başkâ yere sözlü imişler! Nizam da gemide;. Ayteni getiremedi... Fakat en ziyade Nerimanın gelemiyeceğine üzülüyo - rum. Telgraflarında rahatsızım diyor- lar! z Bu «diyorlar» hafif, şüpheli bir du - dak bükülüşile söylenmişti, Adnan, birdenbire doğruldu ve ade- tâ göğsünden bir taş kapak çekilmiş gibi geniş bir nefes aldı. Ne âlâ! demek Neriman gelmiyor! Maamafih, diye dü- şündü, hastalığı bahanedir. Herhalde bugün Beylerbeyinde olan bitenle alâ- kası var bu hastalığın... Evet, muhak- kak Adnanla karşılaşmaktan çekini - yor! Hain kadın, Niyaziyi ne de gü - nünde harekete getirmiş ya... Şazmend bu haber karşısında Adna- nın kayıdsız gibi durub bir şey söyle - meyişini kendisi için pek zevkli bulma- mış olmalı ki aklınca onu biraz sinir- lendirmek istedi: — Zavallı kızcağızın kocası da hâlâ İzmirden dönemedi. Bereketversin ki Dayı bey onu sön zamanda hiç yalnız pbrrakmıyor. Hani siz de tanırsınız ca- nım.. Nerimanın hep Dayı bey diye ta- kıldığı.. çok şakacı bir adam.. hah tüc- CarTı. karar vermiş, sergide teşhir edilmek ü- zere halktan eser toplamağa başlamıştır. cekti, fakat Adnan, gayri “ihtiyari bir el hareketile kısa kesti: — Biliyorum.. Nerimanın eski tanı- dıklarından... Adnanın sesindeki ton Şazmende kâfi geldi. İğnesini batıracağı kadar ba- tırmıştı, Bu esnada müzik dinmiş, danseden- ler masalarına oturuyorlardı. Şaz - mend : — Durun, Hümeyrayı çağırayım, de- di, hazır dans bitmişken... Ve ileriye doğru yürüyerek, sağdaki masalardan birine yeni oturmuş olan kızına işaret etti. Hümeyra, zaten, et- rafındaki can sıkıcı komplemanlardan sıyrılmağa can atıyordu. Ablasını ve Adnanı görünce gülerek hemen kalktı ve beyaz gelinlik elhisesinin uzun etek- lerini bir kraliçe edasile sürüyerek, da- madla beraber onlara doğru geldi. Adnan da ayağa kalkmıştı. Bir kaç kelime ile tebriklerini bitirdi ve bu se- fer Mahmureyi kızile damadına Şaz- mend hanımefendi takdim etti. Hü - meyra, Mahmurenin elini sıkarken, an- ladık manasına hafifce Adnana göz kır- pıyordu. Hey gidi Hümeyra!.. Gelin değil, ha- kikaten kraliçe de olsa meşhüur Şaz - mend hanımefendinin kızı — olmaktan kurtulamıyacaktı!,. ... —. Sazmend ihtimal daha devam ede -| rA

Bu sayıdan diğer sayfalar: