Münker güzl bala 7 SON A POST ile İstanbul arasında çalınmıştı ka isiüliyetinden dolayı meslekten Çi- Miri e? eski Kosva rüğdiyesinin bir © öğretmeni, ne gibi esrar bilebilir? üye niçin hapishanedeyim? “Niçin “Yorum? Harigi düşmanların, hangi in lie sırların, korkunç entrikalâ- kurbanıyım? Eski bir tarih ö diğ bu'âciz ve küçük adam, nasıl ol” Yin bu kadar mühim vekayie karışa- ül): Nasıl bir kötü talik uğrunda ve » Merhamet bilmez, gözlerini mil “arın hırsı bürümüş müdbiş insan” Yök pençesinde hayatımı osöndürü * Yü Niçin biç kimseden imdad ve A ım beklemiyorum? z em ve vicdanım karşısında yazdı” istemeksi Ga dosyalar, belki Müdhi tesadüfle hayatlarına karışığım ei bir entrikalar dünyasının üs Sikti, ki kanlı perdeyi birdenbire yırta- Ni r o vakit, İstanbulun milyarlar » etindeki definelerini çalan hırsız» teslim olacaklardır. ty cürmümü hayatımla ödüyorum Mücrim olsam dahi, sonunda ve tam hiz inde gene eski mesleğime en büyük Mar yapmış olmakla teselli bulabi- tm, dağ iman geçen bütün vekayii, iğ ini ve bunca seneler vicdanım üs Bibi e taşıdığım bütün sırları, olduğu e? bütün tafsilâtile anlatacağım. Tâ| k Sonuna gelmiş olan büyük ve . M6 bir mücadeleyi arkamda kal kiş mliyabilsin er. Onlar, belki sing gibi görünen hurda vak'aları e hakikate na sür'atle ve © gidebileceklerdir. 'enim, belki hiç kimsenin” varlığın” ı n bile şübhe etmediği bu yüzleri kah- a askeli define kangsterlerinin ha” dara kârışışım harikulâde bir tesa- “e olmuştur. nx hâdise o:kadar büyük ve miihim »* ki benim yerimde hangi bişka bit in olsaydı gene bunun tesiri altın» » kalmamazlık edemezdi. Bu vak'ı ile > edilirse, İstanbuldan ve battâ yan dünyadan en büyük hâi en © gizli tutulabileceğine inandım. Zi” e harikulâde vak'a “ki gizli tutu - y, eceğine inanmak imkânsız görü- vi belki bütün İstanbulu ayağa kal bilecek iken bir daha bahsi bile ie emek üzere kapatılmış, örtülmüş hu Zira, menfaat öyle hükmedi- gn © sıralarda Sirkeci-Edirne *ren- kde Seyyar hat müfettişliği tercü” kaleminde idim. Belki gayet az al- Te bildiğim halde ailemizin eski| Haye ibabı olan meşhur Topal İsmail 2 Si paşanın yakın dostlarından bir eni oraya muvakkat Kaydile yer- ri. Ortada seferberlik şayiaları mg yordu. Ve İstanbul şiddet YE birini geçiriyordu. yoz yâda kış en çok şiddetini gös Sü. Onun için Avrupad i öPlon - ekspresinin ve marşa' tuk inin sik sık rötar yapmalarını A tabii buluyorduk. h; “Tüpadaki seferberlik haberleri ye- ta imiş olduğu için de hükümetten eriş iler idaresine gayet sıkı emirler ty. işti; Avrupadan gelen gerek yok Me €şya trenlerini sık; 5 w Tay, den geçiriyorduk. Ben de mü” i muavinlerile beraber hemen her kontrollerde tercüman sıfatile has ilunuyordum. Bey ün bizim servisimiz değildi. Fakat İm” vazife başındaydık. Avrupa Serp- 4, “kspresinin. Edirne istasyonundan Maya hareket ettiği. hakkındaki ka telgrafını almıştık. Fakat nare- b lana den 4 saat geçtiği halde yol- ia ki istasyonlardan servise hiç bir ti, T gelmemişti. Hat müfettişliği bü- ha istasyonlara yolların açık olup ol- dığı tekrar sormuş; — Açıktır! bi <vabını almıştı. Akşam üstü İstan” ik Saki ecnebi . sefaretlerden bazılâri iu © birde seyrüsefer müfetlişliğine elo €dip ekspresin muvasalat saa- soruyorlardı. 5, Yollarda kar var, belli değil! Cevabını veriyorduk. İşte bu sırada Ve 1 la İ «Ben cürmümü haya tımla ödüyorum...» “ Son Posta ,, nın sergüzeşt romanı ii ye “İmüdüriyeti umumiyeden gelen bir te- lefon müfettişlik kalemini altüst etti. .— Ekspres Edirneden hareket edeli ne kadar oldu? — Dört buçuk saat! — Yollardan servis telğrafları gel- memiş. — Evet, efendim.. — İstasyonlara «sebebini sordunuz MU? 3 — Sutduk, yollar kapalı değil. — Ö'halde hası) olur? — Tren bir istasyon arasında her- hangi bir sebeble tevakkuf elmiş ola” bilir, , — Tekrar sorumuz! Bu emir büyük bir hiddetle söylen- diği için vaziyet hemen telgraf başında bütün istasyonlara yeniden soruldu. Zavallı müfettiş —muavjinlerinden Hüsrev bey «ki sonradan Arnavudluk- ta nafia nezaretinde mühim bir vazife“ ye geçmiştir» kaleme girdiği zaman, havanın müdhiş soğuğuna rağmen, als nındâ büyük terler belirmişli. Dehşet- li gözlerle; — Hayret! dedi, Hiçbir istasyonda tren görülmemiş! v —— Eyvah! Bir kaza oldu! ” Diye yerimden fırladım. Hüsrev pey şaşkın gözlerile yüzüme baka baka: 8” Hayır! dedi, bir tren kazası da yok! .— Nasıl olur? .— Evet, nasil olur? Müdüriyeti umumiyeye haber verdiniz mi? Yy İşte asl mesele bu ya! Böyle ol- acak bir şeyi nasıl haber verece- Za 4 ne yapacsânı — 'Tren uçmu vallı inüfettiş muavini alıklaşmış, bilmez bir haldeydi: adı ya! Tren uçmadı ya! iye söylenip duruyordu. Yak şimendi erler idaresi kış rü tarlarında ikide bir halecen geçirmez değildi. Her rötarda kaza ihtimali oldu- ğu için telâşla hareket edilmesi fevka” iâde bir şey değildir. Fakat, ekspresin Edirneden hareket ettiğine şüphe yok- tu, Yollar da kapalı değildi, gonra hiç bir istasyon treni görmemişti! Bu pasıl iş? Nitekim müdüriyete telefon verilir verilmez bütün servisler allak bullak olmuştu. Bir istasyonun ti zulduğunâ, trenin sında meçhul bir mıya mecbur oldı elgraf tellerinin bö- de o istasyon saha“ sebebden dolayı dur- uğuna, fakat Dz abere alamadığına hükmo- yonun Epila istasyon ve merkez hatları yeniden kontrol edildi; hepsi ta- mamd! Servis bir saa' Büyük istasyon lan ototerezinler üzerinde hiçbir taraft görülmemiğti! Sefaretlerden lerle müdüriyeti umum. di, Onlara bermütad: t sonra şu telgrafı aldı: lardan sür'atle çıkarı- tekatu etmişler, hat a bir tren Kazasi tercümanlar otomobile iyaye gelmisier» — Yolları kâr kapagı için ekspresin muvasalat saati belli değildir! Diye yalan söylendi. Fakat hâdise hat komiserliğine bildirilmişti. On da“ kika sonra Dahiliye Nezaretinden doğ- rudan doğruya müfettişliğe gelen deh” şetli bir telefon, bir yıldırım tesiri yap- tı: — Ekspresten bir haber alınamadı mı? — Hayır, efendim!. — Peki, bir kaza mı olmuş? — Hayır, efendim! — Emin misiniz? — Tamamile. — Edirneden hareket edeli ne kadar oldu? — 5 saat, 45 dakikal — Telefondaki kimi — Hat umumi müfettiş! — Eşek herif! Alay mi ediyorsun? Tren yerin dibine girmedi ya? Hatlarr- nız bozuk. Servisleriniz bozuk. treni uçurdunuz gitti! zünden tekrar Edirneye dönmüş olma” sın? — Sorduk efendim, Edirne de bize soruyor. Hayır.. — Nasıl hayır yabu! Koca ekspresi çaldılar mı? Allah Allah, demek eks- pres çalındıl. Telefon hiddetle birdenbire kâpalıl- dı. Ve müdüriyeti umumiye akabinde hemen bir tâmim çıkardı. (Arkası var) Zonguldakta Uzun Mehmed sembulü Zonguldak kömür madenlerinin kâşifi Uzun Mehmedin kara elmas buluşunun 109 uncu yıldönümü münasebetile yapı - len kömür bayramında Uzun Mehmed bahçesinde güzel bir sembol “vücuda ge - tilrilmiştir. Dercettiğimiz resimde “gö - rülen levha da Atatürkün şu cümlesi ya- zılıdır: «Zonguldağın derin toprakları altın - daki servet madeni he kadar kıymetli ise, bizim mazarımızda Zonguldak tajo kader çok kıymetli bir vilâyetimizdir.> Koca Bir hâdise yü- Sevişerek evlendiler ve steşe atılan pervaneler gibi günlerce ve haftalarci birbirlerinin ateş ve ziyasile kavruldülar. Mes'uddular, Birbirlerinin ( gözlerinin içine bakıyorlardı, birbirlerinin — üstüne yaprak gibi titriyorlardı. Hele günün: birinde bir kız çocukları- nn dünyaya gelmesi bu yuvada bir kü- çük güneşin doğuşu tesirini hâsıl etti. Tayfur, Semahatin 4 üncü tanıdığı de- likanlı idi, kızlığında epeyce zaman gö- nâl eğlendirmişti; fakat evlendikten son- ra töbekâr olmağa karar verdi. Bu arada itiraf etmek lâzımdır ki Tay- fur çok ciddi bir gençti. İyi tahsil gör. müştü. Babasından epey bir geçim Vası- tası tevarüs etmişti. Eğer büyük bir bü- roğa iş kabul etmişse sırf bunu boş ge mertek için yapmıştı Yoksa haddi zatın- da buna hiç te ihtiyacı yoktu. Bekârlığında bütün evin sakini, bir da- dısile bir de hizmetçisinden ibaretti. Tay- fur; baba evini hiç bozmamış, onu alâha- Wihi bırakmıştı. Bekâr bir genç olduğu ve evi de müsald bulunduğu halde bir kere bile herhangi bir kadını koluna taksrak evine getirmemişti. Böyle bir hareket ihtiyar ettiği takdirde evinde esen ismet ve iffet havasının ihlâl olunacağını dü- şünüyor, ve evine tıpkı bir ibadethaneye girildiği zaman duyulabilen bir huzur ve huşu İle giriyordu, Hattâ karısı Semahat bile bu eve ancak nikâh olduktan sonra- dır ki girebildi. Çocuğun doğumu evin sakin havasını heyecana getirmekle beraber aylar geç- tikçe genç kadında yavaştan başlıyan bir can sıkıntısı hâsıl olmağa başladı. Dağ- dağalı hayata alışmış olduğu için evin muhitini kaplıyan derin sükün onu lat- min edemez oldu. O derecedeki kızı «Menekşe» yi emxirmeği bile gürler geç- tikçe bir angarya telâkki etti, Hattâ bir gün bu fikrini kocasına açtı; sütünün az olduğunu bahane ederek: — Menekşe için'en doğrusu bir sütnine tutmaktır. dedi.. O vakit çocuk daha iyi bakılır... Tayfur, karısının son günlerde geçir- mekte olduğu can sıkıntılarının pek far- kında olamadı. Yalnız onu hergün biraz daha neş'esiz buluyor ve: .— Neyin var, yahu?.. diyordu. Evvelâ hafiften başlıyan bu can sıkm- tıs, günler geçtikten sonra buhran halini almak istidadını gösterdi. Bir gece Tayfur evine geldiği zaman karısının henüz gelmemiş olduğunu öğ- rendi. Bidayette buna pek aldırış etme- di. Ne kadar olsa vapuru ve yahud treni kaçırması mümkündü; #akat bu intizar bir saat sürdü, iki saat sürdü, üç saat sürdü ve nihayet gecenin onuna doğru köşkün kapısı çalındı. Semahatle Tayfur arasında ilk çıngar işte o gece koptu. Hattâ bir sıra Semahat kafa tutarak: — Kabahat bizde... Evet, bizde... Her- gün kümeste tüneyön tavuklar gibi er- kenden gelmeğe sizi alıştırdık; bu, onun mükkfatı değil mi?... dedi,” > Ve hızla kapıyı vurarak odadan çıktı. Tayfur bir an gözlerinin karardığını ve hiddetinden vücudünün zangır 3angır titrediğini hisseder gibi oldu. Odanın ka- pısma atıldı. Avuçlarile çevirmek üzere kapının tokmağını tuttu; fakat dişlerini sıktı, itidalini elden kaybetmemeğe az- metti. * Hiçbir hâdise, Tayfuru, karısının iha- 'neli kadar müteessir etmedi. Hâdise #8- dece bir dedikodudan ibaret değildi. Bir gün imzasız bir mektub aldı. Bunda karı- sının ihaneti vak'a, şahı tesbit ve tayin edilerek yazılıydı. İlk işi mektubu yırt- mak oldu. Bununla beraber içine bir şüphe gir- mişti. Karısının evde bulunmadığı bir gün, Semahatin sandığına bir anahtar uyduzarak açtı. Bütün vücudü, bir cürüm delili yakalıyabilmek için titriyordu, O kadar itina ile araştırmasına rağmen hiç bir şey bulamadı. Kalbi biraz rahatlamış olarak odadan çıkacağı sırada bir kere de gardrobu açmak istedi. Kapısı sıkı sıkı ka palı idi. O zaman sırtlayıp gardrobun dü- varla olan irtibatını kesti ve gardrobun srkaşındaki inde tahta kaplamaları itfne çamaşırlarına, elbiselerine sürdüğü lâ Onu bana sorma!.. ifs tğktü. Burnuna Semabatin her zama |" Yazan: Salâhaddin Enis vantanın kokusu geldi. Bir an bu kokut eski günlerden hatıralar sezdi; bir 4 şüphesinden nadim olur gibi oldu. Fak; bulunduğu anın fecaati, birden onu ç İeden çıkardı. O zaman, hattâ biraz evve ki itinaya bile lüzum görmeksizin bütü gardrobun muhteviyatını yere boşalt ve bülün öşyayı didik didik etti. Ger hiçbir şey bulamadı. Ozaman gayri ihtiyari bir lâbza ba göğsüne düşer gibi oldu. İçeriden Menekşenin sesini | dışarda kapının çalışı takib etti. Tayfur, imerd ven başında heyecanla Semahatin ava seslerini bekliyordu. Fakat kapıdaki — Posta, dedi. Postacı bir mektub getirmiş olabilird Bu, o kadar halzi ehemmiyet değild Kendisi bu akşam saatinde Semahat bekliyordu. O zaman ona beslediği süj heleri birer birer söylemek samimiyet ni göstererek özür diliyecek, af dil cekti. İclâl dadının kendisine uzattığı mel tubu almasile zarfının Semahatin el yı zısile yazılmış olması kendisini bir lâb?| durdurdu, hattâ şaşırtlı, asabi asabi zar yırttı. ” Son “satırları okuduğu zaman kökür yıldırım düşmüş bir çınar ağacı gi kılmamak için, duvara dayanmağa bur oldu. Semahat, mektubunun bir noktasmâ: «Ben seni sevdim sandım, fakat hay hayır!, Belki seni ancak bir sene ya se dim; ya, sevmedim, Evlilik hayatı diy girdiğim ilk ölem bidayette beni bire âvutur gibi oldu. Gördüm ki bunlar b şeylermiş. Sana tam 5-6 aydanbe net ediyorum. Başka birisini seviy : Kendi imzamla ve el yazımla yâzmiş o duğum bu mektubumda bunlar; sana * raf ediyorum. Niçin mi?.. Çünkü hini he cette eğer bir gün mahkeme huzurun çıkarsak o boşanmamızı kolayla için mahkemeye göstermek üz Sı kupkuru bir aile adamısın. Hayattaki . zifeni sadece işin, ve evin sandın; faki hayat hiçbir vakitte bu kadar kuru, b kadar basit ve sade değil...» Tayfur, bir an, beynine kuvvetli tokmak yemiş bir insan gibi şaşırdı elindeki mektubu avucu içinde buruştur du. Yere attı; fakat bir dakika so! man oldu. Mektubun ele geçmemesi masadaki kibrit kutusunu aldı, Orada İçıkardığı bir kibriti yakarak tattu. Kıvrıla kıvrıla yanan alev Tayfuru yalnız göz bebeklerini ve yakmakla kalmadı ve onun bi y: tım. hülyasını, yuvasını da yaktı. * Bu hâdiseden sonra Tayfur, çalıştığ büroyu terketti. Bütün hayatını köşkün ve kızı Menekşeye hasreti. İstanbula pe! ender indi. İnsanlardan uzaklaştı, gür tüden kaçtı. Erenköyün ücra bir mın kasında çam ağaçları arasındaki kö: de mündöi-bir hayat geçirdi. Tam gene.., Onun için büğün hayat, sidece kı zı idi. Bu küçücük yavrunun mevcudi yetinde hududsuz bir cihanın vüs'atir! duyuyordu. ştırmms e. bi v slevin ta * Hayat, Tayfura yıkık ömründe bu tel saadeti, bu tek teselliyi de çok buldu: Çünkü bir gün ilk devam ettiği meklel idaresi Menekşeyi hastalığı sebebile evil ne iade etti. Hararet derecesi 39 du. Tay fur onu kapıda kucaklıyarak alelâcek yatak odasına çıkardı. Küçüğün vücudi hakikaten ateşler içinde yanıyordu. İclâ dadının muavenetini beklemeksizin on hemen soydu, yatağına yatırdı. Menekı gok dalgındı; bir an geldi ki Tayfur: — Yarabbım.. senden sonra son mütek; küm!.. diye düşündü. Onu bana bağışla. Sana hayatım kurban olsun... Menekşe, bir sıra 40 dereceyi bulan ha. raret arasında bilmeksizin fakat mektebi deki arkadaşlarının eline düşüp birbir. lerini acıttıkları vakitlerde söyledi! sözlere insiyaki bir şekilde uyarak: — Anne... Annel.. diye inledi. Tayfur, onun ağzından bu acı sözü haj yatında ilk defa işitiyardu, Kendi kendine: — Anne, ah o anne... diye sızladı. Tayfur, kızı küçük Menekşenin (Lütfen sayfayı çeviriniz) ateş