say Ça n sivasi tefrikası : 58 Talât Paşanın GEEE son günleri Yazan : Arif Cemil Katilin avukatı mahkemeye Talât paşanın imzasını taşıyan bazı telgraflar tevdi etti, bunlar da uydurma idi ve bunları Andonyan isimli bir Ermeni imal etmişti Talöt paşa ile arkadaşları he- men mütarekeyi — müteakib buldan — çıktıkları ve vanıharbinin idam kararı ondan çok zaman sonra verilmiş olduğu halde Werthauer Talât paşayı âdi bir idam ka- çağı gibi göstermekten çekinmiyordu. Ekseriyetle bilgileri kıt esnaf takımın- dan mürekkeb olan jüri heyeti âzası- nin nazarında bu idam hikâyesi gittik: ce büyüyordu. Çünkü ne mahkeme re- isi o yalanların söylenmesine mani olu- yor, ne de müddeiumumi itiraz ediyor- du, Werthauer hezeyanlarına devam'a dedi ki: ıinda, Talât paşa- nın Almanyanın mi ği olduğu ve Almanyaya müttefik olan bir adamın öldürüldüğü söylendi. Talât paşa ve komitesi hiçbifr zaman Alman milleti- nin mütteliği değildiler. Onlar eski Türk idaresini yıktıktan sonra on sene kadar mevkilerini bir kan deryası İ- çinde muhafazaya muvaffak olmuş in- sanlardır. Bu adamlar filvaki Almanya hükümetile bir ittifak akdettiler, fakat bu ittifak eski militarist Alman hükü- metinin eseriydi. Militarizm, hak ve a- dâlete zid olan şey demektir. Militarist- lerin hududu, milliyeti yoktur. Oniar bütün dünyaya yayılmış müttehid bir kütle balinde yaşarlar, Bizde de böyle cebir ve şiddet ta- rafdarı olan adamlar vardı. Hattâ bun- lardan bazılarını Türk ordusunu ıslah etmek için Türkiyeye gündermiştik, Bi- zim nemize lâzımdı. Bir milleti tehcir €etmek emri, bir militaristin kafasından doğabilecek en korkunç bir emirdir. İs- tanbul hükümeti ası| jandarmaların cebhede harbettiklerini ve acemi jan- darmaların iş başına getirildiklerini bilmesi lâzımdı. Werthauer bundan sonra "Türkleri tahkir edici birçok sözler daha sarfetli. Ondan sonra Talât paşanın imzasını hâvi bir sürü telgraflar çıkardı. Sahte olduklarında hiç şübhe olmıyan bu tel- graflar güya Talât paşanın imzasile va lilere çekilmişti. Bizim Türk postaları- 'nın kullandıkları telgraf kâğıdları üze- rTine yazılı olan sahte telgraflarda Er- menilerin külliyen imhası ve kadınla- gın, çocukların bile esirgenmemesi em- rolunuyordu. Bu emirler o zaman da- hiliye nazırı olan Talât paşa tarafından valilere verilmiş olsaydı, onların açık lisanla yazılmayıp şifre İle bildirilmiş olacağına şübhe yoktu. Fakat bu «iheli söyliyecek, hâkimlere ve jüri heyetine anlatacak hiçbir kimse yoktu. Bu tel- grafların büyük bir kısmı Andonyan isminde bir Ermeni tarafından mâahke- meye tevdi edild. Muharrirlik yapan bu Andonyan-da şahidlik için bilmem nereden Berline gelmişti. Bu sahte telgraflardan birinde şöyle deniliyordu: «Kadınlar, çocuklar ve hastalar bile düşünülmeden, imha tedbiri ne kadar feci olursa olsun, Ermenilerih mevcu- diyetlerine nihayet verilecektir.» Diğer bir telgrafta da deniliyordu ki: «Bazı Ermenilerin tehcirden kurtul- mak için İslâmiyeti kabul etmek iste- diklerini bildiriyorsunuz. Bu gibilere nefyedildikleri — yerlerde — isterlerse Müslüman — olabileceklerini — söyleyi- niz.» Hepsinde Talât imzası bulunan bu tolgrafların sıhhati hakkında tahkikat yapılmasına bile lüzum görülmeden on- Jar da şahlölerin ifadeleri gibi aynen kabul ediliyor ve muhakeme dosyası- na ekleniyordu. Çünkü Alman sosyal demokrat hükümelinin tazyiki altında çalışan Alman mahkemesinin verece- ği ve binlerce sene sonra dah! adilâ- ne (!) olduğunda asla şüphe edilmiye- cek kararın alınmasına — bu uydurma telgraflar da çok hizmet edecekti. Görülüyor ki bütün muhakeme mü- rettep, uydurma ve gülünç bir komed- yadan başka bir şey değildi. O zaman- ki Alman sosyal demokrat hükümeti Ermeni meselesinde Almanyayı temize Çıkaracağım diye Alman adliyesine böyle bir komedya oynatacağı yerde İstan- katili hapishaneden muhakeme edil- İstanbul di-|meksizin kaçırtıverseydi daha âkilâne bir harekette bulunmuş olurdu.. Katilin ikinci avukalı bu bir taraflı muhakemeden istifade ederek sözleri- ne devamla Tayliryanı şöylece tarife başladı: — Maznun ailesinin vekili, annesinin vekili olarak da hareket etmiştir. Yani Tayliryan cebir ve şiddet pronsiblerine karşı adalet fikrini, insaniyetsizliğe karşı insaniyet fikrini, mutlak bir hak- sızlığa karşı güneş gibi parlıyan bir hak ve adâleti temsil etmek üzere merdi- venlerden aşağıya koştu. O, zulüm timsali olan bir adama kar- şı mazlumlara vekâlet etti. Maznun bu hislerin tegirleri altında ruhan zayıf ve hasta düşen bir adam haline geldi. Onun bu ahval ve şerait karşısında ira- desine hâkim olup olmadığını artık siz- ler, jüri heyeti, tayin ve takdir ede- ceksiniz.» Avukat Werthaner'in bu hezeyanla- rile iş bitmiş olmuyordu. Sırada üçün- cü avukat Niemeyer de vardı. Buravu- kat da ayağa kalkarak söze başladı, sünnileri, şilleri, İranileri ve Hanefile- ri birbirine karıştırd:, Ermenilerin na- sıl dindar İnsanlar olduklarını, arala- rında aile hislerinin pek kuvvetli bir surette tecelli ettiğini ve bütün Erme- nilerin âdeta yekvücud bir aile teşkil ettiklerini tafsilâtile an'attı. Bundan sonra, son asır zarfındaki Türk tarihini karıştırarak Hiıristiyan milletlerin Türkiyeden nasil ayrılmış olduklarını jüri âzasına izah etti. Ne- ticede 1908 senesine gelerek meşruti- yetin ilânını tamamile uydurma bir şe- kilde şöylece tasvir etmeğe kalkıştı; (Arkası var) Bir Doktorun Günlük PAZAR Notlarından — () €) Meskenlerimizi Iİsılma meselesi 2 Meskenlerimizi mtma meselesinde bir takım hıfzıssıhha kaldeleri vardır. Otur- duğumuz odaların derecel harareti evin veyabut 0 müessesenin ber tarafında müsavi olmalıdır. Fakat bu şartı temin etmek çok güç olmaktadır. Ekseriya 0- daların tavanlarıma yakın olan hava ta- bakalarındaki hâraretle zemin arasında mühlm derece farkları tesbit edilmekte- dir. Meskenleri 1sıtma moselesinde yakılan maddenin havaya neşrettiği gazlar, dü- man, kül ve kokular dölayisile tenaffüs etliğliniz bâvayı ifsat etmesi meselesi de asit karbonik, duman ve su buharı inti- şar eder xi bunların her biri derece dö- rece İnsanın smıhhat ve hayatı üzerine gebir gibi tesir iera ederler ve pek çok defa ölüme kadar müncer olan kazalara sebebiyet verirler. Nöbetci Eczaneler Bu gece nöbetçi olan ecraneler şut- lardır: İstanbul cihetindekller: Aksarayda: (Ziya Nuri), Alemdarda: Üfşref Neş'et). Beyantta: (Haydar). Ba- matyada: (Tüdvan). Eminönünde: (A - minasyan). Eyüpte (Arif Beşir). Pener « de: (VitalD. Şehremininde: <(Nazım), Şehzadebaşında: (İ. Hakla). Karagür- Fükte: (Kemal) Küçütpazarda: (Hulü- si). Bakırköyünde: (İstepan). Beyoğlu cihetindekller; İstiklâl caddesinde; (Kazzuk). Dal » Tede: EGüneş), Tupçularda: — (Sporidis, Taksimde: (Nizamettin), Wdı. (Nihad), Şişilde: (Hal). fat). Büyükadada: (Şinasl Rıza), Hey - belide: (Tanaş). BON: POSTA' - * Son Postanın tefrikası: 72 Japon polis hafiyesi — Japonyayı bilir misiniz? Orada bulundunuz mu?.. diye sordu. — Hayır, cevabını verdim, Japonya- ya ayak basmadım. «Helena» ganbotum- da vazife almak üzere Çine gönderil- dim. Yalnız «Şanghay> da ancak dört hafta kadar kalabildim. Gözlerimden rahatsız olduğumdan mezunen mem- Jeketime dönüyorum. — Pekâlâ, dedi, size «Yokohama» yı gezdiririm... Herif beni memnun etmek için mem- leketi bana göstermek isliyordu. Şüp- hesini uyandırmamak bu teklifi kabul etmek daha muvafık olacaktı. Binaenaleyh Japon zabıtasina ald bir motörle karaya çıktık ve bir Japon po- lis hafiyesi delâletile «Yokohama» nn görülmeğe değer yerlerini gördüm. An- cak yolda yürürken İngilizlerin bütün K şark liman ve şehirlerinde s0- kaklara yapıştırtmış oldukları ilânlar- dan üç tanesini gördüm. Bu £ rda ismim ve resmim vardı. Bunlardan bi- tisinin önünden geçerken zoraki arka- daşım: — Tamam 25.000 peni, dedi! Büyük bir servet doğrusu... Ve içini çekti. Acaba herif bu (25,000) penilik ser- vetin yanıbaşında durduğunu bilmiş ol- Jsaydı ne yapardı?... Japon polis hafiyesi devam etti: — Vâdedilen para az bir şey değil... Binaenaleyh aramalıyım, bulmalıyım ve bu (25.000) peni'yi cebe atmalıyım! Herkes gibi ben de zengin olmak iste- rim tabil... Kendisine hak verdim ve: — Doğru, dedim, birlikte arıyalım. Ele geçirecek olursak para mükâfatını Laramızda taksim ederiz. Ve bu lâtifeme evvelâ kendim güldüm. Nihayet vapura avdet arzusunu iz- har ettim. Nazik polis hafiyesi bana va- pura kadar refakat etmek hususunda ısrar etti ve gene bir polis motörbotile beni «Mongolia» ya kadar getirdi. Kendisi bana veda edip ayrılırken: — Üzerinizde kartınız var mı? diye sordum. Şayed yolum düşer de bura- ya gelirsem sizinle yeniden bBuluşmak isterim. Çünkü nazikâne yardımınız sa- yesinde pek çok şeyler gördüm. Gele- mezsem bile ara sıra size mektub yaza- YTım... «Kopenbag» da bulunduğum sırada bizim Japon polis hafiyesini hatırla- dim ve kendişine mektub yazmak hu- susundaki vâdimi tutarak kendisine ingilizce bu mektubu yazdım: «Siz müddeti hayatımda karşılaştı- Çeviren: — Herifler beni bir Alman deniz za- biti zannetmişler, Tamam dört saat â- deta istievab edercesine sıkıştırdılar, Benim nerem Almana bın.ııyurhihnıın ki?.. Sizin taliiniz varmış, Şayed gemi- de ben bulunmuş olmayıp da sizi yıh lamış olsalardı ellerinden yakanızı kur- taramazdınız, Boynumu büküp bu haklı hükkmü tas- dik ettim: — Hakkınız var miralayım.. hakika- ten taliim varmış!... — Her ne ise... Bu macera da böyle- ce bitmiş oldu. Japonlar tuhaf adamlar. İnsana zorla milliyet değiştirtmek isti- yorlar... «Honolulu» ya muvasalatımızın ari- fesinde harbden evvel süvarisi bulun- duğum Kraetke vapurunun kaptanına bir telsiz telgrafname göndermiştim. Kaptan benim eski muavinimdi: #«Jullus yarın sabah Mongolia ile ge- liyor..» Zaten Singapurdan kaçtığım zaman eski muavinime mufassal bir mektub yazarak «Honoluha» ya gelmekliğim ih- timal dahilinde bulunduğunu bildirmiş olduğumdan kendisinin beni bekledi- ğinden şüphe yoktu. Süvarisi bulun- duğum «Kraetke» vapuru harb ilân e- dildikten sonra Amiral «Spee» nin san- cak gemisi olan «Scharnhorst» zırhlı Resimli fıkra Son Postanın kış mevsimi programını| eğlence lâzım, diye düşündük, bu dü- ünce Ile bir müsabaka tertib ettik, bu üsabakanın esası şudur: Müsabakanın esası Meşhur Bekri Mustafanın 40 tane fık-i İrasını seçtik. Her fıkra için bir resim aptırdık, Fıkralara 1 den 40 a kadar, fık- dercedeceğiz. Fakat bu resim o gün| çıkan fıkranın değil, ya daha evvel çık- yahut ta daha sonra çıkacak bir fık-| zanın resmi olacaktır. Müsabaka bitince okuyucularımızdan racağız: Denizlerin Makyaveli Kaptan Bum Bum yanındakinin aradığı Alman zabiti olduğunu farketmemişti. Böylece de 25 bin peniyi avucunun içinden kaçırmıştı sbit ederken sadece günün vak'ası, ma-|bu fıkralar ve resimleri de gazeteden lesi, hikâyesi, romanı kâfi değil, birazisip listeye bağlıyarak bize Wİ İsiniz. zel bir fıkra okumuş, hem güzel bir Ahmet Cemalettin Saraçoğlu kruvazörüne bir müddet depo gemiliği vazifesi görmüş ve vapur boşalınca a- miral kendisine «Honolulu» limanına gitmesini emretmişti. «Kraetker de bu —| - İsuretle bu Amerikan limanma gelerek orada mahsur kalmıştı. «Honolulu» da eski gemim gibi mah- — sur kalmış birçok Alman vapurları var- — dı. Limana girince ilk işim «Kraetker: ye kadar gitmek, o vapurda şahsıma a- id olan kıymettar eşyayı — sandıklara — yerleştirip gümrük zabitine teslim et- mek oldu. Heor nedense ben, bir gün Amerika- nin da Almanyanın düşmanları safına — geçeceğine İnanmıştım ve böyle bir hal — vukuunda kıymetli eşyamın elden git — mesine mani olmak istiyordum. Nitekim î bu tahminim doğru çıktı, Amerika hü- î kümeti de Alman düşmanı memleket- ler safında mevki aldı; Lükin ben harb- den sonra (1919) yılında bu oşyamı tes> — lim etmiş olduğum Amerikan gümrük- leri idaresinden tamamen aldım, bir iğ- ; nem bile zayi olmadı. ,3 Bu işi bitindikten sonra gidip Alman konsolosunu ziyaret ettim. Kendisi ba- na mahalli bir gazeteyi gösterdi. İ (Arkan var) müsabakamız numaralı fıkranın V. S.) diye Bu suretle siz okuyucularımız hem gü ğım polis hafiyelerinin en kurnazı |- mişsiniz. Kazanmasını o kadar dilediği- niz (25.000) peni avucunuzun içinde idi ama onu elden kaçırdınız.» Lauterbah Japon polis hafiyesi mektubumu al- dıktan sonra kim bilir ne buliranlar ge- çirmiş, ne kadar dövünmüştür, değil mi? «Honolulur ya kadar seyahatimiz hâ- disesiz geçti. «Nagazaki» limanında i- ken, Japon zabitinin: — Bay «Johnsons nerede?,., zerine benden evvel: — Buradayım diyen ve bu suretle be- ni büyük bir bâdireden kurtarmış olan mın]a, «Jobhnson» ile de ahbab olmuş- İtum. Kendisi «Havay» daki Amerikan kara kıt'nları erkânıharbiyesine men- sub imiş. Miralay beni İsveçli veyahud Alman neslinden gelme hakiki bir A- merikalı zannederek sahte üniformam- dan şüphelenmedi. Ancak ismimi öğ- renince: deme- Si Fıkra: 16 Belki keçi sanır — Demuk ki, dedi, Japonlarla aram- da çıkan müşkülâtın zuhuruna sebeb o- lan Johnsön sizsiniz öyle mi?... — Maatteessüf öyle miralayım... Miralay o vak'adan dolayı Japonlara karşı hissettiği hiddeti el'an yeneme- miş olmalı kt gözlerini açıp âdeta ba- || ğırırcasına devam etti: ı? Bekri güldüz belki keçi sanır da, salıverir! Bekri Mustafa, uzun bir sakal salıvermişti. Görenler şaştılar: — Ne o Bekri? Şimdi de sakal bıraktın ha! Sözün dinlensin, diy* —Hw!MmıHWMMımW” ü