17 Ekim 1937 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 10

Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.

Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

geee YÜÇ Ki “ik d ellaş ai İ A amdaa : Ce o r v KM N e n * LA SON: POSTA: " * B IS ka Talat Paşam son gunleri Yazan : Arif Cemil Katilin avukatı mahkemeye Talât paşanın imzasını taşıyan bazı telgraflar tevdi etti, bunlar da uydurma idi ve bunları Andonyan isimli bir Ermeni imal etmişti ile arkadaşları he- men mütarekeyi müteakib — İstan- buldan çıktıkları ve İstanbul di- vanıharbinin idam kararı ondan çök zaman sonra verilmiş olduğu halde Werthauer Talât paşayı âdi bir idam ka- çağı gibi göstermekten çekinmiyordu. Ekseriyetle bilgileri kıt esnaf takımın- dan mürekkeb olan jüri heyeti âzası- nın nazarında bu idam hikâyesi gittik- Ce büyüyordu. Çünkü ne mahkeme re- isi o yalanların söylenmesine mani olu- yor, ne de müddeiumumi itiraz ediyor- dü. Werthauer hezeyanlarına devamla dedi ki: — Muhakeme esnasında, Talât paşa- nın Almanyanın müttefiği olduğu ve Almanyaya müttefik olan bir adamın öldürüldüğü söylendi. Talât paşa ve komitesi hiçbir zaman Alman miilleti- nin müttefiği değildiler. Onlar eski Talöt paşa — < Türk idaresini yıktıktan sonra on sene kadar mevkilerini bir kan deryası i- çinde muhafazaya muvaffak olmuş in- sanlardır. Bu adamlar filvaki Almanya hükümetile bir ittifak akdettiler, fakat bu ittifak eski militarist Alman hükü- metinin eseriydi. Militarizm, hak ve a- dâlete zıd olan şey demektir. Militarist- lerin hududu, milliyeti yoktur. Onlar bütün dünyaya yayılmış müttehid bir kütle halinde yaşarlar. Bizde de böyle cebir ve şiddet ta- rafdarı olan adamlar vardı. Hattâ bun- -lardan bazılarını Türk ordusunu ıslah etmek için Türkiyeye göndermiştik, Bi- zim nemize lâzımdı. Bir milleti tehcir etmek emri, bir militaristin kafasından doğabilecek en korkunç bir emirdir. İs- tanbul hükümeti asıl jandarmaların cebhede harbettiklerini ve acemi jan- darmaların iş başına getirildiklerini bilmesi lâzımdı. Werthaüer bundan sonra Türkleri tahkir edici birçok sözler daha sarfetti. Ondan sonra Talât paşanın imzasını hâvi bir sürü telgraflar çıkardı. Sahte olduklarında hiç şübhe olmıyan bu tel- graflar güya Talât paşanın imzasile va lilere çekilmişti. Bizim Türk postaları- nın kullandıkları telgraf kâğıdları üze- Tine yazılı olan sahte telgraflarda Er- menilerin külliyen imhası ve kadınla- | Tın, çocukların bile esirgenmemesi em- rolunuyordu. Bu emirler o zaman da- hiliye nazırı olan Talât paşa tarafından valilere verilmiş olsaydı, onların açık lisanla yazılmayıp şifre ile bildirilmiş olacağına şübhe yoktu. Fakat bu sgiheti söyliyecek, hâkimlere ve jüri heyetine anlatacak hiçbir kimse yoktu. Bu tel-; grafların büyük bir kısmı Andonyan isminde bir Ermeni tarafından mahke- meye tevdi edildi. Muharrirlik yapan bu Andonyan'da şahidlik için bilmem. nereden Berline gelmişti. Bu sahte telgraflardan birinde şöyle | deniliyordu: «Kadınlar, çocuklar ve hastalar bile düşünülmeden, imha tedbiri ne kadar -feci olursa olsun, Ermenilerin mevcu- - diyetlerine nihayet verilecektir.» İ - Diğer bir telgrafta da deniliyordu ki: ; «Bazı Ermenilerin tehcirden kurtul- mak için İslâmiyeti kabul etmek iste- diklerini bildiriyorsunuz. Bu gibilere nefyedildikleri — yerlerde — isterlerse Müslüman — olabileceklerini — söyleyi- niz.» Hepsinde Talât imzası bulunan bu telgrafların sıhhati hakkında tahkikat yapılmasına bile lüzum görülmeden on- lar da şahidlerin ifadeleri gibi aynen | kabul ediliyor ve muhakeme dosyasi- na ekleniyordu. Çünkü Alman sosyal demokrat hükümetinin tazyiki altında çalışan Alman mahkemesinin verece- ği ve binlerce sene sonra dahi adilâ- ne (!) olduğunda asla şüphe edilmiye- cek kararın alınmasına bu uydurma | telgraflar da çok hizmet edecekti. , Görülüyor ki bütün muhakeme mü- rettep, uydurma ve gülünç bir komed- yadan başka birşey değildi. O zaman- ki Alman sosyal demokrat hükümeti Ermeni meselesinde ÂAlmanyayı temize — çıkaracağım diye Alman adliyesine || böyle bir komedya oynatacağı yerde katili hapishaneden muhakeme edil- meksizin kaçırtıverseydi daha âkilâne | bir harekette bulunmuş olurdu.. Katilin ikinci avukatı bu bir taraflı müuhakemeden istifade ederek sözleri- ne devamla Tayliryanı şöylece tarife başladı: — Maznun ailesinin vekili, annesinin vekili olarak da hareket etmiştir. Yani Tayliryan cebir ve şiddet prensiblerine karşı adalet fikrini, insaniyetsizliğe karşı insaniyet fikrini, mutlak bir hak- sızlığa karşı güneş gibi parlıyan bir hak ve adâleti temsil etmek üzere merdi- venlerden aşağıya koştu. O, zulüm timsali olan bir adama kar- şı mazlumlara vekâlet etti. Maznun bu hislerin teşirleri altında ruhan zayıf ve hasta düşen bir adam haline geldi. Onun bu ahval ve şerait karşısında ira- desine hâkim olup olmadığını artık siz- ler, jüri heyeti, tayin ve takdir ede- ceksiniz.» Avukat Werthauer'in bu hezeyanla- rile iş bitmiş olmuyordu. Sırada üçün- cü avukat Niemeyer de vardı. Bu'avu- kat da ayağa kalkarak söze başladı, sünnileri, şiileri, İranileri ve Hanefile- ri birbirine karıştırdı, Ermenilerin na- sıl dindar insanlar olduklarını, arala- rında aile hislerinin pek kuvvetli bir surette tecelli ettiğini ve bütün Erme- nilerin âdeta yekvücud bir aile teşkil ettiklerini tafsilâtile anlattı. Bundan sonra, soön asır zarfındaki Türk tarihini karıştırarak Hiıristiyan milletlerin Türkiyeden nasil ayrılmış olduklarını jüri âzasına izah etti. Ne- ticede 1908 senesine gelerek meşruti- yetin ilânını tamamile uydurma bir şe- kilde şöylece tasvir etmeğe kalkıştı: (Arkası var) î Bir Doktorun Günlük . PAZAR Notlarından — €| €) Meskenlerimizi İsılma meselesi 2 Meskenlerimizi ısıtma meselesinde bir takım hıfzıssıhha kaldeleri vardır. Otur- duğumuz odaların derecei harareti evin veyahut 0 müessesenin her tarafında müsavi olmalıdır. Fakat bu şartı temin etmek çok güç olmaktadır. Ekseriya 0- daların tavanlarına yakın olan hava ta- bakalarındaki hararetle zemin arasında mühim derece farkları tesbit edilmekte- dir. Meskenleri ısıtma meselesinde yakılan maddenin havaya neşrettiği gazlar, dü- man, kül ve kokular dolayısile teneffüs ettiğimiz havayı ifsat etmesi meselesi de son derece halizi ehemmiyettir. Yakılan maddelerden hamızı karbon, asit karbonik, duman ve sü buharı İnti- ıarederkıhanlannhe:hı:ldmüo- rece İnsanın sıhhat ve hayatı Üzerine zehir gibi tesir lcra ederler ve pek çok | defa ölüme kadar müncer olan kazalara sebebiyet verirler. (*) Bu notları kesip saklayınız, yabut Bıkıntı zamanınırda bu notlar bir doktor gibi imdadınıza yetişebilir. Nöbetci Eczaneler Bu gece nöbetçi olan eczaneler şutı- İstanbul cihetindekiler: “Aksarayda: (Ziya Nuri). Alemdarda: (Eşref Neş'et). Beyazıtta: (Haydar). Ba- matyada: (Rıdvan), Eminönünde: (A « minasyan). Eyüpte (Arif Beşir). Fener « de: (Vitali), Şehremininde: (Nazım), Şehzadebaşında: (İ. Hakkı). Karagüm- rükte: (Kemal) Küçükpazarda: (Hulü- si). Bakırköyünde; (İstepan). Beyoğlu cihetindekiler: İstiklâl caddesinde: (Kanzuk). Dal »« rede: (Güneş), Topçularda: — (Sporidiş), Taksimde: (Nizamettin). Tarlabaşında: (Nihad)., Şişlide: (Halk). Beşiktaşta: (Süleyman Recen). Boğaziçi, Kadıköy ve Adalardakiler: - Üsküdarda: (İskelebaşı). Barıyerde: (Osman). Kadıköyünde;: (Sıhhat), (Ri- | fat). Büyükadada: (Şinasi Rıza). Hey - belide: (Tanaş). Son Postımn tefrikuı: 72 Denizlerin Makyaveli Kaptan Bum Bum Çeviren: Ahmet Cemalettin Saraçoğlu Japon polis hafiyesi yanındakinin aradığı Alman olduğunu farketmemişti. Böylece de 25 bin peniyi — avucunun içinden kaçırmıştı — Japonyayı bilir misiniz? Orada bulundunuz mu?.. diye sordu. — Hayır, cevabını verdim, Japonya- ya ayak basmadım. «Helena» ganbotun- da vazife almak üzere Çine gönderil- dim. Yalnız «Şanghay» da ancak dört hafta kadar kalabildim, Gözlerimden rahatsız olduğumdan mezunen mem- leketime dönüyorum, — Pekâlâ, dedi, size «Yokohama» yı gezdiririm... Herif beni memnün etmek için mem- leketi bana göstermek istiyordu. Şüp- hesini uyandırmamak için bu teklifi kabul etmek daha muvafık olacaktı. Binaenaleyh Japon zabıtasına aid bir motörle karaya çıktık ve bir Japon po- lis hafiyesi delâletile «Yokohama» nın görülmeğe değer yerlerini gördüm. An- cak yolda yürürken İngilizlerin bütün Aksayişark liman ve şehirlerinde s0- kaklara yapıştırtmış oldukları ilânlar- dan üç tanesini gördüm. Bu ilânlarda ismim ve resmim vardı. Bunlardan bi- risinin önünden geçerken zoraki arka- daşim: — Tamam 25.000 peni, dedi! Büyük bir servet doğrusu... Ve içini çekti. Acaba herif bu (25,000) penilik ser- vetin yanıbaşında durduğunu bilmiş ol- saydı ne yapardı?... Japon polis hafiyesi devam etti: — Vüâdedilen para az bir şey değil... Binaenaleyh aramalıyım, bulmalıyım ve bu (25.000) peni'yi cebe atmalıyım! Herkes gibi ben de zengin olmak iste- rim fabil... Kendisine hak verdim ve: — Doğru, dedim, birlikte arıyalım. Ele geçirecek olursak para mükâfatını aramızda taksim ederiz. Ve bu lâtifeme |(evvelâ kendim güldüm. Nihayet vapura avdet arzusunu iz- har ettim, Nazik polis hafiyesi bana va- pura kadar refakat etmek hususunda ısrar etti ve gene bir polis motörbotile beni «Mongolia» ya kadar getirdi. Kendisi bana veda edip ayrılırken: — Üzetinizde kartınız var mı? diye sordum, Şayed yolum düşer de büura- ya gelirsem sizinle yeniden buluşmak isterim. Çünkü nazikâne yardımınız sâ- yesinde pek çok şeyler gördüm, Gele- mezsem bile ara sıra size mektub yaza- «Kopenhag» da bulunduğum sırada bizim Japon polis hafiyesini hatırla- dım ve kendisine mektub yazmak hu- suşundaki vâdimi tutarak kendisine ingilizce bu mektubu yazdım: «Siz müddeti hayatımda karşılaştı- ğim polis hafiyelerinin en kurnazı İ- | mişsiniz. Kazanmasını o kadar dilediği- niz (25,000) peni avucunuzun içhdo idi ama onu elden kaçırdınız.» İmza t Lauterbah Japon polis hafiyesi mektubumu al- dıktan sonra kim bilir ne buhranlar ge- çirmiş, ne kadar dövünmüştür, değil | müi? * «Honolulu» ya kadar seyahatimiz hâ- disesiz geçti. «Nagazaki» limanında i- ken, Japon zabitinin: — Bay eJohnson» nerede?,, si üzerine benden evvel: — Buradayım diyen ve bu suretle be- ni büyük bir bâdireden kurtarmış olan miralay «Johnson» ile de ahbab olmuş- tum, Kendisi «Havay» daki Amerikan kara kit'aları erkânıharbiyesine men- sub imiş, Miralay beni İsveçli veyahud Alman neslinden gelme hakiki bir A- merikalı zannederek sahte üniformam- deme- dan şuphelenmedı Ancak ismimi öğ-| renince: — Demek ki, dedi, Japonlarla aram- da çıkan müşkülâtın zuhuruna sebeb o- lan Johnson sizsiniz öyle mi?... — Maatteessüf öyle miralayım... Miralay o vak'adan dolayı Japonlara karşı hissettiği hiddeti el'an yeneme- İmiş olmalı ki gözlerini açıp âdeta ba- | ğırırcasina devam etti: — Herifler beni bir Alman deniz za- biti zannetmişler. Tamam dört saat â- deta isticevab edercesine - sıkıştırdılar, Benim nerem Almana benziyor bilmem ki?.. Sizin taliiniz varmış, Şayed gemi- |(de ben bulunmuş olmayıp da sizi yaka- lamış olsalardı ellerinden yakanızı kur- taramazdınız. Boynumu büküp bu haklı hükmü tas- dik ettim: — Hakkınız var miralayım.. hakıka- ten taliim varmış!... — Her ne ise... Bu macera da boyle- ce bitmiş oldu. Japonlar tuhaf adamlar. İnsana zorla milliyet degıştirl:mek isti- yorlar... «Honolülu» yâ müuvasalatımızın ari- fesinde harbden evvel süvarisi bulun- duğum Kraetke vapurunun kaptanına bir telsiz telgrafname göndermiştim. Kaptan benim eski muavinimdi: «Julius yarın sabah Mongolia ile ge- liyor..ıı Zaten Singapurdan kaçtığım zaman eski muavinime mufassal bir mektub yazarak «Honolulu» ya gelmekliğim ih- timal dahilinde bulunduğunu bildirmiş olduğumdan kendisinin beni bekledi- ğinden şüphe yoktu. Süvarisi bulun- duğum «Kraetke» vapuru harb ilân e- dildikten sonra Amiral «Spee» nin san- cak gemisi olan «Scharnhorst» zırhlı kruvazörüne bir müddet depo gem.ıligi vazifesi görmüş ve vapur boşalınca a- miral kendisine «Honolulu» limanına — gitmesini emretmişti. «Kraetker de bu — suretle bu Âmerikan limanına gelerek orada mahsur kalmıştı. «Honolulu» da eski gemim gibi mah- — w sur kalmış birçok Alman vapurları var- dı. Limana girince ilk işim «Kraetker- — ye kadar gitmek, o vapurda şahsıma a- — id olan kıymettar eşyayı ıandık]arı 4 yerleştirip gümrük zabitine teslim et- mek oldu. i Her nedense ben, bir gün Amerika- nın da ÂAlmanyanın düşmanları safına geçeceğine inanmıştım ve böyle bir hal — vukuunda kıymetli eşyamın elden git- — mesine mani olmak istiyordum. Nitekim — bu tahminim doğru çıktı, Amerika hü- kümeti de Alman düşmanı memleket- ı | ler safında mevki aldı: Lâkin ben hırb- den sonra (1919) yılında bu eşyamı tes- lim etmiş olduğum Amerikan gümrük- ; leri idaresinden tamamen aldım, bir iğ- — nem bile zayi olmadı. ' Bu işi bitirdikten sonra gidip Al.man konsolosunu ziyaret ettim. Kendisi ba- na mahalli bir gazeteyi gösterdi. (Arkası var) —i Resimli fıkra müsabakamız Son Postanın kış mevsimi programını tesbit ederken sadece günün vak'ası, ma- kalesi, hikâyesi, romanı kâfi değil, biraz rda eğlence lâzım, diye düşündük, bu dü- şünce ile bir müsabaka tertib ettik, bu müsabakanın esasi şudür: Müsabakanın esası Meşhur Bekri Mustafanın 40 tane fık- rasını seçtik. Her fıkra için bir Tesim yaptırdık. Fıkralara 1 den 40 a kadar, fık- raların resimlerine de gene (1) den (40) a kadar numara koyduk. Hergün bu fıkralardan ve resimlerden birer tanesi- İni dercedeceğiz. Fakat bu resim o gün çıkan fıkranın değil, ya daha evvel çık- |feniş, yahut ta daha sonra çıkacak bir fık- ranın resmi olacaktır. Müsabaka bitince okuy'neuhnmızdın İsoracağız: — Hangi resim, hangi fıkranındır? Siz de bize meselâ (40 numaralı resim, 1 numaralı fıkranın, 4 numaralı resim 17 İmi ? | Bekri güldü: a raııuuı belki keçi sanır da; ııılwuır! numaralı fıkranın V. S.) diye bildirecek.| bu fıkralar ve resimleri de gazeteden ke- sip listeye bağlıyarak bize göndq'ecek’ siniz. Bu suretle siz okuyucularımız hem gü- zel bir fıkra okumuş, hem güzel bir Te- sim görmüş, hem de bir müsa verdiği heyecanın zevkini tatmış olacak-| Mükâfatlar Bü müsabakada kazananlar arasındal — 75 okuyucumuza para mükâfatı verece| — ğiz. Mükâfatların listesi şudur: 1 kişiye - 100 lira n & B0 » T : TEDALdar 25 » | : M , 10 » | 8 » 6 er lira Ö- KB 2 şer buçuk lira| — Mükâfat kazanan okuyucuları moteri — tayin edecektir. Müsabakamıza 15 evvel başladık. On altıncı Tezim numaralı fıkranın, 14 numaralı resim 88| fıkrayı aşağıda bulacaksınız. —- | — Fıkra : 16 Belki keçi sanır Bekri Mustafa, uzun bir sakal salıvermişti. Görenler şaştılar: — Ne o Bekri? Şimdi de sakal bıraktın ha! Sözün dinlensin, diy* m : 16 f. Pi (ü ı. — Hayır! Kad'müı gözü karanlıkta pek görmez. Karıııııu Wı | iyt ı AY 9 dzliei « Si İdi; AAT vi Rar L ai Banide zi ; ğ

Bu sayıdan diğer sayfalar: