12 Eylül 1937 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 9

Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.

Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

B* Son Postanın tefrikası: 87 »SON POSTA . Kaptan Denıılerın Makyaveli Çeviren: Ahmet Cemalettin Saraçoğlu Kürek çekmek suretile 70 millik mesafeyi 12 saatte katederek Felemenk sularına girdik — Şayed o çıplak kumsal üzerinde bir- çok Avrupalının bulunduğu vapuriar- dan görülmüş olsaydı işimiz tamamdı. Görülüyor ya!,. Talihimizden şikâye- te hakkımız yoktu ve her şey yolunda gidiyordu. İngiliz vapurları uzaklaştıktan son- ra biraz daha ihtiyatla sakız ağacı or- manından çıkarak kayıklara atladık ve seyahatimizin «Karimon» adasına ka- dar olan en uzun merhalesine başla- dık. Deniz oldukça çırpıntılı idi ve kuv. vetli bir akıntı vardı. Bu çırpıntılı de- niz bilhassa kürekli merakib için biraz sertti. Herkesin nöbetleşe küreğe geç- mesi icab etti ve bir hayli ter döktük. Ben kendi hesabıma çok yoruldum. Dü Şünün bir kere! Zahmetli işleri Çinli tayfaya terketmek itiyadında olan be- him gibi iri yarı bir şişko için saatler- cte kürek sallamanın fecaatini hiç göz önüne getirdiniz mi? Lâkin iş başa gel- di mi dişlerini sıkıp tahammül etmeden başka elden ne gelir ki?... Maahazâ avuçlarımıza su dolmasına Ve sırtlarımızın yüz değnek yemiş gibi ağrımasına rağmen katetmek mecbu- riyetinde bulunduğumuz (70) millik Mesafeyi tamam on iki saatte aştık ve Sularına dahil olabildik. «Karimon» adası sahiline, bir Malez- Yalı balıkcı köyünün yakınındaki mini Mini koya girmek suretile vasıl olmuş- tuk. Bu balıkcı köyünün bütün evleri ka- Ziklar üzerine inşa edilmiş salaşlardı. Köyün bir tarafı Malaka boğazına, ar- ka tarafı vahşi hayvanlar ve yılanlarla Meskün yüksek ağaçlı vasi ormanlara bakıyordu. Bizi buralara kadar getirmiş olan iki kayığın efradı insan kanı içen vahşiler- dendi ve kürekleri bırakıp kayıkları sa- hile henüz bağlamıştık ki bunlar Kriss| ismi verilen eğri Hindli kamalarını el- lerine almışlar ve korkunç bir tavırla BSön seyahatlerinde bu köyde tesadüf etmiş oldukları İngilizleri öldürmek Suretile bize karşı hissetmekte olduk- ları dostluğu isbat edeceklerini söyle- Mişlerdi. Ben kendilerine adam öldür. I_nekten zevk alan kimselerden olmadı- Biımızı söyledim ve kendilerini fikirlerinden güç belâ caydırabildim. Şimdilik bizim istediğimiz tek bir şey Varsa o da tıka basa karınlarımızı do- Yurmaktı. Senelerdenberi aramızdan hiç biri- hin alışık olmadığı çetin bir yorgunlu- ğu gidermek için denize girdik ve kum- sala uzandık. Bu müddet zarfında ka- Yıkcılarımız bize yiyecek tedarikine gitmişlerdi. Nihayet bunlar biraz pirinç ve birkaç Piliçle avdet ettiler, Biz de karınlarımı- Zi doyurduktan sonra etrafa gözcü bir nöbetci koyduk ve yorgunluktan bitab bir halde uykuya daldık. (Karimon) adasınin başlıca şehri a- danın tamam öte tarafında idi ve Öğ- tendiğimize göre adanın Felemenk mu- tasarrıfı da bu şehirde oturuyormuş. Ertesi sabah saat beşte harekete hazir- landık. Kayıklarımızdan en büyüğü batmak üzere bulunuyordu., Çünkü sa- hile yanaştığımız sırada bir kayaya Çarpmış, karinesi delinmişti. Binacn- aleyh ondan istifade etmekliğimiz Mmümkün olamıyacaktı. Bereket versin ki (Karimon) adası küçük bir adadır, Bu itibarla yoldaşlardan bir kısmı ya- Ya, bir kısmı da kürekle adayı devret. Mek suretile kasabaya gitmemizi karar laştırdık. Ben tabii kıdemli bir denizci Sıifatile denizden gidecekler arasında bulunuyordum. — Çünkü ormanlıktan Beçmek hiç işime gelmezdi. Meğer be- him böyle bir iki saat değil günlerce, ttâ haftalarca en vahşi, en ıssız ve €n korkunç ormanlarda gezip dolaşmam ıılmmm yazısı imiş!.. Ne ise, biz şimdi- lik (Karimoön) adasına dönelim: Bazımız karadan, bazımız denizden harekçt ederek saat sekizde adanın i- B maleari nlan © Vi larile B Si V vam etti: ,hemen ilâve ederim ki, sizi burada yir- (Karimon) adası açıklarında Felemenk | katil| kasabasına varmış. bulunuyorduk. Ka-[ sabada bir heyet tarafından karşılan- dık. Bu heyete (Van der Weide) ısmın—ı de bir Holandalı polis şefi riyaset edı-] yordu, Meğer Holandalı mutasarrıf teftiş vazifesile başka bir adaya geç- miş ve polis şefi kendisine vekâlet edi- yormuş. Bu meselede de talihin bize yar olduğunu sonradan anladım. Çün- kü Holandalı mutasarrif çok Alman düşmanı bir herifmiş. Polis şefine gelince eşi bir Alman kadını olan bu zat bize hüsnü muamele etti ve telsiz vasıtasile yapılan ihbarat- taki eşkâlden beni derhal tanımış oldu- gunu söyliyerek: — Ha! Ha!... dedi, sizi hemen tanı- dım. Siz (Emden) kruvazörünün seyir zabitisiniz. Singapurdaki isyanın mü- rettibi siz imişsiniz. Biz bunu haber al. dık... Dinlemeyi ve daha söyliyeceği ne varsa hepsini öğrenmeği daha faydalı bulduğumdan ağzımı açıp bir kelime bile söylemedim. Holandalı polis şefi ırkına mahsus şive ile sözüne şöyle,de- — Sizi hükümetim namına selâmla- rım, ÂAncak şurasını da kemali esefle mi dört saatten fazla alıkoyamayız. Bi- naenaleyh sizin için yolunuza devam etmek ve bir Çin tekgesi kiralayıp «Somatra» ya kadar gitmek daha mü- nasib olur. Bilmem siz ne fikirdesi- niz?.. Ben Holandalı polis şefini sonuna ka- dar dinledikten sonra kısaca: — Muvafık, cevabını verdim. Lima- nâ kadar gideyim ki kendime ve kese- me münasib küçük bir tekne kiralıya- | yım... Ve ben uzaklaşmak için dönün- ce: — Bir dakika müsaade eder misiniz? dedi ve yanıma sokularak alçak sesle devam etti: — Kasabada iki İngiliz vat ve bun- lar sizin buraya gelmiş olduğunuzu öğ- rendiler. Limanda bir vapur var ki bu- gün öğleden sonra (Singapur) a hare- ket edecek. İngilizler bu vapurun kap- Birisi dünyaya geldiğine pişman oldu- ğunu soyluyordu Öteki bunu tasdik et- ti: — Zengin olmıyan adam, «ben de ya- tanı ile sizin buraya gelmiş olduğunuz şadım» diyemez. Onun söyliyeceği doğru havadisini oraya gönderebilirler. Bina- söz: «Zenginlere uşaklık ettim.» demek- enaleyh ne kadar çabuk yola çıkarsa- nız hakkınızda o kadar hayırlı olur. Sonra bana öyle bir havadis verdi ki bu havadisten kulaklarım çın çın öttü, başım döndü ve olduğum yerde sarsıl- dım: (Arkası var) ee SURUB GRİPİN Bütün ağrı, sızı ve sancıları keser Baş ağrısına, nezle grip ve romatizmaya karşı İcabında günde 3 kaşe alınabilir. Baş ve diş ağrısı en müthişidir ERTEVY U mın(î ıstırabların En şiddetli diş ağrılarını dindirir Bilhassa müessirdir. Ür. Babadan ve dededen zengin olan baş- ka biri söze karıştı: — İş, becerenin; kılıç, kuşananındır. | |Herkes için zengin olmak imkânı var- dir. — Babandan ve dedenden kalmasaydı seni de görürdük! — Dedem babasından meteliksiz doğ- muş. Ömrünün yarısını yarı aç geçirmiş. Sonra zekâsı sayesinde o kadar kazanmış ki oğluna yetip arttığı gibi bana da ye- tip artacak! — Canım, şuna zekâsi sayesinde deme- yin de, talihi iyi gitmiş, deyin! Talih ol- madıktan sonra akıl neye yarar? Başka- larının tutup da kazandıkları işler bile ben el attığım zaman kısırlaşıyor. — Başkaları özünü çıkardıktan sonra el atıyorsun, cancağızım. Erken davran- madınsa suç kimin? Uğursuzluğa en çok inanan bir arka- daşımız vardı ki o zamana kadar somur- tup duruyordu. Çıkışır gibi söze karıştı: — Anlat bakalım, şu deden zekâsı sa- yesinde nasıl zengin olmuş? * O da böyle yıllarca talihi beklemiş. Fa- kat bakmış ki geldiği yok, artık ümidini kesmiş ve ölmeğe karar vermiş. Bu sıra- da bir arkadaşı: — Öleceksen vatan uğrunda öl! Demiş ve bunun üzerine Abdülhamide karşı çalışan (Genç Türkler) arasına ka- tılmış. Fakat uğursuzluk orada da hemen ken- dini göstermiş ve bir gece yakalanarak birkaç ay hapis yattıktan sonra Yemene Oradan kaçmış ve Hindistana giden bir gemiye sığınmış. Onu şarkın bu es- rarh ülkesinin bir kıyısına bırakıvermiş- ler. Gemi kaptanına: — Beni tayfa olarak al! Demişse de razı edememiş. Karşılığın- da bir nasihat almış: — İçerilere sokulur da kıyı şehirlerine Hindistan cevizi gönderirsen zengin 0- lursun., Burada bütün ormanlar Hindis- fan cevizi doludur ve hepsi de sahibsiz- dir. Dilediğin kadar toplıyabilirsin. Dedem Hindistanın içerilerine dalmış, Yorgun bir halde bir köye geldiği zaman oranın en zengin adamı onu evine misa- fir etmiş. Bu sırada babamın uzun kös- tekli ve anahtarlı gümüş saatini pek be- ğenmişler. Ev sahibi onü satmasını söy- lemiş ve bir avuç altın vermiş. Saat el- den ele geçiyor, kulaklara götürülüyor; herkesi hayrette bırakıyormuş. Dedem paraları alıp dönmüş ve yeni- den saatler alarak köylerde satmayı ta- sarlamış. Fakat kaptanın sözleri de bir türlü kulağından çıkmıyormuş. Şehirden elli kadar fakfon saat almış, bir kutuya koymuş. Anahtarlarını da ce- bine sokmuş. Bir tane de kendisi için al- dıktan sonra yola çıkmış. Köye yaklaştığı siırada örmanın derin- liklerinden korkunç sesler gelmeğe baş- lamış. Bu, o civarda ara sıra avlanan bir kaplanmış. Kuzu, koyun, keçi, çocuk, a- dam, ne bulursa alır gıdermış ve bırkaç ” İ cün görünmezmiğ.. Te P ııuı, ı | TALİH VE ZEKÂ... Yazan : Kadircan Kaflı Hindliler, her gün bir ellerinde hindistancevizi, bir “İlerinde saat olduğu halde dedeme geliyorlar... Dedem can korkusile tabanları kaldir« miş. Yoruldukça daha hafiflemek için a- yağındaki pabuçları, sırtındaki ceketi bi« rer birer fırlatmış. Fakat elindeki saat kutusunu bırakmıyormuş; çünkü bütün sermayesi, bütün hayat ümidleri ondan ibaretti. Onun gözünde ve o sırada, mal canın yongası değil, canın kendisiydi. Soluk soluğa köye varmış. Köyün zengini onu telâşla karşılamıı ve artık işlemiyen saatini göstermiş. An- lamış ki Hindli köy ağası anahtarı kay- Dedem geceyi merakla geçirmiş ve er- tesi gün çıkarılan adamlarla birlikte ormana gittiği zaman pabuçları bulduğu halde ceketi bulamamış. Şimdi anahtarsız saatleri ne yapabi- lir? Köy ağasının saatini kendi anahtarile kurmuş ve derd yanmış. Hindli zengin hemen cevabı yapıştır- mış: — Ne telâş ediyorsun? Onların da sa- atlerini her gün kurarsın! Mükemmel bir fikir... Fakat fikrin en mükemmelini o anda kendisi bulmuş: — Her gün bü angarya çekilir mi? Sa- atlerini kurmak için onlardan bir şey is- terim, Ne istemeliyim? Burada en bol ve bulunması en kolay şey Hindistan cevi- zidir. Saatleri satmış ve alanlara da: — Her gün ikişer Hindistan cevizi ge- tirin. Ben kuracağım. Demiş, Köyün çevresi bu yemişin ağaçlarile dolu... Cevizleri toplamak, bizim memle- ketimizde akan derelerden maşrapa ile su almaktan daha kolay. Çok zaman bu- nun için ağaçlara tırmanmak, ormanın derinliklerine gitmek de lâzım değil. Dal- dan dala sıçrıyan maymunlara doğru kü- çük bir taş fırlatınca tepeden yağmur gi- bi ceviz düşüyormuş. Hindliler her gün sağ ellerinde saatle- ri ve sol ellerinde de Hindistan cevizle- ri olduğu halde dedeme geliyor; dedem de anahtarile onların saatlerini kuru- yormuş. Bir kısmı dedemden hoşlandık- ları için iki tane değil, sekiz on tane de ceviz getiriyorlarmış. Böylelikle kısa bir zamanda dedemin kulübesinin yanında Hindistan cevizinden küçük bir dağ yük- selmiş. Bunu duyan iki İngiliz onunla ortak olmak istemişler. Dedem hemen kabul etmiş ve böylelikle bütün o0 civardaki köyleri elde etmişler. Birkaç sene sonra herkes ışılmış Herkes heves etmiş, işin de tadı ve ka- zancı kalmamış. Fakat üç ortak Hindistandan memle- ketlerine giderken beraberlerinde bin- lerce altın lira götürüyorlarmış. O adamın torunu bu hikâyeyi bitirdi- ği zaman talihe inananları yazık ki kan- dırmış değildi: — Politika, sürgünlük, kaçış, Hindis- tana giden gemi vesaire... Bunlar hep iyi tesadüflerdir. Talihi olmasaydı Diyorlardı. Yarınki nushamızda: Kıskançlık | Yazan: Muazzez Tahsin -

Bu sayıdan diğer sayfalar: