6 Sayfa -. Mal Yazan: Kırkından sonra nasil fulbol — -— oynadım? Henüz kırk yaşında değilim, bu söz gelişidir amma (© benim futbol oynamam da kır. © kından sonra saz çalmanın tam misalidir. Mektep sıralarındayken, yü- varlak meşin topun peşinden hayli koşanlardandım. Fakat as radan geçen yıllar, bana öğret- mişti ki, hayat, peşinden koşu- lacak meşin toptan daha cazip gayelerle doludur. Bunu öğrendikten sonra da, bir 7â- manlar içinden çıkmadığım Taksim stadyomunun, en devamsız müdavimleri arasına karışmıştım. Evvelki gün, Galatasaray mütekait - lerile, gazetecilerin maç yapacaklarını duyunca, stadyormun yolunu tutmaktan kendimi alamadım. Niyetim, bu spor ko- medisinin seyircileri arasına katılıp bol bol gülmekti. Fakat kısmetim, seyirciler arasına kâ- tılıp «futbol komedisi» oynıyanlara gül- mek değil, futbol komedisini oynıyanlar arasına karışıp seyircileri güldürmek - miş. Stadyoma girer girmez, meslekdaşlar beni, âdeta merasimle istikbal ettiler, Ve hiç beklemediğim bir sual yağmu- runa tutuldum: — Nerede kaldın? — Gelmiyeceksin diye ödümüz kopu- yordu! — Ne yapacağımızı şaşırmıştık! Ben, bu süallerin hikmetini bir türlü kavrıyamıyor, niyetlerini sezemediğim muhataplartımı şaşkın şışkın süzüyor - dum. Nerede kaldığımı niçin o kadar merak #diyorlardı? Ben gelmiyeceğim diye ne- den ödleri kopuyordu? Ne yapacakla - mnı şaşırışlarının sebebi neydi? Onlara verilmiş sözüm mü vardı? Stadyoma ben gitmesem neleri eksilirdi? Cevaplarını tek başıma bulup çıkaramıyacağın bu #ualleri, onlara da tevcih ettim. İçlerin- den birisi sordu: — Sen gelmeseydin, neyimizin eksile- ceğini bilmiyor musun? — Bilmiyorum. Neyiniz eksilirdi? — Takımımız! 7 — Hangi takımınız? — Oyun takımımız! — Ne oyunu? Gafletimin ve hayretimin devam et « mesi, muhatabımı sinirlendirmişti. Ev - velâ: — Çifte telli! dedi. Sonra verdiği iza- kv kafamı dolduran karanlığı aydın. tta: — Sen matbuat futbol takımında so) haf oynıyacaksın! Takımı gazetelerle ilân ettik, görmedin mi? — Görmedim! — Vakit yaklaştı. Gidip soyunman lâ- zam! — Beni mazur görün! Hem Abidin Da- Naci Sadullab dorma ile sonra nasıl futbol oynadım? Naci Sadullah «, verler, Srcümend Ektemler burada dururken, bü iş bana düşmez! — Ercümehd Ekreme göre İorma bulamadık. Abidin Da- ver de hakem duracak! — Ben hem uykusuz, hem yorgunum! — Zarar yok! * — Size zararı olmadığı ma 4üm. Fakat bana var. — Matbuatf» haysiyeti mev- zuu bahis... Ortaya on bir ki- şi çıkaramassak ayıp olur! Sen soyun çık, istersen biç kımıldan- ma! — Sahaya bir sandalye atmama da müsaade var mı? Muhatabım, bu şakamı ciddiye almıştı: — O kadarı fazla olur! Gülerek: — Hem güneş te fena. Bir de şemsiye lâzım! Dedim, ve ciddileşerek ricamı tekrar. ladım: — Beni mazur görün! — Asil sen bizi mazur gör. Çünkü ta- kım eksik olduğu için, eğer itirazda 15 - rar edersen, seni zorla soymuya mecbu- ruz. Bir başka bahane buldum: — Benim ne futbol çorabım, no fut « bol pabucum, ne futbol donum, ne de formam var! — İçeride hepsi hazırl İtirazın faydasızlığını anlayınca, 80 - yunma odasının yolunu tuttum. Ben malbuatın haysiyetini Kurtaracağım. Fa- kat benim haysiyetimi kim kurtaracak? | Soyunup, dökünüp profesyonel bir İn - giliz futbolcusu gibi meydana çık. Ve yanlışlıkla oyuncular arasına karışmış bir seyirci gibi salına salına dolaş. Soyunurken, Hiç yüzme bilmeden denize atlamıya hazırlanan bir fedai gibi bunları düşü - nüyordum. Sonra: — Adam sen de... dedim. Benim karşı- ma da benden bitkin bir mütekait çıka» cak değil mi? Sade danışıklı güreş, da - nışıklı boks olmaz ya? Sahaya çıkınca o mütekaitle nasıl olsa anlaşırız. Yanımda soyunanların en şayanı dik- kati Refik Osman... Ona eskiden spof meydanlerının şiiri derlerdi. Biçare şiir şimdi, manzum komedi haline gelmiş. Kendisini kapıp koyuvereli öyle semiz - emiş ki, giydiği futbol donunu usta bir terziye verseler, ondan bütün takım ef- Tadına birer uzun, ferah entarı biçebilir. Maamafih, İzzet Muhiddin Apak ta ondan aşağı kalmıyor. Bu iki oyuncuyu tersine çevirip kale- ye diksek, içeriye futbol topu değil, te- nis topu bile geçmez. Benim bütün ümi- dim de onlarda... Foto Namık, futbol donunun mendil cebine, sigara tabakasını yerleştirmiye çalışıyor. Mâni olmasalar, ihtimal saha- Bir “muhabere, Meselesi «Menemen» de oturan bir kadın, ve- ya genç kız okuyucum. Bayan «M5 diyor ki: — Tam bir yıl evvel bir genç erkek. le, mektuplaşmak şeklinde tanıştım. Derken bu genç ortadan kayboldu, fa. kat benim hayalim hep onunla meş- gul, bazan «mademki o beni aramı- yor, ben de onu unutayım» diyo. rum, fakat işte mümkün olmuyor. * Bu okuyucumun mektubu hiç vazih değil: Bahsettiği genci görmüş müdür, yoksa görmiyerek tanıyarak mı mu- babereye girişmiştir. Burası belli de- gil. Her iki takdirde de arada bir gö- nül masalı olduğuna ihtimal vermem. Mesele bir tecessüsten fbaret ölacak. Avrupada yekdiğerini tanımayanlar arasında kartpostal mübadelesi, bazan de mektup teatisi merakı vardır, bu merakın Türkiyeye gelerek Meneme “GÖNÜL İŞLERİ! ne kadar uzanmış bir nümunesi ola - cak, diye düşündüm. * a Arnavutköyünde Bayan «M.Asya: Mektubunuz bana bir erkek kale - minden çıkmış gibi geldi, zarfını bi zim gazetenin muharrirleri arssında bir yazı mütehassısı var, ona göster - dim, fikrime iştirak otti, Bununlabe- raber aldanmış olabiliriz, dedim, fik- rim şu: Kendisini aramayınız, merak edip etmiyeceği size bir ipucu verebildi. Çıkıp görünmediği takdirde mesele yoktur, Aksi halde düşünürsünüz, dü- günürüz. * Adanada bay Fuada: Gayet kolay, bir gün, mügalt bir muhitte: — Merak ediyorum, acaba bu daki- kada ayni şeyi düşünüyor muyuz? Su- ali ile bahsi açıverirsiniz. TEYZE muz amma kulakları çınlasın SON POSTA Futbolcularımız Ya futbolcu, yahut ta futbol me » raklısı idi, Çünkü sözü eviriyor, çeviri» yor, futbola getiriyordu: — Fütbol mükemmel spordur vess&- lâm, — Bizde ne futbolcular yetişmiştir. — Futbol, sporda en ehemmiyet ve- rilecek şubedir. — Ha bakın bizim bugünkü futbol « cular da yabana atılır cinsten değildir. ler ha. İçlerinde öyleleri vardır ki, to- pa ayağını dokundu mu, top sanki ma - kineli imiş gibi karşı tarafın kalesine €n kısa yoldan giriyor. İsterseniz bir takım çıkaralım, Bütün dünya futbol - cularını yensin, dünya şampiyonu ol - Kendimi tutamadım: — Bayım, dedim, güzel s bolcularımız, zaman zaman bir çok ec- nebi memleketleri dolaşırlar, her git - tikleri yerde de mağlüp olurlar. Yüzüme baktı, bu bakışta: — Sanki sen de elinin hamurile er - kek işine karışmaya mı kalktın? Demek isteyen bir bal vardı. — Yanlış düşünüyorsunuz, dedi. Bi- zim futbolcular ayni zamanda centil - men insanlardır. Gittikleri yerin mi: firi sayılırlar, ev sahibini küçük düşür. mek istemezler. İşte bunun için mağ - Jüp oluyorlar. Fakat asıl sebep buda değildir. Gene centümen esasına istinat eder amma şekli başkadır. — Aman şunu da söyleyin de öğre- neyim. — Söyliyeyim; futbolcuların her se- yahate çıkışında siz onların mağlüp 0- lacağını iddia edersiniz. — Onlar da mağlüp olmuyor değil- ler ya! — Galip gelirlerse, mağlüp olacak - larını iddia eden sizler mahçup düşe - ceksiniz. Tek sizi mahçup düşürmemek için mağlüp oluyorlar. Bunu şimdiye kadar düşünmemiş olmanıza Di daki kaleye kahvesini, nargilesini — bile getirtecek! Nihayet sahaya çıktık. Bir de ne göre- yim? Karşımıza Galatasaray mütekaif- leri diye çıkan ekip, çok değil, üç dört se- ne evvelki milli takım değil mi? Benim karşımda da mütekait bir ihti- yar yerine, ateşi üstünde bir genç, hani şu meşhur acar forvet Ercümend var! Ona mektepteki arkadaşlığımızı mi ha- tırlatmadım? Tatlı hatıralarımızdan mi lâf açmadım? Ziyafetler mi adamadım? Fakat mübareği bir türlü, danışıklı oynamıya kandıramadım: Üstelik, itiraf ettiğim acizden cesaret alarak, topu kaptıkça üstüme üstüme gelmiye başlamaz mı? Daha fenası, önun bu tahrikleri, benim de ilk gençlik damarlarımı kabarttı, Evvelâ uzun zaman içine girmediğim için yadırgadığım spor kıyafetinin hica- bından kurtuldum. Sonra iğreti kundu Inlarımın kocamanlığına, bolluğuna ve ağırlığına alıştım. Sahayla, topla aramız. daki eski âşinalık yavaş yavaş dirildi. Fakat bu gayretle hayli koştuğum hal- de, mübarek topa bir defa vurmak, da- ba doğrusu hiç olmazsa, başıma getirdik- lerinin intikamını almak için bir defa tekme atmak kısmet olmadı! Hem ben farkına varmâdan, geyret » keşliği, yorgun bünyemin tahammül! hu- dutlarından da taşırmışım. Bir an gel - di ki, ağzım, ölü kafası gibi kupkuru ke- sildi. Ve kulaklarım, Bahrimuhiti ku - laklıksız aşmış pilot kulağı gibi oğulda- mıya başladı. Seyirciler önünde, oyunu yarıda bırakıp kenara çıkmayi bit izzeti nefis meselesi sayışım, bana neredeyse hayli pahalıya patlıyacaktı. 20 asır ka - dar uzıyan yirmi dakika tamamlandığı zaman, tribünlerin gölgesi bana bir se- rap gibi gözüktü. Saha bir deniz. Ben takati kesilmiş bir kazazede. Ve o gö » zümde tüten gölgelik te sahili selâmet! Haddin, takatin varsa, o sahili selâ - mete eriş! Eğer matbuat erkfnı oraya kadar va- rıp ta, Ercümend Ekrem Talunun ikram ettiği sandalyeye nasl yığıldığımı bilse- İerdi, akibetini kestirirler, ve çelengimt hazırlatırlardı. Oraya yığıldığım zaman, futbolcuları sahada tokat tokata getiren sebepleri bir. bir kavradım. (Devamı 8 inci sayfada) Bedhine göre KOPRÜ Yazan : Salâhattin Enis Köprü, bugün artık şark ile garbi bir- leştirmiyor, sadece o garbın iki sahilini |dur. Deli değildir, fakat zincirle bağlan birbirine vaslediyor. Buna rağmen İs mıştır. Borsa değildir, fakat sabahlari tanbulun farık vasıfları gene bir tarat-| açılır ve kapanır. Dünyanın belki 8 - Nikbine göre KÖPRÜ Yazan : İsmet Hulâsi | |; İbtiyar değildir, fakat sırtı kamburd tan, Kızkulesi, Boğaziçi, Süleymaniye | üstünden iyi değildir amma onun kış camii, Topkapı sarayı, Galata yangın ku-|altı üstünden iyidir. Kışın altından gi lesi ve nihayet İrenklerin Altın boynuz | denler ıslanmazlar, yazın altından gidi dedikleri Haliç, öbür taraftan da İstan-İler pişmezler. bulla Karaköyü birbirine ekliyen ve son| Köprünün bir huyu vardır. Yelkenliş$ günlerde her renk boyadan sonra filiziye| lerden daima hürmet bekler ve hangi boyanan meşhuru âlem Karaköy köprü-| yelkenli onun altından geçmek istese s€$ südür. Son günlerde onun kurşuni ren-İlâm vermek için yelkenini indirir. gini filizi renge çevirmekle neyi kasdet- * ! #iler, ona bir güzellik mi izafe ettik-| Bir tarafından bakarsanız Marmaraym lerini zannettiler, bilmiyorum. Yalnız | Boğazı görürsünüz. Öbür tarafından ba mağmum haline çok yakışan kurşuni| karsanız gözlerinizin önünde Haliç kıvd rengi filiziye çevirmekle onu gülünç et-İrila kıvrıla uzar. i tikleri muhakkaktır, Her iki yanında vapurlar vardır, Karaköy köprüsü, İstanbulun sadece| yanında iken büyük görünürler, önün bir ziyneti değil, İstanbul denilen müua7-| yarına geçtikleri zaman bihikmeti tel ' zam bir tarihin sayılı güzergâhıdır. küçülüverirler, Babil kulesine benziyen İstanbulu an- * a lamak için köprünün küpeştesine daya.| 1937 senesi ağustos ayının ikinci gün! narak gelip geçenleri seyretmek kâfidir. | saat 19 da köprüyü geçiyorum. Oradan her milletten insan geçer: Türk, | beraber köprüyü geçen başka insanlar, Rum, Ermeni, Arab, Yahudi, Alman, | otomobiller ve tramvaylar var. Yali Fransız, Rus, İngiliz, İtalyan, hattâ Çinli | hamallar yok. Çünkü köprü başında di ve Japon... Eğer biraz beklemeye ta-|ran belediye zabıtası onların yalarım hammülünüz varsa bu millet ve ırklara | kesiyor. daha birçok millet ve ırkları da ilâve et-| Ada vapuru yanaşmış boşanıyor. mek kabildir. yeşilli, morlu, pembeli kadınlar Uzakşarkta birbirini boğan Çin ve Ja-| köprünün üzerinde ne güzel görünüyor” pon, şu dakikada köprüdeh yanyana sas|lar, Bu renk karışıklığını öyle içten geler kin ve sessiz geçiyorlarsa mütehayyir| bir zevkle seyrediyorum ki.. Bıraksalafi olmayınız, ayni süteile Avrupada birbi-| köprünün tam ortalık yerine bir sandal rine yumruk sâllayan Almanla Rusun|ya koyacağım, hattâ bir de masa kura“ da, ayni köprünün kaldırımlarında yan-|cağım ve gelen geçeni seyredip bir ak“ yana, hattâ fki dost ve ühbab gibi geç-| şam keyfi yapacağım. j mesi sizi hayrette bırakmamalıdır. Çün- * kü Babil kulesi nasıl lâdini ve lâmili) Şu İstanbulda oturup ta bir hafta içir ise, İstanbul köprüsü üstünde de öylece) de asgari bir defa olsun köprüden geç" din ve millet farkı yoktur. miyen ferdi vahid yaşadığına ihti Dilimizde «dışı sizi, içi beni yakar!» di- | mal veremiyorum, Amina bu iyi bir şeyi ye bir tâbir vardır. Köprü, bu tâbire ta-| Borclunuz mu var, köprüde muha! msmile uygundur; üstü bir sürü kavim | görürsünüz. Sevgilinizi mi kaybettinize ve ırkın haşrüneşr âlemi olduğu. kadaş| köprüde dolaşın karşınıza çıkar, Birkağ dubaların üstü dönilen alt ölem de bir! kuruş borç istiyecek bir dosta mı rastla* sürü sefaletlerin ve faciaların meşheridir, |mak İstiyorsunuz, on dakika köprü bas İhtiyar köprü, sırtını Âlemin meddücez-| şında durum rastlarsınız. rine açtığı kadar koynunu da yetim ve İstanbulun en rahat, en serin, tahtakü” &vâre çocukların sefaletlerine küşade | rüsuz, piresiz otelini mi arıyorsunuz” kılmıştır. Evsiz, barksız, yersiz ve yurd-| Buyrun köprüaltma! Hem bu otelin b suz sürü sürü insanlar, onun ihtiyar ve | kadar iyi tarafları olmasına rağmen ne © paslı dubalarında kendilerine metruk bir| tel parası isterler, ne de garson bahşisi iltica köşesi bulurlar, orada uyku kesti- * rirler, açlığın steşi içinde yanan sıska) Köprünün Karıköy tarafına geldi” karınlarını onun paslı ve serin saçları ğş- | ve parmaklığa dayanıp denize baktın öne dayayarak iztırablarını dindirmeğe | Denizi seyrettim. Siz de şimdi köprürü” uğraşırlar, resmini seyretmek “isterseniz bana bakı Vücudunuz samyalı karyolada ve ba-| filizi parmaklık bütün şeklile ceketi şımız kuştüyü yastıkta; sıcağın verdiği | resmedildi. ; ıztırab içinde siz, uykusuz sağa sola dö- İsmet Hulüsi nerken köprü altının âvâre ve talihsiz me O İd sakini aç ve yorgun mışıl mışıl uyur. Ya- Yerli Mallar Sergisinde takdir zın sizi bekliyen hayatın binbir türlü ih- edilen paviyonlar tiyacı; fakat onu bekliyen yalnız ve sâ- dece bir lokma ekmektir. Yerli mallar sergisi açılalı sekiz gü9 olmuş ve dün akşama kadar ser$i Gece yarısından sonra dubanın üstüne | 190.000 kişi tarafından gezilmiştir. gelen son adama dikkat ettim. Üstü başı & Sergi komiserliği, paviyonlarda pejmürde idi. Tıraşı adamakıllı uzamıştı. | kikler yapmış ve neticede bir kaç PA” Etvarında bir devlet düşkünü hali var-|viyonun dekorasyon san'ati noktasi dı. Geldi. Etrafını nâzarlerile yokladı ve|den iyi bir zevk ile tertip edildiğini sonra ceketini çıkardı. Dürüp devşirerek | bit etmiştir. Sergi komiserliği bu TÜ bir yastık haline getirdi. Kollarını bu |esseselerin umumi müdürlüklerine yastığa vo başını kolları arasına koya-| birer mektup göndermiş ve halka Tak oracığa, dubanın üstüne uzandı. Bırakınız uyusun!... öl gicilik terküyesi vermek hususun büyük kizmetlerinden dolayı teşek” Salâhattin Eniş etmiş, takdirlerini bildirmiştir.