v buyın Sun'i Tohum İstasyonları Bir koçun hali tabitde aşı ılayabildiği koyun nihayet 30-401 geçmez. Fakat sun'i surette alınan tohumu bölünerek 300 - 400 koyun aşılanabilmektedir İşinin icabı Bursadan Balıkesire doğ- Tu yaptığı bir gezide, pek çok köyleri do- laşan Kayserili bir dostum, bana dönü- şünde buraları hakkındaki — intibalarını atlatırken, bilhassa yer yer rastladığı (Sun'i tohumlama istasyonları) ndan o kadar alâkayla bahsetti ki, bu yazımda onlara biraz temas etmekten kendımi z gibi, bu mıntaka Türkiyede oyunlarının — yetiştirilmesine ayrılan sahadır. Bu srrada Bursadaki Yüniplik fabrikasının inşaatı durmaksızır. ilerlerken, ona ilkel maddeyi hazıl yetiştiriciler arasında da hummalı faaliyet başlamış bulunmaktadır. Geçen yıl 18 bin Merinos kuzusu yetiştirenler, programaları mucibince bu yıl 100 bin ku- zu yetiştirmek zorunda olduklarından, hükümetin bu işe memur teşkilâtı, ona göre bir kadro ile kürulmuştur. Yerli Kıvırcık sürülerini en kısa bir zamanda Merinosa çevirmek işi, şüphe- siz koç katımında Merinos — babalarını yerli sürülere salıvermek suretile başarı- Jamazdı (*). Bir defa, yabancı memleket- Terden yüksek fiatlarla getirdiğimiz koç- ları, yüz binlerce koyunumuza yetireme- diğimiz gibi, yetirmeye kalkışsakta bize paraca müthiş bir külfete malolurdu. Bu sebeple en az sayıdaki koçlardan, en çok sayıda yavru almak usulüne baş vuruldu ki, bu usul koçlardan sun'i surette a nan tohumu, gene sun'i surette koyun- lara aşılamaktan ibarettir, Bir koçun hali tabilde aşılayabildiği koyun nihayet 30-40 koyunu geçmezken, böyle sun'i surette alınan tohumu bölü- nerek 300-400 - koyunu — aşılayabilmek- tedir. Kayserili dostumun gurada burada rastladığı istasyonlar, işte bu işi yap- “makla uğraşan devletin sun' tohumlama merkezleridir. Koyunlar koça geldikçe işe başlayan bu istasyonlardan, bugüne kadar 35 tanesi açılmıştır. Her istasyon- da bir baytar, bir sıhhiye memuru, üç çoban ve civar köylerdeki koyun sayısı- na yetecek kadar halis kanlı Merinos ko- çu ile, her türlü ferni vessit ve malzeme bulunmaktadır. Köylüler, her sabah, Çavı bir bezle bağlanmış olan yerli bir koçlarını sürüye salarak, kösnümüş ko- yunlarını ona seçtirdikten sonra, bunla- Tı önlerine katıp istasyona getirirler. Bu- radaki işçiler, hemen kendi koçlarından &ldıkları (Sperma) yı usulünce onlara azar azar şırınga ederler. Böylece gelip giden koyunlar, Merinos koçlarına gebe kalırlar ki, mevsim nihayetinde bütün |. bunlardan birer (Türk Merinos) kuzusu elde edilir. Bu işin sun?t surette nasil olabildiğine Ppek merak eden dostum, (başkaları da meraklanır diye) bu hususta bir şeyler yazmamı Tica etti. Ben de dilimin dön- düğü kadar anlatacağım: Damızlık koçlar, hergün mutat — otla- ryından başka 4 taze yummurta, 200 gram kadar kuru üzüm ve 750 gram yulaf gibi (*) 26/10/036 tarihli Son Posta. Memleketteki sun'i tohum istasyonlarından biri cinsi iktidarı arttıracak yemlerle beslen- gfiklerinden, her zaman aşmaya hazır bir haldedirler. Köylü koyununu getirince, baytar koçu bunlardan birinin yanına ge- tirerek aşmak üzere bırakır. Fakat koç çavını bildiğimiz yere sokmadan, baytar elinde daha evvelden hazırladığı (Sur'i Mmihbel — Vajen) aletini ona uzatır. Bu mlet basit bir boruya bezer, içine konu- lan lâstik kısımda vücudun hararetine Javadil sıcaklık bulunduğundan, koç şişin farkına varamadan Spermasını buna akı- fır. Bu spermayı hemen karanlık ve te- miz bir şişeye alırlar. Bir santimetre mikâbından fazla ol- mayan bu Sperma — Meni, her zaman kullanılmaya elverişli olamaz. Bazı koç- Jarda telkihi yapan, Spermatozoit'lerin hayati kuüdreti az bulunur, Baytar, bunu tayin için yanında bulunan mikroskoba bir kısmını koyarak muayene eder: eğer tohumcukların ekseriyeti canlı başlı ise kullanır. (Herhangi bir Spermanın telkihe elverişli olması için beş tohumundan be- şinin veya dördünün kıvrak, kıvrak kay- naşması lâzımdır. Aksi halde onu kullan- maktan vazgeçer. Bunun gibi (Sperma — Meni) nin içindeki bu (Spermatozoit — Tohumcuk) ların çok olması da lâzımdır. Kesif olmayanların, koyunu kısır bıra- kacağından şüphe edilebilir. Böylece ke- safeti ve hayatiyet! anlaşılan sperma ka- ranlık bir yerde Glikozlu ve Fosfatlı bir mahlül ile arttırılır. Bazılarının sandığı gibi kat'iyyen su ile çoğaltılmaz. İsperma bu husus! mahlülden gayri sularda der- hal ölür, Hulâsa, çarçabuk ikmal edilen bu yok- lama ve hazırlamadan sonra spermayı husuüsi bir şırımgaya koyarlar, kösnük koyun bu sırada önlerine getirilmiştir. Bir yardımcı ördek gagasına benzeyen (İspakülüm) adlı aleti, dişiye sokarak, makas gibi ağzını açar, Baytar açılan bu gelikten şırıngasını sokarak iki dizyem (yani bir santimetre mikâbınım onda iki- Ei) mikdarındaki tohumu İçeriye sıkar ve çekilir. Ördek gagasını çekerler, koyunu da salıverirler. Beş ay sonra küzunuz ha- zırdır. Tarımman Okuyucularıma Cevaplarım Balıkesirde Bayan «S. S.» e: — Avrupalılar «güzel insanda çirkin rub, çirkin adamda güzel ruh bulun- Maz> derler, amma ben bu hükmün aksine çok rastgeldim. Öyle melek si- malı insanlar gördüm ki canavar ruhu taşıyorlardı, sonra öyle çirkir insan- larla karşılaştım ki içlerinde birer me- lek ruhu vardı. Binaenaleyh size Bö- Tünüşe aldanmamanızı tavsiye edece. Bim, Esasen bana anlattığınız - vaziyette (CÖNÜL İŞLERİ' sizi acele etmeye sevkedecek bir sebep göremiyorum. Biraz bekleyiniz, ve biraz tetkik ediniz. * Cibalide Bayan Safdere: Erkek bu bahsi kurcalarsa kabalık etmiş olmaz, fakat bahse temaz etme nin bir yolu vardır, onu bilmek lâzmm, * Edremidde Bay D. K, ya: İki kadının yekdiğerinden haberdar olmak şartile ayni erkeği sevmeleri, hayır ayni erkekle bir çatı altında ya- şamaya müuvafakat etmeleri mümkün değildir. Bana maziden bahsetmeyiniz, Arada birçok fark vardır. TEYZE Konuşma ——— İlim ve edebiyat Nurullah Ataç Yazdıkları tomanlar, fiyatro piyesleri için ilmin, bilhassa biologla ve psikologi- anın en yeni keşiflerinden (veya iddia- larından) istifade etmek istiyenler var- daır. Bunlar dün veraset, hysterie gibi şey- lerle uğraşıyorlardı; bugün Freud mekte- binden feyz alıyorlar. İçlerinde Durek- beim'in sosyolojisini şilr ve hikâye ile yaymak gibi büyük, dahiyane işlere ka- rışanlar da oldu. Hakları da yok mu ya? Mademki ede- biyatın gayesi fnsan oğlunun ruhu ve â- detleri hakkında malümat vermektir; mademki romancının ve tiyatro muhar- ririnin vazifesi masal anlatmak — değil, icab ederse masala da baş vurarak bir ta- kuün beşeri hakikatleri tesbit edip yay- maktır, onlar da bu beşeri hakikatleri â- limlerin eserlerinden toplayıp eserlerine katıverirler. Bunu anlamıyacak ne var? Onlar ciddi kimselerdir: bu terakki &8- rında öyle hayalât ile uğraşmaz, ciddi ki- taplar okuyup elddi kitaplar yazarlar. Karilerine, bir roman olduğu için ne de olsa ilim kitaplarından daha zevkle oku- nacak, buna rağmen ilmi eserlerin bütün meziyetlerini, sanatin güzelliğine bürün- müş lübbünü bavi eserler verirler. Bu bakımdan onlar saf ilim adamlarınden da ileri sayılırlar; çünkü ilim adamları can |. sıktıkları halde onlar hoşsohbet kimse- lerdir. Kendilerine ne kadar hayranlık ve minnettarlık beslesek, elhak! yeridir. Elbette dikkat etmişsinizdir: kurnazlık edip hazır Jopa konmak istiyenler ekseri- |. ya bön kimselerdir ve ancak kendileri gibi bön olanları aldatabilirler. Roman- larında ve tiyatro piyeslerinde bulunma- sı lâzım gelen beşeri hakikatleri ilmi e- serlerden hazır hazır toplamağa kalkan- lar da o cins kurnazlardandır. Kitapları- nı okuyun, hemen hiç bir hakikat bula- mazsınız; onlar, aldıkları bütün tedbir- lere rağmen, hiç bir beşeri hakikati, mu- ammayı aydınlatmağa yaramıyan Mmasal- | lardan başka hiç bir şey vücude getire- mezler. Bön insanlardır, çünkü tarihin artık insanı yese düşüren bir ısrarla tekrar edip durmasına rağmen, ilmin keşfettiği hakikatlerin nisbi olduğunu, çoğunun zamanla yanlış çıktığını anlıyamamışlar: dır. «Veraset ve hystörie üzerinde çalış- miş olanlar yanılmışlar ama bizim de şe- vef verdiğimiz bu yirminci asrın göz be- beği -Freud'ün yanılmasına imkân yok- tur, O, değişmez ve mutlak hakikati keş- fetmiştir» diye düşünürler. Halbuki değişmiyen hakikatler âlim- lerin kitaplarında okuyup öj dikleri- miz değil, lâboratuvarlarda keşfedilen- ler değil, ancak sezgimizle, (intuition) vardığımız hakikatlerdir. Hameros des- tanlarında, Shâkespeare'de, Moliöre'de, Destoyevski'de bulduklarımız ve üzerin- den Freud geçtiği halde hiç yıpranma- mış, dününkü gibi bugünün insanını da izah eden hakikatler hep böyle sezginin verdiği hakikatlerdir. Freud'ün iddlala- TıImı, onun kitaplarının tesiri altında ya- zılmış romanlardan ziyade Balzac'ın, Stendhal'in seserlerinde, Racine'in —bazı mısralarında - birer işaret halinde, yani sistemleşmediği için daha miüessir bir halde « bulmak kabildir. Romahcı, tiyatro muharriri insan oğ- lanu İzah eder, beşeri hakikatleri yazar. Fakat bunları kendi içinden, kendi tec- rübelerinden alır, O hakikatleri bizzat keşfetmemişse, adetâ cezbeye — tutulur gibi bir hal jile onlara ermemişse ne yap- sa nafiledir: sanatkârın eserine koyacağı hakikat kitaplardan öğrenilemez, Yoksa meydana getireceği eser bir lise talebe- sinin fizik, riyaziye vazifelerindeki «ha- kikatler» cinsinden olmaktan daha ileri gidemez. «Maşallah! Neler de biliyor!» denir, belki üzerine bir on nümara atı- lır, fakat çabucak bir tarafa atılıp gider. Nurullah Ataç Yerli mallar sergisi hazırlıkları Dokuzuncu yerli mallar sergisi ko. mitesi dün toplanmış ve serginin 27 temmuz salı günü saat 16 da açılması- na karar vermşlir, İş bankası umümi müdürü Muam - mer Eriş, Etibank müdürü Nail dün sergiyi gezmiçlerdir. İş Bankası işti - rakler şubesi sergide şeker, kömür, ku- maş ve Etibank da Ankarada açılan kö- mür ve teshini âletler sergisine benzer bir paviyon vücuda getirmektedir. Pa- piyonlar güzel tertip edilmektedir. İn- hisarlar idaresinin paviyonü dün bit “Son Posta,, nın Ankara mektupları | Devletin Devletten para kaçırması ! Sakim bir âdet halini almış olan ve mali yılın bitmesin? bir kaç gün kala görülen buusule son vermek lâzımdı! (Baş tarafı 1 inci sahifede) mek, isimleri cazip olanlarını ele alarak | bunu bir imar hareketine tahsis edebili” sayfalarımı şöyle bir karıştırmak zevkli | ceğini, bir içtimal yardım mevzuuna köf” bir işdir... Açık kapıdan içeriye giren sıcak hava ile birlikte elindeki mendille yüzünün terini silerek gelen orta yaşlı bir müşte- ri, uluorta: — Burada işlere kim bakar? Diye sordu. Köşede duran bir genç &- tıldı: — Buyurunuz, dinliyorum... Müşteri başına ağırlık veren şapkasını geriye doğrü iterek derin bir nefes aldı. — Ben, dedi. Falan dalrenin memuru- yum, Sizden geçenlerde bir dosya dolabı alınmış. Onun hakkında malümat edin- meğe geldim. Kullanmasını bir türlü be- ceremedik te... Bu sırada bir daire hademesi kucakla- dığı dosya dolabile birlikte dükkâna gir- di. Dolabı evvelce gelen memurun yanı- na yere bıraktı. Memur sözüne devam ederek: — Kaç yıldır dairemde dosya işi ile meşgulüm, Belki basit, belki — iptidai.. Fakat herhalde işin içinden çıkılır bir şe- kilde ve yürüyen bir usulle dairenin das- yasını tanzim ettim. Haziran girmeden bu dolabı aldılar, rahatım kaçtı. Günler- ce, haftalarca üzerinde uğraştım. Nasıl kullanılacağını bir türlü kavrayamadım.. Sesini yavaşlatarak: — Âmirlerimiz bunu kullanacaksınız, dediler... Dediler amma, yol iz öğreten yok... Bilen de yok... Sesine acıklı bir ton vererek: — Bizim dairenin ne çok işi olduğunu bilirsiniz. Babadan kalma usulle başarıp gidiyorduk. Bu nevicat dolap bizi ekme- ğimizden mi edecek nedir?... Dükkânı idare eden genç, verilen iza- hatı sabırla dinledi. Yerde duran dolabın gözlerini birer birer çekerek: — Bu dolâpları kaç senedir satıyoruz. Alanların hepsi memnundur. Kullanış tarzına gelince, herkes kendi işine göre bunu tanzim eder, biz ancak dolabı sata- rız. Nasıl kullanılacağını öğretmekle mü- kellef değiliz... Cevabını verdi. Memurun alnında bi- riken ter taneleri hep birden yanakların- dan aşağı süzülmeğe başladı. Ümidleri boşa çıkmıştı... Merak edip yanlarına sokuldum. - İşin mahiyetini daha iyi öğrenmek istedim. Ve anladım ki memurun mensup olduğu dâire yeni mali yıl girmeden evvel büt- çesinde kalan tahsisatla bu dolablardan bir tane değil, dört tane birden almış. İhtiyaç varmış ta ondan mı? Dosya işin- de yeni bir usul takibine karar verilmiş te ondan mi? Hayır. Sadece bütçesinde kalan para yanmasın, herhangi bir yere sarfedilsin diye; alelâcele kararlaşan tah- sisatı kaçırma çareleri arasında bu do- lablar da alınmış... Şahidi olduğum bu hâdise, he? mal? yi- lin bitmesine birkaç gün kala devlet dai- Jelerinde sezilen bu nevi zoraki faaliye- tin hazin bir tecellisidir. Her dairenin masraf bütçesinde artan bu gibi Paralar, böyle yersiz işlere sarfedilmeyıp te ha: neye kalsa; herhalde daha hayırlı bir ha- eket olur. Bunlardan hâsıl olacak yekün ile devletin faydalı bir iş Börebileceğini; Ankaradan bir manzara: Sıhhiye Vekâleti üf ||tutulmuş ve hastaneye knldu'll“":ny meselâ bir yeni mektep hırıhw Şilık tutabileceğini düşünmek kabildif4 Devletin devletten para kaçırması sakim bir âdet halini almış olan bu us! son vermek lâzımdır. Mecdi S. Saymatl Halep valisi Şehrimizden geçti Eski Halep Va- Üü ” lisi Mehmet Ne ğ bi el Martini, 24 kişilik bir kafile - nin başında oldu- |£ ğu halde, dün Pro £ vidans vapuru ile © şehrimize gelmiş - tir. Vazifeden çe - kilmiş - olduğuna binaen her türlü beyanattan imti « na eden Mehmet Nebi el Martini, Halep Valisi Paris sergisini zi- Mehmet Nebi yaret etmek üzere bugün ayni va) şehrimizden Marsilyaya hareket cektir. a Eski Mülkiye mezunu olan Nebi © Martini, fasih bir Türkçe konuşmak tadır. Cin Harlovun nişanlısı Vilyam Pavel hastahaneye kaldırıldı Cin Harlov ve Vilyam Pavel'in bif arada çekilen resimleri a Geçenlerde ölen Cin Harloy'la lenecek olan Vilyam Pavel, )'“d'; birdenbire ölümü yüzünden derip “, teessüre gömülmüştü. O kadar Ki; ç naze kaldırıldığı gün teessüründen p disini kaybetmiş, ondan sonra dâ * , gün artistin mezarına gitmeği dinmişti. a iztırap Vilyam Paveli “,ıy olmalı ki, Mirna L0Y ', irken, bir kaç keze bRYi tüd * lık geçirmiş ve son günlerde de 'w yoda hazırlanırken — bir buhrana © — Alâkadarların sözlerine bakılırsdı gl yam Pavel uzun bir müddet iŞİN ge hayatından çekilmek — mecburiyt D kalacaküır,