23 Haziran 1937 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 9

23 Haziran 1937 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 9
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

BON FPOBTA y Şimdi, Süheylâ ile karşı karşıya o- tırurken bile, ba - caklarını üstüste at- raş, iskarpinlerin - den birinin ucu ha- Yada — sallanırken, daracık — esvabınız stekleri de dizleri - ne kadar sıvanıyar- du, Rengi belli ol - mıyan çorabların i- çinde gizlenmek de- ğil, büsbütün göz alan bir güzelliği ona da mı göster - mek istiyordu; yak- sa kendisi bunun farkında bile değil miydi, pek iyi bili- nemez... Süheylâ da sanki aralarında payla - şılamıyan bir erke- ğin varlığını büsbü- tün unutmuş gibi, karşısındaki bu süs- lü kadını da kaç gündür ardı arası ke- silmeden gelip giden misafirlerin ye- rTine koymuş; onu da candan, gönülden ağırlamaya uğraşıyordu. Sonra birkaç dakika kadar ikisi de sustu. Fehamet nereden başlıyacağını bilmiyor, Süheylâ da ilk sözü ondan bekliyordu. İkisi de, içlerindeki çarpın- tıyı birbirine belli etmemek için gü- lümsüyordu. İki kadının, böyle hiç ses çıkarmadan bakışmaları, fırtına kop- madan ortalığı kaplıyan durgunluğu andırıyordu. Biraz sonra bu fırtına ko- pacak, fakat ilkönce söze kim başlarsa ©, zayıf tarafını karşısındakine belli et- miş olacaktı. Fehamet, geniş bir koltuğun içine u- zanır gibi yayılmış, bir kaç dakika ka- dar bekledi. En sonunda dayanamadı: söze başlıyan kendisi oldu: — Bilmem, dedi, yüz yüze konuşup anlaşmak daha iyi olacak, diye düşün- düm de onun için geldim, — Çok iyi ettiniz; bence de böylesi daha iyi oldu. — Halimiz o kadar karışık, o kadar tuhaf ki... — Şimdilik biraz karışık gibi görü- nüyor amma, ne üzülüyorsunuz, yavaş yavaş hepsi düzelir. — Ben de işte onun için geldim, si- zinle konuşmak istedim. İlkönce bu gi sizin bile bile yaptığınızı zanne yordum; halttâ ne yalan söyli; , bi ze bir tüzak kurmuş olmanızdan kor - kuüyordum. Bir aralık Hüsamettinin ha Binden bile kuşkulandım. Acaba bana verdiği sözden caydı da, son dakikada sizinle birlikte o da bana bir oyun mu oynadı, diye düşündüm. Ayı) nız beni, değil mi? Evlenme memuru- nun karşısında sizi yanyana gördüğüm zaman deli gibi oldum. Güzlerim ka - rardı; yer yıkılıyor, gökler başıma çö - küyor sandım. Arlık bütün — Ümidim sönmüş, bütün hayatım kırılmıştı! — Bilmem amma, biraz yanılıyorsu- nuz gibi geliyor bana... Bütün ümidi kırılan, hayatı altüst olan birisi varsa © da benim. Size ne-oldu acaba?.. — Ben sizinle konuşmaya — geldim; siz birdenbire bana pek acı sözler söy- Jüyorsunuz!.. — Acı olup olmadığını bilmem, doğ. ruüyu söylüyorum. Size ne oldu, dedi - ğim yalan mı?, Sevdiğiniz udam sizi se viyor. İkiniz de gençsiniz, hayattarı her türlü saadeti bekliyebilirsiniz. Bugün kırıldı, diye korktuğunuz ümitler ya - rın birer birer yeniden canlanır, hepsi umduğunuzdan daha iyi olur. Ya ben? Ben, öyle miyim?. Ne olacağım bel değil... Benim de bu kadarcık üz. mü çok görmezsiniz, siz de beni ayıp- Tamazsınız sanırım. Nasıl olür da ken- di derdimi unutur, sizi düşünürüm?. Na sıl olur da bizim gibi iki kadın, eski za- manlardaki ortaklar gibi, birbirlerile hoş geçinebilir?.. Fehamet, çarpışmada ilk sarsılma- yı duymuş gibi başmı önüne eğdi: * Son Posta ,, nın tefrikası : — Fakat bundan böyle ne yapacağı- mızi konuşup anlaşmak pek fena ol « — İlerisi için konuşalım, Fakat siz geçmiş günleri kurcalamaya kalktınız da onun için ben de kendi düşündükle- rimi söyledim. Yoksa nasıl olsa gü - nün birinde karşı karşıya gelecektik; onun için şimdiden yüzyüze konuşmak elbet daha iyi olacak... Ne ise düşündüklerinizi, söyleyiniz, ben de benimkileri — söyliyeyim. Sizi sevdiğiniz adama kavuşturacak, beni de bu zindan azabından kurtaracak ça reyi birlikte araştıralım, Günün birin- de hiç ummadığımız bir yerde karşılaş- maktansa, öyle ya, Hüsamettinle ara - nızda akrabalık olduğuna göre, böyle bir karşılaşma yarın olmazsa öbür gün mutlaka olacak; o zaman herkesin ö-| nünde birdenbire şaşırıp bir çok dedi-| kodulara yol açmaktan ise şimdiden ha zırlıklı bulunmamız bence de daha doğ ru olur!.. Süheylâ, biraz durdu. Fehametin yü züne uzun uzun baktı. Sonma: i4 UZAK c di siz de buradasınız; bundan böyle kar şı karşıya geldiğimiz zaman, aramız- daki gerginliği kimseye belli etmemek için ne yapacağımızı bir kere de sizin- le konuşmuş, anlaşmış oluruz. Yok e - ğer, sizin daha başka bir düşündüğü - nüz varsa onu da söyleyiniz, dinliyo - rTum. Süheylâ yanlış anlamamıştı. Feha - met, içini kemiren korkuyu ortaya vur- mak için bir sıra bekliyor ve daracık esvabının içinde siyah bir yilan gibi kıv ranıyordu. Süheylâ: — Peki, dedi, öyle ise sizin' yerinize ben söyliyeyim. Merak etti öğ - renmek istediğiniz daha başka şeyler var, değil mi?, Nafile, saklamaya kalk- mayınız. Ben söylemesem — nasıl olsa z soracaksınız. Acaba günün birinde tekrar Hüsamettinle barışır mıyım, di- ye korkuyaorsunuz, değil mi?. Böyle ge ce gündüz bir arada geçen bir hayat i- çinde, belki bir yolunu bulur da, onu tekrar ele geçirmek isterim, diye aklı- nıza gelebilir. Bundan yana hiç kork- — Biz, dedi, Hüsamettinle konuş - mayınız!. (Arkası var) tuk; onunla karar verdik. Mademki şim — L e e EDERSENİZ, DALMA ' KULLANAz İstifham Yazan: Leonid Lenç Çok şişman bir şdam olan Karkasof, sarp ve kayalıklı bir yamaçtan denize doğru iniyordu. Yan yan ve büyük bir ihtiyatla adımlarını atıyor, her adımda duraklıyor, biraz oturuyor, gürültü ile ayakları altından kayan taşları sinirli si- nirli gözlerile takib ediyordu. Aşağıda, deniz kenarında, Karkasofun karısı Aniçka vardı. Kocasının bayırdan aşağı inişini seyrediyor, kahkahalarla gülüyordu.. Genç kadın. iki avucunu bir boru gi ağzına doğru tutarak kocasına seslendi — Senya, dedi, sen bu halinle bir dağ keçisine benziyorsun!. Karkasof uçacakmış gibi iki elini yana doğru kaldırdı. Muvazenesini temine ça- lbışarak cevab verdi: — Ne diyorsun?. İşitmiyorum. Dâaha hızlı söyle!. — Sen, ke.çi..ye benzi..yorsun. Dağ ke..çi..sine, Bastığı taşın ayağı altından kaymakta ulduğunu h den Karkasof, bir dağ ke- çisinden daha çevik bir hareketle kendi- ni yana doğru attı ve karısına bağırdı: — Budala karı!, İşte tam bu esnada Karkasof, yukanı- dan kendisine seslenildiğini işitti: — Karkasef!. Karkasof başını yukarı kaldırdı. En yukarıda, yamacın ta başında, beyaz pan- talonlu. tavşan gibi kırmızı gözlü genç bir adam duruyordu. 'Tanımadığı âdam ikinci defa sof'a şeslendi: — Vatandaş Karkasof, çoktanberi bu- rada mısınız?. Yukarı gelsenize!. Kırmızı gözlü adamın yüzü Karkasof'a tamamen yabancı idi. Fakat çok nazik ve © derece meraklı olan Karkasof, nefes nefese, yükarı doğru tırmanmağa başla- dı. Tam yamacın başına geldiği zaman tanımadığı adam, ona, elini uzattı. Bü- yük bir güçlükle Karkasol'u yukarı çek- ti. Karkasof'un terli avucunu sıkarak se- winçle dedi ki: Bonjur Karkasof! Nihayet bir defa daha görüşmemiz kısmet imiş!. Hani bir dağa kavuşmaz, insan in- | sana kavuşurmuş.. Nasılsınız bakalım?. | Karkasof boğuk bir sesle cevab verdi: — İyiyim, yalnız çok terliyorum. Karkasof bunları söyledikten sonra hafızasını toplamağa çalıştı. Fakat bütün gayretine reğmen bu sıhhatli, bu canhı kanlı yüzü, bu kırmızı, hilekâr gözleri nerede gördi ü bir türlü hatırlıyama- dı. Bundan ö sıkılmağa başladı. Yabancı adam elân Karkasof'un elini tutmakta devam ediyordu. Karkasof bir şeyler söylemek lüzumu- nu duydu: — Ya siz nesılsınız? dedi, hâlâ orada mısıniz?. — Orada olmaktan ziyade buradayım. — Güzel Demek ki burada plâj safası yapıyorsunuz!.. — Yedinci defadır derim - yüzülüyor. Siz ne zaman geri dönüyorsunuz?, Karkasof bu mecburi konuşmaya bir son vermek için dedi ki: — Yarın değil öbürgün dönüyorum. Tabii Moskovada bana telefon edersiniz!. Şimdilik Al'aha ısmarladık. Aşağı inece- ğim., Aşağıda karım bekliyor. Ber ikisi âe birbirlerine telefon numa- ralarını verdiler. Karkasof genç adamın telefon numarası yanına ufak bir istif- ham işereli koydu. Bu kadar uzun bir ko- Karka- İşareti Rusçadan Çeviren; H. Alag nuşmadan sonra genç adamın İsmini seğa mağı muvafık bulmamıştı. Karkasof güç belâ karısının yanına ine di. Kırmızı gözlü, beyaz pantalonlu d« damla karşılaşmasını anlatınca karıst ona: — Ben senir. yerinde olsaydım muhalfa kak İsmini sorardım, dedi. — Sormağı muvafık bulmadım. Herife le dakikalarca konuştuktan sonra <e, se« nin ismin neydi bakalım?.» diye sormali iipek acayib olacaktı. — Mertak içinde kalmadansa sormak, herhalde, daha muvafıktı. Ya yarın Mos- kovada onunla karşılaşırsan kendisine nasıl hitab edeceksin?. — İnşallah karşılaşmam. Fakat Karkasof'un bu duası kabul ol madı. Yukarıda anlattığımız konuşma- dan bir ay sonra, Karkasof, kırmızı göz- lü adamla, Moskovada, burun buruna geldi. Adamın yanında gayet şık giyin- miş genç bir kız vardı, Kızın boyalı kaş- ları gibi omuz! da yukarı doğru kak kıiktı. Kız her halile - gözlerile, kalkık kaşlarile, amuzlarile - insan hayretinin &n yüksek derecesini ifade ediyordu. Kırmızı gözlü adam Karkasol'u görün- ce bağırdı: — O, merhaba Karkasef!. — Nasılsınız terliyor müsunuz?. Tani- Bu da: Karkasof. Karkasof cevab verdi: — Maalesef terliyorum. Ya siz?. Gene orada mısınız?. — Hayır orada değilim. Bir dakika mü- saadenizi rica edeceğim. Şuradan bir sie gara alayım. Kırmızı gözlü adam tütüncü dükkânı- na girdi. Karkasof, yüzü hayret ifade eden kal- kık kaşb, kalkık omuzlu genç kıza dö- nerek: — Affınızı rica ederim, dedi, ben çok unutkan bir adamım. Bu genç adamın i$- mi ne idi? ğ Genç kız çÇizgi halindeki kaşlarını biraz daha kaldırarak cevab verdi: — Galiba ismi Gugadır. Soyadını bil- miyorum, Biz ununla tenis arkadaşıyız. Maamafih oru Goga diye çağıranlar da var. Pek iyi bilmiyorum, Peki bu Guga-Goğa ne İş yapar?. — Doğrusunu isterseniz -bilmiyorum. Bildiğim bir şey varsa onun tenisçi ol- duğudur. Karkasof, Guga-Goga'ya ve genç kıza veda ederek bir tramvaya atladı ve u- zaklaştı. Eve gelince karısına «istifham işareti> ile olan bugünkü karşılaşmasını anlattı. Karısı telâşlı bir çehreyle: — Bak görüyor musun, dedi, ben sana demedim mi?. Bilmediğin insanlara ne diye telefon numaranı veriyorsun?. Hes rif kim bilir neyin nesidir?. Onun kim olduğunu mutlaka öğrenmek lâzım. — Şuna bir telefon edeyim bari, — Peki, herifin adını biliyor musun?, — Eh şöyle böyle!. Nasıl olsa buluruz. Karkasof defterini karıştırmağa başla- dı. Yanında istifham işareti duran nüma- rayı buldu. Telefonu açtı: — Lütfen Gugayı çağırır mısınız?. Kalın bir kadın sesi lâkaydane bir tas vırla cevab verdi: — Bizde böyle bir adam yok. — Şu halde lütfen Goğgayı çağırın!. — Affedersiniz, fakat bizde ne Guga var, ne de Goga!. Herhalde yanlış yere telefon ediyorsunuz!. (Devamı J1 inci sayfada)

Bu sayıdan diğer sayfalar: