© Bayfa Dünyanın MÜNZEVİ BİR MİLYARDER en zengin kadını üzüntülü bir hayat yaşıyor Amerikada milyarlara sahip olan Vilk'in |!9 itimadını ancak sadık köpeği kazanabilmiştir |. xoca pazarı Milyarder Wilks'in hasis an Asrımızın en zengin kadını, tam mâ - hasile inziva hayatı geçiren bayan Wilks'tir. Kadın yirmi yedi senedenberi Amerikanın bir köşesinde hiç te şatafat- h olmiyan bir evde oturmaktadır. Koca - sını kaybedeli on üç yıl olmuş, ve o gün bugündür evlenmemiştir. Saçlarını eski modaya göre bırakan kadın sanki genç kızlık çağını yaşarmış gibi, örmektedir. Madam Wilks'in yatı, motörü, göz alan etomobili yoktur. Operada kendine hu - susi bir loca kiralamış değildir. Hiç bir toplantıda görülmez, gazetelerde, filâna şu kadar, falan müesseseye de bu kadar teberrüde bulundu diye yazılmaz. Şent Lüis, Boston, Nevyorkta gayısız emlâki olan, kâğıt fabrikaları, pamuk fabrikaları, altın madenleri, her Ameri- kan tren kumpanyasında hisse senedleri bulunan bu milyarder, Grinoviçte, itfaiye cemiyetine her sene para verir. İktısat ilmini, zamanında «Wall Street cadısı» diye şöhret bulan annesinden renmiş olan bayan Wilks, annesi gibi, tesini berisin! bizzat kendisi tedarik eder, heriki günde bir, küçücük ve hurda oto- mobili ile şehre iner, veresiye alış veriş etmez, hep peş'ncidir. Kâtip tutmaz, bü- tün muhaberelerini kendisi idare eder, Bu kendi kabuğu içine çekilmiş gibi duran kadının oturduğu şehirle sanki hiç alâkası yok gibidir. Günün birinde, evi- nin karşısındaki tarlanın mezarlık yapı- l;:ığıxu duydu, hemen orayı satın al - Bayan Wilks'in diğer bir hususiyeti de annesi gibi sadelikten hoşlanmasıdır. Zengin kadırın zengin annesi kırk yıl evvel diktiği aynı tuvaleti yamamış, giy- - ——— - v C 2 Suale 2 Cevap Ankarada oturan bir genç kız diyor ki: «20 yaşındayım. Orta okul tahsilimi bi- tirdim.. 25 yaşında bir gençle sevişiyorum. Yakın zamana gelinciye kadar bu sev- giden ailemin haberi yoktu. Şimdi duy- muş, kimden bilmem, fakat sevgilime varmaklığıma taraftar olmadıkları anla. glıyor, ne yapayım?» * İşte bir sual ki, cevabı gayet basittir: — Alle yaşamış, gün görmüş, “ tahsilli olduğu takdirde ekseriya çocuğundan da- ha iyi düşünür. Hisal değil, muhakemesi, gözü galibdir, menfaati daha Iyi seçer. Çocukta ise birinci plâna gelen histir. His Bözü bürür, muhakeme duman altında kalır, onda yanılmamak değil, yanılmak galibdir. Fakat 20 yaşında, az çok tahsil görmüş bir genç kızın annesi ile vaziyeti münakaşa ve tahlil etmesinin nleyhinde geğilim. İzdivaç nihayet kadınla erkek arasında kurulan bir şirket meselesidir. His tarafından madde tarafı vardır, bu #tibarla riyazi bir mesele gibi elenmeli, malüm taraflarına bakılarak meçhul ta- rafları çıkarılmalı, ona göre hüküm ve- rilmelidir. * İsmini yazmaya lüzum görmediğim bir okuyucum, bir genç kız okuyucum — şim- dilik İstanbula uzak bir şehirde oturan H ÖNÜL İŞLERİ' nesi ölmeden az evvel miş ve ancak kızının düğününde yeni bir rob yaptırmıştı. Madam Wilks'in o kadar hasisliği yoktur, ama, o da pek öyle şık, fanfezi tuvalatler sevmez, Daha ziyade koyu renkleri tercih eder. Mücevherat namına da yalnız bir nişan halkası takar. Evinde, arada sırada bir gerdanlık da tak- tığı olursa da, sokağa veyahud her hangi bir yere gittiği zaman gayet sade giyinir. Salonlarını süsleyen perdeler, gençlik za- manından kalma ağır kumaşlardan yapıl- mıştır. Sadık köpek Madam Wilks 30 odalı konağında yapa- yalnızdır. Bir iki hizmetci işini görür. En çok itimad ettiği de sadık köpeğidir. Ma- ,dam, bu noktadan da annesine çekmiştir. 'Wilks'in köpeğe karşı olan muhabbeti, tek başına oluşundan ve bir ayağının da mezarda bulunuşundan ileri gelmekte - dir. Bu nazlı köpek de dokuz yaşına bas- mıştır ve çok yaşıyacağı da şüphesizdir. Madam Wilks'in annesinin, köpeğinin ö- ö-|İlümünü görür görmez kalb sektesinden vefat ettiğini söylerler. Son derece nekes olan Wilks'in annesi, son günlerinde daha fazla titizleşmiş, ge- tirilen doktarlara kızmış, verilen ilâçları içmemişti. Wilks gitgide annesine benziyecek gibi görünüyor,. Bu kadar zenginliğine rağmen mes'ud olmıyan, şöyle rahat bir ocoh!., diyemi - yen kadın, şimdi de Amerikan gangster- leri tarafından kaçırılmaktan korkmak- tadır. Bu korku, kocasının ölümündenbe- ri başlamıştır. Onun için de sık, sık soka- Ba çıkmaz, çıktığı zaman da iki pofis ha- fiyesi kendisini takib eder. a— — —— ——— —. bir gençle sevişmekte, ve bir müddetten- beri bu gencin göndermekle olduğu mek- tublara fasıla gelmiş olmasından dolayı hem merak, hem de endişe duymaktadır. Mevzuu bahsolan gencin yüksek tahsi- lini bitirdikten sonra evlenecek vaziyete gelebilmesi için daha en aşağı beş yıl ister. Genç okuyucuma: — Beviştiğiniz erkeğin — mektublarına niçin fasıla verdiğini bilmem, fakat bu si- zin için muhakkak hayır olmuştur, diye- ceğim. Genç bir erkeğin hayatında beş yıl nihayet ehemmiyetsiz sayılabilir, 20 ya- gında olduğu gibi, 25, 30, hattâ 35 yaşın- da da genç addedilerek evlenebilir. Fakat genç bir kısın hayatında 5 yıl mühim bir devredir. 20 yaşında bir genç kız gençtir, 25 yaşına gelince evlenme bahsinde sol- maya yaklaşmış telâkki edilir, bizim memlekette 90 una gelince Ihtiyar sayılır, kızım insan, hele erkek olunca kalbine ve hisstne her zaman hâkim değildir, farzet Ki beş yıl bekledik, beş yıl da o dn sebat etti, fakat tam evleneceğiniz sırada gönlü çelindi, bissi değişti, vazgeçti, o zaman sen ne olacaksın? Beş sene içinde onunla görülmüşsün- dür, hakkında çok şey süylenmiştir. yan gözü üzerine çekmişsindir, kiminle evle- neceksin? Başka bir mütalca ilâvesine lüzum gör- Müyorum, SON POSTA HÂDİSEL İR KARSISINDA Pazar günü nereye gideyim ? Mevsim yaz, günlerden pazardı. Evim- de. oturuyordum. Bir aralık pencerenin önüne geldim.. Sokaktan geçenlere bak- Um., Sokaktan geçenler de bana baktılar. lerinden biri ötekilerine: Adâhta bak, dedi, akıl mt yak nedir; evinde geçiriyor. * Gene mevsim yaz, gene günlerden pa- zardı. Çoluğu çocuğu topladım. Çalgıli bahçele gittim. Epey zaman orada vakit geçirdik.. Dönüyordum. Ar- kadaşlarımdan birine rastladım. Nerede 'omugumu sordu. Söyle — Aklın mı yok nedir, dedi, bir pazar birkaç saat vakit geçirmek için kim fetmişsindir yazık | gün bilir ne kadar para sar! değil mi? * Gene mevsim yaz, gene günlerden pa- zardı.. Vapura bindim Adaya gittim.. Ge- ne vapura bindim Adadan İstanbula dön- düm. Adaya gider vapur tıklım tik- hımdı.. Adadan dönüşte de öyle. Gürültü, patırtı arasında rahat bir nefes bile al- mak kismet olmadı; bu sefer de Rendi kendime: — Aklım mı yok nedir, dedim, kosko- ca pazara yazık oldu. * Gene mevsim yaz, gene günlerden pa- zardı. Büyük parka gittim.. Ağaçların arasındaki kanapelerden birine yan ge- Üp oturdum. Arabalı çocuklar gezdiren yetmiş iki milletten dadılar, önümden lağıma sesleri geldi, — Aklı mı yok nedir, diyorlardı, bir eğlence yerine gitmiyor da, koskoca pa- zarı burada geçiriyom, * Bana: — Aklı mı yok nedir? Diyenlerin hiç birine kızmadım, ve kız- miyorum, ve kızmıyacağım da... Yalnız bir şey istiyorum. Aklı eren biri gelsin de, bu şehirde pazar günü nereye gidilir, ne yapılır, ban'a bunu öğretsin! İMSET Eğ E &II& ı' Yünlü tayyör bir geçid resmi yaptılar.. Bir aralik ku- | |İZEDEBİYAT | Tercüme Romanlar Yazan: Halit Fahri Ozansoy Evvelce bir makalemde uzunca bah- setmiş olduğum tercüme romanlar gerisi, memnuniyet verici bir intizamla devam ediyor. Bunların içinde bütün dünyaca tanmmuş çok yüksek eserler var, Nitekim gazetelerde çıkan kü izahlarla bazıları Türk okuyucularına habâr verilmede. Bense bu haftaki ya- zımda, son tercüm edilip çıkan bu de- ğgerli eserlerden yalnız ikisi için bir fikir vermeğe çalışacağım. Bunlardan biri ro- man, diğeri piyestir. Roman, bugünkü Fransız edebiyatının en kuvvetli şahsi- yetlerinden biri olan Andrâ Maurois'nın ruhiyat döçenti genç ve güzide şalrimiz Sabri Esat tarafından dilimize çevrilen Cephe Sohbetleridir. Diğeri de, Fransa- da büyük harpten evvelki edebiyat nes- Jinin en yüksek, en orijinal piyes mu- harrirlerinden Maurice Maeterlinek'in bütün dünya sahnelerinde oynanmış ©- lan meşhur fcetisi Mavi Kuş'tur. * rlerinden — tercümeler serisi» nin 7 incisini teşkil eden Cephe | Sohbetleri'nin — asıl ismi — «Miralay Bramble'ın Sükütları» dır: (Les silences du colonel Bramble). Fakat Sabri Esat, bu ismi değiştirmekle eserin umumi vas- |fını, okumadan, Türk karileri için daha çabuk kavranır bir şekle sokmuş oluyor. Bu tarzda eser isimleri değiştirmelere Avrupada da rastlıyoruz. Demek ki ay- kırı bir iş yapılmış değildir. Burada bil a Sabri Esat, yüzlerce güzel eser arasından bu esri seçip muvaf- fakiyetle dilimize çevirdiğinden — dolayı tebrik etmek isterim. Vakıâ tercümesi onu yormuştur, fakat tercüme kütüpha- nemize çok kıymetli bir eser kazandır- mıştır. Bu sebebden emeğinin manevi mükâfatı çok büyüktür. * Maurois'nıa atı, hayattaki tezadla- rın ifadesidir. Hemen bütün romanların- da bir vak'anın sağ ve sol cenahinı kar- şılaştırır, herhangi ruhi ve içtimai bir hâdisenin iki cephesini gösterir ve bun- ları çarpıştırır. Zira asıl hakikati bu conflit'den çıkaracaktır. Meselâ Dis- raeli'de arkları karşılaştırır: Yahudi ile İngiliz!. Bu eserde her iki ırk, garib ve dikkate şayan bir adamda ayrılmaz su- rette birleşmişlerdir. Bernard Guesenay'daki — karşılaşma, patronla amelenin karşılaşmasıdır. Her iki taraf azami bitaraflıkla tetkik edil- miştir. İklimler (Clinats) âşıkların mua- delesidir: bir tarafta seven erkeğin dü- şündük) diğer tarafta da bu aşkı ayni süretle göremiyen sevilen kadının dü- Şündükleri. İkinci kısımda vaziyet tersi- ne çevrilmiş, fakat orada bile her iki cep- he aydınlatılmıştır. Hâsılı bütün alâka, rTomanın iki kısını arasındaki tezaddan doğmaktadır. Aile Çemberi romanında mesillerin ihtilâfarı ortaya atılyor. Bu eser, anasının yaşayış tarzını şiddetle tenkid eden, çânkü bundan ıztırap duyan bir genç kızın macerasıdır, Fakat anası- na karşı duyduğu bu hislerden dolayı bütün karakteri 0 kadar bozulmuştur ki, ileride, kendisi de ihtiyarlayınca hemen hemen vaktile tenkid ettiği anasına ben- ziyor ve ayni hayatı sürüyor. İşte Cephe Sohbetleri romanı da ayni hayat görüşü ve ayni teknikle yazılmış- tır. Maurois'nin bu ilk eserinde karşıla- şan ve - romandaki harb vak'aları bir ta- rafa bırakılırsa - yalnız fikirlerle çarpı- şan küvvetler Fransız ve İngiliz karak- terleridir. Bu romandaki Miralay Bram- ble, büyük harb esnasında Fransada Fransızlarla beraber silâh arkadaşlığı e- den İngilizleri temsil ediyor. Müellif, Fransızın nasıl, İngilizin nasıl düşündü- günü anlatmağa çalışıyor ve bu fikirleri, #cemi bir yazıcı elinde kim bilir ne uzun bir kitab teşkil edebileçek olan, fakat bu- rada en kısa tasvir ve hikâyelerle dina- mik kuvveti harikulâde çoğaltılan harb vak'aları arasına sıkıştırıyor. Eserin diğer şahısları da kuvvetlidir. Bilhassa İskoçyalı Miralay Bramble'ın cephe arkadaşı papaz tipi unutulur tip- lerden değildir. Hele papazın karargüh- taki bir odada iskambil falına bakarken, dışarıda patlıyan bir şarapnel serpintisi «Dünya Muhar Açık «bej> yünlüden «tayyör» önün -| e ancızın ölümünü ve masasının önüne deki «pat> lar kahve rengidir. Düğmeleri Adeta düşünüyor gibi duruşunu tasvir kondi kumaşından yapılmıştır. Blüz, el -| eden feci parçayı okuyup unutmağa im- divenler, ayakkabılar da «pat> larla bir|kân yoktur. Eser baştanbaşa böyle kuv- vetli tasvirlerle ve vak'alarla doludur. Sabri Esad Esasen harb içinde cephede yaf yılların hatırasıdır. Maurois buna linden pek az şey ilâve etmiş, fakat " üstübuna hislerinin ve düşünceleri? derinliği ile çok şeyler katmıştır. Ni kimm romanın son parçasındaki fıkra bBakiki bir vak'adır. Bunu Maurois disi bir konferansında şu suretle ? ediyor: w* «Harb esnasında, Grâcy harb mt)" nında İngiliz zabitlerile dolaştığım vi gündü. Vaktile Fransızlarla İngilizle pek sert bir surette karşılaşmış oldukl bu harb meydanında biz şimdi müttefi tik ve taburların ne vaziyette oldu! harbin nâsıl ilerlediğini dostane, MÜÜ Cessisano anlamağa çalışıyorduk. Öfülş bulunan bir köylüye yaklaştık ve relakat eden İngiliz miralayı: — Sorun şuna, dedi, o eski harb pe de olmuşsa dasdoğru yerini göstersil: Hiç sabrı tükenmeden ot dem;;ıif bağlıyan bu ihtiyar Fransız köylü bu suali sordum. el — Harb mi? dedi. Harb mi?.... W yörr ::; harb?...» Maurois'nın hakkı var. Köylüye, ge lerce yıl evvel geçmiş olan müdhiş ";ı ları bilmiyordu bile... O geçmiş hari onun için bir rüya demekti. a İşte Cephe Sohbetleri, böyle sıcağl vağına not edilmiş harb hatıraları, bü ve istikbal kadar mazi tahassüslerile zenginleşmiş bir eserdir. Hiç can madan, derin ve devamlı bir zevkl 0:: nuyor ve ayn! zamanda okuyanı çok ğ şündürüyor. Yüksek eserin en belli P vasfı da bu değil midir? de, insan ruhunun, gözle görülen tın maverasında dolaştığı meçhül, w tarlı diyarları araştırır. Sanki biz bif kım gemicileriz ki yelkenlerimizi *? 4 engine açılmışızdır, fakat bu enginin © ayyen bir noktasında vınuğımlw toprağa yanaşacakken ansızın ken yı“ bilmediğimiz, tanımadığımız bir Kt ray bulmuşuzdur. Hangi cereyan bizi OÜÇ götürmüştür, bilmiyoruz. Ancak, FU ebedi muamması işte orada çözülece' , Bütün piyeslerinde bu muammayı $ meğe çalışan Maeterlinek, bu Sür€ÜÇ sambolik bir feeri dünyast y:ı:nl'“'ş.l Badece bu noktadan ayni kuvvette “"ı Ş bir benzerini bugünkü edebiyat çehii” içinde bulmağa da imkân yoktur. bi bir dereceye kadar, Shapespeare il€ leşen tarafları vardır, fakat faciadâ kadderat sistemini arayışta, Hamlet | Kral Lir dâhisinden bile ileriye z"l'“’*â Maurice Maeterlinck'in çok — KUĞ bir tarafı da, fecrik piyeslerinde, hâfi lâde bir şürle örülü bir atmosfer Ytt , şıdır. Rüzgârdan bir kapı sçılır, PY dam iki kelime söyler, bir kadın elile işaret yapar, bir kız korkarak sağfa elir kar ve derhai hissedersiniz ki bir bit ket tâ yakma gelmiştir. İşte m pat perdelik «Bw'n içi» faciasındaki t€7 dur. Ölüm kapının önündedir. Hâsıl TÇ bir temtaşa müellifi, zamanın, Mtf dışındaki bu korku âlemini Maeterlir kadar yaşatamamış, tahlil edememii , Bir hırsız gibi sessiz adımlarla kâra” bü ta yaklaşan ölümün hakikati bütül g4 eserlerde kudretle hâkimdir. F-'_'“'”ı, malar, Pellâas ve Mslisande, Mavi e hes ve saire gibi herbiri ayrı ayrı birer a ser olan faciaların müellifi yalmiz bluıi serinde, korkuyu bile yumuşatarak Me bir feeri vücuda getirmiştir ki © d * y vi Küşe tur, Zekâyı temsil eden KtĞL, Vâletil uykularında muhayyel bif 4 (Devamı 11 inci sayfada) * ! : ine Maurice Maeterlinek, bütün piyeslef , (5*