Balkan ;;klı Ze Ve Atatürk Yazan: Muhittin Birgen —— c Üsmet İnönünün, Atinada ziyafet- te bulunduğu gece, Atina ile Ankara arasında, Atatürkle İsmet İnönü ve Alatürkle Bay Metaksas aralarında teati edilen telgraf ve telefon muhabe- resini dikkatle okumak lâzımdır. Türki- yenin Cumhurreisi ve Türk milletinin Büyük Şefi, bir taraftan Türk ve Yunan milletleri arasındaki dostluk münasebet- Jerine coşkun bir ifade veriyor ve bir taraftan da onun bu coşkun dostluk his- lerinin, bütün bir Balkan ve Balkanlı mefhumu içinde, Yunanistan büyükleri- ni de coşturduğu görülüyor. Bu, hakika- ten lezzetle ve heyecanla görülecek hir hâdisedir. Bu hâdiseyi tahlil etmek, onun içinde gizlenen derin hakikatleri görmek lâzamdır. Bu, yalnız, İsmet İnönünün zi- yareti vesilesile tezahür etmiş bir hissin eseri değildir; belki de bütün bir deha- nin ve bütün bir siyasi ömrün, muayyen hedeflere doğru senelerdenberi takip et- tiği bir siyasetin yeni bir ifadesidir. Ya- ni, ifade yeni, fakat, Tikir ve siyaset, onun dehakâr kafasında, hakikat eski- dir ve ezelidir. * Türkiyenin karanlık ve parçalanmış günlerinde, perişan fikirleri bir araya toplamak ve yıkılan gönülleri yeni ma- mureler halinde tekrar canlandırmak İşı- ni ele almış olan Atatürkün büyük mu- cizesi malümdüur: Safha safha, adım adım yürüyerek, bütün bir fikir hercümerci ve bir gönül perişanlığı içinden bir milli misak çıkardı ve bu millt misak etrafın- da bir araya toplanılmaz zannedilen bir memleketi, en muhafazakâr, en inatçı ve hattâ en âsi unsurlarına varıncıya ka- dar, kâmilen birleştirdi. Bir milletin ba- jyatı için en doğru ve en iyi siyaseti gör- mekte, onun hayretler verici bir kuvve- te sahip olan gözü, karanlık bir uf: içinde, çıkacak yegâne yolu bulmakta Büçlük çekmemişti. Gördü ve yürüdü; “neticeyi hep biliyoruz. * Aynı Atatürk, ayni dehanin her işi iyi gören aynı küvvetli gözü, Türkiyeyi der- Jeyip toparlayıp dünkü mağlüp ve peri- şan memleketten bugünkü kuvvetli dev- leti ve hergün ilerliyen milleti vücuda getirirken, bir aralık, nazarlarını milli muhitten ayırıp beynelmilel muhitlere doğru da çevirdi ve orada yapılacak bir iş bulunduğunu gördü: Balkan paktı. Pu siyaseli en evvel görmüş ve gerek mem- lekette, gerek Balkanlarda, onu herkese göstermiş olan odur, Türkiyenin milli bir hudut içinde milli bir istiklâl ve milli bir hâkimiyet sahibi alması için, her şeyden evvel, omun içın- deki kuvvetlerin bir araya toplanması Jâzım gelmişti ve Atatürkün bütün siyasi dehasının ilk hedeli de bunu temin et- mek olmuştu. Bunun gibi Balkan mem- leketlerinin de, enternasyonal bakımdan, milli hudutları içinde, milli, istiklâl ve, milli hâkimiyetlerine sahip birer memle- ket olabilmeleri 'için, aralarında ihtiâf- Jarın bertaraf edilmesi ve hepsinin de elele verip bir misak vücuda getirmeleri Jeap etmişti. Türkiyenin milli misakını kuran milli deha, bu defa da Balkan memleketlerinin Balkanlı misakını, ay- nı prensipler İçinde kuran bir Balkan dehası oldu. Bu fikir, birkaç sene içinde bütün Bal- kanlarda kolaylıkla yürüdü. Bütün Bal- kan memleketleri bu siyasetin büyük e hemmiyetini anlamakta ve ona bütün kuvvetlerile — sarılmakta gecikmediler. Türkiye, Türkiyenin Türk olarak, Yu- nanistan Yunanistan olarak ve ilâh. bü- tün Balkan memleketleri müstakil bir memleket olarak ancak bu şart ile yaşı- yabilirlerdi. Bunu hergün biraz daha kuvvetle anlamaları onları birbirlerine daha ziyade yaklaştırdı ve nihayet işler bugünkü merhaleye geldi. Bütün bu me- sut merhaleye gelmiş” olan iş, onun işt- dir. Yolu o gösterdi ve kılavuzluğu hep © yaptı. b * Atatürk bugün diyor ki: «Balkan müt- tefik devletlerinin Balkanlardaki hudut- ları bir tek huduttur. Bu hududa göz di- kenler, güneşin yakıcı şuaile karşılaşır- lar. Bundan hazretmeyi tavsiye ederim.» Bu sözler Balkanlarda, Balkan milletleti için yeni bir devrin şiarıdır. Bu şları ko- (Devamı 11 inci sayfada) Eski bir Türk sözünde: — Yorganına göre ayağını uzat, denilir, eski bir Amerika sözünde: — Keseno göre yaşa, nasihati verilir. 'Tecrübe edilmiş bir kaidedir: kalmasını mucıp ol — Borç yapması, — Hayata yeni atılmış bir gencin ölünciye kadar sefil an ilk hata: borç ile yaşamasıdır. —a SÖOÖZ ARASINDA Japon İmparatoru Kör bir kıza en büyük Rütbeyi verdi | | İmparator Majeste Hirahiti Japon gazeteleri ve bütün dünya matbuatı şimdi Allahın kızı hakkında malümat vermekle meşgüldürler. Bu kız Helene Keller isminde bir Ameri kalıdır. Kördür, dilsizdir, ve sağırdır. Fakat Helene Keller kör, sağır ve dil- siz olmasına rağmen edebiyat dokto - rudur, tarih ve coğrafya Ağrejözüdür. Kuvvetli bir riyaziyecidir, on “ki lisa » Na vâkıftır. Helene Keller iki seneden beri bütün dünyayı dolaşarak husust 'vasıtalarla könferanslar vermektedir. Bü hârtika kızın Japonyada verdiği dik iki konferans o kadar alâka uyan- dırmıştır ki imparator Hiro « Hito da |bu kızı tanımak islemiş ve kendisini İsaraya davet etmiştir. O akşam impâ - ratorun, kızı «Allabın kizi» olarak tev- sim ettiği öğrenilmiştir. Bu rütbe şimdiye kadar ancak hâne- dana mensup kimselere verilirdi, ilk defa olmak üzere dışardan ve Japon ol mıyan bir şahsa tevcih edilmektedir. Allahın kızı olmak payesi bir çok im- tiyazlara malik olmayı âmirdir. Artık Helene Keller hiç müsaade almadan saraya girmek hakkına sahip olduğu gibi, sarayın odalarında da ser- best dolşabilecek, ve önceden — haber vermeden Mikadonun masasına oturup yemek yiyebilecektir. Helene Keller Kralın riyaset etliği kabine içtimalarında da bulunabilece- ği gibi, kimseye sormadan ve istediği İ HER GON BİR FIKRA Olmaz mı? Köyün imamı bir akşam camiden çıkarken köyün en zengininin oğlu yolunu kesmiş: — İmam efendi, demiş, benim ba- bam bu köyün en zenginidir. Sen o - nun önünde namaz kılıyorsun, böyle şey olmaz, bir daha görmiyeyim. İmarn, ertesi akşam camle girerken köyün en zenginini bulmuş. Oğlunun söylediklerini tekrarlamış. Köyün en zengini: — Haltetmiş o, demiş, we düya*ben - senin önünde namaz kılacağım.. Sesini biraz yavaşlatmış: — Amma imam efendi, sen de hiç Oolmazsa benim önüme geçmesen de yan yana namaz kılsak olmar mi? * Çerkeşte Gün isimleri Her gyerden başka Çerkeşte gün isimleri her yerin kullandığı isimlerden başkadır: Mese - lâ her yerde pazartesi günü pazar gü- nÜnden sonra ve salı gününden - evvel gelen gündür. Fakat Çerkeşte pazarte- si günü Çarşamba gününden sonra ge-| len güne denir. Çerkeşte gün - isimleri| şöyle sıralanır: Girey - pazar Bolu - pazartesi Salı - Salı Çerkeş - Çarşamba Pizartesi - Perşembe Cuma - Cuma | Cumartesi - Cumartesi Çerkeşliler Çerkeşte ve Boluda ku- rulan pazar günlerini ele almışlar ve haftanın günlerini bu şekilde isimlen - dirmişlerdir. ö ileri n ğ aaüğet li kadar para ve mücevheratı hazineden çekebilecektir. Kendisile görüşen Pari Suar gaze tesinin muharririne Helene Keller şu sözleri söylemiştir: — Bu tevcih beni fevkalâde bahti - yar'etmiştir. Fakat ben bu 'ımliyaıla—l ti kullanmıyacağım, davet ediimezsem | saraya gitmiyeceğim. Ve bilhassa ha- zineden istediğim kadar servet almı - (yacağım. Konferanslar serisin. bilir - dikten sonra Japonyayı güzel hatıra * larla terkedeceğim. Cesedi yakılan ve Külleri çayırlara Serpilen adam Lord Snowden Geçenlerde ölen — İngiliz devlet a - damlarından Lort Snowden hakkında İngiliz gazeteleri uzun uzun tafsilât vermektedirler, Maliye nazırlığı yapan Sosyalist Filip Swwden İngiliz mali - yesini buhranlı bir devrede çok büyük bir iktidarla idare e! için kendisine «Demir Adam» denmiştir. Snowden fakirdi. Öldüğü zaman hiç parası çıkmamıştı. Aldığı para sevdiği hayatı temine kâfi gelmiyordu. Bunun için zaman zaman karısı; İngilterede ve Amerikada konferanslar vermeğe çıkar, karı koca bütçelerinin senelik a- çığını buralarda temin — ettikleri para ile kapatırlardı. Filip Snowden öldükten sonra, nu- tuk falan verilmesini istememiş, vü- cudunun yakılmasını ve küllerinin de an)iıı,g civarında İçkarnshaw çayırla- vında' füzgüra- savrulmasını vasiyet et Miştir. "4 “ " " 20 sene sonra kıyamet kopacakmış Alenius isminde bir zat tanıyor mu- sunuz? Bu adam 20 inci asırda tesiş et- tiği yeni bir din ve mezhebın bânisi - dir. Bu mezbebin salikleri (Ehramların esrârı) nı halletmeğe uğraşmaktadır - lar. Bunlaş suyun üzerinde yürüyerek ilerleyebileceklerine kanidirler ve bu kanaatle içlerinden bir çoklarını nehir- lerde, denizlerde feda etmiş'erdir. Bu mezhebin bânisi ehramların es- rarını çözmeğe uğraşırken giriştiği bir lakım hesaplar neticesinde dünyanın 1957 yılında mahvolacağını söylüyor - müuş. İSTER İNAN İSTER İNANMA! Dün Ada vapurundan köprüye hasta bır kadın çıkardı- lar. Gerçekten mecalsizdi, bitkindi, yürümekten âcirdi. İki çen taksilerin hiç b miyordu. Çünkü ta koluna iki «işi girdi, güçhal ile merdivenin üst başını bul- dular. Oradan bir otomobile bineceklerdi. Fakat gı-levv.— #ri durmuyordu. İşarete ehemmiyet ver- ksi otomobilleri köprü üzerine müşteri bırakabilirler, fakat köprüden müşteri almaları yasaktır. İSTER İNAN-İSTER İNANMA! Sözün Kısası Yazı Çok Olduğu için İngiltereye çıkarılan İspanyol çocukları Dehşetten Kurtulamiyor (Baştarafı 1 inci sayfada) bi, kaçacak yer aramışlardır. Bu çocuklar hakkında tetkikatlâ bulunan bir İngiliz gazetecisi gördü lerini. şöyle anlatmaktadır: «Bu esmer yüzlü çöcukların göz * lerinde derin bir zekânın izleri Vâf- Hepsi de çevik, atik.. gene, bu mült: çocuklardan bir grup gemi limana y& naşırken sinemaları alınacağı — sıradâ» t rine çevrilmiş olan sinema maki” , makineli tüfek sanıp kaçmış * Parlak bir güneş altında kamplafi" Na sevkedilen çocuklar, birden bastırâl yağmur ve şimşek gürültüler; allınd? yerlerine ulaştırıldılar, Otobüsten ilk atlıyan Sen Sebasti * yenli 12 yaşlarında Rafael Ramirez OF du. Ayağında lâstik ayakkabılar, açık kırmızı çoraplar vardı. Kısa lâci pantalon giymiş, sırtına, garip desi bir süveter, onun üzerine de gamsel geçirmişti. otobüsün sağ tarafına kiz " ları, sol tarafına da oğlanları dizdiler Ve bir işaretle iki dizi halinde çadırla* rına doğru ilerlediler, Oğlanların başında Venga (gel) deft başka İspanyolca tek bir kelime bilme” iyen bir rehber vardı. Arkasına düştli ir mülteci çocuğun elini tutarak yü * rüdü. Ve dizi de onu hiç bir söz söyle” den takip etti. Mültecilerden biti çadır iplerine takılıp — düşünce, hepsi, birden güldüler. Çocukların bileklerine, hüviyetle! Hi bildiren birer kart takılmıştı. İkinci otobüs yolcularını boşalüir » ken, başlarının üstünde uçuşan tây yarelerden biri, aşağıya doğru süzü * » Tünce, kızlardan biri müthiş bir çığlık * kopardı ve gö: i kapadı. Acıklı bir macera Nisbeten daha sakin ve yaşı 15 gibi görünen kızlardan biri macerasın: ŞÖY le anlattı: — Saat yedi suları idi. Daha ya'—ük“ idim. Birden ihtilâlcilerin tayyareleri nin Uçuştuklarını, sonra da uzık.nştlx' lârını duydum, Derken kiliselerin çaf* ları çalmaya başladı. Tayyareler tek * rar göründü. Ve şehre bombalar yağ * dırdılar. Sekiz ev birden ateş aldı. S0f ra herkes mezarlığa giderek - ölül! defninde bulundu. Ve daha bizler 016 da iken, düşman tayyareleri üzerleri * mizde uçuşarak bombalar attılar, mâ * — kineli tüfekle ateş ettiler. K Annesi, babası ile birlikte tayyâft — | hücumlarından kaçarak, tarlalara Si? — nan çocuklardan biri de, epeyce kof# — tuğunu anlatırken, gönüllülerden bld_". yavaşca sordu: ada — Abnenle, baban neredeler şimdi T Çocuk donuk ve kuru bir sesle 08 vap verdi: t — ©O zamandanberi görmedim onlar rL. öldüler! ğ Ş bi Gemi limana yaklaşınca, ana bAY günü idi sanki.. gemideki çocuklar gırıyor. Onları karşılamaya gelen ' a teciler, sinemacılar, doktorlar diğef n murlar da karşılık veriyorlardı. GÜVE — teye çıktığımız zaman, çocukları, AA tTinde kendilerine hediye edilen NS bekler veya İspanyolca gazetelere 5:, N rılmış çıkınlarile yapayalnız bırer Jaf şeye sinmiş olarak bulduk. Doktof'EL hemen işe giriştiler. Papazlar v;irh’. bakıcılar küçükleri yuyor, Kallhda dakdor ai ö götürüyt muayeneden geçiriyorlardı... ee önü Gemide yalnız bir anne vardır. © da sırf — biri kundakta olmak üi"_. , beş çocuğu olduğu için gemyie alın! lardır. gil€ Dahiliye nazırı Con Simon İi bütün çadırları dolaştı. Çocuklarla olca konuştu. < « pıuığç oalın çn:uklır mükellef byl:j' - mek ile karşılaşınca tıka basa int Bununla beraber acele acele UEPHA, € ekmek tıkıştıran çocuklar da 47 ğildi. e J_