Kendisini Dreyfüse benzeten bahçıvanın davası * .- GE Dün ağır ceza mahkemesinde üç saat süren davada her iki taraf birbirlerinin iddialarının çürüte şahitler ikame ettiler, bir tanı “müddeiumuminin, suçlunun akı ğini, Bektaş namında birisin: rabası olduğu İçin beraet istedi- den duyduğunu söyledi. Dava meraklı ve karışık bir safhaya girdi. — Rica ederim, bu dava daha ne za- mana kadar uzayacak? Benim davam, meşhur «Dreyfüs» davasını da geçli ar tık: ndi bütün Avrupa, benim da- vamla meşgul oluyor! Bu böyle gider- se, bu dava daha 50 sene bitmez. Ben, tevkifhanede ölürüm ve ancak bu su- retle sonunu bulur. İstirham ederim, şu ak saçlarıma bakınız, 6Ü yaşında bir adamım ben: Bu davayı, şu davacı ta- Taf sırf am maksadile uzatıyor, suçlu olmıyan bir masuma azap çektir mekten zevk alınıyor! Beni demir par- maklıklar arasında ne kadar fazla müd Get görürlerse, o kadar fazla zevk du- yacaklar, Ve biliyorlar ki ben masüm olduğumdan beraet edeceğim, bari faz- la mevkuf kalsın, diye ellerinden ge- leni yapıyor, boyuna şahit ortaya atı- yorlar! Üstelik, güya ben müddelumu minin akrabasındanmışım da, ondan be nim beraetimi istemiş gibi, kat'iyyen as h, faslı olmıyan gülünç bir isnat! Ben, * kendisini ilk defa bu salonda gördüm, - © da beni ilk defa burada gördü! Aman yarabbi, bu ne hal? Galiba, beraet edip çıktığım vakit te, hâkimleri ve hattâ bütün Adliyeyi de benimie akraba çı- karacaklar. Şimdiye kadar — kim- leri — benimle akraba — çıkarma : dılar ki? Ne kadar çok akraba ve taal- Tükatım varmış meğer de, ta m 60 se- nedir bilmiyormuşum. Bunları, ben, zavallı, biçare, kimsesiz bir Arnavut! Bu sözleri, İstanbul Ağır ceza hak- yerinde yapılan duruşmasının, dokuz şahit dinlenilen ve ön buçuktan ön üç buçuğa kadar tam üç saat süren dün sabahki celsesi sırasında ve sonunda, mevkuf bir suçlu söyledi. Kısmen sa- Jonda, kısmen salondan koridora çıkar “ken... Bu mevkuf, bahçe sahibi Ali Rızadır. GÖNÜL İ Zengin bir ailenin kızı.. Orta halli bir erkek «M. T.» imzasile bir. mektup al - dım. İdareden bana gelirken bir kol- leksiyon meraklısının elime geçmiş olacak ki pulu çıkarılmış, posta dam- gası da beraber gitmiş, nereden gel- diği belli değil. Fakat muhteviya - tından anlıyorum ki yazan genç kü- çük şehirlerimizden birinde otur - maktadır; Derdi büyük kıt'ada ta - mam 5 kâğıdı dolduruyor. Fakat üç :eş satırla hülâsa edilebilir. Diyor W — «Ben evlenmek çağında hayatı- nı kazanmıya başlamış, orta halli bir gencim. Bir müddet evvel bir genç kızla evvelâ tanıştım. Sonra konuş - tum, daha sonra da seviştim. Evle « neceğim. Yalnız kızın ailesi kizları ile konuştuğumu duydu, kızdı, kar « şılaşmamıza mâni - oldü. lıtedığım_ taktirde kızı bana vermiyecektir. Çünkü ben orta halliyim, memleket- te yabancıyım. Aile zengindir, ve kı- zı kendi muhitlerinden zengin ve Tüyet ufku mahdut bir adama vere- cektir. Bundan başka da kızın yaşı 16 dır. Kanünen evlenebilmesi için iki sene daha beklemesi lâzımdır. Ne yapmalıyım?» * Bu delikanlının hareketinde bir başlangıç hatası görüyorum. Bu ha- ta kızla kızın ailesi, muhit haricin - de tanışmış, konuşmuş Ve bu şekilde tanışıp konuştuğunu da aileye an - Tatmış olmasıdır. Allenin kendi ma- Iümatı haricinde kızları ile konuşup ŞLERİ' pı dışarısında, bahçe komşusu andaki yıllanmış ve şid detlenmiş,bir bahçe anlaşamamazlığın dan dolayı, kin besliyerek, gece karan lığında bahçe sınırında yolunu bekle- yip çifte kurşunile kanlar içer yere sermekteri suçlu Ali Rıza! Bir suç ki sevk şekline göre, cezası ya idam, ya da beraet! Ceza kanununun 45 ci maddesine uyar bir suç: Tasarlamak suretiyle adam öldürmek! 'Tabii, ikisondan biri arası da, hesa- ba katılmak lâzım: Hakyerlerinin, ce- zayı çoğaltıcı olduğu gibi, azaltıcı se - | bepleri tetkik ve takdir hakları, karar larında icabında yer bulabilir! Sevk şekline göre, bu derecede e - hemmiyetli olan bu davanın duruşma- sı, nasıl neticelenecek! Orası, henüz hiç bir kimsece malüm değil, tabii: duruş: ma, ayrı ayrı hararetli muhtelif safha- lar geçirmiş ve son safhaya yaklaşır gi bi olmuştu. Geçenlerde şahit dinlenil- mesi v. s. duruşmanın tahkikat safha- sı tekemmül etmiş sanılmış. müddeiu- mümiliğin mütaleası alınmış. büu dava- da iddia makamını temsil eden Kâşif Kumral, suçun Ali Rıza tarafından iş- lendiği üsulü dairesinde sabit olmadığı ni ileri sürerek, suçlunun beraetini is- | temiş, iddia ve müdafaa da yapılmış, fakat duruşma, tam karar merhalesin- deyken, davacı taraf ortayâ yeni bir şa hit ismi atmıştı: Bektaş! Davacı taraf, suçlu Ali Rızanın bu şahide, cinayetten evvel Perikliyi öldür mek iştediğini söylediği iddiasında bü- Tunmüş, bunun üzerine Bektaş çağırıl- mMuş ve «evet!» demişti. Bu sahitlik kar şısında suçlü taraf, Bektaşın © Mart cü martesi günü Sünbülefendi camii avlu- sunda, Periklinin kardeşinden böyle | söylemek üzere para aldığını isbat ede ceğinden bahsetmişti. Davacı taraf ta, | tanışan bir gence karşı Muhteriz davranacağını tabii görelim. Muhak- kak müteessir olacaktır, kızacaktır, şüphesiz suiniyet arıyacaktır. Zaman meydanda. Bu düşünme şeklinde de aileyi haksız bulamayız. Delikanlı biraz tecrübe sahibi, biraz pisiko - loğ, biraz kurnaz olsaydı, kızla ta - nışmaz görünecek, ailenin içine gi - recek, tanışmayı orada temin etmiş olacaktı. Nihayet güç bir şey de de- Bildi, olan olmuştur.. Şimdi ne yap - melı? | — Gerilen sinirlerin gevşemesi için zamana ihtiyaç vardır. Kızla an- laşarak münasebetini tamamen ke - siniz, tasavvurdan vaz geçmiş görü- bünüz, aradarı geçecek müddet bir taraftan coşmuş olan hiddetleri sön- dürecek, bir taraftan da sizi kanu - ni izdivaç çağına yaklaştıracaktır. 2 — Ailenin yakın dostları ile mü- nasebet tesis ediniz. Candan dost o - lunuz, bir müddet sonra fırsat düş - tükçe kendinizden bahsettiriniz, 3 — Müşterek bir alle dostunum e- vinda kızın babası ile tanışınız, hak- kmızda edinmiş olacağı fikirlerin yanlışlığını isbata çalışınız. Bundan sonra ne yapmak lâzım geleceğini düşünürüz. 4 — Kızla erkek arasında servetçe müsavat olmak lâzım. Müsavatın er- kek lehine eksikliği bir düşünceye göre fayda verir, kız lehine aksak - lğı Muhakkak zararlıdır. Fakat müstesna vaziyetler de olmaz değil- dir. Nihayet zengin olan kız değil, ailesidir. Bu noktada, bu hususi me- sele dolayısile fazla bedbin olmiya liğrum görmüyorum. TEYZE SON POSTA Hadi Maktu fiat Bir mağazaya girdim: — Bir gömlek istiyorum, Gömleği çıkardılar: — Kaç lira. — Dört. — İki liraya olmaz mı? — Hayır olmaz, Fakat sizin güzel hatırınız için üç liraya veririm. — Madem ki, dedim, pazarlık edi - yorsunuz, ne diye şu lâvhayı koydu - nuz. — Hangi lâvhayı Bayım? — Fiat maktu lâvhasını, — Bu bir meslek sırrıdır. Fakat, size bu meslek sırrını edeceğim. — Teşekkür ederim, — Lâvhanın yazılış şekline dikkat ettiniz mi? — Evet her harfin arasına bir nokta koymuşsunuz. Fiat maktu, Fİ.ATMAK'TU. olmuş. — Bu naktaların niye konulduğunu merak etmediniz mi? — Her halde yazan hattatın hatası olacak. — İşte bilemediniz. Lâvhayı olduğu yerden indirdi, ar - kasını çe Harfler ve harflerin de- lâlet ettiği mânalar, lâvhanın arkasın- daki bir kartona şu şekilde yazılmıştı: F: Fiat İ: İtibari bir şeydir. A: Adamına göre 'T: Tahavvül eder. M: Malın değil, A: Adamın K: Kıytnetini bilmek; T: Ticarette U: Uyşanıklık göstörir. bilâkis Bektaşın Ali Rıza tarafından | gönderilen bazı kimseler vasıtasile, ken di lehine itaate boşuna girişildiğini is- bat edeceğini bildirmişti. Dün sabahki celsede dinlenilen ve | bazıları yüzleştirilen dokuz şahit, şun- lardır: Bektaşın bacanağı kabzımal Ze- keriya, korucu Zekban, öldürülen Pe- Tiklinin kardeşi İspiro, kahveci Sadık, berber Raşit, bağcı Şakir, inekçi Ah- met, arkadaşı Bekir, rençber İsmail. Korucu Zekban, Bektaşın bir gün koridorda kendisine «benim bu Ali zaya Selânikten garazım var, Aleyhin- | de söyliyeceğim!» dediğini söyledi ve ye başka bir davayı dinle- e gelmiş bulunduğunu ilâve şi İspiro da, Bektaşa para verildiğini reddederek AliRızanın öteden beri teh didine uğradıklarını ilâve etti. Ali Rı- za, İspironun kardeşi Perikli ile biri- birlerine karşılıklı «.lâh çektiklerini id dia edince de bunun aslı faslı olmadı- | ğinı söyledi. Bu sırada Ali Rıza, bağır- di : — Doğru söylemiyorsun, kardeşinle kavgalıydın sen, Sen onü sevmezdin | du. hiç ! Davacı yerindeki Periklinin annesi Sofi de ayağa kalkarak: — Sus, dedi, onu sen öldürdün, sen! Şimdi cezadan körkuyorsun! Berber Raşit, Sadığın kahvesinde dı. Tarihi Tetkikler: Mimarların Yazan: 1539 senesiydi. Kanuni Sultan Sü- leyman devri bütün parlaklığiyle de- vam ediyordu. Türk orduları Şarkta Bağdadı zaptetmiş; Radosu almış, Bağ- dattan sonra Mohaç ovasında kazandı- | ğ tüyük zaferle bütün Macaristana hâkim olmuştu. Hattâ Viyana önünde göründüğü ve orayı muhasara ettiği za- | man bütün Avrupa, bütün kiliselerin imdat çanlarını çalarak: — Hiristiyanlık mahvolüyor" Diye haykırmıştı. İşte bu sırada Mimarbaşı acem İsa öldü. Onun yerine bir adam lâzımdı. Sadrazam Lâütfi Paşanın pek isabetli bir görüşile bu vazifeyi Veniçeri ocağın dan Sinana teklif etti. Sinân o zaman kırk dokuz yaşınday- dı. Yarım asra yakın yaşamış ve çok tecrübe görmüştü. Fakat san'atinde he nüz çok genç ve ateşliydi. Bu vazifeye tâyin edildiği zaman hayatının en bü- yük sevincini duydu. Mimar Sinan Kayserinin Kesi nahi- yesinin Agırnas köyünde doğmuştu. Ba bası Abdülmennan adında bir köylüy- gdü. Yirmi iki yaşma kadar orada ya- şadı. Bu yaşa geldiği sırada Rumeli- den olduğu gibi Anadoludan da Yeni- çeri ocağına delikanlılar toplanıyordu. Sinan da İstanbula geldi ve (Acemi oğ lanı) oldu. Yeniçeriliğe yükseldikten fan Selimin ordusiyle birlikte Tebrize, Musıra gitti. Oralarda Şarkın en büyük ve güzel âbidelerini gördü, Yeniçeri o- cağında çalıştığı doğramatılıktan mi -| marlığa geçiş arzusunu ve ihtirasını gittikçe arttırıyor; kabına sığamıyordu. Kanunit zamanında Belgrad, Rados, Mohaç, Viyana ve Belgrad seferlerin- de bulundu. Kılıcile olduğu kadar san- Wa'.iyle de hizmet etti. Mancınıklar kuru |yor, Van gölünde gemiler yapıyor; Pi- rut suyu üÜzerine köprüler atıyor; her yerde göze çarpıyordu. | Mimarbaşı olduktan sonra elli yaşın İdaki bu adam yirmi yaşındaeki bir de- |likanlı gibi faaliyet göstermeğe başla- dı. Zengin bir devrin ve büyük bir Pa- dişahın da yardımiyle akla durgunluk venen eserler ye ordu. Öyle ki eğer Kanuni ve İkinci Selim devrinde bir mimar Sinan yetişmemiş olaydı, bu devrin parlaklığı muhakkak ki bu de- zece olmuyataktı. — * 'Türk mimarlığı onun ellerinde âde- fa şahlanıyor; asırlar içinde yapılabi- lecek eserler yarım asırdan daha az bir .zamanda bütün parlaklık ve güzelliğiy Je kara toprak üzerinde kara toprağa kıymet verdiren pırlantaları andırıyor Koca Sinan... *r * Türk mimarlığı onun ellerinde şahlanıyor; asırlar mıyacak eserler yarım asırdan daha az bir zamanda bütün büyümlüıl; ve güzelliklerile, karatoprak üzerinde,"karataprağa kıymet veren birer pırlanta halinde yükseliyordu Turan Can sonra birçok harplere girdi. Yavuz Sul | 1543 de Kanuninin en çok sevdiği Şehzade Mehmet Manisada ölmüştü. Padişah onun adına bir lürbe ve cami yapılmasını istedi. Mimar Sinan bu ese ri büyük bir dikkatle yapmağa başla- Minarelerinin, sütun başlıklarının Bektaşın «Müddeiumumi, Ali Rızanın oymaları o zamana kadar görülmemiş | akrabası imiş, beraelini istemiş! Evvel- ce Ali Rıza, bana Perikliyi öldüreceği ni söylemişti. Ondan dolayı da beni şa hit yazdırmışlar.» dediği şeklinde şa- hitlik etti. Müddeiumum! muavini Kâşif Kum- ral, bazı istizahlarda bulundu ve Bek- taş çağırıldı. Fakat, gelmemişti. Ahmetle İsmall, Periklinin küçük|” * ln_niql Anastasın, 26 Mart Cumartesi günü, Sünbülefendi camli avlusunda ,| Bektaşa para verdiğini gördüklerini söylediler, Bekir de, yalnız ikisini be- raber gördüğünden bahsetti. derecede nelisti. Kaba mermerler, çi - içek ve nakış haline geliyordu. 1550 de Süleymaniyenin yapılması- na başlandı. Bu eser Halice ve Boğaza hâkim bir yerde bütün heybet ve bü- yüklüğiyle yükseliyordu. Altı sene ça- lıştı. Son zamanlarda onun düşmanla- — Masraftan çalmak için uzanıyor! Dediler. Padişaha müzevirlediler. Pa dişah kızdı ve: —- Niçin benim camiim ile mukay- yet olmayıp mühim olmtyan' şeylerle Gelmiyen Bektaşla Anastasın ihzar- 'uğrı'şuım? Ne zaman biter? 'Tiz haber ları, Hacıya ve Nazife tebligat yapıl- ması, bugün dinlenilen şahitlerden bir kısmından da, gelecek celsede Bektaş- la yüzleştirilmek üzere imza alınması kararile, duruşmanın devamı, 4 Mayıs salı günü saat 14 de bırakıldı. Mimar Sinan hiç tereddüt etmeden cevap verdi : — İki ayda tamam olur Padişahım. Cami henüz pek eksikti ve iki ayda Bu katar merhalesinde de, taraflar| “eğil, iki yılda ancak biterdi. Wekilleri arasında hararetli münakaşa- Mimar Sinan geceli gündüzlü çalış- ]kır _g:çtîlden başka yarı salonda ve yarı &l;l'ışçıvlu&:e :(st aati Büf'de üç ?ö i oridorda, suçlu Ali Rıza, baş tarafta | Vetle çalıştırdı. Meşaleler gitında uğraş :ı;'ylcdlğimiz sözleri söyliyerek, sızlan- tı ve tam zamanında anahtarı Padişa- ha teslim etti. e w 66 en büyüğü: içinde yaj mvna Sinanın en güzel eserlerinden Edirnedeki Sultam Selim camii 4 Süleymaniyenin yapılması için yedi — yüz bin altın harcanmıştı. Kanuni öldükten sonra Padişah o * lan ikinci Selim ve onun oğlu Mural zamanında da Sinanı Mimarbaşı ola * rak görüyoruz. Selim zamanında vE 1568 de Edirnedeki Sültan Selim ca: yapmağa başladı. Bu da altı sene sürdü ve san'atinin en yüksek kudre“ tini gösterdi. Ayrıca Ayasofyayı da ©“ saslı surelte tamir etli. Derler ki - Mimar Sinanın - yaptığı / Şehzade camii onun çıraklığı, Süleyma niye kalfalığını, Sultan Selim de ustax | lığını gösterir. Fakat doğrusu şudur ki Mimar Sinanın bütün eserleri tam bir olgunluk gösterir. Bütün eserleri kendi şahsiyetlerine göre birer şaheser' Müser, ” Mimar Sinan Şehzade camlini yapar ken 53, Süleymaniyeyi kurarken 67 ve Sultan Selimi yaratırken Bl yaşın” daydı ve hâlâ san'atinin bütün dinçli- ğiyle san'at uğurunda çalişıyordu. | Garbin ve Şarkın bütün mimarlari ret kazanmiş JJardır. l makta, diğeri — sarayla: şa etmekte, başkaları da köprü gibi işlerde muvaf” fak olmuşlardır. Fakat Mimar Sinan sanki bülün bu muhtelif dühilerin de- halarını kendi kafasında ve görüşlerin« de toplamış; her çeşit eserler üzerinde en yüksek muvaffakıyetler göstererek başını zafer hâlelerile süslemiştir. Onun eserleri arasında neler yoktur? Köprüler, bentler, stı kemerleri, saray Jar, köşkler, mahzenler, kervansaray-* lar, banlar, türbeler, mektepler, ima * retler, hamamlar... a Büyükçekmece gölü üzerindeki bük | yük köprü hâlâ dinç ve dimdiktir. Bas — taklık bir toprak üzerine kurulmuştur ve yirmi allı gözü vardır. Hakikattt biribirine eklenmiş dört köprüdür. Baş — hıca beş büyük ayak üstüne kurulmuş" Jtur. )| Meriç üzerine asırlardanberi köprü kurmak için uğraşmışlar; fakat hepsi yıkılmıştı. Mimar Sinan borada öyl bir köprü yaptı ki nehrin orta yerind birdenbire bükülerek döner, Yazın birf ölü yılan gibi sinen, kışın korkunç bir — €jder gibi köpüren Meriç nehri Sina” nın dehasi karşısında âciz kaldı. Yüz- lerce seneden beri çok zaman köprü * nün üstünden aşan çoşkun sular bif dağ tepesini sıyıran rüzgâr gibi geçmek tedir. Sokollu Mehmet Paşanın Lülebür * gazda yaptırdığı Kervansaray da ço& mühim bir eserdir. Büyük bir avlunun etrafında mermer sütunlar üzerine kofl , durulmuş olan ikl sıra kubbeler koca” man birer pırlanta gibidir. Buranıtfi yüz elli odası vardı. Deve ve at ahir” ları da ayrıca yapılmıştı. İstanbuldan — (Devamı 9 uncu sayfada)