6 Sayfa Sarhoş bir kocanın kanı hasta karısına nakledilirse ne olur ? Bir Fransız doktoru bizzat şahit ı_)lduğu hâdiseyi anlatarak cevap veriyor: “Herif ayıldı ve kadın bulut gibi sarhoş oldu,, Kan nak Fransızca Le Jour yazıyor: Doktor Louis Jubâ hastalara kan makli meselesinde ihtisas kazanmış bir ân ve fennnin dev adımla- bu sahada kendi gö - Tüşerek, okuyucularımızı bu meraklı mevzu Üüzerinde tenvir etmek istedik. Kendisine, konserve kanlar hakkın. da fikrini sorduk. Hemen okuyucula - rımızın fikrinde beliren istifhamları da gözelim ve ilâve edelim ki, tıpkı, pat- heanın, fasulyenin, enginarın konser- vesi olduğu gibi, kutular içinde kan - ların da koönservesi yapılıyor, ve bu konserve kanlar, tababette büyük iş . lere yarıyor. Artık şimdi, bir hastaya kan vermi için sağlam insanların hayatı tehlike- ye atılmıyor. Doktor Louis Jubi bu münasebetle şunları anlattı: — «Kan na Mmevcuttur, Birincisi vasıtasız kan nak- Hdir, bunda hasta ile kanını verecek kimse yanyana yatarlar. Damarları birbirine raptedilir, ve öylece sağlam insandan hasta insana kan nakledilir. Bu eskimiş olan usul şimdi hemen hemen terkedilmektedir. Şimdi kanını veren şahsın kant alınmakta ve kanı bir halita ile karıştırılarak hastaya zer- kedilmektedir. Konserve kan usulü de bu işi çok ko- laylaştırmıştır. Kan veren kimseler, kanlarını ağızları kapalı şişelere akı - tarlar, bu kanlar buzlu yerlerde durur. Hastaya zerkedileceği sırada 37 dere - hat kadar ısıtılır ve hastaya zerkedi- Şimdi her hastanede kan veren in - sanlar bulunuyor. Kan da diğer me - ftalar gibi para ediyor. “TÖNÜL İSLERİ' Okuyucularıma Cevaplarım Hayreboluda Bayan «M. Ş.» a: Dünyanın en iğrenç, en şeni mah. Hâku kadından para alan — erkektir. Bu para ister nakit, ister hediye geklinde olsun hareketin mahiyeti değişmez. Madem ki aldatıldığınızı anlıyorsunuz, hareketin çirkinliği- - ni de göz önüne getiriniz, unutmak- fta zorluk çekmezsiniz. * Mersinde Bay «D.» ya: Arada bir haftalık eksik #tiddet yardır. Fakat her hangi bedeni bir Arıza, her hangi şiddetli bir heye . gan, yahut ta fazla bir zaaf bu neti. geyi doğurabilir. Ben on beş günlük eksiğine de şahit oldum. Merakınızı giderecek çare yok değildir. Birin- cisi benzeyiştir, beklemek ister, son- ra tesiri mutlak kat'i değildir. İkin- cisi kan tahlilidir. Müsbeti göster « mez, menfi, katt hüküm verdi « E H ameliyesi can çekişen hastalar ölümden kurtarıl. mışlardır. Şurasını da ilâve edeyim ki, kan ve - ren insanlar bünyece hiç zayıflamaz - lar, ne kadar kan verirlerse versinler, yerine daha iyi ve daha temiz kan ge- lir. Kan nakli suretile hemen hemen her hastalık tedavi edilir, ve her hastalık - tan ileri gelecek ölüim durdurulur. Bu usul ilerlediği zaman beşeriyet büyük istifadeler temin edecektir, Size biraz da mesleğin tuhaf larından, başımıza gelen bahsedeyim. «Bundan bir sene evvel bir hastaya Calk bir İnsan ararken hizmetçisi orta- ya çıktı. Kanıinı muayene ettik, n olduğunu gördük ve ameliyeyı dik. Adamcağız biraz kendine geldiği zaman yanında Upuzun yatan hizmet- Çisi, irkildi, başında duran hemşirenin kulağıma bir şeyler fısıldadı. Ben merak ettim, hemşireye, hiz - metçinin ne istediğini sordum. Ne söylemiş olsa beğenirsiniz? de - miş ki: — Etendim çok unurlu bir adam - dır, Hizmetçisinin verdiği kanla ha - yatının kurtulmuş olmasını belki iste- mez, bana minnettar olmasını da ben istemem, rica ederim gözlerini bağla - yınız da kendisine bu iyiliği yapan kimsenin ben olduğumu anlamasın. Ben derhal hastanın gözlerini bağ - lattım. Hasta iyi oldu. Şimdi sapasağ lamdır. Geçenlerde hizmetçisine kıza- rak, o fedakâr kadını yanından kov - rir. Bugünlerde İstanbulda — olmuş bir vak'ayı anlatacağım. Okuyunuz. * Sirkecide Bay «F. T.» ye: Şimdiki halde vaziyeti aynen mu- hafaza ediniz, geçinecek kadar pa - ra kazandığınız, ayni zamanda da terakki etmek ihtimallerini kuvvet. lendirdiğiniz gün bana tekrâr ya - zarsınız, meseleyi bir daha gözden geçiririz. * Ankara Bay (H.R.H.) a: Fikrimde ısrar ediyorum, ilk ma. cerayı bir kazaya atfetmek müm - kündür, fakat tekerrür ederse itiyaf halini aldığını gösterir, Bununla be- Taber binbir maceradan sonra bir genç kız saffetini iktisap eden ka - dınlar da bulunabilir, Fakat on hin- de bir, yüz binde bir, müstesnadır, iştisma kaideyi bozmaz, takviye eder, Bir yazım bu çeşit bir ailede geçici bir bulut yaratmış olabilir. Fakat takdir edersiniz ki vazifem — azlığı değil, çokluğu korumaktır. TEYZE Kan nakli suretile bir çok defalar,| » | verdiğini ve ancak SON POSTA Hâdiseler Karşısındak Sahneye, komik fahri ile birlikte çıktım k Fahriyi tanır mısın? rım, dedim, birlikte sahneye çıkm — Sen aktör müsün, figüran mizımn, nesin? şey.. Fakat aktör ve ahut figüran ol- mamam sahneye çılsmama mâni ola - madı. ç Bir gece; Fahriyi gör tiyatrosuna gitmiştim. Fahri sahnenin arkasındaki odasında idi. Odada bir - likte epey oturduk. Neden sı gitmek Üzere kalkt Pahri la vuracaktı. Kaj o açtı. Ben ar odalarının önündeki dar ba k için Turan çi olduğu iler bize bakı- gibi görüni 'Tek - yorlardı. Fahri kolumdan çekti. rar odaya Sonrada! Fahri, Hal peret oynuyorla ye- rinde sahnenin pakdey ve artist odalarımın kapalı rile ayrı bir tablo yapıyarlarmış. Tam bu tablonun yapıldığı zamanda da biz Fahri ile b Naşit, m bir - gülerdik. Fahri l ini aldığım şü anda g tırladım, fakat artık gülmüyorum.. Ve gözlerim yaşarıyor. Çünkü benimle be- raber gülecek Fahri sahneden ve ha - yattan çok uzakta İMSET muştur. Fakat, kendisine onun kan onun sayesinde kurtulduğunu öğrenmemiştir. * Gene bir gün mühlik bir peritanit hastalığından bir kadın az daha ölü - yo 1 derhal 8 gün zarfında tam on bir kere kan al- dık. Biçare koca artık yatağa düşmüş, fevkalâde zayıflamıştı. Bize rica etti. — Karımı fevkalâde çok sever ve kıskanırım, dedi, zinhar ona başka bir erkeğin kanını vermeyin, belli olmaz, karım o kana çeker, bir gün ben! be - ğenmez, aile saadetim mahvolur. Bereket versin ki kadına, ön ikinci defa kan vermek lüzumu olmadı da a- damcağızın şüpheleri ve kıskançlığı a. yaklanmadı. * Bundan üç ay evvel yeni çocuk do - ğuran bir kadın, dahili bir nezfe uğ - ramış, mütemadiyen kan kaybediyor - du. Kocası ise hayırsız ve münasebet. siz bir adamdı, karısının haline acıya- cağına, o akşam gitmiş, bulut gibi sar- boş olmuş ve gelip hasta karısının ya- nına sızmıştı. Kadına kan vermek lâ- zım geldi kocasının kanını muayene ettik, uygun geliyordu. Ondan kan al- dığımız halde hiç farkında değildi, ni- hayet gene o farkında olmadan karı - sına kan nakletmeğe başladık. O kan verdikçe ayılıyor, karısına da yeni kan geldikçe kadında sarhoşluk alâmetleri beliriyordu. Ameliyenin neticesinde adam tama- mile kendine geldi, kadın da bulut gibi sarhoş olarak sızdı. * Kan nakli davası muasır tıp ilmi » nin üzerinde ısrarla uğraştığı belli başlı davalardan biridir, İspanya ve Sovyet Rusyada bu uğurda mühim - hatveler atılmıştır. Kan hnakli suretile yakında tıp âlemi yeni bir istikamet peyda edecek, ve beşeriyet bir çok hastalıklardan bu u- sul sayesinde kurtulmağa muvaffak o- Jacaktır, Yumurta piyasası hararetlendi Bir müddettenberi cansız giden yumurta piyasası hararetlenmeğe yüz tutmuştur. Hariçten talepler arttığı gi- bi İstanbul içindeki istihlâk de artmış- tır. Geçen hafta İstanbul piyasasında sandığı 15 lira olan yumurtalar dün 17,5 kiraya fırlamıştır, ni| ay evvelki parlak neşesini ve blâtereddüt | -| kan vermeğe razı oldu. Adamcağızdan halk san'atkârı: Fahri San'atkâr ölümünden bir müddet evvel hatıralarını — Ne aktörüm, ne figüran, ne de bir| anlatırken “ 30 küsur yıl evvel anladım ki ölümüm de sahnede olacak ,, demişti. Filhakika sahnede öldü Gazetelerden birisi geçenlerde en es ki tuldatçılarımızdan, en kıymetli sah- ne ve halk san'atkârlarımızdan Fahri Gülüncün vefatını bil ırdu. Ben, sıhhatli yüzünü, daha bir kaç hafızamda dipdiri sak! m san'atkârın ölümü. |ne kendimi hâlâ inandırmış değilim. Fakat ciddi bir gazetenin verdiği bir habere inanmak mecburiyeti rici tereddüdümü maalesef gi- 'or. Fahri, kahrını kırk yıl çektiği sah - |neye intisabını, bana son görüşmemiz:- | de şöyle anlatmıştı: | ©O devirde, sahneye çıkmak oyun. | culuk sayılıyordu. Ben üstelik memur- | dum da... Oyunculuk, memurluğun şe- refini alçaltacak mahiyette görülüyor- | du. Binsaenaleyh, ekmeğimden olmamak için sahneye karşı beslediğim heves ve sevgiyi, ancak gizli gizli tatmin ede- biliyordum, İbm fik Ahmet Nured- bö | tesell Ja a-| dinle, Manyasizade Refikle, Kadıköy- lü Refikle, ve ressam Muazzezle bir- likte hususi sünnet düğünlerine gidi » yor, orta oyunu oynuyorduk Fakat heves artınca işi ğ duk. O sıralarda, Ahmet Fet nakyandan ayrılmıştı. Yeni bir kum - panyâ kuruyor, aktör arıyordu. Onun yanına girdim. O sıralarda, bir gece yarısı, evimizin kapısı şiddetle çalındı. Aşağıya inip te açtığım zaman, iki sivil, bir de resmf memurla karşılaştım. Tevkifimi icap ettirecek en ufak bir suç işlediğimi bi- le hatırlamıyordum. Evvelâ bir yan - lışlık olması ihtimalini düşündüm. Fa « kat muhataplarımdan biri, bana ismim. le hitap ederek tabancasını göğsüme dayayınca, feci bir iftiraya kürban ol- duğumu anladım. | Bana, kim, ne için, ve ne iflira ede - bilirdi? Buna bir türlü akıl erdiremi - yordum, Fakat içinde yaşadığımız dev- rin dehşetini hatırlamak, gözlerimi hayretle, merakla, korkuyla doldur . muştu. Ağız açamamış, ürkek ve mü - tereddit, dalmıştım. Resmi memur: — Haydi, dedi, durma, yürü! — Nereye? — Gittiğin zaman görürsün! — O halde iki dakika müsaade bu - yurun da giyineyim! — Hayır... Giyinmeye hacet yok, Düğüne, baloya gidecek değilsinl — İyi amma, böyle gecelikle, yalın. ayak ta sokağa çıkılmaz a... — Biz sana gelinciye kadar neleri çıkardık. Geçen akşam, bitişik evden kaldırdığımız mümeyyiz gibi panta - bonsuz olmadığına dua et te düş önü - müze... Yoksa köteği yersin! Çare yoktu. Hani şu «yalınayak, ba- $1 kabak» dedikleri kılıkta düştüm ön- lerine, soğuk öyle müthişti ki çenem mitralyöz gibi takır takır atıyordu. Uzun ve feci bir yolculuktan sonra, zaptiye kapısına vardık. Beni derhal nazır un huzuruna çıkardılar. Gözlüklü Arap: — Hah... dedi... Şu, Jön Türklerle toplantılar yapan, Avrupaya kaçıp o « yunlar verecek olan oyuncu sensin de- Bil mi? Yerinden hiddetle fırladı, 801 elini yüzümü tokatlıyacakmış gibi havada savurdu. Ve ilâve etti: — Şimdi ben sana bir oyun oynıya. yım da gör! Canhavlile atıldım: — Aman paşam, benim - Avrupaya değil, Kasımpaşaya gidecek param ! — Ya, demek paran olsa gidecektin alçak! — Ne münasebet efendim... Param olsa bile, benim gibi Hisan bilmiyen a- dam Avrupada nasıl oyun verir? Bu cevabımla hiddeti büsbütün ar- tan nazır paşa gürül gürül gürledi "|dım: Biz arkadı y — Demek inkâr etmiyorsun? Demeli üstüne üstelik utanmadan itiraf ta € < diyorsun? Demek gitmek ve orada o * yun vermek için haril harı| lisan öğ « reniyorsun, paralar biriktiriyorsun! Benim: — Aman! dememe değil, ağız açmıı ma bile vakit kalmadı. Barut kesileik yanımda bekliyen zaptiye nefet rine emri bastırdı: — At bu iti içeri! Ben işi, içeri atıldıktan sonra anla € aşlarla evde toplanıi gazete romanlarından piyesler çıkarılş kendi kendimize oynardık. Meğer mat hallede bolca olan hafiyeler, bu fırsâle tı kaçırmamışlar, bizi jurnal etmişlefe Atıldığım delikte, İttihat ve Terali ki reislerinden Abdülhamide benziyell insan resmi satmaktan suçlu bir yahut di kartpostalcıya, sarıklı hocalardal mahalle bakkalına, — Ben yıldız şehriyesi sevmem! dâ* mek gafletinde bulunmuş - bir biçati ihtiyardan, padişahm arabasına sel: durmamış dalgın bir delikanlıya kadâl$t türlü türlü mücrim (!) vardı. Orada günlerce, haftalarca kalduü Bir çok istintaklardan, tahkikat'âik tazyiklerden ve Htimaslardan — son serbest bırakılınca ilk işim, tiyatıd sahnesine çıkmıyacağıma, hattâ tiyalf ro seyrine bile gitmiyeceğime yemili etmek oldu. 3 Keşki o yemini, o tövbeyi tutsaydiffi da, şu körolası sahnenin kahrını k! yıl çekmeseydim! Fakat sahne merakı öyle bir illet bir tutulan bir daha kurtulamıyor. Nitekim ben de tövbemi iki aydali fazla tutamadım. Ve o zaman anladi! ki, ecelim de sahnede olacaktır! Bugün, o tövbeyi bozuşundan 30 Küt sur yıl sonra, Fahrinin bu hazin kerf meti tahakkuk etmiş bulunuyor, — Fahriden o zaman, tulüatın kaldi * rılması hakkındaki kanaatini de öğr mek istemiştim. Bana verdiği cevabı, ve sorduğu sü# H hatırlıyorum: — Bence, diyordu, tulüatın galdırık masına lüzum yoktu. O, zaten — K€ kendini ortadan kaklırmıştı. Zira, bil tile bir san'at, hem de çok ince İlş san'at olan tulüatçılık, bugün müs” cen bir şaklabanlığa döndürülmüştü” | Fakat tulüatın san'at olduğuna, Pi zim zamanımızdan kalan — nüktelt bugün Şehir Tiyatrosu sahnelerin! çindirmesi de delildir. Biz, fakir sahnelerde, baldıranlar göbi yetiştik. KonserVi varlarımız kulis aralarıydı. Ve bü 3“ # luk içinde doğurduğumuz nâçiz "'d.ı teler, asri konıervıtuvıriınml’l_ yetişen san'atkârlarımıza miras &”| Onların, o büyük san'atkârların 'f;, nezzül edebilecekleri bir miras b:x'n'. makla olsun iftihara hakkımız * mu? Bilmem, içimizden, çok vakitsiz ” bile, kadrini bilenlerin gözlerini Y üll ve yüreklerini ıztıraba bürüyen bÜY san'atkârın bu sualine: lary — Hayır! cevabını verebilecek *” lar çıkabilir mi? Naci Sadullab Kİ hüdayi “;ıw,