ku' | dr 10 - Sayfa “ Son Posta ;. nın tefrik ası: 37 iİ51 numaralı şehit (Ertuğrul faciasına karışan aşk macerası) Yazan * A.R. Suat, erkekten kaçmaya ba: şladığından beri ilk defa bir gençle konu şuyordu, içinden“Ne yakışıklı delikanlı,, dedi — Çok doğru söyledin. Eğer bu de- nizin alt kısmında, (Mendep) boğazın- dak k kısmı da olmasa; koskoca bir tuzlu göl olurdu... Fakat, bu deni- nman) denilen denizle birleşti - z ren bu boğaz o kadar dardır ki; Akde- nizden kanal vasıtasile gelen — sular; kolay kolay bu boğazdan Umman de- nizine akıp gidemiyor. Denizin sathı kabarıyor.. sahillere taşıyor.. bir çok yerlerde tehlikeli akıntılar ve anafor- lar yapıyor... İşte, biraz evvel anlattı- ğım o ters rüzgârlar esmese.. ve sula- Tn m bir kısmı da buhar haline gelerek havaya karışıp gitmese; bu Şa zi her gün etrafa taşar.. sular, basar.. denizin genişliği her arttıkça artar, iştiha ile söz söylet- u, Mülâzim Asafın gözleri, ge- n Süveyş limanına doğru sü - yordu. Süveyş önünde demirli olan gemiler, artık yavaş yavaş gözden kayboluyor- du. Sehir, açık mor renkte bir çizgi gi- bi görünüyordu. (Musa dağı) bile ya- vaş yavaş küçülüyordu. Geminin tulumbaları mütemadiyen işliyor.. yılan gibi uzayan hortumlar- mihin güvertesine, ve her tara- fa gerilen tentelere su sıkılıyor.. güne- yakıcı harareti ile mücadele edili- , bu konuşmadan memnun gö- ordu. Onun için, sözü uzatmak iyordü. — Bu denize niçin Şap denizi diyor- Jar, efendim? — Sade, Şapdenizi demezler.. Kızıl deniz de derler. — Sebeb?.. — Çünkü, bu denizin dibinde, Şap ağaçları bulunur. — Şap ağaçları mı2.. Ay, şap deni- lon sey, ağaçta mi olur?.. — Hayır... Şap denilen şey, ağaç| gibi olur. Tıpkı, bodur meşe ağaçları gibi. — Ne tuhaf şey. — Bazı yerlerde, bu küçük şap ağaç- ları o kadar sıklaşırlar ki, adetâ saatler- öe süren bir orman halini alırlar... Al- lah, bu şap ormanının üzerine bir ge- miyi düşürmesin. — Niçih efendim?.. — Niçin olacak?.. Şap, denizin için- | de o kadar serttir ki,; geminin teknesi ne kadar kuvvetli olursa olsun bir bi- çak gihi keser. Şapa oturan bir gemi - min kurtulmasına imkân yoktur... Son- ra, Kızıl deniz denilmesinin sebebine gelince... Gene'bu denizin bir çok yer- lerinde de, mercan tarlaları vardır. — Mercan tarlaları mı?.. — Evet. — Şu bildiğimiz mercan... — Evet... O da, bu denizin dibinde, tıpkı minimini dikenli çalılar gibi bi-! ter... Bazan bu mercön tarlaları, wil- lerce devam — eder. Buralarda - deniz, kıpkızıl bir renge girer, Suat, gözlerini mülâzim Asafın gö: lerinden ayırmayarak — dinliyordu. Asaf; mektepte öğrendiği şimdi butada bir sübyan neferine an- latarak ona hocalık etmekten büyük vakit vakit başını daha dik tutarak gözlerini süze süze, Suadın gözlerinin içine dikiyor.. Sua- dın büyük bir telâş ile, derhal gözlerini şeyle bir gürür duyuyor. kaçırmasını tatlı bir büyüklük tis ordu. mdi biz, bu şap ormanları, mer- can tarlaları üzerinden geçeceğiz değil| mi Asaf bey? | — Evet.. öyle tahmin ediyorum ki; | kırk mil sonra, artık bu esrarengiz deni insanları korkunç maceralara sevkeden o tehlikeli mıntakasına gir- lacağız. Ne tuhaf bir şey oldu.. farkında bilme! zevki — Öyle üç kelimeyi, o kadar hoş bir surette sıraladınız ki — Hangi kelimeleri?.. — Esrarengiz.. korkunç.. tehlikeli. Suadın bu sözleri, mülâzim Asafa çok garip gelmişti. Mat rengi, hafifçe pembeleşen Suadın yüzüne bakarak: — Anlayamadım. Demişti Suat, dudaklarında genişleyen bir tebessümle cevap vermişti. — Tuhaf değil mi?.. Ben, bu üç ke- imeye bayılırım. | —Allah, Allah... maz misiniz ? | — —Ne gibi esrar şeyler?.. — Meselâ.. bir roman okumuştum. Hint denizlerinde gezen bir gemi, bir gün bir deniz kızına rastgeliyor. O gün akşama kadar o gemiyi takip ediyor Ve, bu esnada da geminin genç kap- |tanlarından birine âşik oluyor P-i — Sonra sonra ? ö gece, deniz kızı iyemi: Doğrüca İye tırmanıyot İkamarasına sokuluyor. Ona, ilânıâşk ediyör. — Aman Suat şhümme yessirlena ne enfes şey:bu?. « Sonra ne ©- luyor?. | — Sonra, ne olduğunu unuttum.. | galiba, kaptan da ona âşık oluyor, ama. tiz kızı ortadan kay- günün birinde boluveriyor. — Ben de epeyce roman okudum ama.. böyle bir şey hatırlamıyorum. — Benim okuduğum roman, İngiliz- çe idi. — Ay, sen İngilizçe bilir misin?.. — Eh — Evet Şimdi hatır- lıyorum. İstanbuldan hareket ederken kulağıma böyle bir şey — çalınmıştı Galiba, Modada bir İngilizin evinde... — Bahçıvan çıraklığı etmiştim de. orada öğrenmiştim. şöyle, böyle. evet.. evet. (Arkası var) | — Siz, esrarengiz şeylerden hoşlan-|, o kaptanın | Dedim. Fakat dün gece Tunçayla konuşurken, bir noktaya — şaşmaktan İkendimi alamadım: Tunçay beni a - ıştı. Ona sordum dımla ça; | — gen benim adımı nasil ve kiroden öğrendin? Tunçay boynunu verdi bükerek cevap Geçen sabal )nu görmüştüm tüyamda (Firat mâ- h Mâbut bana (Seni, benim adımı taşıyan bir genç ak!) — demişti. Uyandıktan sonra düşündüm.. senden başka beni burada bilen ve gören bir mahlük yok- ir. Akhaar Ghibüzk Nüya. gelir.. işte o kadar. Ve o sabahtân beri İnandım |ki, beni bu felâketten sen kurtaracak- sın! Haydi, şimdi bana hakikati söyle: Adın ne sen İşte onun bu rüyasından sonra, ken- disine adımın Firat olduğunu söyle -« | miştim Tanzer, yeğeninin sözlerini helecan- la dinliyordu — Peki amma, dedi, gözlerimiz na: sıl görecek? Bu ilâcı Sama yere vurup dökmüş diyen sen değil miydin? — Samayı çok sıkıştırdım.. o bana hakikati söyledi. Fakat, onun ilâcı ye- re vurmasile, gözleriniz. müebbeden. sönük kalacak değildir. Sihirbaz Mâya bana vadetti: «Onların ikisinin de yakında gözle- rini açacağım!» dedi — Sahih mi söylüyorsun, Beni aldatmıyorsun, değil mi? — Bütün dileğim, sizi bu felâket - ten kurtarmak ve birbirinize kavuş - Firat? turmaktır! — Ya sen, Firat?t.. Seni bir daha, dünya gözile görmiyecek miyim? Sa- dece sesini mi işiteceğim ? — Merak etme.. Mâya bunun sırrı- Jmı da buldu. Fakat, Gudeadan korku- yoruz.. o beni ne zaman ölüm ceza - sından affederse, b , ben o zaman göze görüneceğim! — Pekâlâ. Beni ne vakit kurtara - caksın buradan? gerek! — Ne yapmamı istiyorsun? — Buradaki mahkümları kral aley- İhine kışkırtmanı istiyorum! Mahküm- İlar arasında bir isyan çıkarabilir misin? Tanzer düşünmeğe başladı: — Burada cansız iskeletler gibi ya- şayan mahlükları harekete getirmek İ|kolay bir iş değil. — Bunu ancak sen — yapabilirsin, Tanzer! Ve buna muvaffak olduğun gün, hem se Hem de ben (Tanzeri oradan kaı lik kuyusunda kalsaydı, bütün mahküm- kurtulursun buradân. O zaman Gudeaya: makla sana iyi- Tanzer Ölüm yapmış oldum. Eği lar birbirinin sırtına binerek yukarıya Te |dı!) Tanzer susmuştu. Firat — Ben gidiyorum, dedi; yarın gene yeceğim gelirim.. görüşürüz. Yarına kadar dü- İŞün., kararını ver! Ölüm mahkümları- şün, ni ayaklandırmak — senin elindedir, Tanzerl « y 'Tanzer, yeğeninden ayrıldıktan son« ra, yattığı köşeye çekildi. (Ölüm kuyusu)nda isyan - çıkar - mak.. ölmüş gibi yaşayan mahlükları ayaklandırmak. Bu, düşünüldüğü kadar kolay bir iş değildi. Fakat, mademki Gudea böyle bir isyan sonunda hem yeğenini, hem de kendisini affedecekti. Böyle bir ih- — Bu işde biraz da senin yardımın | ar ve şehre yayılıp kaçacaklar- | Yazan : Celâl Cengiz Sihirbaz Maya: “Tanzerinde Tunçayın da gözlerini açacağım,, dedi timal karşısında Tanzer harekete geç" meğe karar vermişti. O gece Akatlı esiri yanına çağırdı? — Ben buradan kaçmak istiyorum, dedi kaçırırsam, bana Eğer seni de 1 eder misin? Akal sözleri işitin * rdenbire sersemledi: mahküm bu — Kulaklarım beni aldatıyor mü — Hakikatten bahsediyorum. Bu rada hayatı özleyenlerin sayısı elliden fazladır. Bunlari kışkırtamaz mıyız? 'nra ne olacak? —( pemizde dolaşan nöbetçi: ve bize bir ip sarkıtacak. Bu iple yur kartya çıkacağız. Fakat, benim gözlü Ttim görmediğ yartlım >öze görünmeyen bi için, senden istiyorum! Akatlı mahküm, Tanzere söz verdit — Dediklerine inanmıyorum.. fa * kat, böyle bir kurtuluş gününü gözle- rimle görebilmek için, her türlü foda * kârlığı yapmağa hazırım, Hattâ icap ederse elimi kana bile boyamaktan çe“ kinmem Bundan sonta Tanzer bu cesur fe* |lâket arkadaşına yeğeninden bahsede- İrek | — Ben de ondan yardım görece * |ğim, dedi, bizi v kurtaracak. Hiç me“ rak etme. Burada uzun müddet kalmı: | yacağız. Akatlı ölüm mahkümu neş'e içinde çırpınıyordu. Tanzerin yeğeni dayısına yer yü * zünde olup biten işler hakkında dâ malümat vermişti. ÖO sırada Sumet kralı; Akatlarla harp ilân etmişti. Tanzer arkadaşına Ur'da yapılan har phazırlıklarından da bahsetti: — Sümer ordusu bir kaç güne kadaf Akat üzerine yürüyecek imiş, Gudeâ ile Akat kralının arası açılmış. Bu haber Akatlı mahkâmun canın! sıktı: — O halde biz Ur'da sığınacak bif yer bulamayız. — Niçin?.. koskoca şehir bize daf mı gelecek? — Öyle değil. Sen Sumerlisin,. bet ki bir çok kimselerden himaye görebi lirsinl Fakat, mademki Sumerliler A katlarla harbe hazırlanmış, benim gibi bir Akatlı ölüm mahkümunu kim ko” ruyabilir? — Merak etme dedim ya, Yerimiz de hazırlandı. Sumerin her köşesinde beni öldü sanıyorlar. Beni de senin gi bi, hiç kimse himaye edemez. Biz dt ölmüş bir adamın tekrar hayata çıkma 81 uğursuzluk sayılır., o adama kimtö selâm vermez.. onunla alışveriş etmez” ler. (Arkası var) aait sevinç Ve Nübetçi Lezaneler Bugece nöbetçi olan ccraneler şukılaf” dir: ( İstanbul vihetindekiler: Aksaraşpda: (Sarim), Beyazilte: (C8 ” mih), Şehremininde: (Nazım), Fenerdi' (Hüstmettââ), Karagümrükte: — (Fuatl, Samatyada: (Krolilas)” Şehzadebaşındâ” Üniversite), Eyüpte: (Hikmet Atlama3i Eminönünde: (Bensason), Küçükpazaf” da: İHikmet C Alemdarda: ( t Bak nde: (HND || — Reyabtu cihetindekiler: istilâl caddesindep (Galatasaray? vt G Gülatada: (Hidayet), Kurtul ta: (Kurtulusi, Mackada: (Peyzil, BEl” (Rü n Recep) matarlel ve AAslarda: 4 V ftdeildarta: (Amner Kenani, Rarıyerdü (Hatk), Heybetide Nnri), Büvyükadada Hü