Hiç bir sokağını bilmediğim Silivri” de, eski dostum Zi. yanın bir defa gitti- gim evini arıyorum. Ve yol danışmak için, gözüme âşina görünen — evlerden birinin kapısını çalı yorum; İçeriden bir insan sesi yerine bir inek böğürtüsü ce - vap veriyor. Gülü - yorum, ve : — Muhakkak, di- yorum, iyi hayvan taklidi yapan, müs taitf ve meçhul bir aktör evi olacak | İnek susuyor, biz koyun meliyor. Ba- 3 $ımi sesin geldiği ye re kaldırıyorum! Bir de ne göreyim? E - vin üst kat pencere sinden bir keçi bâşı uzanmamış mı ? O sırada omuzun da bir elin temasını ve kulağımda dos - tum Ziyanın kahka Yoğ: hasını duyuyorum: — Çok mu şaşırdın? diyor. Gülerek cevap veriyorum: — Hayy... Şaşırmadım, imrendim. Böyle apartıman gibi kat kat, ev gi- bi pencereleri, perdeli ve kapıları zilli asri ahırlar, koskoca İstanbulda bile yok! O da gülüyor: — Ahır değil burası? — Öyleyse «hayvanat evi» olacak? — Bilemedin! — Bildir öyleyse? — Burası bir acayiphanedir ki, için- de hayvanlarla insanlar bir arada ika. met ederler. Evin alt katı öküzlere, ineklere mahsustur. Orta katta insan- lar otururlar. Üst kat ta keçiler, ko - yunlarla meskündür! — Sahipleri hayvan delisi galiba? — Hayır... Hayvan delisi değildir. ler, iskân işinin besapsızlığına kur bandırlar. Hem sen, biraz daha dola - şırsan, buralarda, hayvanlarile bir a - rada oturan daha bir çok insanlar gö- rebilirsin. Yani iskân işinin hesapsız - liğma kurban gidenler, yalnız bu evin sahipleri değildirler... Hayret ve merakla soruyorum: — Sebep? — Bu vaziyet, muhacir köylünün ka- zaya, muhacir kazalının da köye yer - leştirilmesinin neticesidir. Köylüler, hayvanlarından geçinirler. Onlar bir kaza evine yerleştirilince ahırsız kalan hayvanlarını sokakta (o bırakamıyacak- ları için, böyle yanlarına alırlar! Dostumla çarşıya doğru ilerlerken, gözlerim, evlerin pencerelerini tarıyor; Bazılarının orta, üst kat pencerele - rinden uzanan evli keçiler ve koyun - Jar başlarını önlerine eğip doğrulta - rak, sanki dinlediklerimi hazin bir tas- dike uğratmak istiyorlar. * — Paltonu çıkarman lâzım! Dosturhun bana, müthiş ayazdan korunmak için yakasını kaldırıp içinde büzüldüğüm paltomu çıkarmamı tav - siye etmesine bir mana veremedim. O, mütebessim, izah etti: — Bu gördüğün taş bina, yoğurt İmalâthanesidir. Şimdi yoğurt Yapıl - dığı için, içerisi dehşetli ktır. Pal- tolarımızı, hattâ ceketlerimizi ve süve- herdaim! bile çıkarmamız lâzım gele. cekt. Önünde bulunduğumuz büyük ka - pıdan başımı içeriye uzatınca dostu - mun tavsiyesini dinlemek, “ve palto - mu koluma almak mecburiyetinde ka- | hıyorum: Çünkü, kapıdan Silivride bir gün Bütün memlekette meşhur olan Silivri yoğurdu nasıl yapılır? Yazan: Naci Sadullah urdun Silivride yapılış ve İstanbulda satılışı gelen bir kapıdan imalâthanenin içine | taşıyorlar... Hepsinin de ayakları çıplak. Don gömlekle oldukları halde şıkır şikir terliyorlar. Kaşmalarından, telâşların - dan belli ki işlerinin vakit kaybetmiye hiç tahammülü yok! Vapur kazanı gibi, içine bir taraftan habre kömür doldurulan külhanın ya- hibaşında, kirli yoğurt kapları dolu... İki amele de, yıksnacak olan o kirli kapları, içime su kaynıyan koca bir ka- zana atıyorlar. Bir tarafta altlarında ateş yanan üç sarı ve büyük kazan daha var.. O ka- zanlar da ağızlarına kadar sütle dolu... İmalâthane sahibini takip ederek, a- melelerin içine kürek kürek ateş taşı - «(| dıkları yere giriyoruz. Burası, çok yüksek tavanlı, çok ge - niş bir yerl, Kenarlara, ve ortaya birer sira ü * zerine betondan yaptırılmış olan yüz” lerce ocağın üzerlerine yoğurt kara - vanaları konulmuş, İmalâthane sahib; anlatıyor: — Mandıradan gelen sütler, muaye- ne edildikten sonra, az evvel içeride gördüğünüz kazanlara doldurulur... O- rada, hararetleri doksan dereceyi bu - lunciya kadar kaynatılırlar. Sonrü da, böyle gördüğümüz gibi, bu karavana - lara boşaltilırlar!,, Ellerinde içleri kaynar süt dolu, bah- çe kovalarile koşuşan amelelerde, yan- | gına su yetiştirmiye çabalıyan birer tulumbacı telâşı var. Dışarıdaki koca kazanlardan doldu- rup getirdikleri kaynar sütleri, kara - vanalara boşaltıyorlar. Elleri kürekli ameleler de onların peşlerinde. İçleri- be süt konulan karavanaların altları. bı hemen ateşle dolduruyorlar... İmalâthane sahibi: — Bu, diyor, gördüğünüz karavana - lar yedişer kilo süt alırlar... Biz, içinde yedi kilo süt bulunan her karayananın altına derhal yarım kilo yanmış &ö - rım saat içinde kaymak tutar... O xa - yoğurt mayasını atmak için, harare - tinin #5 dereceye düşmesin! bekleriz. Mayayı da attıktan sonra, karavanala - rın üzerlerini tertemiz çuvatlaria örle- r lerine fahtalarını da koyar Üç saat sonra, tahtaları ve çuvalla- rı kaldırdık mıydı, meşhur Silivri ya - Surdu hazır demektir. r Sütleri karavanalara boşa'tân ve iie ri süt dolan karavanaların altlarına a- (eş koyan amelelere dikkat ediyorum; gözle. güç takip olunur bir vaptıkl; süt sıçra rr, ne de yere bir orlar. Belli ki ge - hâlde, ne etrafa bir gi SON POSTA arşısı Apandisit krizi nde değil! Dediler, cevap verdim: krizi geçiriyorum. — Amanı, zamanı yok. Öyle.. — Bu nâsıl kriz, sen sokakta rahat râbat geziyorsun. — Yok, pek Tahat değil! — Sancı çok mu? — Hayır, ehemmiyetsiz bir şey, ko- lay kolay hissedilmiyor bile, — Kriz buna demezler ki. — Niye demiyorlar?. Asıl bu kriz! Şimdi bakın, elimle ikide bir yok! rum. Acaba nasıl; arıyor mu? eksili- yor mu? Bir doktora gidiyorum. Mua- yene ediyor: «Apandisit» diyor. Sura-| tım asılıyor. Ötekine yorum. «Apan | disit değil» diyor. Keyfim geliyor. Sun mi, haklı, yoksa ikincisi mi? Üçüne bir doktora dâha gidiyorum: «İh apandisittir, ihlimal de değildir. yor. Bu sefer de büsbütün şaşalıyorum. Acaba apandisit mi; nıdıklara soruyorum: Ben — Sen Apandisitten hastalandın mıydı? O — Evet. Ben — Ne iyi! Anlat bakalım ağrılar nasıldı? Anlatıyor, benimki gibi değil, yüzüm gülüyor. Bir başkasın, soruyoru! Ben — Ya sen? Benim var, çekiyorum.. Ben — Ağrılar nası)? Behimki gibi, surat asıyorum. mi? Ya dokunursa. Bundan yeser | mi? Yâ dokunursa.. İçki içsem mi? Ol- maz, olmaz, apândisitim patlayıverir. Sokağa çıkıyorum. Bir cenâzeye rast İıyorum.. Merakla sokulup soruyorum: — Atfedersiniz, neden ölmüştü? Hastahanelerin önlerinden geçerken pencerelere bakıyorum. Acaba buradakilerin hepsi apan disitli mi? Cigara paketimde cigara bitmiş, bir dükkâna gidiyorum | ver! diyeceğim Bana bir apandisit ver! diyorum. Kriz başka ne türlü olur? İMSET i Kültür işleri: Mekteplerde ikinci imtihan Liselerde ikinci yazılı yoklaması 22 mart pazartesi günü başlayacaktır. Bu devrede sualler kapalı zarflar derunun- da bukanlıktan gelecektir. Talebe dörslerden grup grup imti- hana tabi olacaktır. t İmtihanlar müteakip günlerde yapı. | > | mür doldururuz. Bu vaziyette süt, ya” incak ve aralarında fasıla verilmiyecek- tir. | man; altından aleşi çekeriz. Ve İçine | mmm mame. nelerin melekesi, ellerini şaşmaz bi « rer ölçü haline getirmiş! İmalâthane sahibi, içleri sütle ve altları ateşle doldurulan karavanaları birer birer ve dikkatle gözden geçiren bir zatı gösteriyor; - Bizim, diyor, pratik mütehassıs... Süt tahlilinde, ve sütlerin kuvvet dere- celerini taktirde, dünyanın: en asri kimyahanesi yanılabilir, Fakat bizim Hayreddin usta şaşmaz. Süte, tutan kaymağı bozmadan yo « Burt mayası vermek için de, şu elinde ördüğünüz şırıngayı icat et Biz ©- na: «Canlı süt barometresi» diyoruz! Naci Sadullah ra düşünüyorum, Acaba ilk gittiğim Yemeğe oturuyorum; Şundan yesem | (EDEBİYAT Münekkit Selâmi izzete cevap Yazan: Halit Fahri Ozan San'at eserlerinin tetkikinde icap e-| derse en sert tenkide taraftar olduğu »* mu geçen defaki makalelerimde uzun boylu izaha çalışmıştım, Bunuri için, | tiyatro münekkidi Selâmi İzzetin de| benim Şehir Tiyatrosunda bu aralık oynanmakta olan Ümit adapteme hü - cum edişini prensip itibarile hiç aykırı bulmuyorum. Yalnız, bilmem ki nasıl anlatayım, tenkidinde yürüttüğü bü - kümler arasında bazı tezatları ve tena- kuslar, ver ki bütün tenkidinin isabet ve samimiyeti hakkında okuyanları her balde tereddütlere düşürebilir, Bu satırlarla bilhassa o noktaları aydınlat- k istiyorum. Ötesi münekkidin hak- münekkid bizim çok eski mi İzzet olursa bu hakkını keyfine dilediği gibi kullansbi - Nasıl ki «Ümit'ten ümidim kesildi enkidinin bir yerine sıkış- k için Ümüt piyesin! seyret de bir hüküm verebilirdi.. Mak. ss! nüktedanlık olduklan sonra... Ün mweşhur — Fransız müellüiğ Hanry Bernstein'in Espoir piyesinden senaryosu aynen muhafaza edilerek ve yalnız mükâlemelerinin bazı yerlerin - de ufak tefek tadiller yapılarak lisa - di. Bilhassa tercüme ko - ilmamağa, çalışıldı. Bunu. net eden her hangi de benim kadar ya- Demek istediğim bu cihetten i etin iddiasına rağmen - ile rahattır. O kadar ki ma- le nakledilmiş dediği adap- sını isbat edebilmek için i yanlış işi- icinde alt- iki cümleden başka) bula bü- la şu cümleyi bulup ortaya koyuyor ki müâslesef kendisine değil, bana hak k bir delildir. Öyle ya, bir sö ne düşlü'» cümlesini na - inün sıl olur da bayağı bulabiliriz? Bu, en bir dildir. Asia Argo değildir. le Ömer Seyfeddin'in pek haklı ettiği ve Tür »t namını verdiği en çok kulla - nılan halk dili örneklerindendir. Ömer ö makaleyi işte böyle Selâmi İzzet gi- bi yanlış düşünenleri uyandırmak için azmıştı, Yalnız insan münekkit hesa- bna şunu merak ediyor; Ümit'in mev- zuunu belki başka türlü anlıyamayız diye bizlere, yani tenkidini okuyanlara şu şekilde hülâsa edişini: Harp evvelinin havası mütefessih, sosyetenin iklimi bozuktu, ciinkü izdi- vaç «gündüzleri çifte hırlama, geceleri çifte horlama» idi. Yeni nesil içinse ir- divaç karşılıkh anlaşma, karşılıklı se- vişme, karşılıklı saygıdır. Ne tuhaf değil mi?.. «Tam da sözü - nün üstüne düştür cümlesini adi bu - Yan münekkidin bu «çifte hırlama ile çifte borlamas yı tefsir diye ortaya ürü Bari ben de burada onun zev- kine göre ince bir sual sorayım: O per- hiz ne, bu lâhana turşusu ne?! Söz es- kidir amma yerindedir. Diğer taraftan Ümit'in fransızcası realist bir lisanla yazıldığı halde türk- çesi romantik ve melez bir o üslüpla İ çevrildiği iddiası da gülünç- Eserin as- Ynda öyle cümleler var ki aynen ter - cümesi ihtimal hakikaten romantik ve ilirdi. Meselâ, ilk perdede r kalbinin bütün acı - .. Ora- da cümle var ki yetmiş kelimeyi geçi - yor. Biz orasını bile parçaladık, sade- leştirdik. O halde çetinlik, romantiklik eserin aslındaki böyle yerlerde mi, yoksa tercümesinde mi aranmalı? E - saseri hem mahalle lisanı, hem roman- tik lisan nasıl telif edilebilir? Acaba münekkidin melez dediği bu mudur? Böyle bir iddiayı da, ancak, kulaktan yanlış ve eksik kapma bir iki cümle ile değil, Sehir Tiyatrosundaki temsili hakkile dinliverek ve ona göre not a- lsrak ortaya sürmek lâzım gelirdi! Selâm: İzzetin Bernstein'i sadece örf ve âdet havası yaratan ve karakter yaratmıyan bir müellif olarak göster - mesine de aklım ermedi. kis bu büyük müellif her iki vasfı da eserle » rinde toplamıştır. Meselâ Selâmi İzze- sindeki parlak mevkiini herkesten 7” temsillere dokunuşum ve bil Mektebi'ndeki. Meftün bey ve hanım rollerinin kâfi derecede bir makyajla oynanmayışına dişim we araya hiç bir kastım yalnız sözgeli: sıkıştırışım münekkide aleyhime diası gibi, Sehir Tiyatrosunda sev” , simisi diye bir $ indi yor? Bence perde, onun makale Mart 9 — soy Hart Fahri Selâmi İzzet g tin bile hatırlayıp tenkidinde zil (çünkü o eserler Türk sahnesinde © nanmışlardır). Samson, Bora, Ky piyeslerindeki karakterler az mi > vetli çizilmiştir? Bilhassa - henüğii sanımıza geçmemekle beraber nekkidin. ihtimal okumuşsa bile MENİ toğu bir eseri de kendisine ben DAĞEN latayım: : Aynalar Galerisi. Bana son a Fransız piyeslerinde o kuvvette i psikolojili kaç eser gösterebilir? AM ma bilirim, o eserin anlaşılışı örekil den çok güçtür. Dostum Selâminin i sıkıntıya girmeyişini de pek tabii Bö; . Yölnız ümarım ki mü olmazsa şu noktada Mz, ir: Espoir değerinde üme olsun, adapte olsun ei dide gazetesinin «Büyük kadının kocasıs gibi romanlarını “© hafta Avrupa pastasını bekliyerek iy dapte etmeğe benzemez. Çünkü or" posta gevikse de zaten bütün edebi meti sıra indirilmiş olan romanı V. bütün başka şekle çevirip devam e tirmeğe de imkân vardır. İşte oriji il ve kıymetli bir eseri berbat etmek # o gibi şartlar içinde olur, yoksa - mit'in adaplesi gibi aylarca çalışılan” nakilde değil. Şehir Tiyatrosundaki temsile ge ce, doğrusu kendi hesabıma artistleri kd sarfettikleri enerji ve san'ati 18 etmemek elimden gelmez. Fakat seli mi İzzet nasılsa lütuf buyurup ME lek'in muvaffakiyetini eiçli ve dUğ, gulu genç kız rolü en muvaffak Üvei de cümlesile kaydederken 4 role Neyire Neyir'i geçirmek, N » re'nin rolünü Bedia'ya vermek v€ suretle Melek'i büsbütün bu ş ei” kaldırmakla anlaşılmaz bir düşüyor. Hele Neyire'nin Türk hattâ münekkit olması itibarile hePi mizden İyi bilmesi lâzım gelen İzzet bu tenakusu ile sanki ne demi istiyor? Espoir'dekf rolden daha e mühim rolleri kudretle başarmış ol? Neyire'nin san'ati yanında öyle rim ki Bedia kendi tarzına göre kalabilirdi. Esasen Şehir TiyatrosunÜ bugün şahidi olduğumuz yüksek s9“. & havasını idare eden elin, eseri intir kadar rol tevziinde de sakat bir işi ve bul etmesine pekâlâ kendisi de bildiği halde ve tenakusla başka telden çalmak yen ve bu suretle havayı yetmiyormuş gibi san'atkârlar da da biç yoktan izzetinefis davalar” yandırmak arzusunu beyhude gidi imünekkide bu geyret acaba: meni geliyor? Yoksa benim geçenlerde #, hir Tiyatrosuna dair yazdığım mel lelerden birinde operet kısmı lhassa Mİ kak maziye ait bir A“ müşevvik mi olmuştur? Eğer buna da ayrıca şaşarım. Demek ki bu defa, münekkidin . g dilmemiş telâkki olunması lâzım ©» len piyes Ümit piyesi değil, asıl ni rekkidin kulislere sufle ettiği > Yazısında ne diye Ümit'in havay vler kekeleyip dü yalnız bu bulanık havanın üstün” Panıyor!