eai ddt aB S Ha aa ha l l A0 Öe ea a , S Keresteci Otobüsünde bir yolculuk H ir geee — e * x« $ Bir delikanlı arkadaşlarile bağıra 'gira l_m_ımşuyor: “Yüz kere va- c dım!“_*ıp_:d:yin dedim yapa- yakim Zitgide bu kepazeliğin tir- ©1 olmuşuz da haberimiz yok...., Bd ler - Eyüp | İhtiyar bir kadın kendisinden | azak düşen kızına scslendi: “Kız | meredesin? Gene © zenne kılıklı oğlan oturmasın, yanına! Alimallah tepelerim! , Eyüp otobüdleri kerestecilerde Biz ç v Sün bir ahbabımla beraber Cİ - ” Sidiyorduk R!G*.Jrcîw:df #tobüse kurulduk. tde çiDek kolay iş değil. Elim' Ama, “Sara paketine gidiyor. Giliyor gatılmış iki » l Yanda duran iki başladılar, kasketlisi: — Yürü be! Kayıkla gidelim dedi Fötr şapkasını ikide bir düze'ten bı- yıklı arkadaşı, yan gözle kenarda du - delikanlı kızmağa i | ran bir kıza bakarak cevap verdi: — Böyle alay bırakılır da sandala bi in-| nilir mi? Gel istersen biz de ileri doğ sapladım bir otobüsün aldığına nazaran on sekiz zarp, | gi Z Müsavi 324, ik bir seferde peşpoşe kalksa- Şİ götürüp getirirler bunlar? © kadar bir şey. bekliyorur: kişinin tamam almasını. Ya olmazsa? — Şimdi ne ;On sekiz ; Olur, "4;: arkadaş lâfa karıştı: — Yürüsek te yoldan alsak. Lhr“hfh b_rı.-m'a beklemek durur - e Nizdeki balığa pazarlık mı ede- Biz böz ©& 'â Söyle konuşurken ihtiyar bir yol- B Şı karıştı: Ça ot ker teği ’şl_!Jniıe şükredin evlâtlar. Rahat- _,”'JFE bindiniz, yer bulup kurul- ,,,";;:hhnıu $ükredin. Saat beşten Tünüzü, K Sut beaşlan sonra ne oluyor? n Ne olacak bi Ü Duraları ana baba gü- “ne dönüyer. R * İşte 4 üçePen dün akşam bu ana, baba Ü gözlerimle göyle gördüm: A n | ranlık bastı Kerestecile - “tün kış, çamuru — der üş dan meydanında bir tniş * Yok. Ahali duvarın dibine birik- Civyi ğ '—ıî CVi işçi kızları, bıçkın deli -» dürmee” Ağır, ciddi alle babaları, yek- Çarşaflı kadınlar. Otuz, —ka &kın bir kalabalık. "n_komxîmzmnn:ı kulak ka - 'a Biri arkadaşının kolunu dürt- Kızla; ö E,î'k' dedi, senin çantalı geldi. #an; D kızcağızla beraber ben de ba- Ğ d::vırd_.,,_ı Elinde çanta, hayır çan- eli 't. küçük çapta bir bavul taşıyan Bi AE h.m';:" gülüştüler, Çantalı adama . #diyorum. Uzaktan uzağa işiti- ıüıf.ı;:“-" homurtularile, tekerlek gü- Bu kab?ım €n az ehammiyet veren ©. Dat kalı Sevxl_eı duyar duymaz dalgala- ça baııgır.. içinde bir o vaziyetini e yor, Sakin sakin sigara içiyor. T ©tobüs göründü. Dirseğine, ba- ı:ı Büvenenler, atikliklerine, sağ- "mnı itimadı olanlar hücuma at gelen otobü. ğil Kti g büs baş değil. îğ; dmu_ Ben kendi kendime: hmî»—uhır':nwk?er diyemeden ön saf- b tiler kapılara saldırdılar. Otobüs anda istilâ edildi. Yarım çark ede- dü, gitti. İkinci, üçü a C, Üçüncü, dördüncü ü #vni akibete c rdüncü otobüs te| Yarı kalsaydınız, görürdünüz gü - ru gidelim de oradan boş gelen otobü se binelim. Bu sözü duyunca işi anladım. Meğer buradaki meydan muharebesini gözü tutmıyanlar üşenmeden ileriye doğru se bilet paras rinde bir | Terine gidebiliyorlarmış. Her otobüs bir miktar yolcu alıyor amma, bekliyenler eksilm nan toplanana, biriken birikene, Nihaye! bilmem kaçıncı arabay genç kız, annesi, İki ihtiyar ada! delikanlı. Bir de o meşbur çanla! ve bendeniz girebildik. Oturulacak yer bir anda yağma edildi. Ana kız, adaş birbirinden ayrı düştü. Kız şo- förün hemen arkasındak '& olur « duğu halde valide hanım benim yanım- da kaldı. Biletçi kapıyı hızla kapattı 'Tam ha iket edeceğimiz sırada şirret bi . - A, a, delinin zoruna bak, ne de - miye açamıyormuşsun, eteğim takıldı, gibi ayakta mı durayım? ol teyze. İçeri dolar kar diye açmıyorum. 'an bayan galiba ön yolcu. Ayakta duruyor, Demin çantalı adamı gö sıldaşan 1 kalan kadına yer verdi. Ay eli çantalı zat ta yayına do kocaman bir oyuncak gibi Genç kıza yerini verip teşek! diktan sonra sıralar arasımdaki dara - cik yere çantasını koydu, Üstüne otur- du. 'Ben de ancak o vakit adamın bu bavul kırması çantayı neden taşıdı- Bini, Alâlem otobüse hücum — ederken neden Tükayt kaldığını sezmiş oldum. Fatih devrindenberi tamir —gördüğü çok şüpbeli olan Arnavut kaldırımlı caddede hoplrya, sıçrıya yol alıyoruz. Arada bir, yol daraldıkça daralyor, hele bir yük arabasına, bir yük kam, yonuna, bir başka otobüse rastladık mı sağ duvara âdeta yaslanıyoruz, Etrafta konuşulanlar son derece en - teresan. Bir adam üç sıra gerisinde kalmış arkadaşına sesleniyor: — Rabbime hamdolsun ki İstanbul- da tramvay var? — Olmasa ne çıkar? — Bu derde atışmış bulunmazdık ta 'bir gecede canımız çıkardı. 'Yanımda oturan ihtiyar kadın şofö- (Devamı 12 inci saylada) .|fası yer yüzüne dağılacak... SON POSTA “ Son Poste ,, nın tefrikası : ? 151 numaralı şehit (Ertuğrul faciasına karışan aşk macerası) Yazan : A.R. Suat birdenbire heyecanla sormuştu: “Dayı sizin gemi Japonyaya giderse beni de beraber götürürmüsün!,, Resmi ziyaretler bittikten sonra, prensin maiyetinde bulunanlar, şehre Jdağılmışlar, serbestçe gezmeye başla- mışlardı. İstanbullular; ebiseleri temiz — siyah; çinde, büyük bir sükünetle| dolaşan bu mini mini misafirlere, şaşa kalmışlardı. Büyük kafileler halinde| bu misafirlerin etraflarını alıyorlar; onların hiç bir hareketlerini gözden ka çırmıyorlar; ilk dela gördükleri bu u- fak tefek sevimli insanlara karşı, em-| zalsiz bir alâka gösteriyorlardı. Bu alâka; İstanbulun en hücra kö- şelerindeki evlerin, en tenha bucakla-| rına kadar sirayet etmişti. Artık'bütün konuşmalar yalnız şu sual ve cevaplar üzerinde birleşmişti. — Ah, onları ben görmedim. Siz, gördünüz. mü?, 2” Â.. görmez olur muyum, hiç... İşimi gücümü beraktım, Saatlerce, ar- kalarından dolaştım. — Nasıl insanlar?.. — Tıpkı, bize benziyorlar..., yalnız boyları kısa, Vücutleri, ufak — tefek. Gözleri, minimini .. sanki, bir düğme deliği gibi, Fakat, bu düğme deliğinin içinde, siyah elmas gihi birer kıvılcım parlıyor. Bu gözler; derin derin aaplanıyor. Bündan da, çok zeki, çok dikkatli, çok muhakemeli uk- dukları anlaşılıyor. En mühim hususiyetleri, dudakla- mıtdaki tebessümleri. Bu — tebessüm, İdudaklarından hiç eksilmiyor. Çehre- lerine bir zarafet veriyor. Hele renkle- ri, açık portakalı andırıyor. — Nasil konuşuyorlar — Pek az konuşuyorlar... Konuşur- larken, sesleri o kadar derinden geli- yor ki., âdeta, güç işitiliyor. Çok sa- kin.. çok sessiz.. çok garip insanlar... Bu konuşmalar, muhite göre deği- #iyordu... Bilhassa (softa zihniyeti) taşıyan meclis ve mahfellerde şöyle bir şekle giriyordu: — Bu adamların böylece yer ne dağılmaları, hayırlı alâmet değil, — Niçin2.. ; iyamet alâmeti de onun içli — Ne gibi kıyamet alâmeti2.. — Ne gibi olacak?.. Bu adamlar, cs- ki kitapların (yecüc - mecüc) dediği taifedir. kitapların kavline göre, kıya- met yaklaştığı zaman, — (Beniasfer)e mensup olan bit yecüc ve mecüc tay- Bütün .. maş baktıkları yere, dünyanın idaresini eline alacı rıktan mağrebe kadar, büt dünya $ İputperest olacak.. ondan sonra da dec- cal çıkacak.. işte, bu hengâme arasında, kıyamet kopacak... 'Zihinleri burafelerle dolu olan cahil softaların bu sözleri, çarç_ıbuk her ta- rafa yayıhyor; basit ruhlu ve muha- kemesiz insanlar arasında, bir çok dedikodulara sebebiyet veriyordu. Akla ve mantığa en yakın olan ko- nuşmalar, ticaret mahfellerinde şöyle ce cereyan ediyordu. — E, artık Avrupa fabrikaları top atmaya hazıcdlansınlar. — Niçin?. — Japonlarla yapılan ticaret mua- hedesinin tatbikine başlanacakmış... İstanbula, dehşetli mal yığacaklarmış.. Avrapa mallarından yüzde yirmi nok- sanına satacaklarmış. — Canım, nasıl mümkün olur?.. — Biz burada, nasıl mümkün olur diye ağzımızı açıp dururken; herkes gözünü açıyor... Bahçekapıdaki Ömer Efendinin yaptığından haberin var ima?.. — Hayır — Japonyaya, dehşetli sipariş ver- miş.. mallar da, bir buçuk aya kadar buraya gelecekmiş. Japon heyeti tarafından, saray er -| kânına hediye getirilen ipekli kumaş- lar, mendiller, sigara kutuları, yelpa- zeler, ince ve ipek gibi kadın - saçına benzeyen tütünler, elden ele geziyor.. halkı, hayretten hayrete düşürüyor. * Yüzbaşı Hilmi Efendi, eve gelmemişti. bu zamamı Japonyalı misafirlere mihmandarlıkla geçirmişti. Suat, derin bir merak — içinde idi için — dayısının günlerce Japonları görebilmek Fındıklıdaki evine gitmiş; onları uzak- tan görebilmişti. Fakat, bu görüş onu tatmin etmemişti. Onun için, artık mi- safirler gidip te babası eve avdet eder etmez; — karşısına geçmiş.. — snatlerce Hilmi Efendiyi isticvap etmişti. Hilmi Efendi; bu misefirlerin ter - biye ve nezaketlerini uzunuzadıya meth ede ede bitirememişti. Japonya hakkında öğrendiği şeyleri anlatırken, artık Suat kendinden geçmişti. Ve nihayet; — Ah Allahım!.. Beni niçin erkek yaratmadın.. Eğer erkek olsaydım, bir dakika durmaz Japonyaya giderdim. Demişti. Ve artık o günden itibaren de (Japon ve Japonya) kelimeleri, Suadın dımağında yer etmişti. * Aradan tam on dört ay geçmişti. Suat, çok büyük bir ölüm tehlikesi geçirmişti. Bir buçuk ay devam eden humma ateşleri, az kalsın onun haya- tını mahvediverecekti. Fakat onun sağlam bünyesi, bu S&nut hastalıkla mücadele etmiş; hayatı, pek güçlükle kurtulabilmişti. Suadın nakahat devrine girdiği gün- lerde, dayısı Mustafa Bey — gelmiş; garip bir havadis getirmişti. — Bizden de Japonyaya bir gemi gi- decek. Hilmi Efendi; bu 'havadisi, büyük bir hayretle telâkki etmiştil. aponyaya gemi mi, gidecek?.. ün mü?.. t mümkün olmasın?.. — Azizim, bizim oraya gönderecek hângi gemimiz var?. — Daha pek o kadar belli değil am- Mecidiye köylüleri | Lâmbasızlıktan ve Çamurdan şikâgetçi İstanbulun hergün biraz daha bü- yüyen, gittikçe muhtelif binalar, a partımanlar ve villâlarla yeni bir. yü. Bu ki ma, galiba bizim gemiyi gönderecek- lermiş. — (Ertugrul)u mu?.. — Evet. Birdenbire, bir ses yükselmişti; — Dayıl!.. — A, canım?.. gemi giderse, beni de gö - n 2.. — Hay haaaay. , — Nasıl götürürsün?. — Kolay... Sana, bir şeytan küllâhı giydiririm. Nöbetçiler görmeden, ge miye geçiririm. Kamaramdaki dolaba kilitlerim. Böylece gider gelirsin. — Kuzuüm dayı.. şakayı — bırak... Sahi götürür müsün? — Suat!.. Daha hâlâ çocukluğu bıra: kamadın, gitti. — Niçin, dayı?.. — Kızım!.. Hiç, harp gemisine va- bancı bindirirler mi?.. Bahusus kadın.. Kadıköy vapuru mu bu?.. Hem sen. Japonyaya gidip gelmeyi, çocuk oyun- cağı zammediyorsun, galiba şöylece, İstanbula gider gelir gibi... Hacer Hanım da söze karışmıştı: — Ağabey!.. Bu kızı, zaten sen şı- Jmarttın... Onun deli saçmalarını din- lemek yetişmiyormuş gibi, üşenmeden cevap ta veriyorsun. Suat, artık ne annesini ve ne de da- yısını dinlemiyordu. Şimdi onun dı - mağında, yeni bir hayal canlanıyordu... Küçükken, kaç defa dayısı ile gi |(Ertuğrul)un güvertesi, gözlerinin ö- İnüne geliyordu. Kendisini, bu güverte- de buluyordu. Yüzüne serin bir rüz gâr çarpıyor.. gemi, hafif hafif nıyor.. sakin bir deniz üzerinde, neş'eli bir marti gibi, geniş uluklara doğru sü- |zülüyordu. — Dayıt.. —A canım?... — Ne zaman gideceksiniz?... | Hacer Hanım, artık dayanamamış- İtu — Kazaml.. Ağzını hayıra aç... İn- şallah dayın, şuradan şuraya bile git mez. Diye bağırmıştı. * Cenabıhak; acaba, Hacer Hanımır düasını kabul edecek mi idi?.. Bu, he- nüz belli değildi. (Arkası var) sarı hayal ile neticelenmesinden kor karak size şu kısa mektubumu ya zıyorüum, Tramvay deposundan köyümüze kadar olan yol karanlık, çamurlu, ge çilmez bir haldedir. Geceleri evine dönen her köylü karanlıklar içindi - Çamurdan batağa, bataklan su bi süslenen yfiyesi var: Mecidiye kü- , muhakkak ki birkaç se- ne içinde en kalabalık, en güzel bir kây olacak ve İstanbulun en yakır ve güzel say Si sırasına geçece tir. Fakat bu köy lâyik olduğu ih mama henüz kavuşmuş değildir. Mecidiye köyü okuyucularımız dan biri diyor ki: — Belediye şehrin muhtelif so kak ve caddelerine yeni lâmbalar xs mıya karar verdi. Bu karar tevzi inden bize de hisse düşer ümid: benim gibi bütün köy halkı da se vindi: Fakat, bu sevincin bir inki- un * ile köyün bazı sı acak lâmba Hiç olr * narımda taş bir kaldırim yapı bazı işlek sokaklar âdi taşl * gensli Bu suretle yeni inkişaf eden sav- * fiyvemiz ileride oturulamıyacak bir halden kurtulmuş olacaktır.