| Türkiyenin aruzosu İTağ — sonra auı"ı' kere daha buna tüğümü hatırla - belki on di â 'nde Hâfız Sami aa Birdenp AZellerinden birini ikça hay bir meyan bastı. a bit Ve içimi ihtizaz et- “Mek, tükenmek bilmi- Hç, Slar seller halı ’“r’ıgq aei inde akı 1 kayanoz kava- eziliyordu, ve ni Bibi bn_:"' bağdaş kurup otur Yere tin ne Yuvarlayıverdi. Zaman ve nasıl bit hıtırlzmı_vorum. KPY;' n Hâfız Sami, ba- ' huran! bir yüzle Bözlerle bakı- '3 ;:ı;ı. Zalcği 'ğlu Rüstemin ÜİT hara h 0| ta kanaat getir- ' İnsanları, in- İyecekleri hâ- bahtialdir fanilerdendi. . bunu, Arliğına nail ol < der, imle beraber Vi odi ilen n güzel hastadır, şimdi de Gülhane hastanesinin asabiye. kı sesli adamımız diyebileceğim Hafız Sami 33 senedir da zaman zaman gelip geçmektedir. e kadar hastaneden çıka emektir. Fakat biz kendi söylüyorlar. Sami e dinleye- Çünkü o eskiden nadiren ve çıkıp okurdu. Şimdi onu dahi yapmıyor. Hâfız Sami hastahanede kendisine bak şındadır. Yalnız, 35 senedir, itisafi bir melânkoliye müptelâdır. Bu yüksek ruhlu, harikulâde sesli nadiri hilkat, içinde iki iblisin mevcut olduğuna ka- nidir. Hangimizin içinde bir, iki veya daha fazla iblis yoktur? Fakat biz, sle lüde insanlar bu iblislerin mevcudiyeti ni gündelik hayatın mecburiyetleri i - çinde unuturuz. Hassasiyeti, mânevi - yeti herşeye galip olan Hâfız Sami için | hâdise böyle değildir. Onun için bu Abl lisler, maddeten mevcuttur, ve hayatı onlarla daimi bir mücadele içinde ge- çer. Asıl ve büyük hakikatin «fenâ>» da değil «beka» da olduğuna inanmış bulunan Hâfız Sami, zaman zaman ib- Hislere mağlüp olur. İşte bu son altı ay dir, o, böyle bir mağlübiyet devresi ge çirmektedir. Fakat doktorlar, onun beş on güne kadar bu mağlübiyet devre - sinden kurtulacağını söylüyorlar. Hâ - fız Sami, de o zaman Gülhaneden çıka caktır, Bir Lâz kayıkçı Bundan belki on beş sene evvel, bir gün, demin yukarda bahsettiğim Eyüp | Sultanın Şifa havuzu denilen yerinde, dostları ve ahbapları Hâfız Samiye bir öğle ziyafeti hazırlamışlardı. Hâfiz Sa mi, Bu Türklerin Karuzosu, öğle üzeri gelecekti. Fakat vakit geçiyor, bir türlü gözükmüyordu. Herkes önün bir cen tilmen olduğunu, randevularına sadık olduğunu bildiği için, Mmerak — etmeğe | başlamıştı. Muayyen vakitten bir saat! kadar geçmişti ki, uzaklardan, Halicin | Bahariye taraflarından onun sesi du - yuldu. Hâfız Sami birbiri ardına şarkı- lar okuyordu, Önün bu kadar çok oku -İduğünu kimse duymamıştı. Ne olmuş- tu? Mesele, bir saat sonra anlaşildi. Hâfız Sami, Eyüp Sultana gelmek üzere, Kasımpaşadan ihtiyar bir Lâzın sandalına binmişti. Sandal, Balat önle rine geldiği vakit, o zamanlar o civar- da türemiş olan vapur dumanı gözlük- lü bir hafif kadın, başka bir sandalla şarkı söyliyerek geçiyordu. Hâfız Sa- minin sandalcısı kadına hitaben: — Sus, utanmıyor musun? Diye haykırdı. Hâfız Sami: — Canım, bırak kadıncağızı. İstedi ği gibi söylesin! Diyince kayıkçı ona şunları söyledi: — Beğim, ben güzel ses âşikıyım, lâ- kin bu kadın çekilmez oldu artık.. Hem biliyor musun beyim ben İstanbula ne den geldim? — Hayır. n sene olüyor, Rizede, kahvede, İstanbulda moşhur bir Hâfızın sesin - den bahsolünuyordu. Bana merak-öb an Dr Necmettin ve hemşire ile birlikte du, gidip şu adamı dinleyeyim dedim, atladım, geldim. O gün bugün o adamı ararım, bir bulup dinlesem, hemen &- lâya döneceğim. Lâkin ne çare? — Kim imiş bu Hâfız? — Hâfız Sami. Hâfız Sami Lâz sandalcının bu söz- lerini duyunca dayanamamış, hafiften bir gazel okumağa başlamıştı. Kayıkçı hemen kürekleri bırakıp ayaklarına ka panmış ve: — Seni bana Allah gönderdi, ben gayri seni bırakmam, Diyerek onu bir saat gezdirmiş. Hâ- fız Sami de, bir saat, durmadan ona ©- kumuş... okumuş, bü sebepten belki hayatında ilk defa olarak, randeyusu- na geç hh;ı”ıu üü Kaval sesinin yılan ve alelâmum mu sikinin hayvanlar üzerindeki tesiri ma lümdur. Şimdi anlatacağım vak'a, gü- zel sesin haydutlar ve soyguncular ü- zerindeki tesirini gösterecektir. Bir akşam, Hâfız Sami ile akrabala rından bir genç. gene Şifa havuzunda misafirdiler, Mütareke senelerinde idi. Geç vakte kadar oturuldu. Gece yarısı na doğru Hâfız Sami: — Eh, dedi, artık vakit gidelim. Kendisile beraber gidecek akrabası- na dönerek : — Buradan Eyüp Sultana ineriz, Fe nerden, Drağman yokuşundan çıkar, eve gideriz. Diye ilâye etti. Hâfız Sami Karagüm rükle oturuyordu. Fakat, o zamanlar sivil komiser olan bu genç: — Ne münasehet, dedi, yolu uzatı - tız. Şuradan Edirnekapı mezarlığından kestirme gideriz. Hâfız Sami başını salladı, yolun teh likeli olduğunu, birçok asker kaçağı - nın bulunduğunu, gençlerin yollarını çevirip soyduklarını ileri sürünce, genç belindeki tabancayı göstererek: — Korkma, dedi, yanında ben va - rım. Hâfız Sami, gülümsedi. — Razı oldu. Kalkıp gittiler. Aradan yirmi dakika geçmemişti ki, Edirnekapı mezarlığın- dan, Hâfız Saminin, o ölüleri bile di - riltmeğe kadir gür, berrak, nefis sesi duyuldu. Hâfız Sami: Dağda tavşan koğarım Düştüm dizim oğarım Şarkısını okuyordu. Ertesi gün meseleyi anladık, Edirne- kapı mezarlığında, dört haydut Hâfız Sami ile akrabasından olan genci çe- virmişler, ve don , gömlek bırakmak şartiyle tepeden turnağa kadar soymuş 8 -Vehham Yazan : Naci Sadullah «İhtiyat» i yüz bin defa büyütün: l Vehmolur. Bu yüz bin defa büyütük müş ihtiyatı, kuş kadar — beyinlerine hazmettiremeyip — de çıldıranlar bile vardır. Bunlara, tababeti Tuhiye eğzile «Persocute», Arap dilile « Vehham» de nir, Bu san'atin Öz Türkçe karşılığını bulup çıkarmayı dil allâmelerimize bı- rakıyorum. «Havadan nem kapati» kabilinden ve «vehham» manâsına ge- len bir çok mürekkep sıfatlar hatırlı- yorum ki, buraya yazılmaları hayli müstehcen kaçar. «Vehhamn ın tam kaçığı olur, fakat tam akıllısı yoktur. Vehham'ın yüzde yüz tabansızı çok- tur, fakat yüzde yüz yüreklisi olmaz. Bedbin, hâdisatı simsiyah gören adamdır, Fakat «vehham» kâinatı sim- siyah görmek için kendi icat e_yl_vdiii» mühtemel hâdiseleri behane edinir. Habeşistandaki silâhla beraber, vehe hamın ödü patlar. İngilterede işlenen cinıyme__k“"" nilan bıçak, vehhamın muhayyilesine de saplanır. z Vehham, tu!’ıda ynplınn suikasti, kendi aleyhine tefsir eder. Almanya- da bir euiüistimal meydana çıkar. Veh- ham, cüzdan cebine iki düğme daha diktirir. Japonyada binalar yıkılır, Ada- nada nehirler taşar, Amerikada derya- lar donar, İspanyada — kıyametler ko par, Galatada rezalet, Fatihte sirkat, Karagümrükte kavga olur. Bütün bun ların toptan tasasını vehham çeker. Demir gibiyken hastadır, vücudu dimdik dururken, ruhunun beli bükük müştür. Kendi içini dolduran manevi mikropların kâinatı sardığına kanidir. Ve bu bedbaht kanaate sahip olduğu içindir ki, Allahtan kula, sevgiden dosta, feylezoftan beyinsize, ilimden cehle, hakikatten hayale kadat — hiç kimseye, ve hiç bir şeye inanamaz, İçindeki itimad ve emniyet buhra- nı yüzündendir ki, yakasını şüphe de- nilen duygular haydudunun — elinden kurtaramaz. Bir ufacık endişe tohumu, onun yüreğini, içine teselli baltası girmez bir iştiraplar ormanına çevirir. Yanı- hp ta vehhama: — Bugün sıhhatlisin! demeye ıöı.ı — Demek ben, bu kabil telkinlere | muhtaç görülecek kadar hastayım! di- yerek, doktor doktor dolaşır. Zinhar, kendisini sevdiğinden lâf açmaya kalkışma: — Bana bu piyazlarla, ne çeşit tu- zak hazırlıyorsan açık söylel diye ya- kana yapışır. Akılh desen zihninden korkar, zen gin desen malından ürker, sağlam de- sen canından şüphelenir. En iyi şeyi, en kötü köşesinden görür, Hiç tanımadığı, bilmediği mue hayyel düşmanlardan korkar, Berber usturasını bir suikastçı han- lar. Hâfız Sami, toy akrahasile alay için yukarıdaki şarkıyı söylemeğe baş- lamış. Fakat aradan iki dakika geçme den, soyguncular dönmüşler: — Atffedersiniz, Hâfız Ağabey, sizi tanımadık, yabancı sandık! Diyerek elbiselerini kâmilen iade et mişler. * Hâfız Saminin burflara benzer bir çok fıkraları vardır. Anlatmakla bit - mez. O, beş on güne kadar hastahane- den çıkacak. Bir atlet olan Hâfız Seımi_l muhakkak ki içindeki iblislere galip ge| lecek. Fakat biz acaba onu bir daha din leyebilecek miyiz? Çünkü o. etkiden nüdiren ve yalnız dağlara çıkarak 0- kurdu: Simdi onu dahi yapmıyor. Fikret Adil çeri gibi görür. Lokanta yemeğinden zehir kokusu alır. Meyhane kadehini mikrop çanağı sanır. Yanında ölüden bahsetsen sararır, deliden bahsetsen hırslanır, Aliden bahsetsen: — Alçak... Mutlaka benim dede- min, dedesinin amcasına çatıyor! der. Veliden bahsetşen; kendisine bir ha- karet payı icat eylemenin yolunu bu- lur. Yanında «dolandırıcın - kelâmıni kullansan alınıp morarır. Maazallah, susacak olsan, gene iki eli yakanda:- dir: — Vay küstah vay. der... Beni ka- bili hitap saymıyorsun da, susuyorsun ha? Benim tanımadığım, ve tanıdığım vehhamlar çoktur. Sıkı fikı görüşmiye mecbur kaldıklarım, rastgeldikçe — se lâmlayıp geçtiklerim vasdır. Bir roman yazıyordum: Hiç tanı- madığım vehham bir okuyucu yazdığı mektupta: — Sen, benim hususi hayatımı ne hakla elâleme anlatıyorsun? Kabilin- den sualler, ve bu suallere - benzeyen tehditler savurdu. Bir hikâye karaladım. Hiç bilme- diğim vehham bir bayan: — Beni teşhir etmişl diyerek, mah- kemeye koştu. Zavallı vehhamlar, kelimelere, ufa- cık aynalara bakar gibi baktıkları için- dir ki, muhayyel hikâyelerin, muhay- yel tip tasavvurlarının içinde kendile- rini görürler! — Varsınlar, görsünleri ne çıkar? demeyin, Vâkıa onlar cesur değildirler am- ma, herhangi bir vehim, hangi bir korkak kadar mütecavizleş- tzübiliri Ve süühükkak' ki; hüyütla-su korkulacak şey, bir korkağın ya kan- cikça, yahut ta divanece tecavüzü- dür! Maamafih, bu yazımın hiç kimseyi kızdıracağını zannetmiyorum. Çünkü vehham, sade vehhamlığı üzerine alın- maz! onları her. Naci Sadullah Pırasa hırsızı Debreli Recep iaminde bir adam vapurda anbarın bir kenarında duran pırasalardan 10 kiloluk bir demeti ya- kalamış, ve rıhtima çıkmıştır. - Fakat orada hamallık eden Cemil ve Kemal isminde iki hamal, Recebi rıhtıma ka- yıtlı olmryan bir hamal sanarak yaka- lamışlar: Ca Bu pırasalar kimin? Bunları sen götüremezsin, biz götüreceğiz demiş- lerdir, Onlar münakaşa ederlerken ların sahibi Hü pirasa- n vapurdan çıkmış ve yanlerına gelmiş, pirasaları çalan | ıRecclıi yakalamıştır.