19 Ocak 1937 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 7

19 Ocak 1937 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 7
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

b_B harikulâde te- a“d 1 bire içim F dtin "kahdi - Blraz hürmet ettiğini m. Yere, bağ- h Tikula inde Hâfız Sami B;rdmbgazellerinden birini Na hlv bir TMmeyan bastı. ÜR Yön bit Ve içimi ihtizaz et- r! tükenmek bilmi- kteğim, S seller halinde akı EL J'Gznı, ;iîınki kayanoz kava- İ İ eziliyordu, ve ni- _ h.m’ n bağdaş kurup otür- Hİ *Yanin Yere Yuvarlayıverdi. / Yör he zaman ve nasıl bit © ]Ğîğjm' hatîrlamıyorum. Ken- yi Mt Zaman 'YE . İlâhi diy eeî_puraşt bir yüzle ;,' $im gözlerle bakı- Plbba Sallara Tdreti KA benzeç ” Zaloğlu Rüstemin t haç Ahramanların düş - Okî atarak hâk ile yek- a böyle bir şeyin ka- Sağını düşünür du - 4 bilar e UNun, yani seslâ lke a ieceğini ve gattıâ .âe- S“"IL » büna kanaat getir- Sesiyle insanları, in- "nfyşeekıeri hâ- r fanil bühliyarlığına nalj ça : nimle beraber İbon O, otuz beş din tesiçi Difaz sonra Beçişile perişan, der *CİYordu. ni g'ör : y l Sena a . "' Fliîir “Tmemiş oldu- “SON POSTA | ZEE Karuzosu hastadır, yalnız dağlara sesli adamımız diyebileceğim Hafız Sami 33 senedir şimdi de Gülhane hastanesinin asabiye. koîBı:kıı:da B z ae BU k neden çıkacağını söylüyorlar. Sami E...”iı;'ilm ge demektir. Fakat | biıkkenâ?uinnl gea K i iviz? Zannetmiyorum. “Çünkü o eskiden nadiren ve gacvla e çıkıp okurdu. Şimdi onu dahi yapmıyor. gene dinleye- Yazan: Fikret Âdil y> Hâfız Sami hastahanede kendisine bak an Dr Necmettin ve hemşire ile birlikte şındadır. Yalnız, 35 senedir, itisafi bir melânkoliye müptelâdır. Bu yüksek ruhlu, harikulâde sesli nadiri hilkat, içinde iki iblisin mevcut olduğuna ka- nidir. Hangimizin içinde bir, iki veya daha fazla iblis yoktur? Fakaşt biz, ale lâde insanlar bu iblislerin mevcudiyeti ni gündelik hayatın mecburiyetleri i - çinde unuturuz. Hassasiyeti, mânevi - yeti herşeye galip olan Hâfız Sami için hâdise böyle değildir. Onun için bu ib lisler, maddeten mevcuttur, ve hayatı onlarla daimi bir mücadele içinde ge- çer. Asıl ve büyük hakikatin «fenâ» da değil «beka» da olduğuna inanmış bulunan Hâfız Sami, zaman zaman ib- lislere mağlüp olur, İşte bu son altı ay dır, o, böyle bir mağlübiyet devresi ge çirmektedir. Fakat doktorlar, onun beş on kadar bu mağlübiyet devre - sinden kurtulacağını söylüyorlar. Hâ - fız Sami, de o zaman Gülhaneden çıka caktır. Bir Lâz kayıkçı Bundan belki on beş sene evyel, bir gün, demin yukarda bahsettiğim Eyüp Sultanın Şifa havuzu denilen yerinde, dostları ve ahbapları Hâfız Samiye hir öğle ziyafeti hazırlamışlardı. Hâfiz Sa mi, bu Türklerin Karüzosu, öğle üzeri gelecekti. Fakat vakit geçiyor, bir türlü 'gözükmüyordu. Herkes önün bir cen- tilmen olduğunu, randevularına sadık olduğunu bildiği için, merak etmeğe başlamıştı. Muayyen vakitten bir saat kadar geçmişti ki, uzaklardan, Halicin Bahariye taraflarından onun sesi du - yuldu. Hâfız Sami birbiri ardına şarkı- lar okuyordu. Onun bu kadar çok oku duğünu kimse duymamıştı. Ne olmuş- tu? Mesele, bir saat sonra anlaşildi. Hâfız Sami, Eyüp Sultana gelmek üzere, Kasımpaşadan ihtiyar bir Lâzın sandalına binmişti. Sandal, Balat önle rine geldiği vakit, o zamanlar o civar- da türemiş olan vapur dumanı gözlük- lü bir hafif kadın, başka bir sandalla İşarkı söyliyerek geçiyordu. Hâfız Sa- minin sandalcısı kadına hitaben: — Bus, utanmıyor musun? Diye haykırdı. Hâfız Sami: — Canım, bırak kadmcağızı. İstedi ği gibi söylesin! Diyince kayıkçı ona şunları söyledi: — Beğim, ben güzel ses âşıkıyım, lâ- kin bu kadın çekilmez oldu artık.. Hem biliyor musun beyim ben İstanbula ne den geldim? — Hayır. _ — On sene ölüyor, Rizede, kahvede, İstanbulda meşhur bir Hâfızın sesin - den bahsolünuyordu. Bana merak-ol- du, gidip şu adamı dinleyeyim dedim, atladım, geldim. O gün bugün o adamı ararım, bir bulup dinlesem, hemen sı- lâya döneceğim. Lâkin ne çare? — Kim imiş bu Hâfız? — Hâfız Sami. lerini duyunca dayanamamış, hafiften bir gazel okumağa başlamıştı. Kayıkçı hemen kürekleri bırakıp ayaklarına ka panmış ve: — Seni bana Allah gönderdi, ben gayri seni bırakmam, Diyerek onu bir saât gezdirmiş. Hâ- fız Sami de, bir saat, durmadan ona o- kumuş... okumuş, bu sebepten belki hayatında ilk defa olarak, randevusu- na geç kalmıştı. Haydutlar ve ses Kaval sesinin yılan ve alelüâmum mu sikinin hayvanlar üzerindeki tesiri ma lümdur. Şimdi anlatacağım vak'a, gü- zel sesin haydutlar ve soyguncular ü- zerindeki tesirini gösterecektir. Bir akşam, Hâfız Sami ile akrabala rından bir genç, gene Şifa havuzunda misafirdiler. Mütareke senelerinde idi. Geç vakte kadar oturuldu. Gece yarısı na doğru Hâfız Sami: — Eh, dedi, şartık vakit gidelim. Kendisile beraber gidecek akrabası- na dönerek : — Buradan Eyüp Sultana ineriz, Fe nerden, Drağman yokuşundan çıkar, eve gideriz. i Diye ilâve etti. Hâfız Sami Karagüm rükte oturuyordu. Fakat, o zamanlar sivil komiser olan bu genç: — Ne münasebet; dedi, yolu uzatı - rız. Şuradan Edirnekapı mezarlığından kestirme gideriz. Hâfız Sami başını salladı, yolun teh likeli olduğunu, birçok asker kaçağı - nın bulunduğunu, gençlerin yollarını çevirip soyduklarını ileri sürünce, genç belindeki tabancayı göstererek: — Korkma, dedi, yanında ben va - rımı, Hâfız Sami, gülümsedi. Razı oldu. Kalkıp gittiler. ÂAradan yirmi dakika geçmemişti ki, Edirnekapı mezarlığım- dan, Hâfız Saminin, o ölüleri bile di - riltmeğe kadir gür, berrak, nefis sesi Dağda tavşan koğarım Düştüm dizim oğarım Şarkısını okuyordu. Ertesi gün meseleyi anladık. Edirne- kapı mezarlığında, dört haydut Hâfız Sami ile akrabasından olan genci çe- virmişler, ve don , gömlek bırakmak şartiyle tepeden tırnağa kadar soymuş| Sayfa 7 - z | ARAMIZDAKİLER 8 - Vehham Yazan : Nacti Sadullah «İhtiyat» i yüz bin defa büyütün: | Vehmolur. Bu yüz bin defa büyütül- müş ihtiyatı, küş kadar — beyinlerine hazmettiremeyip — de çıldıranlar bile vardır. Bunlara, tababeti ruhiye ağzile «Persecutö», Arap dilile «Vehham» de nir. Bu san'atin Öz Türkçe karşılığını bulup çıkarmayı dil allâmelerimize bı- rakıyorum. G&Havadan »nem kapan» kabilinden ve «vehham» manâsına ge- len bir çok mürekkep sıfatlar hatırlı- yorum ki, buraya yazılmaları hayli müstehcen kaçar. «Vehham» ın tam kaçığı olur, fakat tam akıllısı yoktur. Vehham'ın yüzde yüz tabansızı çok- tur, fakat yüzde yüz yüreklisi olmaz. Bedbin, hâdisatı simsiyah gören adamdır. Fakat «vehham» kâinatı sim- siyah görmek için kendi icat e_yl'_ediğî müuhtemel hâdiseleri behane edinir. Habeşistandaki silâhla beraber, veh- hamın ödü patlar. İngilterede işlenen cinayette.kuua- nıilan bıçak, vehhamın muhayyilesine de saplanır. İ Vehham, İtalyada yapılan suikasti, kendi aleyhine tefsir eder. Almanya- da bir suiistimal meydana çıkar. Veh- ham, cüzdan cebine iki düğme daha diktirir. Japonyada binalar yıkılır, Ada- nada nehirler taşar, Amerikada derya- lar donar, İspanyada kıyametler ko- par, Galatada rezalet, Fatihte sirkat, Karagümrükte kavga olur. Bütün bun ların toptan tasasını vehham çeker. Demir gibiyken hastadır, vücudu dimdik dururken, ruhunun beli bükül- müştür. Kendi içini dolduran manevi mikropların kâinatı sardığına kanidir. Ve bu bedbaht kanaate sahip olduğu içindir ki, Allahtan kula, sevgiden dosta, feylezoftan beyinsize, ilimden cehle, hakikatten hayale kadar hiç kimseye, ve hiç bir şeye inanamaz. İçindeki itimad ve emniyet buhra- nı yüzündendir ki, yakasını şüphe de- nilen duygular haydudunun elinden kurtaramaz. Bir ufacık endişe tohumu, onun yüreğini, içine teselli baltası girmez bir istiraplar ormanına çevirir. Yanı- ııp ta Vehhan'na: — Bugün sıhhatlisini demeye gör. — Demek ben; bu kabil telkinlere muhtaç görülecek kadar hastayım! di- yerek, doktor:döktor dolaşır. Zinhar, kendisini sevdiğinden İâf açmaya kalkışma: — Bana bu piyazlarla, ne çeşit tu- zak hazırlıyorsan açık söyle! diye ya- kana yapışır. Akılh desen zihninden korkar, zen gin desen malından ürker, sağlam de- sen canından şüphelenir. En iyi şeyi, en kötü köşesinden görür, Hiç tanımadığı, bilmediği' mu- hayyel düşmanlardan korkar. Berber usturasını bir suikastçı han- çeri gibi görür. Lokanta yemeğinden zehir kokusu alır. Meyhane kadehini mikrop çanağı sanır. Yanında ölüden bahsetsen sararır, deliden bahsetsen hırslanır, Aliden bahsetsen: — Alçak... Mutlaka benim dede- min, dedesinin amcasına çatıyor| der. Veliden bahsetşen; kendisine bir ha- karet payı icat eylemenin yolunu bu- lur. Yanında «dolandırıcı» kullansan alınıp morarır. susacak olsan, gene dır: — Vay küstah vay. der... Beni ka- bili hitap saymıyorsun da, susuyorsun ha? Benim tanımadığım, ve tanıdığım vehhamlar çoktur. Sıkı fıkı görüşmiye mecbur kaldıklarım, rastgeldikçe — se lâmlayıp geçtiklerim vardır. Bir roman yazıyordum: Hiç tanı- madığım vehham bir okuyucu yazdığı mektupta: — Sen, benim husust hayatımı ne hakla elâleme anlatıyorsun? Kabilin- den sualler, ve bu suallere benzeyen tehditler savurdu. Bir hikâye karaladım. Hiç bilme- diğim vehham bir bayan: — Beni teşhir etmiş! diyerek, mah- kemeye koştu. Zavallı vehhamlar, kelimelere, ufa- cık aynalara bakar gibi baktıkları için- dir ki, mu_hayyel hikâyelerin, muhay- yel tip tasavvurlarının içinde kendile- rini görürler! — Varsınlar, görsünler! ne çıkar? kelâmını Maazallah, iki eli yakanda: demeyin, Vâkıa onlar cesur değildirler âm- ma, herhangi bir vehim, onları her« hangi bir korkak kadar mütecavizleş- tirebilir. Ve mühakkak ki, hayatta en korkulacak şey, bir korkağın ya kan- cikça, yahut ta divanece dür! Maamafih, bu yazımın hiç kimseyi kızdıracağını zannetmiyorum. Çünkü vehham, sade vehhamlığı üzerine alın- tecavüzü- maz| Naci Sadullah lar. Hâfız Sami, toy akrabasile alay için yukarıdaki şarkıyı söylemeğe baş- lamış. Fakat aradan iki dakika geçme den, soyguncular dönmüşler: — Alfedersiniz, Hâfız Ağabey, sizi tanımadık, yabancı sandık! Diyerek elbiselerini kâmilen iade et mişler. * Hâfız Saminin burflara benzer bir çok fıkraları vardır. Anlatmakla bit - mez. O, beş on güne kadar hastahane- den çıkacak. Bir atlet olan Hâfız Sami, muhakkak ki içindeki iblislere galip ge lecek. Fakat biz acaba onu bir daha din leyebilecek miyiz? Çünkü o, eskiden nâdiren ve yalnız dağlara çıkarak o- kurdu: Simdi onu dahi yanmıyor. — Fikret Adil Pırasa hırsızı Debreli Recep isminde bir adam vapurda anbarın bir kenarında duran pırasalardan 10 kiloluk bir demeti ya- kalamış, ve rıhtima çıkmıştır. Fakat orada hamallık eden Cemil ve Kemal isminde iki hamal, Recebi rıhtıma ka- yıtlı olmryan bir hamal sanarak yaka- lamışlar: — Bu pırasalar kimin? Bunları sen götüremezsin, biz götüreceğiz demiş- lerdir. Ohnlar münakaşa ederlerken pirasa- İarın sahibi Hüseyin vapurdan çıkmış ve yanlarına gelmiş, pırasaları çalan Recebi yakalamıştır. z Fa aa ÇOĞ

Bu sayıdan diğer sayfalar: