Son Posta 30 Kasım 1936 sayfa 6 | Gaste Arşivi

30 Kasım 1936 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 6

30 Kasım 1936 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 6
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

6 - Sayfa Fo ine: o Tarihten yapraklar: Endülüs i _ıTr 'İ' ff?ı&l T “SON POSTA hükümdearı ikinci Hakemle Kadı Beşir rın ahrette şu koca «Bu çuvaldaki toprak halktan birinin elinden zorla aldığın bir tarlanın küçük bir parçasıdır. Sen bugün bu kadar toprağı kaldıramıyorsun, ya- tarlayı nasıl kaldıracaksın?» Endülüs hükümdarı üçüncü Abdür- 'rahman kendinden evvelkiler gibi (E- mir) değil, (halife) diye anılıyordu ve buna cidden lâyık bir adamdı. Elli sene süren hilâfetinde adalet ve ıyilikten ayrılmamış, bir zamanlar Vi- zigot krallarile şövalyelerinin yağma- larına sahne olan Endülüsü dünyanın en mamüur ve zengin bir memleketi ha- line koymuştu. Kordoba civarında kendi sevgilisi için Medinetüzzehrayi yapan bu hü - kümdardır ve bu sarayın ihtişamı eş- sizdi. Lâkin buna rağmen bütün hayatı saadet içinde geçmemişti. Ölümünden sönra bulunan hatıralarının bir yerin- de şu sözler okunmuştu: «Halife olalı elli yıl oluyor. Şan ve şerefe, zevk ve saadete, her şeye ka - vuştum. O kadar ki bunların hepsin - den bıktım, rakibim olan hükümdarlar bana hürraet ediyorlar, beni kıskani - yorlar. Benden korkuyorlar. Allah, in- sanların a“zu ettikleri şeylerin hepsini bana bağışladı. Fakat bu uzun saadet günleri a-asında sahiden mes'ut oldu - ğum gün'leri saydım. Hepsi ancak on dörnde vasdı. Ey fani insanlar; büyük- lüğü, dünyayı ve hayatı buna göre kı - yas edinit!» : Ömrünün son zamanlarında oğulla - rından biöri isyan etmiş ve üçüncü Ab- durrahman bu haris oğlunu idama mahküm etmişti. Zavallı babanın bü - tün hayatı bu yüzden, zehirlenmiş gi- biydi. Lâkin yalnız bir noktadan teselli buluyordu. O da, kendisinin yerine ge- çecek olun oğlu Hakemin de kendisi gibi akıllı, liyakatli, adalet ve iyiliği seven bit adam olmasıydı. İkinci Hakem 910 da halife oldu ve babasının boş bıraktığı yeri doldur - mağa lâyık olduğunu pek çabuk isbat etti. Pek sade yaşıyordu. Vergileri azal- tıyor, halkın rahatını temine çalışıyor- du. Adalet ve merhamette eşsizdi. İkinci Hakemin ne kadar âdil bir hü- kümdar olduğunu isbat eden bir vak'a vardır ki Endülüs tarihinin altın yap - raklarından en parlak olanıdır: Kordoba civarında halifenin çok gü- zel bahçeleri vardı. Arasıra buralara çıkar, portakal, üzüm, incir ve çiçek kokuları arasında, fiskiyelerin karşı - sında, sevgilisile oturur, müzikten, şiir- den bahsederdi. Bu bahçenin br kenarında küçük bir yamaç vardı ki oradan yemyeşil oVa yı olduğu gibi görmek mümkündü. Fa - kat bu yamaç halifenin mali değildi. — Kimindir? Diye kâhyasına sordu. Fakir bir kadıncağızın malı olduğu- nu söyledi. Halife emir verdi: — Bu kadıncağızı gör. Bu tarlayı her ne isterse verip satın al ve bir köşk yaptır! Halifenin kâhyası fakir kadına gitti ve halifenin arzusunu bildirdi. Kadıncağız, tarlasını satmağa razı olmadı: — Halife pek zengindir. Dilediğim kadar parayı verebilir. Fakat ben bu tarlayı satamam. — Niçin? — Endülüse ilk gelen dedemizden - beri evlâttan evlâda geçiyor. Babam |da «satma!» diye vasiyet etti. — Halifenin arzusu bütün vasiyet - lerin üstündedir. (Devamı 15 inci sayfada) 'GÖNÜL İŞLERİ' Muhatapsız kalan Bir aşk hikâyesi «B. İ. K.» iyi tahsil görmüş, iki dil bilir bir genç kız, iyi bir ailenin tek çocuğu, mes'ut olmak için ne, lâzım ise hepsine malik. Fakat mes'ut değil. Bunun sebebini anla « tirken hülâsaten diyor ki: İki yıl evvel, daha on yedinci ya- şumdayken sevmiye başladığım bir erkeğe karşı elân ayni hisle müte- hassisim. Arasıra çıkan taliplerimi hep reddediyorum, içimden: — Birisini seven bit kız başka bi- risile nasıl evlenir? diyorum, Fa - kat o, beni hiç anlamiyor, ihma)| e - diyor. Şahsan İstanbulda da, taşra: da da tanınmış birisidir, keşki di - yorum, tanınmamış birisini sevsey- “dim, benimle belki daha fazla meş: gul olurdu, fakat gönlüme hâkim ol mak kabil mi? Siz şimdi bu satırları okurken: — Bevmiyeni sevmenin budalalık oldu#unu düşünürsünüz, belki haki. kat te öyledir amma, hissimi fikrime itaat etlirmek ımkansız şaşkın bir haldeyim.» * Bu genç kıza söylenecek bir şey göremiyorum: — Bahsettiği erkekle hangi şerail içinde tanışmıştır? Aralarında ne şekilde konuşulmuştur. Mütekabil vaziyetleri nedir? Hattâ erkeğin, hakkında beslenen aşktan haberi var mıdır, yok mu? Bütün bunlar meç:- hul. Malümu hiç bulunmıyan mua- deleleri halletmek te mümkün ola- mıyacağına göre bahsi kaydetmek- le iktifa ediyorum. *& &* Dizdariyede Bayan (P. P.) ye: Her şeyden evvel sevip sevemiye- ceğinizi, sonra da sevdiğiniz takdir- de sevdanızı idâame ettirmek için maddi imkâna malik olup olamıya- caçınızı düşünmek lâzım. Para ile aşk alınmaz, fakat para olmayırca aşkı yaşaâtmak ta mümkün olmaz. Meseleyi her şeyden evvel basitiiğe irce etmeli. Mısafır Sahne: Bir misafir odası. Eşhas : Bir koltuk, Bir kanape. Figüran olarak mü- teaddit koltuk, san- dalye ve — masalar vardır. Koltuk — Söyle ba- kalım kanape arka - daş bu akşamı nasıl geçirdin? Kanape — Fevkalâ- de mükemmel dos - tum; tam iki saat güldüm. Koltuk — Ben de öyle, tuhaf insanlar değil mi? Kanape — Muhakkak. Farkındasın ya,-nasıl donuyorlardı. Koltuk — Evet, dur, şunu başın - dan anlatayım, ben kapıya yakın oldu- ğum için her şeyi duydum, Sokak ka- pısı çalınır çalınmaz öbür odada bir gürültü oldu. Bayanın sesini tanırım: «— Of, dedi, gene misafir geldi.» İs- teksiz isteksiz kapıyı açtı. Sanki biraz evvelki sözü söyliyen o değilmiş gibi: «— Buyurun, dedi, ne iyi ettiniz de geldiniz, buyurun, misafir odasına bu- yurun misafir odasına.» Kanape — Hah o sırada gördüm, pal- tolarıni, mantolarını çıkarmışlar, bu - raya gelmışlendı Benim üstüme bir ba- yanla bir bay otüurdular.. Amma oturdukları müddetçe onların | titremesinden ben de titredim durdum. Koltuk — Hiç sorma ben de öyle, hele üstüme oturan sıska bayan yok mu, bir yandan beni titretti, bir yan - dan da sinirlendirdi. O dişlerinin çat çat çat vuruşu, kümaşımın — kil- |Tarını diken diken yaptı. Kanape — Ev sahibine dikkat ettin mi misafirler gelir gelmez çini sobaya iki tane ufacık odun attı. «— Hava biraz soğuk amma şimidi ısınır, dedi.» Koltuk — Dikkat ettim, amma oda ısındı mı da... Kanape — Ne gezer, oda öyle kolay kolay ısınır mı hiç.. Ev sahipleri ikide bir: «— SBizi üşüttük!» Diyorlardı. Koltuk — Doğru söz.. Kanape — Evet doğru amma mi - safirlerin cevapları yalan.. Koltuk — Sahi ev sahipleri« sizi ü- şüttük» derken onlar da «— Üzülmeyin, hiç üşümedik, hava esasen o kadar soğuk değil ki!» Cevabıni veriyorlardı. , Veriyorlardı amma bir yandan da soğuktan tir tir titriyorlardı. Kanape — Öyledir de ne diye ev s2- hipleri; misafirler gelir gelmez hepsi- nin paltolarını, mantolarını ısrarla çı - karttılar? Koltuk — İşte onu ben de anlama - dım.. Kanape — Acaba çini sobaya attık- ları iki sıska odun şu bizim koskoca ©o - dayı ısıtacak mı sanmışlardı! Koltuk — Zannetmem, ilk defa mi- — Zavalh çok fakirleşti, altında bir ot minderi bile kalmamış.. — İçindekilerin hepsini yemiş mi? Bir perdelik " komedi —— safir gelmiyor ki? Kanape — Acaba neye olsa gerek? Koltuk — Büldüm, buldum.. Misa - firler fazla üşüsünler de çarçabuk git- sinler diyedir. Kanape — Doğru.. Bu pek doğru.. Koltuk — Öyle değil mi? Misafirler gider gitmez bayanın söylediğini duy- madın mı? Kanape — Düydum, ne diyordu; dur unutmuşum, Koltuk — Ben unutmadım, tekrar e- deyim: «— Çok şükür, dedi, misafirler gi - debildiler.. Biraz daha otursalardı mi - safir odasında soğuktan donacaktım. Kanape — Ben de hatırladım şimdi. Hattâ bunu söyler söylemez koşa koşa odasına kaçtı. Koltuk — Evet, mangalla ısındıkla- rı oturma odasına.. Kanape — Sanki misafirleri oraya alsalar olmaz mıydı? Koltuk — Olur mu hiç ©o odanın gösterişi yok, bir gün ben gitmiştim de gördüm.. Yerde eski bir keçe, duvar- ların rengi bozulmuş.. Kanape — Öyle amma sıcak! Koltuk — Sıcak olmasına kim bakar ev sahipleri misafirlerine sıcak ta olsa gene o odayı göstermezler. Kanape — Gösterseler ne olur? Koltuk — Daha ne olacak, kibarlık- tan çıkmış olurlar. Bir misafir kabul e- decek odaları bile yok denir. | RADYO. İSTANBUL " Öğle nesriyatı : w 12,30 gramofonla bir gün evvel lediğiniz plâklar. ellf 12,50 Bir gün evvel çıkan gaz€' deki havadısier y* 13,05 hafif müzik (hiç bir şey* ramadıgı için hafif demlmıştır) 14 muhtelif plâklar (biraz ı::W’e'ııi fif müzik diye çalınan plâklar Y" den çalmacaktır. ) | aîâ Saat 18,30 plâkla hiç kimsenin * sını bilmediği dans musikisi, 19,30 müsahabeler (7urnaya ben” ne çıkarsa) kim çıkarsa bahtınl’a) 20 Türk musikisi (büyük anne' nizin çocukluğunda söyledikleri şe "kılar). Wâ 20,30 Bayan Safiye ve arkaaaşyı (Bayan Safiye mutat veçhile gelî'“' ceği için programın bu kısmı muh3” kak değişmiş olaraktır. î 4 21 oörkestra: * | Akşam neşriyatı: | — Kokoro. 2 — Kokoroka. 3 — Kokorokoko ' 4 — Kokorokokoro, ! 5 — Kokorokokoroko, 6 — Kokorokokorokoko. 7 — Kokorokokorokokaoroa. g 22 plâkla sololar (ele hangi plâk ? ' |çerse o çalınacaktır.) 22,30 Anadolu ajansının gazeîeıwı çıkmış olan herkesin bildiği habefj_;. — Neclâ kocasına göz aı;i:ırll'Ül — Onun evvelden gözü hpah_, öyle olmasa Neclâyi alır mıydi"” 2 D * « ANGTAN Ddi T — Bır rop aldım kaçlık edersin? — Modasını mi soruyorsun, 25 günlük. ,J Bu resmi niçin gazeteye kuyuyurulı' Düşünün, taşının bakalım bilebilecek misi!! g Resme — dikkatle bakın.. Baktınız mı? — Baktık güzel, Dediniz öyle mi, şimdi soruyorsu - nuz.. — Bu resmi gaze- teye neye koydu - nuz? — Bir sebebi var koyduk! — Güzellik mü - sabakası açlınız.. — Bilemediniz. — - OÖndülâsyon müsabakası! — Bilemediniz, bilemediniz.. — Güzel çene müsabakası!,. — Bilemediniz bilemediniz bileme - diniz... — Sizde gazetelerden biri gibi ba - yanlara güzellik dersi vermiye Kalk - tınız!» gene, gene bi diniz.. Gazeteye güz dın resmi yf*" için bir çok ça oıd ııı Bf bakası açar, kıî;ı | | kimi bü.. — — g — Evet! “ Biz ne ders ka bir şey.. Maksat ne "veriyoruz.. dın resmini — gazeteye bahane aramıya ne hacet.. KOY du bitti.

Bu sayıdan diğer sayfalar: