3 Kasım 1936 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 9

3 Kasım 1936 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 9
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

LA * Son Posta ,, nın siyasi tolıEıııı 119 İTTİHAD . TARAKKİDEONSENE - Yazan: Eski Tanin Başmuharriri Muhittin Birgen SON POSTA Sait, Kâmil, Hüseyin Hilmi Paşaların Kabineleri Mahmut Şevket Paşa katledilmişti. Talât Paşa Tanin'de bu mesele hıkkm“dı fikirlerini anlatırken bir gün ayni şeyin kendisi için de mukadder olduğunu söy- lemiş ve “Komiteciliğe başladıktan sonra Abdülhamidin bir gün beni astıracağını düşündüğüm için, Makedonya komitecilerinin asılışını seyretmeğe giderdim. Maksadım idama kendimi alıştırmak ve en iyi duruşu tesbit etmekti. İnsan ne kadar yüksekten düşerse o kadar çabuk tamamlanıyor!...,, demişti İşte © zaman da yedi sene evvelkil küçük memur, kendisine paşa unva - Yıni alarak, vezir rütbesile sadarete gel- Meğe razı oldu. Bu temiz adamı yakın- dan görmüş ve bilmiş olanlar bilâ te- Teddüt teslim ederler ki gerek nazırlık, Berek sadrâzamlık hayatında hiç bir fark yoktu. Düştüğü zaman da aynı a- , çıktığı vakit de aym adam, ga- Yet temiz kalbli, hayırhah ve va- tanperver idi. O zamanki işleri kav - Tamak, Osmanlı İmparatorluğunun ha- Yatına lâzım geldiği gibi hükmedip yı- kılmakta olan bir imparatorluğu kur- tarmak hususunda sahib olması icab €den zekâ ve his kuvvetine, hepimiz &ibi, belki o da sahib değildi. Fakat, :::liı kalbli, fedakâr bir halk adamı i- Ona aid olarak unutmadığım şeyler- den biridir: Bir gün, Mahmut Şevket Paşamnın katledilmiş olduğu sıralarda, Talât Tanine gelmiş, orada bulunan na bu hâdiselerden bahsediyor ve Rayet tabii bir surette bir gün ayni şe- Yin kendisi için de mukadder olduğu- hu söyledikten sonra gayet sade bir ta- çvırla şunları ilâve ediyordu: — Ben komiteciliğe başladığım sı- 'l_krdı bir gün gelip Abdülhamidin be- ni yakalatarak astıracağını düşünür - düm. Bunun için kendimi bu asılma işi- ne alıştırmak istedim ve kendime â -| &t edindim. Ne zaman Makedonyada | it komiteci asılacak olsa ben onun a- tılışını gider, seyrederdim. Bundan Maksadım hem gözlerimi bu manza- Taya alıştırmak, hem de asılırken en i- Yi duruşun hangisi olduğunu tetkik et- mekti. Şuna dikkat ettim ki insan ne yüksekten düşerse o kadar ça - tamamlanıyor! Bu sözler bana © kadar tesir etmiş - ti ki, «büyüklerin tecrübelerinden ia tifade etmek» isteyen genç bir politi- kacı saflığile, belki bu iş günün birinde im de başıma gelir diye, bir müd- dğ sonra Mahmut Şevket paşanın ka- tilleri acılırken ben de «hem gözlerimi lıştırmak, hem de en muvafık vaziye- ti tetkik etmek üzeren birer birer kar - #larma geçmiş ve tetkik etmiştim!.. İttihat ve Tetakki devrinde hükü - Metlerin - yani kabinelerin - umumi Vasıflarını tetkik etmek te bu devrin Manasını anlamak bakımından' hayli faydalıdır. Kâmil Paşa ile birinci ve ikinci Hü- Seyin Hilmi Paşa kabinelerini pek te İttihat ve Terakki hükümetleri olarak Saymak doğru değildir; bununla be- Taber birinci Hüseyin Hilmi Paşa ka - binesi Kâmil Paşanınkine, ikinci Hü- teyin Hilmi Paşa kabinesi birincisine Bitbetle, İttihat ve Terakkinin nüfu - Züuna daha fazla teslim olmuş hükü - Metlerdi ve bunların teşekkülü esna - tında da, kabineye girecek âzaların se- Şilmesi, gittikçe daha ziyade İttihat ve d;'illıinin tasvibi ile mukayyet ol - Bi 0 zamanlar, İttihat ve Terakkinin istimaf ve siyasi bir rengi olmadığı gi- Stun namına ve onun nezareli al - fiında memleketi idare edecek olan lğünmlerin de muayyen bir renk - yoktu. Ancak, meselâ merkezi u - Mümiye mütavaat Gderecesi itibarile üldüğü takdirde, birinci - Hüseyin Hüseyin Hilmi Paşa Hilmi Paşa kabinesi Kâmil Paşa kabi- nesine, ikinci Hilmi Paşa kabinesi de birincisine nisbetle daha ziyade «itti- hatçın birer hükümet olarak kabul e- dilebilirdi. O zamanın zihniyetini ve hükümet teşkili hakkındaki telâkkilerine bazı misaller gösterirsem, gerek dev- rtin umumi zihniyeti ve siyaset ki rü, gerek İttihat ve Terakkinin siy hayatı anlayışı ve rengi hakkında o - kuyucularımın daha toplu bir fikir e - dinebileceklerin» zannederim. Meşrutiyetin ilk hükümeti olan Sait Paşa kabinesi bir Abdülhamit hükü - meti olduğu için onu bu noktadan mü- talea etmiyeceğim. Sait Paşanın daha ilk günlerde İttihat ve Terakkiyi ür - kütmesi Taninin şiddetli hücumlarını dair üstüne çekmesini ve bu hücumlar a -! rasında mührü sadareti Abdülhamide iade etmesini mucip oldu. Burada yal- niz şunu söylemeliyim ki Sait Paşa, o zamanki kanaatlere göre birinci meş- rutiyetin ortadan kaldırılması husu - sunda en esaslı rolü oynamış bir Ab - dülhamit bendesi telâkki edilirdi. Bu- nun bir devlet adamı için kabahat teş- kil edip etmiyeceğini düşünmeğe hiç kimsenin, hiç birimizin vakti yoktu. Bizim için o zaman meşrutiyet bir va- | sıta değil, bir gaye idi. Abdülhamit devrinin insanlara hiç, hiç mi hiç ne - fes alma hakkı tanımıyan sıkı istib- dadı, hürriyet âşıkları olan bizleri, baş- ka hiç bir şey görmiyecek ve düşün - miyecek derecede kör yapmıştı. O ta- rihten otuz sene daha evvel, Osmanlı imparatorluğu daha çok karışık un - surlardan mürekkep olduğu ve Av - rupaf siyaset kültürü noksanı daha müthiş nisbetlerde bulunduğu sırada eğer Sait Paşa ,henüz Sait Bey ola - rak, memleketi meşrutiyetsiz idare et- meği daha hayırlı görmüşse bunda isa- bet etmiş olmıyacağını dahi düşünmek bizim gibi meşrutiyet ve hürriyet sek- terleri için hatıra gelebilir. şeylerden dahi değildi. O kadar değildi ki Sait Paşayı istifaya mecbur eden en ağır yazılar Hüseyin Cahit imzasile neşre- dildi. Halbuki benim hocam, daha ev- vel Sait Paşaya karşı manen ve mad- deten minnettar bir insandı. Şükran ve minnet hislerinin ne olduğunu bi- len, Sait Paşadan vaktile, sırf gençli- gine ve zekâsına meftuniyeti dolayı - sile, çok teveccüh ve hattâ memuriye- ti itibarile yardım görmüş olan Hü - seyin Cahidin şimdi ona bu kadar şid- detle hücum etmesi için kendisince bü- tün o nevi hisleri susturacak mühim sebepler bulunması lâzım gelirdi. O sebeplerin de bir tek sebebi vardı: Meş- rutiyet! Madem ki Sait Paşa - birinci meşrutiyeti kaldırmağa — çalışmakla maznun idi, şu halde düşürülmesi icap ederdi. Sonraları Sait Paşa, bütün bun- lara rağmen gene Hüseyin Cahide kar- şt çok iyi hislerle mütehassis olduğunu gösterdiği zamanlar hocam da, evvel- ce yaptıklarından dolayı nedamet du- yar ve vaktile Sait Paşanın sırf «ede- biyatı cedide» hareketinde kendisinin oynadığı rolü sevdiğinden dolayı ona ne dereceye kadar teveccüh göstermiş olduğunu hikâye ederdi. Fakat, dedi - gim gibi, ilk zamanlarda meşrutiyet sekterleri için bundan başka düşünüle- cek hiç bir şey yoktu. Kâmil Paşa kabinesinin teşekkülü - ne gelince, bu hususta bir kaç âmil göze çarpar: Bir kere Abdülhamidin hükümet değiştirme an'anelerine göre ekseri - ya, Sait Paşa düştükçe Kâmil Paşanın, Kâmil Paşa düştükçe de Sait Paşanın sadarete gelmeleri icap ederdi. Bunun için evvelâ bu garip kaidenin tesiri vardır. (Arkası var) aa aasm e eee Hasan Tıraş Bıçağı Çeliğin en serti olduğundan kolaylıkla ve tatlılıkla bir dakika- da tıraş eder. Dünyanın en kuvyetli ve hassas mikroskop âletile müker- rer surette tetkik olunduktan sonra piyasaya çıkarılmıştır. Ne fransız - lar, ne İngilizler, ne de Amerikalı- lar, ne de bütün dünya aynını yapa- maz. Alâmeti farikası ile ihtira be- ratı vardır. Paslanmaz Hasan tıraş bıçağı ra - kiplerini şaşırtmış ve her tıraş bıça. ı fabrikası paslanmaz yapmak iste. miştir. Fakat bu iş kolay olmadığın- dan hiçbir fabrika muvaffak olama- mıştır. Yalnız Almanyada Fazan ve Türkiyede yalnız Hasan tıraş bıça- ğı muvaffak olabilmiştir. Mutlaka Hasan markasını arayınız; israr e- diniz. Fiatı: Paslanmaz Hasan Traş bıçağı 10 adedi 50 kuruşa. Hasan Traş bıçağı 10 adedi 35 kuruşa, Ha- san deposu: Ankara, İstanbul, Bey- oğlu. Kızlar ağası Şahinin gözlerine uyku girmiyordu. Yirmi bir yaşında Padişah olup ta yirmi üçünde dünyanın en gü- zel şehri olan İstanbulu alan Sultan Mehmet şimdi yirmi altı yaşında idi. Zeki, cesur, kudretli ve sarsılmaz bir adamdı, Hemen hemen bütün kuvyetli ve zeki adamlar gibi ©o da kadınlara karşı büyük bir düşkünlük gösteriyor- du. İşte üç haftadan beri Rum güzeli İrenle yaşıyordu. Hareme giren ve her renkte, her boyda, her soyda yüzlerce kızdan hiç birine bu kadar çok bağ- lanmamıştı. Kızlar ağası Şahin : — Bü fettan kadın Padişahıma bü- yü mü ya Diye kendi kendine soruyor, üzülü- yordu. Esir pazarlarını dolaşıyor, vezirlere, kaptan paşalara, akıncı kumandanları- na haberler uçuruyor, yeni ve güzel kız lar bulduruyordu. Bunları son derece süslüyor, en taş yürekli erkeği, en güzel kadınlar için- ü ) r adamı bile çekecek de- r, lâkin Padişaha Onun en çok korktuğu şey İrenin ha- seki olarak sarayda kuvvet ve nüfuzu- nun artması, kızlar ağasına hınç besle- meşsiydi. Çünkü sarayda istediğini yap- tıracak kadar Padişahın gözüne giren bir kadın olmadıkça kızlar ağası Şahi- nin istedikleri yapılırdı. Düşünen ve üzülen yalnız Şahin de- ğildi. Yeniçe Hasan Ağa da on- dan farksızdı. üi padişahlarını sık sık görmeye alışmış olan Yeniçeriler aylardanberi Sultan Mehmedin yüzünü görmemişlerdi. Üstelik harplere de ku- mandanlar, vezirler ve kaptan paşalar gönderiliyordu. İstanbulda tembel tem bel oturan Yeniçeriler, edepsizliğe baş- lamışlardı. Nizam bozulacaktı. İki yıl önce ve 1454 de Sırp Kralı Jorj Sultan Mehmede kafa tuttuğu za- man ordu ile Filibeye kadar gidilmişti de Hamza Beyi ve otuz bin kişilik Türk — ordusunu darmadağın eden Jan Hünyad'dan intikam ahnacağı yerde Sırp krali vergiye bağlana- rak geri dönül - müştü. Yeniçeri ağa - sile yaşlıca kumandanlar arasında ya- pılan bir toplantıda Hasan Ağa her nasılsa şöyle demişti: — - — Nidelim? Askerin nizamını tut- mak onu boş bırakmamakla olur. Hal- buki biz Padişahımızla harbe gitmek şöyle dursun, yüzünü dahi görmüyo- TuzZ. Horkes biribirine bakmıştı. Fakat bu sözleri de yalanlamamışlardı. Hasan Ağanın dedikleri az zamanda Yeniçeriler arasında yayıldı. Sırbistan üzerine bir harp olursa sa- yısız mal yağma edebileceklerdi. * — Padişahımızı isteriz, — Rum güzeli İrenin başını isteriz. — Harp isteriz. Bir sabah sarayın kapısına dayanan binlerce Yeniçeri boğazları yırtılacak gibi bağırıyorlar, artalığı korkunç bir uğultu ile dolduruyorlardı. Genç Padişah harem dairesinin kuy- tu koridarlarını doldurduktan sonra kendi yatak odasına kadar gelen bu gü- rültüyü duydu. İren yanıbaşında uyuyordu. Uzun kirpikleri biribirine kenetlenmiş, çek- me burnu, nemli ve kalın dudakları, Çukur çenesi ve pembe yanaklarile ne güzel bir yüzdü bu... Padişah genç kadının ipek bir örtü ve kuştüyünden bir yastık içine gömü- len sevimli başına sevgi ile baktı ve içini çekti ve doğruldu. Samur kürkünü giydikten sonra per- deleri indirdi. Yarı karanlık olmuştu. Sevdiği kızın hiç birşeyden haberi yoktu. Fatih ona son defa baktı ve uyudu- ğunu anladıktan sonra ayaklarının ucu- na basarak kapıya yürüdü. Açtığı za- man Şahinle gözgöze geldi. Dışarı çı- kıp kapıyı kapadıktan sonra kartal ga- gasıni andıran burnunun üstündeki kaşlarını çattı: Yarınki nushamızda : İ Lübnan hikâ Aşk çiçeği Nâkili: Faik Bercmen Fatihin sevgilisi.. Yazan: Kadircan Kaflı — Nedir? Ne oluyor? Diye yavaş sesle, fakat kızgın kızgın sordu, a Şahinin dudakları titriyordu: — Yeniçeri kulların.. — Ne isterler ? a Kızlarağası Şahin — Yeniçerilerdem duyduklarını korka korka söyledi. Padişah çıkıştı : — Hasan Ağa nerede? Niçin bunlara Meydan verir? —121?1.. * Hasan Ağayı çağırttı. Sorgusunu tek Tarladı ve şu cevabı aldı: — Padişahım, beni dinlemiyorlar, Düzenden çıktılar. Lâf anlamazlar, — Sen necisin ? — Ben senin sayende bu derece yük«a selmişim. Yeniçeriler seni istemezler« se beni nasıl isterler? Fatih kılıcını kuşanmış, atına binmiş ve Yeniçerilerin karşısına çıkmıştı. — Savulun ! Dedikçe ve bir ikisini vurdukça kar« gaşalık büsbütün artıyordu. — Padişahımızı bizden ayıran Rum Rüzelinin başı verilmedikçe buradan bir a ayrılmayız Diye haykırıyorlardı. — Beni sizden hiç kimse ayıramaz, Bunu yapmak isteyenin başını kendi e& limle keserim. in — Görelim. İren çoktan uyanmıştı. Ona dediler ki : — Kaç... Yeniçeriler senin başını İğı tiyorlar. Kaçmak istedi, fakat Fatih haber âals dı. Canı sıkılmıştı. İrenden bunu hiç unü« mamıştı. Demek ki onu sahiden sevmi- ârıuı’du. Sevmiş olaydı böyle mi yapar- —ĞGetirin!.. Diye emretti. Genç kızı kolundan tuttu. Yeniçeri- lerin ve Yeniçeri ağasının önüne sürük. ledi. Birdenbire kılıcını çekerek onumn başını bir vuruş « ta gövdesinden a« yırdı. O zamana kadar tanıdığı ve sevdiği kadınların en güzel ve en sevgilisi — şimdi kanlar içinde ve iki parça halinde Si yerde yatıyordu. — İşte dileğiniz oldu. Savulun! Diye sanki askerlerin yüzlerine tü kürdü. Sonra kanlı kılıcını kınına koyarali Yeniçeri ağasına döndü : — Artık nizam yerine gelir, öeğli mi?, y Saraya girdi. Vezirine haber yolladı! — Belgrat üzerine sefer var. Bir &« ya kadar hazırlıkları bitiresin! * Sıcak bir Temmuz günüydü. Ja Hünyad altmış bin kişilik bir ordu ve iki yüz gemiden ibaret bir epeyce do- nanma ile Belgradın imdadına gelmiş- ti. Türkleri Tunada bozmuş, kaleye ya- pılan hücumları püskürtmüştü. Fatih geri çekilecekti. Fakat düşman ansızın hücum etti. Falih, her tarafta askerlerinin kaçmakta olduklarını gör- dü. Kılıcını çekerek düşman üzerine yürüdü. Hattâ kendisine saldıran düş- mahlardan birisinin bir vuruşta başıntı omuzuna kadar ikiye ayırdı. Lâkin ken- disi de kalçasından yaralandı. Yeniçeriler de bozguna uğramışlar- dı. Fatih, Yeniçeri Ağası Hasan Ağayı başı açık, yalın kılıç ve üstübaşı kam içinde, şaşkın bir halde gerilerken gör- dü. — Bu ne hal? Utanmak yok mu sen- de ? & Diye gükredi. ç — Çoğu yaralandı. Diğerleri de artılğ beni dinlemiyorlar. — Onları nizama sokmak için sevdi- ğim bir kadının daha başını mı ister « sin? Erlik saray avlusunda olmaz.. Bu- rada yapılmak gerek, Tez, ileri yürü!... Hasan Ağanın başı döndü. Demek ki kendisini kovalayan yamamı bir kin vardı. — Elbet giderim. Diye bağırdı ve çelikten bir sel gibi gelen düşman ordusunun ortasına ya- lın kılıç ve başı açık saldırdı: Macar ate larının nalları altında can verdi.

Bu sayıdan diğer sayfalar: