Bu mesleğe girdim gireli, bu kadı Gâvur Mehmedin Yeni Maceraları Son Posta'nın GCüvat: Mebimöt; göz — yüşlarmi pek güçlükle zaptedeb hcn acıyı dağıtabilmek için silkinmiş- — Madaml!.. Şimdi sizden bir şey rica edeceğim. — Söyleyiniz. Her sözünüzü mu l kaddes bir emir telâkki ederim. — Teşekkür ederim. Fakat, bu ri- cam gene sizin menfaatinize aittir. Lütfen, şu kâğıdı kalemi alınız. (Fani) ye kaptırdığınız elmasların adedlerini 've şekillerini birer birer yazınız... Her halde, bunları unutmamışsınız, değil mi?.. — Ooa.. hiç unutur muyum?.. Hep- si, tamamile aklımda. Bunları size der- hal yazıp verebilirim. — Acele etmeyiniz madam. Henüz yorgunsunuz... Hem vücudünüzün, hem de zihninizin istirahate ihtiyacı var. Esasen bu liste şimdi lâzım ol - mıyacak. Bunu sizden, belki bir kaç gün sonra istiyeceğim. —- Bir kaç gün sonra mı?.. Yoksa, © zaman kadar sizi görmiyecek mi -« yim?.. — Öyle zannederim, madam... Prenses, büyük bir endişe ve heye- tana kapıldı. Ellerini birbirine kilitli. yerek: — Sizden bir dakika ayrılmak dü - şüncesi bile bana korku veriyor. Diye mırıldandı. — Müsterih olunuz madam... Artık korkuyu, aklınızdan bile geçirmeyiniz Buraya gelirken sizi hiç kimse görme- diği için, tamamile emniyet altındası- nız. Ev sahipleri, çok iyi insanlardır. Her halde, sizi memnun etmeye gayret edeçeklerdir. — Gideceğiniz yer, çok uzak mı?.. Oradan çabuk avdet edebilecek misi - hiz?.. | Gâvur Mehmet, dudaklarında hâ - sıl olan acı bir tebessümle cevab ver- di: — Madam!.. Benim gideceğim yer, hiç belli olmaz... Bazan, çabuk döne- rim. Bazan da gecikirim. Âkibeti, da- ima meçhul kalan bir yokuluk... — Rica ederim, beni korkutmayı - nız... Görüyorsunuz ki; artık sizden başka güvenecek hiç bir şeye mâlik olmıyan bir zavallı kadınım... Saadeff ve istikbali tamamile mahvolan bir ka- din. — Böyle düşünmeyiniz madam... Her şey yoluna girecektir. Bana öyle geliyor ki; siz, korkunç biz rüya gör- dünüz... O rüya, artık hitama ermiş « tir. Prenses, başını önüne eğdi. Derin derin içini çekti: — Tememni edelim ki, öyle olsun. Dedi. * Gâvur Mehmet, aşağı indi. Samuel ile Rozayı bir köşeye çekti. Onlara, ba- z talimat verdi... Sonra, uzun ve çe - tin mücadelelere girişebilmek için lâ - zım olan her şeyi yanına alarak Sa - muel ile Rozaya veda etti. * Gâvur Mehmet, (Zaptiye kapısı) na gitti. Doğruca serteftişlerin odasına gir- di. Odada yalnız bulunan serteftiş Hüs- nü Bey minderin köşesine çekilmiş; büyük bir dikkatle elindeki evrakı tet- kik etmekte idi. Hüsnü Bey, Gâvur Mehmedi gö - rür görmez elindeki evrakı yanına bı- rakmış: — O0000.. Gel bakalım, karaba - tak. Kim bilir nerelerden daldın.. Ne- rtelerden çıktın? Diye bağırdı. Gâvur Mehmet, Hüsnü Beyin kar- şısına geçti. Evvelâ bir dirdi. Ondan sonra söze girişti. ra tellen - — Halimi hiç sorma Hüsnü Bey... cut yorgunluğu, bu derece gö: tüsü çektiğimi bilmiyorum... Emin o- lun ki, üç dört gündür, anamdan em- ilmiş; kalbine çö -| ( CİBALİ ZİNDANLARI zabıta romanı: 83 diğim süt burnumdan geldi. — E-. Bari, bir muvaffakiyet var mı?., — Buü kadar çalışmıya göre olmaz olur mu, hiç?.. — Neler yapabildin?.. — Kadını kurtardım. — Hangi kadını?, — Prenses Şimayı, — Şu çingenenin kaçırdığı prense si mi?.. — Öyle ya. Hüsnü Bey; yerinden sıçradı, Gâ - vur Mehmedin ellerini yakaladı, — Yapma, be Gâvur Mehmet?.. Diye bağırdı. Hüsnü Beyin bu telâş ve heyeca - nına Gâvür Mehmet, hiç tavrını boz- madı. Büyük bir sükünetle mırıldan- — Evet.. Kadıncağızı - hapsolduğu yerden çikardım. Aldim, götürdüm; eskici Samuelin evine yatırdım. — Şu, Yüksekkaldırımdaki Samu- elin mi?. — Evet... Çünkü, ben de orada ya- tıp kalkıyorum. — ğkolr; Gövüt Mükoat vallahi şimdi sana inandım azizim... Allah biliyor ya; artık içimdekileri söyliyeyim. Ben bu meseleye daha ha« yal nazarile bakıyordum — Biliyorum, Hüsnü Bey.. Onun için de benim sözlerimi ihtiyatla dinli- yordun. Hattâ, ilk zamanlarda hâsıl ettiğin şüpheleri halletmiş gibi görüt- mekle beraber, daha hâlâ benim hak - kımda kat'i bir karar değil mi?. — Maalesef, öyle idi; Mehmet... Fakat; artık hiç bir şek ve şüphem kal- madı. — Şimdi, bunları bırakalım, Hüsnü Bey... Ben buraya niçin geldim, bili - yor musun?.. 6 Bsk, S Simdi. bon töyleyini; Seüi'de Wi zım olan şeyleri bir tarafa yaz. Belki anutursun. — İyi olur. — Ben, bu geceden itibharen bu işin en mühim kısmına girişiyorum. — Mutlaka bir yerde çingeneyi bas- tıracaksın. veremiyordun, (Arkası denilen şeyler; o gün' (mübah) adde- SON POSTA 5 M Nasıl doğ Son Posta'nın siyast tefrikası * zulmüne, her levsine, her Kör Ali vak'asının üzerinden bir £aç gün geçer geçmez; Üsküdarda, mühim bir hâdise zuhur ethniş; halkı dehşet ve heyecana vermişti. Ramazanın 14 üncü gecesi, Üskü- darda Yenicami'de terâvih namazı kı- lmdıktan sonra, (Hüseyin Hoca) is - minde bir adam kürsüye çıkarak vaa- za başlamış.. aklına gelen hezeyanı ka- rıştırmış; sonra da: — Ey ahali!.. Çalgı, (haram) dır. Oyun, (haram) dır. Bizler, bunlara müsamaha ettiğimiz için; yediğimiz, içtiğimiz.. hattâ nikâhımız bile (ha - ram) dır. Bu haramı ortadan kaldır - mak isteyenler, benimle geleceklerine yemin etsinler.. arkamdan gelsinler. Diye bağırmıştı. Bu yobazın sözlerini kafalarına uy - gun bulanlar, derhal yemin etmişler; hemen hocanın ardına geçmişlerdi... Hüseyin hoca, bayrağı dikmiş: — Arrışl... Emrini vermişti.., Yediklerini, iç - tiklerini, ve bilhassa nikâhlarını (ha- ram) dan kurtarmak için teşekkül e- den bu kafile, korkunç bir hiddetle ca- miden hareket etmişti. Hüseyin hocanın kafilesi; Üsküdar çarşısında derhal icraâta geçmiş: Mâ- süm çocuklarla dolu olan (Karagöz) oynanan yerlere girerek camları, çer- çeveleri, perdeleri, lâmbaları, sandı yeleri hurdahaş etmiş; bir çok za yavrucağın korkudan hastalanmaları- na 'sebebiyet vermişti, Ne (din) in, ne (şeriat) in, ne (ah- lâk) m, ne (vicdan) 1n hiç bir şekilde tecviz etmiyeceği bu iğrenç, şımarık | ve küstah hareketin başlıca kahraman- ları, şunlardan ibaretti: Hoca Hüseyin - Hoca Abdülkadir - Hafız Ahmet - Osman Pehlivan - En- derunlu Kemal - Tesbihci Hacı Sadul- lah - Sebzeci Hacı Ahmet - Kayıkçı Topal Ahmet - Türbedar, Bursalı Ha» cı Şerif.. ve saire... Hoca, hacı, hafız.. ve sonra; pehli- van, teshihci, sebzeci, kayıkcı, türbe- | dar.. yani; (Kör Alinin cemaatı) na mensub insanlar... Görülüyor ki fesad cereyanları ayni kaynaktan; yani, va- ülerinden taşıyor; ve ayni züm- reyi önüne katarak, meşrutiyetin cep- hesine çarpıyordu.. koca bir milletin saadet ve istikbale mâtüf olan en yük- sek emelleri de, bu süfli unsurun teh- ditkâr yumruğu ile karşılaşıyordu. Bu zümre ve bu unsur, (10 tem - muz 324) tarihine kadar, istibdad dev- rinin her zulmüne, levsine, her zillet ve sefaletine boyun eğmiş, te- vekkül göstermişti. Bugün (haram) her dilmekte idi... Meyhanelerde, bol bol içkiler içiliyordu. Kahvelerde, şakır şa- kır oyunlar oynanıyordu. Çalgılar, tat- h tatlı dinleniyordu. Tiyatrolar, kara- gözler; dolup dolup boşalıyordu. kıâ, pek o kadar açık saçık gezilmiyor; aleni fuhuş evleri bulunmuyorsa da; gene her mahallede bir iki tane (gıcırı bükme « dilber Rânâ) bulunuyordu. Ve bunlara da bu - hacı, hoca, hafız, imam, müezzin ve türbedar - efendile- rin hiç biri, Rizumundan fazla müda- hale cesaretini gösteremiyordu. Böyle müdahaleler vâki olsa bile, ancak ma- halle kahvelerinde dedikodulara, ya - hud bir iki serseriyi fışkırtarak gece karanlıklarında cam taşlatmıya mün- basır kalıyordu. Senelerdenberi, muhitlerindeki bü- tün dinsizliklere, ahlâksızlıklara, fer - di ve içtimal sefalet ve felâketlere kar- şı derin bir sabır ve tevekkül göstermiş olan bu adamlar; işte bu son günlerde, azmış ve kudurmuşlardı. Ve artık ta- mamen anlaşılıyordu ki; (muhalif ga- İttihatçılar Devrinde UHALEFET du, Nasıl yaşadı, Nasıl — 67 — öldü? Yazan: Ziya Şakir Bu zümre ve bu unsur, (10 temmuz 324) tarihine kadar, istibdad devrinin het zillet ve sefaletine boyun eğmiş, tevekkül göstermişti larak şımarmışlardı. Zaptiye Nazırı Sami Paşa, Murad İttihadcılar, derhal kararlarını ver - beye yabancı değildi. Aralarında, ol- |mişlerdi. Muhaliflere bir (ibret dersi) |dukça eski bir ahbaplık mevcud idi. |göstereceklerdi. Fakat; karar iyi ol -| Buna binâen Murad bey, aklına fena makla beraber, tatbikinde gene hata e-|bir şüphe gelmeden doğruca Zaptiye dilmişti. Her şeyden evvel, efkârı u -| Nezaretine gitmiş, Nazırın odasına gir- mumiyede hoşnudsuzluk uyandıracak | mek istemişti. Fakat orada bulunan - sebebleri izale etmek lâzım gelirken; | lar: bilâkia bu hoşnudsuzluğu arttıracak| — Nazır Paşa, acele bir yere gitme- bir hâdise vukua getirmişler.. Murad|ye mecbur oldular. Polis müdürünün beyi tevkif ve (Mizan) gazetesini de| odasına buyurun, kapatmak suretile için için yanan bir Demişlerdi. O zaman Murad bey, ateşi körüklemişlerdi. bu davetin mühimce bir manayı ihti- Murad beyin tevkifi, avam arasın- | va ettiğini hisseylemişti. da büyük bir dedikodu husule getir «| Polis müdürü, Murad beye nâzi « mekle kalmamış; > ittihadcılara - karşı | kânc bir hüsnü kabul gösterdikten son beslenen kin ve gayzin artmasına da|ra: sebebiyet vermişti... İşin en dikkate| — Efendimt.. Sadrâzam paşa haz - şâyân olan ciheti ise, Murad beyin tev- |retleri tarafından şu emri telâkki et - kifindeki garabetti. tik. Eylülün 26 nci - ve ramazanın 13-| Demiş; bir telgraf göstermişti. (1) üncü - günü akşamı Mizan gazetesi i-) — Murad bey, telgrafi eline almış; şu darehanesine bir sivil polia memuru ge- | *atırlara göz gezdirmişti. (Arkası var) lerek Murad beyi görmüş: — Zaptiye Nazırı selâm ediyor. Si- zi görmek istiyor. Demişti. (1) O devirde, henliz telefon mevcut değildi. Müstacel emirler, Babeâliden ve yahut sadaret konağından,* böylece telgraflarla tebliğ edilirdi, Yugoslavya mektupları (Baştarafı 6 ıncı sayfada) dar çalkandıktan sonra, gene durgun lara ştuk. Yoksa biraz evvel ye- diğim nefis yemekler, balıklara kıs - met olacaktı. Saat onbir, onbir buçukta kara yol- fevkalâde yorgun düşen şececik olsun rahat rada dinlendirmek mızın Üzerine kur- kendine bir deniz külatu almış, aradı banyoyu siftah etmişti. Ondan sonru nerede bir su gördüyse, soyunup daldı. O yüzden de adını «Balık Emin» koy- dum; ve bu muhterem arkadaşa boyu- na öyle hitap ettim. TAKVIM EYLÜL ve ferah bir k: arzusu gözkapal n ağırlığiyle çöken uykudan belli o-| İ ——— :ıı;müu. erliyerimize çekilip yat - Ruxııı;bngene 28 Arı=nı Sabah, erkenden uyandığımız zaman Eylül Hvsm[ıane Bizir «Yugoslavya» vaj 'e yanaş- 15 1938 146 mış buldük. Ni ve canlı- hığı ile ilk günden sevgimizi kazanmış olan, mihmandarımız, Samuprava ga- zetesi muhabiri Tokin, kamaramın ka- pısına dikilmiş bağırıyordu: Talu! Çabuk ol da, bu şehri gezmeğe vaktimiz olsun ! - Ne varki, burada ? — Çok ş ! Diyoklesyen'in sara- yından tut ta, zengin bir etnogralya müzesine, sokaklara, sahil boyundaki palmiye ve hurma ağaçlarına, nisfın - nihar nebatlarına kadar, eminim ki her ' PAZARTESİ :|06|16 2617 |sel19İsı DEMİ İKTİDAR AERSA İ # DERMANSIZLK VÜCÜTE DİMAĞ t YORGUNLUKLARI i dışarıya attık. gençliği halâskâr Kral A- leksandr'ı ilk defa bu noktada selâm - ladı!> İbaresini taşi; mMmermer bir sütun- dan ibaret fenerin önünden geçerek, şehre ayak bastık. Geniş, değirmi taş- larla daracık sokaklardan Roma impa- ratoru Diyoklesyen'in meşhur sarayı - na, oradan da müzeye gittik. Dönüşte arkadaşları, deniz kenarın- da palmiyelerin altında kahve içiyor buldum. Aralarında Ahmet Emin yök- tu ; — Nerede Emin ? — Denize girdi ! — Burada da mı? Çünkü Ahmet E SEKSÜLİN TKUTUSU 200 KuRUŞ. İA KL A MAHMUT CEVAT SİRKECİ — İSTANB ECZANEŞİ ——H———— — IDevlet Demiryolları ve Limanları işletme Umum idaresi ıllııhrıı Afyon - Antalya hattının Baladız'dan sonra Burdur istasyonunun havi 24 Km. lik kısmının 1/10/936 tarihinden itibaren her türlü münakalâta açılacağı ve İzmir - Karakuyu, Afyon ve Karaburun, Isparta arasında her gün işliyen yolcu trenleri ile Baladız'da buluşmak üzere Burdur - Baladız arasında her gün muntazam muhtelit katarlar işliyeceği muhterem halka ilân olunur. — «1525» HEMORRON zeteler) den aldıkları ilham neticesi o-l Ameliyatsız basurları tedavi eder tesiri katidir.