25 Eylâr — SON POSTA Kahramanlık, aşk, heyecan ve macera | KORSANIN Son Posta'nın tarihi tefrikast Yakup anlatıyordu: — Öğleyin vali buradan gitmişti. Bir saat kadar önce gene geldi. Bir takım zabitlerle birlikte içeri girdi. O sırada üstübaşı toz toprak içinde bir süvari dört nal gelerek kapının önün- de durdu. Biraz önce kızı çıkardılar. Arkasında kara pelerin vardı. İyice sa- tınıyordu. Küçük Alinin ta kendisi... Dört tane gardiyanın ortasında gemi- ye götürdüler. İlyas bunlardan bir mana çıkarmağa çalışıyordu: Toz toprak içinde bir süvari... Dört nal geliyor ve bunun üzerine de esir kız gemiye götürülüyor. Yakubun haberleri bitmemişti: — Vali ile zabitler kapının önün - de de konuştular. Gemiye girdiler. O- | raya baktılar, Geminin kumandanı da oradaydı. Bunun üzerine gemide ha- zırlıklar başladı. — Ne hazırlığı?.. — Yolculuk... İNyasın gözleri parladı; — Sonra ne-oldu? Onlar şimdi ge- mide mi? — Hayır... Gittiler. Valinin sabahleyin geldiği gösterdi. — Kaptan da gitti mi? — Evet... İlyas geniş bir nefes aldı. Demek ki | ger hemen yola çıkmıyordu. Mansura dönerek müjde verir gibi şunları söyledi: — Bu geminin sahiden yola çıkıp çıkmıyacağını anlamalıyız. Eğer çı - kacaksa bizim de çabuk davranmamız ve kadirgaya dönmemiz lâzım. — Niçin? — Niçin olacak, yollarını keserek yoldaşları kurtarmak için... Senin ak- bm hep şu papazda kalmış, başka şey anladığın yok. Onu haklamak - için vaktimiz çok... Düşünme diyorum am- ma, dinletemiyorum. Haydi, yürü, şimdi karnımızı doyuralım. Henüz bir kaç adım atmışlardı ki ilerideki caddeden bir çan sesi duyul - du. Bir süvari elindeki ufak bir çanı | durmadan çalıyordu. O dürünca onun yanındaki şişman bir adam bütün kuvvetile bağırmıya başladı: — Duymadık, işitmedik, demeyin. İmparator Şarlken namına Barselona valisi Marki dö Gomar size haber ve- riyor. Türkler üzerine gitmek ve müt- hiş bir intikam alınmak üzere asker toplanacaktır. On sekizden kırk beşe kadar güçlü, kuvvetli, silâh kullanma- sını bilenler ayda 3 den beş altına ka- dar aylıkla askere alınacaktır. Elbise ve silâhı da İmparator verecektit. İs- tiyenler hemen bugün tersaneye gi - derek. yenlen. Hasseyl. Biz daha söye lüyorum, duymadık, işitmedik deme - yin, yolu ik hanlardan, — meyhanelerden, köprü altlarından fırlıyan bir yığın serseri, tersane yoluna dökülmüşler, meydanı doldurmağa başlamışlardı. İlyas Mansurun kolunu tuttu: — Siz burada durun. Ben şimdi ge- Hızlı adımlarla kalabalığa karıştı. Biraz sonra onun diğerlerinden da- ha yüksekte olan başı tersanenin ka - pısında görünüyordu. Oradaki çavuş- la konuşuyordu. Çavuş onu baştan ayağa kadar süz- dü ve gülerek sırtını okşadı. İçeri al - dı. Aradan beş dakika daha geçti. Nyas belindeki sivri ve uzun kılıcın sapına dayanarak — kalabalığı dolaştı, bir kaç kişi ile konuştu. Geminin kena- rına doğru gitti. Ve ondan sonra ar - kadaşlarının yanına döndü . Mansur merakla sordu: — Ne haber? — Asker yazıldım. ANIN — Sahi mi? — Yalan mı söyliyeceğim? Niçin şaştın buna?,.. — Fakat bundan sonra ne yapmak istiyorsun? — Henüz kat'? olarak karar ver - medim. Önümde iki yol var. — Nedir? — Jan Portondo'nun gemisi yarın yola çıkıyor. Valansiyaya gidiyor. Bu- radan oraya asker götürecek. Kral ve- kili Valansiyada imiş, Kara haberden çok sıkılmış, Don Pedro'yu ordu ve do- KIZI Numara : 80 Jnanma kumandanlığına tayin etmiş ve mahvolan donanmayı daha büyük bir şekilde yeniden yaparak Cezayir üze- rine gidilecekmiş. Mansur sevindi: — O halde Jan Portondo gene ya - kayı ele verecek! — Hayır. Onun yerine Don Alfon- 80 geçiyor. Valansiyaya, babasının ya- nına gidiyor. Amiral Portondoa gibi Don Pedro da oğlunu yükseltmek için fırsat buldu! Kaçırır mı? (Arkası var) Harbiyeliler Ankarada (Baştarafı 7 inci sayfada) - — Sebep ? — Baksana hirader? Haydarpaşa dal gakıranı gözüktü... Eğer Haliç vapu - runda olsaydık, en azından sekiz dokuz gaat sürerdi bu İş... Fakat yüzlerindeki Sonsuz neşeden belli ki, İstanbuldan ayrılış onları hiç te söyledikleri kadar üzmüyor. Ve hep si de, inkılâp kâbesine kavuşma yoluna çıkmanın keyfile, hasretle bile eğleni- yorlar ! v " Kadıköyüne iniş- Haydarpaşaya ge- çiş. Orada selâm vaziyetinde bekleyen mürettep bölüğün, ihtiyat zabitlerinin, tıibbiyellierin, kulelilerin, ve Maltepe - lilerin önünden geçerek gara giriş. Bando çalıyor. Alkışlar yaşalara ka- rışıyor. Ve İstanbul Harbiyesi, Anka- ra Harbiyesine geçerken, Haydarpaşa ta.ihi bir gün daha yaşıyor. Bu kalabalık arasında gözlerim, üstü kapalı bir çek çek arabasının içine ka- yıyor. Arabanın köşesine yaslanmış bir genç kaz başı. İnce, süzgün bir yüz. Yaşları her an, ufacık bir mendile içi- | F rilen iri, koyu renkli, dertli gözler. Yü- zünde, tabiatten başka hiç bir fabrika- nit boyası yok. t Önünden geçen takımlarım, bölükle- rin taburların içinde birisini arıyor. Hem belli ki ona görünmekten kaçına- rak arıyor. Belki verilmiş bir nasihate itaat etmek istiyor. Belki aradığını da üzmekten çekiniyor, Hattâ kimbilir, Ne olursa olsun, yüzüne tabiatten başka hiç bir fabrikanın boyası sürül- memiş genç kızın hali, yüreğimi, sa - bahtan beri bütün gördüklerimden faz- la burkuyor. Düşüne düşüne gara giriyorum: İstanbul kumandanı Halis orada. Er- kâmı Harp okulu müdürü Ali Fuai ve diğer generaller orada. Vali Muhiddin Üstündağ orada, Bizim Selâmi İzzet ve Refik Ahmet, belediye mümessilleri a- rasında, Poliş müdürümüz orada, Ka- dın saylavlarımızdan Hatice orada. Hülâsa orada olanları değil, olmayan ları saymak daha kolay. Selâmı borusu hazırol borusu. Cem borusu. Ve niha - yet 102 yıllık Harbiyeyi İstanbuldan Ankaraya taşıyan trenin kendi boyun- dan bile uzun düdü; Gidenlerin marşları. Kalanların yaşaları. İşte ku- laklarımda, giden Harbiyeden kalan son akisle! labalık beni iskeleye doğ - ru sürüklüyor. Biribirinden ayrılmış binlerce sevgili: binlerce insanın hasreti benim yüreğime dolmuş san - e İskeleden vapura yürürken kulağım- dan yüreğime dökülen bir ses, gözleri- min yaşını taşırıyor: Çünkü başımı çe- virdiğim zaman o çekçek arabasının i- çinde, o, yüzüne tabiatten başka hiç bir fabrikanın boyası sürülmemiş genç kızın, sarsıla sarsıla hıçkırdığını görü- yor: Gözleri istasyonun yamyam ağzı- na benziyen kapısında, Artık görün - mekten çekinmiyor; hıçkırıyor, hıçkırı- belki de bu kaçışının, büsbütün başka, uzun, derin, içli romantik bir sebebi var. - yor. Ve... Harbiye gidiyor ! Naci SADULLAH İstanbul 4 üncü İcrasından: mahallesinde eski İllâr, yeni Şerbethane sokağında yeni 75, 76/1 ve 75/2 No. lı Zafer apartımanı, bir tarafı müstakii ittihaz kılınan mahal ve iki tarafı İlârya sokağı, bir tarafı Şerbethane sekağı ile mahduttur. 75/1 No. li apartımanının zemin katında semini gini bir antre üzerinde bir kapıcı odası, yine zemini çini bir sofa üzerinde 4 oda ve bir belâ ve bir mulfaktan ibaret. İki No. lı daire; ve bodrum katında bir sofa üzerinde 4 eda, bir mutfak ve bir helâdan ibaret bir No. lı daire İle ayrıca iki kömürlük ve bir merdivenallı ve bu katın allında çimento bir korldor üzerinde 9 adet kömürlük ve odunluk, Birinci katta bir sofa üzerinde ( oda ve bir helâ ve bir mutfaktan (baret 3 No, hı daire ile iki No, lı dairenin ayni olan & No, lı daire ve ikinci ve 3 üncü ve 4 ncü ve 5 nci kat- larda 3 ve 4 No. li dairelerde ayni olan G, 8, 10, 1l, 5, 7, 9, No, h daireler. Bulunan ve içinde elektrik ve terkos, bavagazı — tesisatile ayrıca altında 75/2 No, li dükkânı müştemil merdivenleri mozayik ve üt katla bir taraca ile bir mutfak ve bir belâ, 75 No, lı apartımanın zemin katında bir sofa üzerinde dört oda ve bir helâ ve bir mutfaktan ibaret, 2 No. lı dalre ve ayrıca bir kapıcı odası ile bir merdivenallı ve beş oda bir helâ, bir mutfaktan ibaret 1 No.lı dalireye bodrum kalında zemini çimento bir koridor Üzerine ön adet odunluk ve kömürlük. Birinci kalta bir sola üzerinde dört oda, bir mutfak ve bir helâdan ibaret. 3 No, lı daire ile keza bir sofa üzerinde dört oda ye bir helâ ve bir mutfaktan ibaret 4 No, lı daire; ve diğer katlarda beş oda vebir mutfak ve bir helâdan İbaret S No, li daire ile bir sola üzerinde beş oda ve bir helâ ve bir mutfaktan iharet, 6 No. lı daire ve 5 No. h dairenin ayni elan 7, 9, li, 13 No, h dairelerle 6 No. l1 dairenin ayni olan B, 10, 1?, M No, lı dairelerin ve üst katta dört oda, bir helâ ve bir mutfaktan ibaret 15 No. h daire ile bu daireye bitişik zemini kırmızı çini bir taraça ve bir çamaşırlık ve ayrıca iki odadan ibaret kapıcı dairesi bulunan içinde elektrik, terkas ve havagazı tesi- satı bulunan kâgir maa dükkân, iki bap apartımanın nısıf hisseleri dairemizce açık Artürmaya vazedilmiş olup şartnamesi ilân tarihinden ilibaren herkes tarafından Börülebileceki zibi 27-10-936 tarihine rastlıyan salı günü saat 14 den 16 ya kadar dal- remizde birinci açık arttırma .ile satılacaklır. Arttırma bedeli hisseye isabet eden mu- hammin kıymetinin yüzde yetmiş beşini bulduğu takdirde üstte bırakılması yapılacak ve aksi halde en son arttıranın taahhüdü baki kalmak şartile arttırma on beş gün daha uratılarak 11-11-936 tarihine rastlıyan çarşamba günü ayni saatte dairemirde yapılacak olan ikinci açık arttırmasında en çok arttıranın üzerinde bırakılacaktır. Satış peşin para iledir. Arttırmaya girmek için yüzde yedi buçuk teminat akçesi alınır. Bi - rikmiş vergilerle, belediye resimleri ve evkaf İcaresi ve yirmi senelik tefviz bedeli müşteriye alttir. 2004 No, lı iera kanunımun 126 nect maddesine tevfikan ipotekli ala - cakhılarla, diğer alâkadarların ve irtifak hakkı sahiplerinin bu baklarını ve hususile İniz ve masarile dair olan iddialarını ilân tarihinden itibaren yirmi gün içinde evrakı müsbileleri ile dairemize bildirmeleri lâzımdır. Aksi balde hakları tapu sicilliyle sabit almıyanlar satış bedelinin paylaşmasından hariç kalırlar. Alâkadarların mevzuubuls maddeye tevfikan hareket etmeleri ve daha fazla malü- mat almak İstiyenlerin 94/45 dosya numarasile memuriyetimize, müracaatları Hân (25828) Hikâye İ Müruru zaman Yazan : Henry de Forge Postacı, mektubu kapıcı kadırla ve - Firken: gz — Pulu eksik yapıştırılmış, dedi. Üs- tünü tamamlamı a bırakamam. Kapıcı kadın gözlüğünü talap zarfın üzerindeki adresi okudu: — «Mademoiselle Clâmence Lebtis- niet»... Zavallı kadıncağıza yazan pek yoktur. Bu mektubu alınca kim bilir ne sevinir. — Ama doksan santim verecek. — Niye o kadar? — Elli santimlik pul yerine on san- timlik yapıştırılmış; bir misli de ceza var. — 'Tuhaf şey! On santimlik pul ya - pıştırılmış, Hem de eski bir pul... Bun- lar benim gençliğimde kullanılırdı... Ahi! o zamanlar ne iyi zamanlardı... — Öyle, madame, öyle... Mektubu a- lacak mısınız? — Elbette alıyorum. Mademoiselle Lebasnier öyle doksan santimden kaçı- nacak kadın değildir. — Genç mi? — Tam buldunuz! Bu son baharda yetmişine giriyor. Buraya geleli elli al- tı sene oldu. Son zamanlarda biraz tu- haflaştı; bilmem bunadı mı desem... Gözleri de pek görmüyor. İkide bir gör- düklerini karıştırıyor. Ayı günü şaşı- rıyor. Merdivenden çıkarken arkasın - dan bakmasam kendi dairesini de bu - lamıyacak, Eh! o yaşta...*Bana dertle- İrini de anlattı: romatisma çekiyor, çok sevdiği bir köpeği varmış, ölmüş; kim- sesi de yok; gönül kederleri de çek - miş... — İnsanı asıl öyle şeyler çökertir. — Doğru, çok doğru... * Mademoiselle Clemence pencerenin yanına oturmuş, bir şeyler örüyordu. Mavi gözleri artık pek zayıflamış oldu- ğu için gayet iri bir örgü... Şimdi hesabını bile şaşırdığı yıllar - dan beri yalnızlık içinde, zevksiz safa- sız geçen hayatı sonuna eriyordu, Bir zamanlar o da güzelce idi, onun da ha- yalperest bir kalbi vardı ama kimse o- na ehemmiyet vermemişti. Hayalpe - rest, hem öyle hayalperestti ki babası- İni, annesini ziyarete gelen Armand Fernay'i kendisi için geliyor sanırdı. Bu Armand Fernay yakışıklı bir deli - kanlı idi; kardeşi Alcide ile beraber Le- basnier ailesinin en samimi dostlarm- dan olmuştu. Alcide iyi bir çocuktu ama İkardeşi ne kadür güzelse kendisi o kadar — çirkindi; hattâ — çirkinliği, ikide bir alaya a - slurdu. Ama bu « na hiç kızmaz - dı. Cl&mence, o iki kardeşle gençliğinde çok tatlı günler geçirmişti. O zamanlar daha yirmi yaşında idi. Armand, gü- zel Armand kalbinde yer etmişti. Fakat bir gün Armand, kızcağızı u * nutuvermişti. Ondan da, kardeşinden de ses sada çıkmaz oldu. Clâmence bu hale çok üzülmüştü. * Kapıcı kadın: — Size bir mektup var, dedi; üzerin- deki on santimlik sarı pula bakılırsa pek uzaklardan geliyor. Postacı doksan — Dalgınlıkla eksik pul yapıştırılmış olmalı, dedi. — Dalgınlık falana benzemiyor, pul bundan otuz sene evelki pullardan... — Nasıl olur? — Ne bileyim, bu mektupta da eski zamanlardan geliyormuş gibi bir hal var. Kim bilir, belki postada bir yere sıkışmış, yıllardan sonra meydana çık- mıştır. Öyle bir şeyse, vakti geçmiş ha- berleri okumak hayli tuhaf olur, Mademoiselle Lebasnier bu hiç bek- lenmedik mektupla şaşalamış, kapıcı kadın gibi gülmüyordu. O kadar/heye- cana kapılmıştı ki çift gözlük taktı ve kapıcı kadına, kendisini yalnız bırak - masını söyledi. İçinde bir his, bu oku- yacağı mektubun fevkalâde bir şey ol- duğunu haber veriyordu. Yavaş yavaş okudu: Mademoiselle Cl&mence, Size böyle mektup yazdığım için af- fnızı rica ederim. Bir hayli çekindikten sonra kararımı verdim ve size ancak ©- Çeviren : Nurullah ATAÇ tuz sene sonra gönderilmek üzere bir notere teslim ettim. Noter bu mektubu size 1936 senesinde, o zamanlar evli veya dul değilseniz, gönderecek, Bu mektübü 11 mayıs 1900 tarihin- de yazıyorum. Size derhal günderme - — yip otuz yıl beklemesini istemem, ka- nuni tabiri ile, «müruru zamana tabi» olması içindir. Uzun zaman tereddüt ettim, Sizi göre mediğim bütün bu yıllar hep sizi dü - şündüm, hep size yazmak istedim ama. rahatsız ederim diye çekindim. Cesaret edemedim. Zaten neye yarar dı ki! O- lup bitenler benim aleyhimde şehadet etmiyor muydu? Kardeşim de, ben de sizin için kaybolmuş, vefasız birer in « san değil mi idik? Hiç şüphesiz bu hale şaşmış, belki de sıkılmışsınızdır. Ama A benim bir kabahatim yoktu. $ Hekimler benden ümitlerini. kesti « — ler; artık hayatta birkaç günüm kaldı. Bundan emin olduğum içindir ki her şeye rağmen size bu mektubu yazmas« Ka, şimdiye kadar söylemediğimi söy « — lemeğe karar verdim... Mademoiselle Clemence, biliyorsu « — nuz ki ben kardeşimle çalışıyordum, i- şimi bırakamazdım ve onunla beraber — sizin yanınızdan ayrılmağa mecbur ol- — dum; fakat büuna rağmen bir günüm bi- — le sizi düşünmeden geçmedi. Sizin ha- — yaliniz benim için hayatın en güzel, zi- yadesile güzel, tahakkukuna imkân Ole — mıyan hulyası idi, ' Yarınki nushamızda : Onda bir biletin yarısı Yazan: Jsmet Hulüsi Bizi ayıran yıllara rağmen, özmedeni evvel, aşkımın feryadını işitmeniz! is« — tiyorum. K Bunu hemen değil, çok sonra işite « ceksiniz. Otuz yıl sonra, artık sizin hae — yatınız da akşamına erdiği bir zamana — da... Öyle olması daha iyi. Görüştüğüs - mürz günlerde de, hattâ şimdi anlama » — nıza imkân olmıyan bazı şeyleri o zas man anlarsınız. 4 Allah size uzun ömür verir de 1936 yılında hayatta ve evlenmemiş olursa« — nız, bu atesli aşkın feryadını duyacak « — sınız. “ Size dâima sadık A. Fernay ğ * Çifte gözlüğün altında iri iri yaşlası — akıyordu... j Mademoiselle Clâmence kendisinin de sevdiği ve anlamıyor diye üzüldüğü delikanlının çehresini, sesini, bakışla» zını hatırasında, artık dumanlanan ha- — ftırasında - can « landırmağa — çalı» şıyordu... y Felek onları bis ribirinden ayır « mıştı! Fakat ölmeden evvel ©o delikanlı susmamış, susa e mamış kendisi için her şeyin biteceği an da aşkımı söylemeğe, bağırmağa ka « rar vermişti. Hem de bunun, belki ra- hatsızlığı, kederi mucip olur diye böy- le otuz sene sonra gönderilmesini temin etmişti . - 4 Ah! niçin vaktile söylememişti? Hane gi esrarengiz Ve acıklı sebep onu turmuştu? Herhalde bu mektubunda söylemediği bir şey daha vardı. ; İhtiyar kızın kafasına bütün bunlar karmakarışık, fakat gene de inatçı hüalde üşüşüyor. pek sevdiği o delil nın hatırasını sarıyordu. Ne ivi bir in sanmış! keder etmemesini de düşün « Müş... Keder etmek mi?... Bilâkiz, Made « moiselle Clâmence şimdi bahtiyardı; linde mektup, takdis eder gibi öpı'l;î kokladığı mektup, odada bir aşağı, yukarı dolaşıyordu. Geçmişin, bütün o yalnızlık ve sı tı senelerinin ne ehemiyeti vardı Bütün o felâket içinde her şeyi aydım- latan bu ışık olduktan sonra... Yorgun gözleri ile tekrar tekrar duğu o mektubu öpüyor, öpüyor, Fernay — imzasının kendi sandığı güzel Armad'a değil, hani şu çirkii herkesin alay ettiği, kendisinin hiç hemiyet vermediği Alcide'e ait old nu bir türlü anlamıyordu. Halbuki mence'ı bütün hayatında yalnız o s |