Kahramanlık, aşk, hoyecan ve macera KORSANIN KIZI' Yazan : Kadircan Kaflı Son Posta'nın tarihi tefrikası — Gebermiş!.. Küçük Ali bu vak'ayı seyrederken vücudunun her tarafı diken diken ol - muştu. Uzun Veli ile arkadaşları ise dişleri: ni ve yumruklarını sıkmışlar, kurtul- mak ve saldırmak istemişlerdi. Fakat buna imkân var mıydı? Küçük Alinin külâhı denize düşer- ken kaybolmuştu, şimdi de cepkenini çıkardılar Gardiyan: — Haydi! Diye bağırınca Küçük Ali kocaman küreğin tutamağına yapıştı ve asıldı. İki asker, ölüyü ayaklarından ve o- muzlarından tutarak denize atarken U- zun Veli ile Mehmet, hattâ bir kolu yaralı olan Çopur İsmail de birer kü - rek başına zincirleniyorlardı. Küçük Ali onlardan uzak düşmüş- tü. Bir taraftan zayıf kollarile kürek - lere sarılıyor, bir taraftan da ondan sonra başına gelecek olanları düşü - nüyordu. Gemide kaldıkça kendişsinin bir genç kız olduğunun meydana çıkmaması - na imkân yoktu. Bu sır anlaşılınca acaba İspanyol - lar onu ne yapacaklardı? Bir İspan - yolun eline mi düşecekti? Bir pazarda satılacak mıydı? Fena fena düşünüyordu. Bu yüzden sağına soluna bile bak - mıyordu, Dalgmlıkla yavaşlamış - olacak ki gardiyan onun omuzlarına bir kırbaç — Ne duruyorsun, barbar Türk>2.. Diye homurdanmıştı. Küçük Ali küreğe daha sıkt asılır - — Ahahi.. Demekten kendini alamadı. O zaman onun yanıbaşında oturan iriyarı bir forsa başını çevirmeden dirseğile yavaşça dürttü: — Aldırma hemşerim... Bu da ge - Küçük Ali kendisini yapayalnız sa- nirken böyle yanıbaşında bir Türkün bulunduğunu anlayınca sevindi. Başını çevirip baktı. Bu saçı saka - hmna karışmış, yanık yüzlü, yanık vü - cutlu otuz beş, kırk yaşlarında bir a - damdı. Daha çok bakamadı. Çünkü yanın- daki forsa gene onun koluna dirseğile dürtmüş: — Önüne bak... Kırbaç geliyor! Demişti. İkisi de beraberce küreklere asılı - yorlardı. 'Ter içinde kalıyorlardı. Küçük Ali mırıldandı: — Bunun geçeceğini hiç ummuyo- rum, — Niçin? Kaptanlar pek telâşta... Görmiüyor musun? — Sebep? — Bizimkiler kovalıyorlar Te — Bu gemiyi mi? — Evet... Geminin güvertesi kıç kasaraya gö- ve alçakta olduğundan forsalar gerisi- ni göremiyorlardı. Fakat eski forsa bu- nu, görmeden anlamıştı. Küçük Aliye sordu: — Âdın ne? Kücük Ali az daha Ayşe diyecekti... Fakat kendisini tuttu ve: Diye cevap verdi. Forsa, onun sormasına vakit bı » ,akmadan söyledi: — Benimki de Durmuş!.. Yedi yıldanberi Cezayirde leventlik ediyormuş. Bu üçüncü defa oluyor ki esir düşmüş. Birinci defasında — yedi, ikinci defasında da on bir ay esir kal- mış. Her ikisinde de onun bulunduğu gemiler Türk gemileri tarafından esir edilmiş ve kurtarılmış. Bunun için hiç | *“|wsky de hapishaneye girdi. ti altında bırakmıyacağını bilseydi, ge- — Bu da geçer... Diyermuş. Bu sefer de kurtulacakmış amma tavşan yürekli Jan Portondonun ça - buk kaçışı buna engel olmuş. Bunun- İa beraber ümidi kırılmamış. Şu arka- dan gelen Türk kadirgası her halde ye- tişirmiş. Acaba yetişecek miydi? Yoksa on- lar da biraz önce ölen Türk forsası gi- bi denize mi atılacaklardı. İki gemi arasındaki kovalamaca u- zadıkça uzuyordu. Sabahleyin yıldızdan esen rüz - gâr, öğleden sonra gittikçe yavaşla - mış, hava durulmuştu. Bu hal İspanyolları telâşa düşür - müştü. Çünkü Tüzgârsız havalarda Türk gemileri İspanyol gemilerinden her zaman daha hızlı giderlerdi. sinden daha ileriye geliyor, yavaş ya « vaş büyüyordu. Üç saat sonra ikisinin arasındaki uzaklık üç mile kadar düş- müştü. İspanyol gemısmdch telâş artmış - tı. Zabitler bile, yorulan askerlerin yerlerine geçiyorlar, kürek çekiyorlar- dı. Yelkenler direklerde ve serenlerde sarkıp duruyordu. Sahiden Türk kadirgası ufuk çizgi -| Fakat akşama doğru ortalık serin - Numara : 72 ledi. Gittikçe hızlanan bir İodos esme- ge başladı. Jan Partonda hem sevindi, hem de canı sıkıldı. Çünkü neredeyse rüzgâr altına düşüyorlardı. Böyle bir vaziyet ise eskisinden o kadar farklı değildi. Sonra düşündü: — Henürm. yarıyoldayız. Valamıya— ya gitmektense Barselonaya gideriz. Bu düşüncesini hemen kaptana söy- ledi. İspanyol gemisi provasını — şimali | şarkiye çevirdi. Yelkenler bol bol şişiyor ve iki üç misli hızla gidiyordu. İlyas Reis kıç kasanın üstünde kü- peşteye dayanarak ileri bakarken: — Artık elimizden kurtulamazsın, çelebi... Demişti. Seviniyordu. Lâkin rüzgâr çıkınca, hele İspanyol gemisi rotasını değiştirince canı sıkıl- dı. Onun yanı başında duran Mansur | - İlyas Reisin ne düşündüğünü hemen sezdi: — Bu benim ışıme daha çok gelir. İyi oldu. Dedi. (Arkası var) Uğursuz kadın (Baştarafı 7 inci sayfada) rakarak gitti.... Genç Tolstoy da kendi- sini içkiye verdi, ve bir gün verem 0- lup öldü. Marya herkesin diline düştü. O bu rezaletten utanmıyor, bilâkis — iftihar duyuyordu. Erkeklerden ilk intikamını almıştı. Kâfi değildi... O erkeklerin karşısında zelil olduğunu görecek — ve nice nicelerile alay edecekti.... Aradan kısa bir müddet geçtikten sonra bu sefer de Baron Stahl isminde birisini buldu. Baron ancak mücevher- lerle dolu parmakları öpüyor, fakat Kontese fazla sokulamıyordu. Marya ayni zamanda Kont Bergowsky ile de düşüp kalkıyordu. Baron Stall gitti Maryanın kocasını buldu: — Karınız bu gece yatak odasına Kont Bergowsky'yi alacak dedi. Kont Tarnowsky eğer efkârıumu- miyenin kendisini namussuzluk töhme- ne aldırmıyacaktı. Fakat ne yapsın? Kalktı o gece bir baskın verdi. Odaya girdiği zaman... Karısını sap- sarı gördü. Bergowsky ayaklarının al- tında yatıyordu. Yaralıydı. Sevdiği ka- dının kocasını görünce! — İstersen beni öldür azizim dedi. Ben kendimi yaralamakla aşkımı ispat ettim, Bahtiyarım, çünkü sevgilimin arzusunu yerine getirdim. Baron Bergowsky güldü: — Çoök budalaymışsın arkadaş dedi ve yürüdü, gitti. “Üç gün sonra, şehir aristokratları- nın birinin evinde bir süvare vardı. Karı, koca ve âşık üçü de orada bulu- nuyorlardı, yemekten sonra, Marya Bergowsky'nin koluna girdi ve herke- sin hayretle bakan nazarları önünde onü balkona sürükledi ve gene herke- sin gözü önünde öpüştüler. Bu manzarayı kadının kocasile be- raber, diğer davetliler de görmüşlerdi. Tarnowsky namusunu müdafaa et- mek mecburiyeti elimesinde kaldı, iste- meye istemeye, tabancasını çekti ve Bergowsky'yi öldürdü. * ihbar eden Stahl Maryanın yatağında kalb sektesinden ölü bulundu.. Tarno- * Tarnowsky hapishaneden çıktığı za- man; artık boşanmağa karar verdiler. Marya Petresburg'un en meşhur avu- katı Prilukow'ü tuttu. Muhakeme saf- haları ilerledikçe, Petresburg'un en *..kırgm degıhm' ve: | PTE S T S ES D SA ÖS Myer TÇ İki ay sonra, Bergowsky'yi kocasına an geldi ki, Maryadan yüz bulamayınca delirdi. Bunuün üzerine Marya, çok zengin bir Rus aristokratile tanıştı. Aristokra- tın karısı hastaydı. Nihayet öldü ve da- ha ölünün naaşı soğumadan ihtiyar Rus yeni nişanlısına mükellef bir merasim yaptı. Artık herkes Marya istirahat e- decek, geçirdiği fırtınalı hayattan yo- rularak, zengin bir adamın sadık bir karısı olacak diyorlardı. Bir gün ihtiyar Aristokrat Maryaya genç bir delikanlı takdim etti: — Yeğenim Naumoy, dedi. İki gencin nazarları biribirine çar- pışınca, ilk anlaşma da husul buldu. kalbinde yürüyordu. İhtiyarları zebun etmek kolaydı, şimdi karşısındaki gen- ci de mahvedecekti. Nihayet maksa- dına muvaffak oldu, onunla da ihtiya- rın giyabında seviştiler. Fakat bu sefer mesele tamamile ters döndü. Ve Marya oğlanı çıldırasiye sevdi. Marya Ümrün- de ikinci defa âşık olmuştu. Delikanlı bir gün izdivaç teklif et- ti Marya: — Çok isterdim, fakat sen de, ben de fakiriz dedi. Nasıl yaşarız. Sonra bir müddet düşündü: — Ben ihtiyarın servetini üzerime çevirteyim, sonra sen git, onu — öldür, dedi. Naumoy kabul etti. ; * Mahkeme salonundan müddeiumu- minin sesi yükseliyordu: —Uğursuz kadın, kiminle düşüp kalkmışsa felâketine sebep olmuş. İdam İkinci celsede jüri âzasından biri a- yağa kalkıyor, titrek bir sesle: — Ben burada jürilik yapamıyaca- ğım... Kadına gönlümü kaptırdım, di- yor. Bu açık sözlü adamı üç jüri âzası daha takip ediyorlar. y Marya sekiz sene hapse mahküm o- luyor. Gene kendisi gibi hapse 1ınah- küm edilen Naumoy'dan onu zorla a- yırırlarken: — Artık kimseyi felâkete sürükle- miyeceğim, senin hâtıranla — ölünceye kadar yaşayacağım diyor. Sonra ilâve ediyor: — Kocam ©o alçaklığı yapmasaydı, olmaz mıydı? Marya mahkümiyetini bitirdi. Nau- moy hapishanede verem olup ölmüş- tü. Muhteris kadın Floransaya çekil- miş ve eski hâtıraların hayalile yaşa- meşhur avukatı Maryaya tutuldu ve bır Ch a E ” m_ağ.a_ başlamıştı. Nihayet orada öldü. bacağı da var; falınız güzel. irak: İkupa duruyor, iyi hâvadis. Marya hıncını alamanmıştı, irııi:ikmı:nııa Ki c l Hikâye u FAL Yazan: Karel Capek karısına: — Doğrusu, dedi, şu madame Myers'in nasıl para kazandığını merak edi - yorum. Şubat ayında kuşkonmaz alıp yemek herkesin kârı değil... Her gün evine yirmiden fazla kadın geliyor, dü- şesinden tut da hizmetçisine kadar... Gerçi onun bir falcı olduğunu söylüyor- lar ama bana öyle geliyor ki onun bun- dan başka bir gizli işi daha var. Merak ediyorum, öğrenmek isterdim. — Sen o işi bana bırak, Bob; ben öğ- renirim. Ertesi sabah madame Mac Leary, parmağından nişan yüzüğünü çıkardı, (arkasına gayet sade bir elbise giydi ve gidip madame Myers'in kapısını çaldı. Bekleme odasında bir hayli oturduktan sonra kocakarının yanına girebildi. Kocakarı bu çekinğen ziyaretçiyi tepe- den tırnağa kadar süzdükten sonra: — Buyurun, kızım, dedi. Bir emriniz mi vardı? Madame Mac Leary kekeliyerek: — Yarın yirmi yaşıma giriyorum da.. dedi; istikbalimin ne olacağını bilmek isterdim... Madame Myers iskambil kâğıtlarını aldı ve onları şiddetle karıştırarak: — Adınız? diye sordu. — Jönes. — Miss Jones... Yanılmışsınız, Miss Jones: Ben faler değilim. Bütün ihtiyar kadınlar gibi ben de bazan, sevdiğim bir kimsenin hatırı kırılmasın diye fala bakarım ama işte o kadar. Sol elinizle kesin, beşe ayırın. Tamam. Bazan da kendimi eo’lendırmek için bir fal açtı- ğım olur. . Madame Mac: Leary kesip beşe ayir- dığı kâğıtların birinci destesine bakıp: — Orya, dedi, para demektir. Kupa Madame Mac Leary: — Ya? dedi; daha ne görüyorsunuz? Madame Myers ikinci desteye baka- — Orya bacağı... Maça onlusu: Bir yolculuk var. Ama ispati de var; ispati daimâ sıkıntı gösterir ama üzerlerinde Madame Mac Leary iri masum göz- lerini açarak sordu: Polis müfettişi Mac Leary bir akşam Jçaresi bulunur. Buraya Seotland Yard 4 Çeviren: Nurullah Ataç (1) memurlarından bir çoğu gelip bang — danışırlar. Onu da bana gönderin. Söye leyin, kendisini muhakkak beklerim... — Güle, güle, miss Jones. : x Mac Leary ensesini kaşıyarak: Ğ — Bu iş bana hiç de iyi gözükmüyor, dedi. Kocakarı eniştemle fazla alâkas — dar olmuş. Hem onun asıl adı Mvexı— değil, Meierhoffer imiş, buraha Lübeclğe — ten gelmiş. Ben bu işi amirlerime bi — kere söyleyim de onlar ne yaparsa yap« , Davaya bakan hâkim: — Madame Myers, dedi, şu ıskambil falı meselesinin ne olduğunu bir anlaı tır mısınız? — Ne yapayım, Efendimiz? dedi, gıı çinmek için bir iş görmek lâzım. - Bem — de bu yaşta kantoculuk edemem ya! * Hâkim Kelley: — AÂma, dedi, verilen istidada sizin ııı j kambil falından iyi anlamadığınızı söye — lüyorlar. Sizden çukulatalı pasta iştie yene macun vermek ne ise falcılığı bile meden fala bakmak da odür. Çok parâ alıyormuşsunuz, bari doğruyu söyle ı.' İş yin. — Herkes dava açmıyor. Ben onları bi arzu ettiklerini söylerim de onun için... İnsanın istediği gibi şeyler dinlemesi bir altın etmez mi, Efendimiz? | — Aleyhinizde bir şahit var. Ma e dame Leary, bildiklerinizi sovleyin, mahkeme sizi dinliyor. ' — Madame Myers bana bu sene içinea de kocaya varacağımı söyledi; beni ala« — cak adam çok zenginmiş, beni deniz as şırı yerlere götürecekmiş... Hâkim sordu: — Deniz aşıriyı da nereden çıkar D, mış? — İkinci destede bir maça dokuzhıı su vardı da onun için. Hâkim homurdanarak: — Yanlış, dedi; maça dokuzlusu Uı mit demektir. Seyahati maça bacağı g&ı_ terir; ondan sonra bir orya yedilisi gae lirse hayırlı bir deniz yolculuğu olduı ğu o zaman anlaşılır. Beni kandıra mazsınız, madame Myers, siz bu geng — kadına bu yıl içinde zengin biri ile eva — Manası ne? leneceğini söylemişsiniz, ama madamğ — Kocakarı bu su- Mac Learyüçyık - ale cevap varme- . b danberi — evlidir. — teyi kaldırdı ve fettişi Mac Le e düşünmeğe baş - — Yine orya . Güzelim, size çok Altın ararken... Nakili: Faik Beremen ary'dir, çok iyâ bir delikanh. Ana latın bakalım, b batayı nasıl yap « — para var. Bir de yolculuk gözüküyor ama siz mi gide- ceksiniz, yoksa sevdiğiniz biri mi gide- cek, orası pek anlaşılmıyor. Madame Mac Leary: — Ben yakında Southampton'a tey- zemi görmeğe gideceğim, dedi; belki odur... Madame Myers dördüncü desteye bakıp: — İşte büyük seyahat gözüktü, dedi; ama yaşlıca bir erkek var, size mani olmak istiyecek. .. Madame Mac Leary: — Muhakkak eniştemdir! dedi. Kocakarı beşinci desteyi alarak: — Bakalım bunda neler göreceğiz? dedi. Muhakkak bir şey vardır... Müjde Miss Jones! Bir seneye kadar size bir kismet çıkacak... Gayet zengin bir deli-| kanlı, belki bir milyoner, bir büyük iş adamı... . Çok seyahat ediyor... . Fakat siz ona varmadan haylı üzüntü çeke- ceksiniz, yaşlıca bir adam size engel olmak istiyecek ama siz onun sözüne bakmayın, sebat edin. Düğünden sonra yola gideceksiniz, hiç şüphesız deniz derya aşırı bir yere, «Hediyesi bir altın liradır; benim için sanmayın! ben de faldan aldığım para- yı Fukara Zencilere Yardım Cemiyetine gönderirim.» Madame Mac Leary çantasından pa- rayı çıkarıp: : — Beni minnettar ettiniz, cidden min- nettar ettiniz, dedi. Kocakarı sordu: — Enişteniz ne iş görür? Genç kadın masum bir tavırla: — Polistedir, dedi. — Zavallı adamcağız!... Kendisine söyleyin, başında bir felâket dolaşıvor, kendini kollasın. O da gelip beni görse İiyi olur, belki işi daha iyi anlarız da bir tınız? ; — Herkes yanılabilir. Bu madamd bana geldiği zaman kocaya varmak i:v" ter gibi gözüküyordu. Yani bana evli olmadığını zannettirdi. Ben de kaatlarş zengin bir düğün gösterecek suretti karıştırdım. b — Birtakım da engellerden, yaşlı biğ '- adamdan, yolculuktan bahsetmışsmıq onlar ne? — Bir altın aldım, biraz bir şey soyı lemek lâziım değil mi? Hâkim: — Yeter! dedi. Madame Myers, fala bakmanız doğru değil, anlamıyomı sunuz: buna hilekârlık derler. İskam « bil kâğıtlarının bir manası vardır. | lira ceza vereceksiniz. Hem sizin haü- “' yelik ettiğiniz de zannolunuyor. Kocakarı: — Yemin ederim kı dive söze baqı ladı ama hâkim susturdu: — Yeter! siz ecnebisiniz, kanunull kabul edebileceği bir maişet vasılası dı gösteremiyorsunuz, memleketten çı a: kacaksınız... z " d * Sia, n Bir yıl sonra M. Kelley bir sokakta müfettiş Mac Leary'ye rasgeldi. Haş — beşten sonra ona karısını sordu. M_ Leary'nin çok mahzun bir hali vardı. — Hiç sormayın! dedi... Beni bıı'akııA gitti. Hâkim hayretle: b I — AÂcayip! dedi, ne kadar da iyi biğ — kadma benzerdi; güzeldi de. F — Felâket orada ya!. Delikan biri ona tutulmuş, ben işi önliyemedini — Melbourne'da ticaretle meşgul bir genii Gitmesine mâni olmak istedim ama...* Mac Leary eli ile bir işaret 3aptı. — Bir hafta oluyor, vapura bınıp vustralya'ya gıttıler PAU #ti öeEkeğ | e (D ' aA — KK TÜ H