15 Eylül ——— K Yazan : Kadircan Kaflı Son Posta'nın tarihi tefrikası Ai bkmlşt Küçük Ali bu vak'ayı seyrederken vücudunun her tarafı diken diken ol - Mmuştu. Uzun Veli ile arkadaşları ise dişleri- ni ve yumruklarını sıkmışlar, kurtul- mak ve saldırmak istemişlerdi. Fakat buna imkân var mıydı? Küçük Alinin külâhı denize düşer. ken kaybolmuştu, şimdi de cepkenini çıkardılar, Gardiyan: —Haydi! Diye bağırınca Küçük Ali kocaman küreğin tutamağına yapıştı ve asıldı. İki asker, ölüyü ayaklarından ve - muzlarından tutarak denize atarken U- zun Veli ile Mehmet, hattâ bir kolu yaralı olan Çopur İsmail de birer kü - rek başına zincirleniyorlardı. Küçük Ali onlardan uzak düşmüş- tü. Bir taraftan zayıf kollarile kürek - Tere sarılıyor, bir taraftan da ondan sonra başına gelecek olanları düşü - nüyordu. Gemide kaldıkça kendisinin bir genç kız olduğunun meydana çıkmaması - na imkân yoktu. Bu sır anlaşılınca acaba İspanyol - lar onu ne yapacaklardı? Bir İspan - yolun eline mi düşecekti? Bir pazarda satılacak mıydı? Fena fena düşünüyardu. Bu yüzden sağına soluna bile bak - mıyordu, Dalgınlıkla yavaşlamış - olacak ki gardiyan onun omuzlarına bir kırbaç daha indirmiş: — Ne duruyorsun, barbar Türk?.. Diye bomurdanmıştı. Küçük Ali küreğe daha sıkı asılır - ken can acısile: — Allaht.. Demekten kendini alamadı. O zaman onun yanıbaşında oturan iriyarı bir forsa başını çevirmeden dirseğile yavaşça dürttü: — Aldırma hemşerim... Bu da ge - Küçük Ali kendisini yapayalnız sa- mirken böyle yanıbaşında bir Türkün bulunduğunu anlayınca sevindi. Başını çevirip baktı. Bu saçı saka - hna karışmış, yanık yüzlü, yanık vü - cutlu otuz beş, kırk yaşlarında bir a - damdı. Daba çok bakâmadı. Çünkü yanın- daki forsa gene onun koluna dirseğile dürtmüş: — Önüne bak... Kırbaç geliyor! Demişti. İkisi de beraberce küreklere asılı - yorlardı. 'Ter içinde kalıyorlardı. Küçük Ali mırıldandı: — Bunun geçeceğini hiç ummuyo- rum. — Niçin? Kaptanlar pek telâşta... Görmüyor musun? — Sebep? — Bizimkiler kovalıyorlar... —— Bu gemiyi mi? — Evet... Geminin güvertesi kıç kasaraya gö- ve alçakta olduğundan forsalar gerisi- ni göremiyorlardı. Fakat ezki forsa bu- nu, görmeden anlamıştı, Küçük Aliye sordu: — Adın ne? Kücük Ali az daha Ayşe diyecekti... Fakat kendisini tuttu ve: Diye cevap verdi. Forsa, onun sormasına vakit bı » Şakmadan söyledi: — Benimki de Durmuş!.. Yedi yıldanberi Cezayirde ieventlik ediyormuş. Bu üçüncü defa oluyor ki esir düşmüş. Birinci defasında — yedi, ikinci defasında da on bir ay esir kal mış. Her ikisinde de onun bulunduğu gemiler Türk gemileri tarafından esir edilmiş ve kurtarılmış. Bunun için hiç kugın değilmiş ve: — Bu da geçer... Diyormuş. Bu sefer de kurtulacakmış amma tavşan yürekli Jan Portondonun ça - buk kaçışı buna engel olmuş. Bunun- İa beraber ümidi kırılmamış. Şu arka- dan gelen Türk kadirgası her halde ye- tişirmiş. Acaba yetişecek miydi? Yoksa on- lar da biraz önce ölen Türk forgası gi- bi denize mi atılacaklardı, İki gemi arasındaki kovalamaca w- zadıkça uzuyordu. Sabahleyin yıldızdan esen rüz - gâr, öğleden sonra gittikçe yavaşla - mış, hava durulmuştu. Bu hal İspanyolları telâşa düşür - |müştü. Çünkü rüzgârsiz havalarda Türk gemileri İspanyol gemilerinden her zaman daha hızlı giderlerdi. Sahiden Türk kadirgası ufuk çizgi - sinden daha ileriye geliyor, yavaş ya - vaş büyüyordu. Üç saat sonra ikisinin arasındaki uzaklık üç mile kadar düş- gnüştü. İspanyol gemisindeki telâş artmış - tı. Zabitler bile, yorulan askerlerin yerlerine geçiyorlar, kürek çekiyorlar- dı. Yelkenler direklerde ve serenlerde sarkıp duruyordu. Fakat akşama doğru ortalık serin - I SON POSTA Kahramanlık, aşk, heyecan ve macera ORSANIN KIZI Numara : 72 ledi. Gittikçe hızlanan bir İodos esme- ge başladı. Jan Paortondo hem sevindi, hem de çanı sıkıldi. Çünkü neredeyse rüzgâr altına düşüyorlardı. Böyle bir vaziyet ise eskisinden o kadar farklı değildi. Sonra düşündü: 5 — Henönr yarıyoldayız. Valansiya- ya gitmektense Barselonaya gideriz. Bu düşüncesini hemen kaptana söy- ledi. | İspanyol gemisi provasını şarkiye çevirdi, Yelkenler bol bol şişiyor ve iki üç misali hızla gidiyordu. İlyas Reis kıç kasanın üstünde kü- peşteye dayanarak ileri bakarken: — Artık elimizden kurtulamazsın, çelebi... Demişti. Seviniyordu. Lâkin rüzgâr çıkınca, hele İspanyol gemisi rotasını değiştirince canı sıkıl- dı. Onun yanı başında duran Mansur İlyas Reisin ne düşündüğünü hemen sezdi: — Bu benim işime daha çok gelir. İyi oldu. . Dedi. şimali (Arkası var) Uğursüz kadın 7 inci sayfada) ( Ş rakarak gitti.... Genç Tolstoy da kendi- sini içkiye verdi, ve bir gün verem o- lup öldü. Marya herkesin diline düştü. O bu rezaletten utanmıyor, bilâkis — iftihar ordu. Erkeklerden ilk intikamını ©O erkeklerin ve duyuy' almıştı. Kâfi değildi.... karşısında zelil olduğunu görecek nice nicelerile alay edecekti.... Aradan kısa bir müddet geçtikten gonra bu sefer de Baron Stahl isminde birisini buldu. Baron ancak mücevher- lerle dolu parmakları öpüyor, fakat Kontese fazla sokulamıyordu. Marya ayni zamanda Kont Bergowsky ile de düşüp kalkıyordu. Baron Stall gitti Maryanın kocasını buldu: — Karınız bu gece yatak odasına Kont Bergowsky'yi alacak dedi. Kont Tarnowsky eğer efkâmumu- miyenin kendisini namussuzluk töhme- ti altında bırakmıyacağını bilseydi, ge- ne alkdırmıyacaktı. Fakat ne yapsın? Kalktı o gece bir baskın verdi. Odaya girdiği zaman... Karısını sap- sarı gördü. Bergowsky ayaklarının âl- tında yatıyordu. Yaralıydı. Sevdiği ka- dının kocasını görünce! — İstersen beni öldür azizim dedi. Ben kendimi yaralamakla aşkımı ispat ettim, Bahtiyarım, çünkü sevgilimin arzusunu yerine getirdim. Baron Bergowsky güldü: — Çök budalaymışsın arkadaş dedi ve yürüdü, gitti. Üç gün sonra, şehir aristokratları- nn birinin evinde bir süvare vardı. Karı, koca ve fşık üçü de orada bulu- nuyorlardı, yemekten saonra, Marya Bergowsky'nin koluna girdi ve herke- sin hayretle bakan nazarları önünde onu balkona sürükledi ve gene herke- sin gö: ınünde öpüştüler. Bu manzarayı kadının kocasile be- raber, diğer davetliler de görmüşlerdi. Tarnowsky namusunu müdafaa et- mek mecburiyeti elimesinde kaldı, iste- meye istemeye, tabancasını Bergowsky'yi öldürdü. * İki ay sonra, Bergowsky'yi kocasına ihbar eden Stahl Maryanın yatağında kalb sektesinden ölü bulundu.. Tarno- waky de hapishaneye girdi. * Tarnowsky hapishaneder çıktığı za- man; artık boşanmağa karar verdiler. Marya Petresburg'un en meşhür avu- katı Prilukow'u tuttu. Muhakeme saf- haları ilerledikçe, Petresburg'un en avukatı Maryaya tutuldu ve bir çekti ve | İdecek, geçirdiği fırtınalı hayattan yo- an geldi ki, Maryadan yüz bulamayınca delirdi. Bunun üzerine Marya, çok zengin bir Rus aristokratile tanıştı. Aristokra- tın karısı hastaydı. Nihayet öldü ve da- |ha ölünün naaşı soğumadan ihtiyar Rus yeni nişanlısına mükellef bir merasim yaptı. Artık herkes Marya istirahat e- rularak, zengin bir adamın sadık — bir İkarısı olacak diyorlardı. Bir gün ihtiyar Aristokrat Maryaya genç bir delikanlı takdim etti: — Yeğenim Naumoy, dedi. İki gencin nazarları biribirine çar- pışınca, ilk anlaşma da husul buldu. Marya hıncını alamamıştı, intikamı kâlbinde yürüyordu. İhtiyarları zebun etmek kolaydı, şimdi karşısındaki gen- ci de mahvedecekti. Nihayet maksa- dına muvaffak oldu, onunla da ihtiya- rın giyabında seviştiler. Fakat bu sefer mesele tamamile ters döndü, Ve Marya | oğlanı çıldırasiye sevdi. Marya ümrün- de ikinci defa âşık olmuştu. Delikanlı bir gün izdivaç teklif et- ti. Mary Çok isterdim, fakat sen de, ben de fakiriz dedi. Nasıl yaşarız. Sonra bir müddet düşündü: — Ben ihtiyarın servetini üzerime çevirteyim, sonra sen git, onu — öldür, dedi. Naumoy kabul etti. * Mahkeme salonundan müddeiumu- minin sesi yükseliyordu: —Uğursuz kadın, kiminle düşüp kalkmışsa felâketine sebep olmuş. İdam edilsin, İkinci celsede jüri âzasından biri a- yağa kalkıyor, titrek bir sesle: — Ben burada jürilik yapamıyaca- ğım... Kadına gönlümü kaptırdım, di- Bu açık sözlü daha takip ediyorlar. - Marya sekiz sene hapse mahküm ©- luyor. Gene kendisi gibi hapse 1ınah- küm edilen Naumoy'dan onu zorla a- yırırlarken: — Artık kimseyi felâkete sürükle- miyeceğim, senin hâtıranla — ölünceye kadar yaşayacağım diyor. Sonra ilâve ediyor: — Kocam © alçaklığı yapmasaydı, olmaz mıydı? Marya mahkümiyetini bitirdi. Nau- moy hapishanede verem olup - ölmüş- tü, Muhteris kadın Floransaya - çekil- miş ve eski hâtıraların hayalile yaşa- mağa başlamıştı. Nihııyış orada öldü. , | Hikâye Yazan: Karel Capek Polis müfettişi Mac Leary bir akşam |çaresi bulunur. Bur: karısına: — Doğrusu, dedi, şu madame Myers'in nasıl para kazandığını merak edi - yorum. Şubat ayında kuşkonmaz alıp yemek herkesin kârı değil... Her gün evine yirmiden fazla kadın geliyor, dü- şesinden tut da hizmetçisine kadar... Gerçi onun bir falcı olduğunu söylüyor- lar ama bana öyle geliyor ki onun bun- dan başka bir gizli işi daha var. Merak ediyorum, öğrenmek isterdim. — Sen o işi bana bırak, Bob; ben öğ- renirim,. Ertesi sabah madame Mac Leary, parmağından nişan yüzüğünü çıkardı, arkasına gayet sade bir elbise giydi ve gidip madame Myers'in kapısını çaldı. Bekleme odasında bir hayli oturduktan sonra kocakarının yanına girebildi. Kocakarı bu çekinğen ziyaretçiyi tepe- den tırnağa kadar süzdükten sonra: — Buyurun, kızım, dedi. Bir emriniz mi vardı? Madame Mac Leary kekeliyerek: — Yarın yirmi yaşıma giriyorum da.. dedi; istikbalimin ne olacağını bilmek | isterdim... Madame Myets iskambil kâğıtlarını aldı ve onları şiddetle karıştırarak: — Adınız? diye sordu. — Jones. — Miss Jones... Yanılmışsınız, Misa Jones: Ben falcr değilim. Bütün ihtiyar kadınlar gibi ben de bazan, sevdiğim bir kimsenin hatırı kırılmasın diye fala bakarım ama işte o kadar. Sol elinizle kesin, beşe ayırın. Tamam. Bazan da kendimi eğlendirmek için bir fal açtı- Bum olur. ... Madame Mac Leary kesin beşe ayır- dığı kâğıtların birinci destesine bakıp: — Orya, dedi, para demektir. Kupa bacağı da var; falınız güzel. Madame Mac Leary: — Ya? dedi; daha ne görüyorsunuz? Madame Myers ikinci desteye baka- rak: — Orya bacağı... Maça onlusu: Bir yolculuk var. Ama ispati de var; ispali daima sıkıntı gösterir ama üzerlerinde kupa duruyor, iyi hâvadis, Madame Mac Leary iri masum göz- lerini açarak sordu: — Manası ne? Kocakarı bu su- ale cevap varme- den üçüncü des - teyi kaldırdı. ve düşünmeğe baş - ladı : — Yine orya . Güzelim, size çok para var. Bir de yolculuk gözüküyor ama siz mi gide- ceksiniz, yoksa sevdiğiniz biri mi gide- cek, orası pek anlaşılmıyor. Madame Mac Leary: — Ben yakında Southampton'a tey- zemi görmeğe gideceğim, dedi; belki rxhır." Madame Myers dördüncü desteye bakıp: — İşte büyük seyahat gözüktü, dedi; ama yaşlıca bir erkek var, size mani olmak istiyecek. .. Madame Mac Leary: — Muhakkak eniştemdir! dedi. Kocakarı beşinci desteyi alarak: — Bakalım bunda neler göreceğiz? dedi. Muhakkak bir şey vardır... Müjde Miss Jones! Bir seneye kadar size bir kısmet çıkacak... Gayet zengin bir deli- kanlı, belki bir milyoner, bir büyük iş adamı... Çok seyahat ediyor... Fakat siz ona varmadan haylı üzüntü çeke- ceksiniz, yaşlıca bir adam size engel olmak istiyecek ama siz onun sözüne derya aşırı bir yere, s «Hediyesi bir altın liradır; benim için sanmayın! ben de faldan aldığım para- yı Fukara Zenellere Yardım Cemiyetine gönderirim.» Madame Mac Leary çantasından pa- rayı çıkarıp: — Beni minnettar ettiniz, cidden min- nettar ettiniz, dedi. Kocakarı sordu: — Enişteniz ne iş görür? Genç kadın masum bir tavırla: — Polistedir, dedi. — Zavallı adamcağız!... Kendisine söyleyin, başında bir felâket dolaşıvor, kendini kollasın. O da gelip beni görse 'iyi olur, belki işi daha iyi anlarız da bir Çeviren: Nurullah Ataç ya Seotland Yard (!) memurlarından bir çoğu gelip bang danışırlar. Onu da bana gönderin. Söye Güle, güle, miss Jones, x Mac Leary ensesini kaşıyarak: Bu iş bana hiç de iyi gözükmüyom dedi. Kocakarı eniştemle fazla alâkas dar olmuş. Hem onun asıl adı Miyers değil, Meierhoffer imiş, buraha Lübecl — kere söyleyim de onlar ne yaparsa yapı sın. * Davaya bakan hâkim: — Madam falı meselesinin ne olduğunu bir anlae tır misiniz? ' çinmek için bir iş görmek lâzun.. Ben de bu yaşta kantoculuk edemem ya! Hâkim Kelley: — Ama, dedi, verilen istidada sizin ise kambil falından iyi anlamadığınızı söye Yarınki nushamızda : Altın ararken... Nakili: Faik Bercmen lüyorlar. Sizden çukulatalı pasta işti. yene macun vermek ne ise falcılığı bil meden fala bakmak da ödür. Çok parap — alıyormuşsunuz, bari doğruyu söyle e — yin. — Herkes dava açmıyor. Ben onlargş. — arzu ettiklerini söylerim de onun için... İnsanın istediği gibi şeyler dinlemesi bir altın etmez mi, Efendimiz? j hinizde bir şahit var. Ma e — dame Leary, bildiklerinizi söyleyin, — mahkeme sizi dinliyor. — Madame Myers bana bu sene içine de kocaya varacağımı söyledi; beni alae — cak adam çok zenginmiş, beni deniz ge şırı yerlere götürecekmiş... Hâkim sordu: Â — Deniz aşırıyı da nereden çıkar e miş? — İkinci destede bir maça dokuzlur su vardı da onun için. Hükim homurdanarak: — Yanlış, dedi; maça dokuzlusu Ük mit demektir. Seyahati maça bacağı göse terir; ondan sonra bir orya yedilisi gee lirse hayırlı bir deniz yolculuğu oldur. ğu o zaman anlaşılır. Beni kandıra e mazsınız, madame Myers, siz bu geng kadına bu yıl içinde zengin biri ile eve leneceğini söylemişsiniz, ama madamğ — Mac Leary üç yıkı — danberi — evlidis, kocası polis mü e fettişi Mac Le e ary'dir, çok - iyl bir delikanlı. Ana latın bakalım, bu hatayı nasıl yap « tınız? — Herkes yamılabilir.. Bu madamd bana geldiği zaman kocaya varmak ise ter gibi gözüküyordu. Yani bana evli olmadığını zannettirdi. Ben de kâatları, zengin bir düğün gösterecek — surette o leyin, kendisini muhakkak beklerim,.. — yers, dedi, şu iskambil —| karıştırdım. | — Birtakım da engellerden, yaşlı bit adamdan, yolculuktan bahsetmişsinizi — onlar ne? Bir altın aldım, biraz bir şey söyea Jemek lâzım değil mi? Hâkim: a — Yeter! dedi. Madame Miyera, sizim fala bakmanız doğru değil, anlamıyon sunuz: buna hilekârlık derler. İskam e bil kâğıtlarının bir manası vardır. Elli lira ceza vereceksiniz. Hem sizin hafla — şelik ettiğiniz dö zannolunuyor. Kocakarı: — Yemin ederim ki... diye söze başe ladı ama hâkim susturdu: — Yeter! siz ecnebisiniz, kanunum kabul edebileceği bir maişet vasılası gösteremiyorsunuz, memleketten çi « kacaksınız... ü * v Bir yıl sonra M. Kelley bir sokakta müfettiş Mac Leary'ye rasgseldi. Haş — beşten sonra ona karısını sordu. Leary'nin çok mahzun bir hali vardı. — — Hiç sormayın! dedi... Beni bırakığ gitti. Hâkim hayretle: b — Acayip! dedi, ne kadar da iyi bi kadına benzerdi; güzeldi de 4 — Felâket orada yal. — Delikanlınışı biri ona tutulmuş, ben işi önliye Melbourne'da ticaretle meşgul bir geng; Gitmesine mâni olmak istedim ama.., — Mac Leary eli ile bir işaret yaptı. — — Bir hafta oluyor, vapura binip vustralya'ya gittiler. () İngiltere'ninb iyük polis teşi ten gelmiş. Ben bu işi amirlerime bip | — Ne yapayım, Efendimiz? dedi, gee '"