Son Posta'nın tarihi tefrikası Geceyi düşünerek geçirdi. Ertesi sabah dağ kapısının iki tara- indaki kulelerin dibinde iki lâğam pat- i hemen oraya sürülmüş, yıkılan yer- eT yeniden yaptırılmağa başlanmış - İshak Reisle başlıca leventler top - ndılar ve düşmanla anlaşmaya ka - verdiler. Eğer düşan onların silâh - rını ve eşyalarını alarak çıkıp gitme- 'hm razı olursa onlar da kaleyi eslim edeceklerdi. İshak rcis emir verdi: — Don Alfonso'yu buraya getirin. Getirdiler, Tercüman — vasıtasile konuşmaya ladilar. İshak Reis sordu: — Geçenlerde önce bize bir teklifte ulunmuştun. Tekrar ona dair konuş- istiyoruz. — Hay hay!... - — Bunda bizim kadar siz de kârlı acaksınız. Hayatınızı kurtarmış ola- ksınız. — Biliyorum. — Aramızda konuştuk. Bizim bu lenin taşındaki toprağında gözümüz . Şerefimizi kurtarmak — istiyoruz bunun için ölümü de göze almış bu- ünuyoruz. Eğer namusumuza dokun- acak şekilde bir anlaşma yaparsak iz de kaleyi size bırakırız. — Bunu bizim kumandanımız se - ünçle karşılayacaktır. Çünkü biz de oş yere kan dökülmesini istemeyiz. Don Alfonso bunları söylerken yü - tünde büyük bir sevinç vardı. Çünkü ayatının kurtulması için bundan baş- yol yoktu. Eğer kale zorla alınacak lursa bu uğurda Türklerin son nefese tadar dövüşeceklerine, İspanyol psir- erini de sağ bırakmıyacaklarına şüphe tmiyordu. Don Alfonso kalenin büyük kapısı tdanının yaverine bu haberi verdi ve onuşup anlaşmak üzere elçi istedi. Kalenin büyük kapısı İspanyolların p bayrak taşıyan iki elçisine açıl- d! ve bunlar İshak Reisin yanma gö - ürüldüler. İspanyol kumandanı bu teklifi iyi alamıştı. Hemen kabul etti. Yalnız sözleşmenin eksiksiz yapılması için k Reisten rehin istedi. İshak Reis unu manasız buldu: — Nasıl iştir? Biz sizden tehin isti- 3or muyuz? Esirlerinizi azat etmeyi kabul etmekteyiz. Dedi, İspanyol kumandanı bu bir avuç ürkün ne zorluklar içinde bulunduk- ını pek iyi bildiği için ilk sözlerinde yak direyordu. hhak Reis homurdandı. — O halde bu iş bozulur. Ben han- Bi levendime, kendim çıkıp gilerken #haydi, sen düşman elinde kal. Rehin öli» derim ? Mustafa Reis: — Ben kahrım Dedi, Onun ardından bir çokları daha or- Faya çıktılar: — Biz de kalırız. Youuqlun uğruna kendilerini düş - Mana teslim etmekte birbirlerile yarış ediyorlardı. İshak Reis bu hal karşısında İspan- Yol kumandanının sön şartını da ka- Dul etmekten başka çare göremedi. On altı levent rehin olarak İspanyol “Ordusuna gönderildi. 'ıpıııynl esirleri de geri verildi, -Yıvılılır atlara bindirilmişlerdi. İskender Reisle Koca Mehmet ya - ralılar arasında ve önde bulunuyorlar- ventler yürüyorlardı. İshak Reis kafi- DAZ Ş * Sa t Çai Kıhrıııılık, KORSANIN Yazan : Kadircan Kaflı lenin baş tarafından beş on adım ge- ride geliyordu. Türk yiğitlerinin ancak yarısı kale- yorlardı. KİZİ SON POSTA Numara : 16 Bunun önüne geçmesi için Marki dö Gomara söylemek için davranıyordu. Lâkin şimdi de iriyarı ve uzun boylu Kale sarsıldı, lâkin duvarlarda pek |den çıkmış ve iki taraflı dizilmiş olan | bir Iıpın?ol askeri onun önüne çıktı. iZ zarar vardı. Kaledeki İspanyol esir-| İspanyol askerlerinin arasından geçi -| Atının dizginlerini tutarak çekti: — İn aşağı, barbar herif... Bu da bir İspanyollar onlara diş bileyorlar, kü- | İspanyol atıdır. Nasıl olur da onu gö - für savuruyorlardı. Ishak Reis: — Elbet bunların öc zamanı gelir. Gözünüz görmesin, külağınız işitme - sin! Diyor, leventlerin gergin sinirlerini yatıştırmağa çalışıyordu. Fakat bir İspanyol askeri birdenbi- re ileri atıldı. İskender Reisin bindiril- diği atın dizgininden tutarak- — Bu benim atımdır. CGötüremez - siniz! ? Diye bağırdı. Ortalık karıştı. Bir levent İspanyol askerini yaka - sından tularak geri attı. Düşman safları arasından başka bir asker ortaya çıkmış Mustafa reisin be- lindeki tabancaları çekip alımak iste - mişti: — Bunlar benimdir. Bizden aklınız Mustafa Teis İspanyol askerini bir itişte dört adım uzağa attı: — Yalancı herif... Onları ben Tu - nusta beşer altına almışım... Diye gürledi. Düşman saflarında haykırmalar du- yuldu: — Niçin bırakıyorüz1 — Bu ne miskinlik?.. — Gene mi ses çıkarmıyacağız... — Vurun!.. İshak reis Marki dö Gomarın bulün- duğu tarafa baktı. Fakat onun hiç kı- mıldamadan dimdik durduğunu, hattâ bıyik altından güldüğünü gördü: — Alçaklar!.. Verdiğiniz söz bulbirlikte ve kendi askerlerini bir mik Bstünden bağırarak, İspanyol kuman -| muydu? Hani bizim mallarımıza ve si-İtar daha arttırdıktan sonra Telemsan Tâhlarımıza el atmıyacaktınız? türürsün ) Diye bağırdı. Zaten ortalık iyice karışmıştı. Sağ- h sollu hemen hemen bütün İspanyol askerleri bütün Türk yiğitlerinin mal- larına veya silâhlarına el uzatarak on- ları almak istiyorlardı. İshak veis köpürmüştü. Kılıcını çek- ti ve kendisini atla birlikte götürmek is- temiyen askerin kafasını bir vuruş - ta uçurdu. Ortalık büsbütün karıştı. Bir kaç tabanca patladı. Kılıçlar par- ladı, verdikleri sözde durmıyan İspan-, yollarla her şeyi açıkça konuşan Türk- ler arasında kanlı bir boğuşma başladı. Kılıçlar, palalar etrafa ölüm saçıyor, ta- bancaların beyaz dumanları arasında yere yuvarlananlar görülüyordu. İspanyol ordusu mertçe yenemedi- ği bu bir avuç Türkün üstüne kudür - muş bir sel gibi ansızın yürümüş, ezi- vermişti. İshak reis başta olduğu halde bütün vurulup düştüler. Marki dö Gomarla Don Alfonso, hattâ Telemsan sultanı İbni Hamun ©- rada olup bitenleri uzaktan ve alçakça gülümsiyerek seyretmişlerdi. Onların bunu önceden tasarladıklarına biç şüp- he yoktu * ELİNDE... İbni Hamun şimdi İspanyol ordusile önüne çadır kurmuştu. (Arkası var) - TAKSİM GALA S 16 Temmuz Perşembe saat 22 de ÜVARESİ Paris'in Paramount Gomount Palas London Coloseum, Senla Beriln tiyatroları yıldızlarından mürekkep 85 kişilik büyük revü TAMARA BECK 60 dekor, 400 kostüm BAHÇESİ Beyoğlu Akşam Kız Ertik Okulu Direktörlüğünden : Okulumuzun 1935 - 936 ders yılı sergisi Temmuzun 13 üncü Pazartesi 19 uncu günü akşamına kadar devam edecektir. Sergi sabah saat 10 dan akşam 19 a kadar muhterem halkımıza açıktır. mlîîl—d;a—'—Hukuk_Hâk;ml.ignden : 43953» desinde 130/1 No. da Kemal Erzik ıkıhnıilıımoolıııınpqinıldğımıı qıııünlzlinı_hllilidımdhn flnlıyıl&ıderilmhdıliiv-ıhunhn rına mübaşir tarafından verilen meşruhata nazaran ikametgâhmin meçhul olduğu anlaşılmakla 15 gün müddetle ilânen tebligat icrasına karar verildi. anmümnhıkemeolın“â/mwmıhmm veya cağı tebliğ olunur. — «3960» İstanbul Üniversitesi bir vekil göndermediği takdirde mahkemeye gıyaben devam oluna - Arttırma, Eksiltme ve Pazarlık Komisyonundan : 16/7/936 Perşembe günü kapalı zarf usuliyle Üniversite Rektörlüğünde Bir sabah diğer Türk yiğitleri bir yapılacak olan Hayvanat ve Nebatat Enstitüleri mobilyaları e aç günlük erzakla silâhlarmı, eşyaları- | ve saatte İstanbul Maarif Müdürlüğü binası üst kalında İstanbul Bayındırlık |e ıı: paralarını aldılar ve kaleden çıktı - |Direktörlüğünde yapılacağı alâkadarların malümu olmak üzere ilân olunur. işinin aynı gün 43964 Gayrimübadiller Cemiyetinden: 20/1/936 Çarşamba günü saat 14 de İstanbul Halkevinde senelik kongre |Onun zenginliği, iyi kalbli oluşu bir defa di. Onların iki taraflarında diğer le -| toplanacağından Cemiyete mukayyod azanın teşrifleri mercudur, Ruzname : Çalışma raporu ve yeni İdare Heyeli seçimi. Tebrizin bahçelerinde yalınayak dola. sıyordu. Babası bir eskiciydi ve anası öl- düğü için başka bir kadınla evlenmişti. Bu, cadalaz bir kadındı. Bu küçük ve güzel kızı günde yirmi de- fa dereden kocaman bir testi ile su taşımak için yollardı. Her defasında da: — Neden geç kaldın, eürtük>.. Diye azarlar, döverdi. Bu hayat yıllarca sürdü. Genç kız büyüdü. Solgun ve yanık bir yüzü vardı. Fakat biraz temizlik ve biraz rahat görseydi hiç şüphesiz en sert gönül- leri bile avlıyacak kadar güzel olduğu ilk bakışta anlaşılacaktı. Bu oğlan da Tebrizin bahçelerinde ya - hnayak, başıaçık, tox ve toprak içinde bü. yümüştü. Onun da babası ölmüş ve anası başka bir adamla evlenmişti. Bu adam bir katırcıydı. Çah süpürgesi gibi sakalı var: di. Çocuğunü bütün gün katırların ardın- da koşturur. ve akşamları onları timar et - tirirdi. Katırlardan yediği çifteler yetmiyor gibi, aygıra benziyen üvey babası da onu tekmeliyordu. İki yoksul çocuk birbirlerinin yoksul - huklarımı ve çektikleri zahmetleri görüyor» lardı. Önce kız oğlana acımış, fakat deli - kanlı onunla nlay edince bir daha yüzüne bakmamıştı. Fakat bu hoyrat delikanlı on üç yaşın- daki genç kıza bir gün: — Seni babandan istiyeceğim. Bana va- vır. misin? Diye sordu. Gens kız onun küstah yüzüne ve parça parça elbisesile yalınayaklarına baktı. Son- ra hiç bir cevap vermeden yürüyüp gitti. O yıl Tebrizde kuraklık olmuştu. Halk Bağdat halifesi Mehdiye cizye - lerini verememişlerdi. Evlâtlarını vermek gerekti. Halife Mehdinin adamları baştan ayağa kadar silâhlı askerlerle birlikte Tebrize gir- diler. Varını satanlar vergilerini ödediler. Varlığı olmıyanlar atların ayaklarına ka « panarak merhamet dilendiler. Fakat onla- nn başlarında merhametin okşayışı değil, kırbaçların şaklayışı görüldü. Yüzlerce genç kız ve ağlan, birbirleri- ne iplerle kollarından ve ellerinden bağlı olarak, yalınayak, başaçık, tozlu yollarda ve güneş altında, dağ, tepe ve çöl aşarak Bağdada sürüldüler, Bağdatta o yıl on binlerle esir satılıyor. du. Genç kızla delikanlının gözleri yollarda birbirlerile karşılaştı. Hattâ Bağdadın bü- yük esir pazarında da bakıştılar. Dert ortağı olmalarına rağmen genç kı- zın kalbinde bu hoyrat gence karşı — bir |bağlantı duyulmuyordu. Yalnız kendi ken- du: î — Onunla evlenseydim böyle pazara çıkarılmazdım. Hakkı vardı. Çünkü evli olanlar cizye yerine alınmazlardı. Durmadan ağlıyordu | İve bu yüzden esirci onu kırbaçlıyordu. | * Selâme Bağdadın parmakla gösterilen | büyük tacirlerindendi. Bir kervanı ipekli- ler yüklü olduğu halde Şamdan gelirken bir ba".a kervanı hurma sandıklarile Baz- radan Bizansa yollanırdı. Hindden, Tür - kistandan, hattâ Çinden mal getiren katar- katar develeri vardı. Dicle kenarındaki ko- nağının vezir sarayından farkı yolttu. Bu konakta köleler ve cariyeler arasında ses- siz ve rahat yaşıyordu. O gün de pazara uğramıştı. Eğer pek gok güzel bir cariye, yahut köle bulursa o- nu alacaktı. Geriyor, lâkin bulamıyordu. Tebrizli kız o sırada esircinin kim bilir kaçıncı kırbacı altında daha hızlı olarak hıçkırıyordu. Selâme onu gördü. Ona acıdı: — Bwak. Ne vuruyorsun! Halifenin ma- hıinı iyi tutmak gerektir. Dedi. Esirci onu tanımıştı. Durdu ve baş eğ- di. Ayni zamanda şöyle mırıldandı: — Efendimiz o kadar acıyorsa satın a- Selâme kızmıştı: — Alıyorum. Kaç dinar? Üç yüz. — All, Pazarda herkes Selâmeye bakıyordu. daha dilden dile dolaşıyordu. Tebrizli de- Kkanlı bunu gördü ve duydu. Son deia n RE cağl e dine şöyle söylemekten de geri kalmıyor- d “Yazan: Kadircan Kafh rastgele gözleri karşılaşan genç kıza karşi boynunu büktü va elile işaret etti: — Ona söyle, beni-de satın alsın!.. Selâme genç kızın baktığı tarafa döndü ve cariyeye sordu: — © kimdir? — Tebrizde komşumuzdu. Zavallışı Iyi bir adam ahverseydi! Genç kızın güzel ve derin bakışları Sge lâmeyi büyülemiş gibiydi: ça — Onu da alıyorum, Dedi. * Mahbube konağa gittikten sonra bir kağ Ay içinde gelişmiş, görenleri şaşırtacak de- recede güzelleşmişti. Sırma işlemeli külâhını başına koyuyor;' Hind kumaşından entari üzerine — işlemeli' kaftanını sırtına giyiyordu. Örgülü — kara” saçlarını omuzlarından göğsüne sarkıtaralı ortası hskiyeli mermer salonda sahn salın yürüyordu. Selâme ona vurulmuştu. Tebrizdeki anasına da para yollamıştı. Tebrizli delikanlı ise şimdi Abdullah di- ye çağrılıyor ve seyislik yapıyordu. Onun da ayakları çıplak değildi, &ır - tda güzel elbiseler vardı, fakat gözleri gittikçe acıkıyordu. Niçin Mahbube gibi konağın içinde ve gözde bulunamıyordu. Mahbubeye: — Seni seviyorum. Selâmeden istersem varır misin? * Diye sordu. Fakat cevap alamadı. — Mahbube gebedir, Dediler. — Mahbube bir oğlan doğurdu. Diye etrafa haberler yayıldı. Selâme için mes'ut günler, haftalar ve aylar sürüp gidiyordu. Fakat birdenbire haatalandı ve öldü. Ölürken bütün parasını ve mallanni Mahbubeye bırakmıştı. Mahbube ağlıyordu. Se'âmenin emekli cariyesi Mergube © nu avutuyordu. Âdeta analık ediyordu. Abdullah seviniyordu: — Daha iyi oldu. Onunla birlikte bütün mallar da elime geçecek... Dedi. Mahbubeye rastlamak için epeyce güç- lük çekti ve arzusunu tekrarladı: — Benimle evlen?.. Genç kadın yalnız yavrusunu ve sevgili efendisinin matemini düşünüyordu: — Bu bir terbiyesizliktir. Bir daha tek- rarlama! Diye azarladı. Abdullah kızdı ve onu korkuttu: — Üç güne kadar razı olmazsan vezire haber veririm. Bütün mallar elinden gi - ler. Cariyeler ve cariyeden doğan çocuklat abalara varis olamazlardı. Varis bnak « madan ölenlerin malları ise halifenin olur« du, Böyle bir şeyi haber verenler de malın yüzde onunu alırdı. Mahbube uykusuz ve aç günler yaşadı. Mergube ona cesaret verdi ve Abdul: lahı azat edip kovdu. Abdullah bir istida yazdı. Mehdinin ves ziri Barmak oğlu Halide verdi. Mahbube bunu haber aldı. Mergube ona akıl öğretti: — Vezire git ve yalvarl.. Gitti. Halit istidayı okudu. Beytülmal için ne büyük bir kazançtı bu... Kalemi aldı. Kâ. fadın altına: — Kadın kadıya, çocuk pazara, mallar beytülmale götürükün!.. diyecekti. Haber verdiler: v — Bir kadın huzura girmek istiyor! — Gelsin!... Tasarladığını yazmak için kalemi mü- Yekkebe batırdı. Kâğıdın üstüne koydu. Tam bu sırada bir kadın içeri girdi ve salon sanki birdenbire yüz misli aydınlandı. Halit onun güzelliği karşısında dona kal: maştu. Kadın hıçkırıklar arasında, vezirin a- yaklarına kapanarak anlattı ve yalvardı. Halit ateşten kaçını gibi elini kâğıdın üstünden kaldırdı. Sonra düşündü ki buraya bir şey yaz- mak gerektir. Genç ve güzel kadının çenesinden tuta- j tak yüzüne, gözlerinin içine baktı: — Bu kadar güzel bir insanın sokakları — da sürünmesi günahtır, dedi. Küâğıdın altına şunları yazdı: «Tacire rahmet, cariye ile çocuğa sıh * 'hat, mala bereket, jurnalcıya lânetl...» "