3 Temmuz 1936 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 8

3 Temmuz 1936 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 8
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

KAN KONUŞMAZ! Son Postanın Edebi Tefrikası: 33 — Anneniz verdi efendim. Usta, geniş bir nefes aldı. Sonra sesine sitem katarak: — Haniya sizli bizlilik yoktu de - di. Söyle bakalım bu bileziği annem mi verdi? Haydi. Evet, annen verdi, de.. Gülizar tekrarladı: — Evet, annen verdi. Usta, Gülizara yaklaştı. Usta ken- dini- müthiş cüretkâr, uçarı delikanlı ve hudutsuz mesud hissediyor. — Bakayım — şuma, dedi. Anamın böyle bir bileziği olduğunu bilmiyor- düm. Meğerse ne eski çıkınmış o.. Gülizarın bileğini yakaladı. Yumu- şaklığına altın bileziğin nakışları gö - mülen bembeyaz, kalınca, ateşin üs - tünde iyice ısınmış sıcak bileği avucun- da duymak Nuri ustaya bir biri peşin- ce çıplak bir aşık kemiğini, bir kanatla örtülür gibi bir omuz hareketiyle ka- patılan canlı ve esrarlı bir göğsü ha- tırlattı. Bileği avucunda gitgide daha kuvvetle sıkmağa başladı. Gülizar bileğini ustanın pençesine hareketsiz teslim etmiş, öylece duruyor, Bir sıcak yaz günü bir üzüm kütüğü - nün altında başka bir erkek te onun bi- leğini böylece yakalamış, böylece sık- mıştı, Usta, konuşmuyor. Parmakları bile- ziği bileğin üstünde döndürüyorlar. A- wucunda beyaz tüylü bir kuş boynu gi- -bi yatan bir bilği okşamak, onu okşı - yarak, tıpkı bir kedinin başını kaşır gi- bi uyutmak istiyor. Gülizar, üzüm kütüğü altındaki er- keği hatırlamıyor. artık. Onun için * şimdi yalnız bileğinin üstündeki Nuri ustanın parmakları vardır. Kalın, sert, tırnakları çok kısa kesilmiş üzerleri ha- fif tüylü parmaklar. Ustanın başı Gülizarın başına iyice yaklaşmıştı. Gülizar sık sık nefes alı - yor. Usta birdenbire Gülizarın bileğini bıraktı. Yüzünü genç kadının yüzüne daha çok yaklaştırarak keskin ve apan- sız sordu: —-Sen benim nemsin Gülizar? Gülizar, ustaya baktı. Yüzünü us - tanın yüzünden uzaklaştırmadı. Göz - lerini süratle, #ık sık kırpıyor. Nuri tekrar etti: | — Söylesene! Sen benim nemsin? Söylesene. Ben senin karınım, desene!, Haydi... Sen benim nemsin? Gülizar ağlıyacak gibiydi. Salın - cakta kolan vuruyormuş gibi içi çeki- | liyor. Usta, israr etmektedir: — Haydi Gülizar, söylesenel. Gülizar gözlerini kapadı. Bayılır gi: bi, utana utana tekrarladı: n — Ben... senin... kerinım... Gece, Dışarıda lâpa lâpa kar yağı - yor. Ömer beşikte. Dört aylık. Gülizar, Nuri ustanın sahici karısı oldu. Ve ertesi gece Beylerbeyinden dö - nen ustanın anası odasında yalnız yat- t Güldü. — ŞEYH ABDURRAHMAN —— d n Ömer altı aylık oldu. Kış bitmek ü- zere. Yorgancı Selim, Nuri usta ve şeyh — Abdürralhıman yorgancı Selimin dük- — kânı üstündeki odada kahve içiyorlar, — Ustayı, Selim davet etti. Nuri ustaya Selim demişti ki: dan: «Ver ki alasın oğlum!» dedi. Bir çeyrek verdim. İki gün sonra yine gel- di: «Verdiğini al!» dedi. Bizim çeyre- ği geri verdi «Otur bir kahvemi iç baba,» dedim. «Benim seni oturtacak yerim, sana ikram edecek kahvem yok ki» dedi. Ne oturdu ne kahvemi içti. Üç gün sonra yine geldi ama. «Haydi dükkânı kapat, benimle dünyayı te - maşaya gell» dedi. Dükkâmı kapattım. Takıldım peşine, Ahırkapının oralar - da surlara kadar yürüdük. «Otura - henl» dedi. Oturduk denize karşı. Gö- ke baktı, denize baktı, surlara baktı, ba- na baktı. Derin lâflar etti. Anlama - dım, Dinledim. O anlamadığırmı çaktı ama, dinlediğimi gördüğü için kızma- dı. İşte o gün bu gündür ahbaplığı iler- lettik. Şu herifi bir anlıyan olsa, boşu- na çene yormasa, diyordum. Sen aklı- ma geldin. Senin sözünü ettim ona. «Hele bir görelim» dedi. Haydi usta gel seni benim ahbaba tanıtayım... Nuri usta, bu acâip şeyhi merak et- tiği için bir gece Selimin odasında bu - luşmağa karar verilmişti. (Arkası var) İngiliz - Sovyet ve Fransız ittifakına doğru.. (Baştarafı | inci sayfada) Haber aldığımıza göre anlaşmanın laşmanın esasları daha sonra yeni bir muahedeye girecektir. Bu mesele Türkiye Dış Bakanı Tev- fik Rüştü Aras ile de görüşülmüş, o da muvafakat etmiştir. Haber aldığımıza göre anlaşmanın esası şudur: Sovyet Rusya Boğazlardan gemile - rini geçirmek ve çıkarmak hususunda serbest olacaktır. Bundan başka Türk tezinin csasları du kabul edilmiştir. Bunlar: Karadenizde, Karadeniz devleti ol - mayan devletlerin bir arada 28.000 ::nkdın fazla harp gemisi bulunmıya- Hiç bir devlet bir arada 14.000 ton- luktan fazla harp gemisini Boğazlar - dan geçirmiyecektir. İngiltere Hariciye Nazırı Sir Ed - vard Grey 1907 de Rusyanın Boğaz - lardan harp gemisi geçirmemesi kara - rından vaz geçmiş ve bu suretle 1908- de İngiliz - Rus Antantına yol açmıştı. Bu son anlaşıma da eski anlaşmaya benzemektedir. İngiltere büyük harpten sonra, ge - çen asrın ortalarında ve Kırım harbi - ni müteakip Rusyaya karşı tuttuğu si- yasete dönmüştür. 1923 de Lozan muahedesi Boğazla- vı gayri askert bir hale getirmiş ve bü- tün devletlere açmıştı. Bunun münası, Rusyanın, Karade- niz tarafından İngiltere ile Akdeniz devletlerinin hükmü altında kalması idi. Son günlerde Sovyet Rusya murah- hası Litvinof evvelâ, Boğazların Kara- deniz devletlerinden gayrisine kapalı kalması lehinde idi. Fakat daha sonra bu noktaai nazari tadil etti. Ve son iti- lâftan memnun oldu. SON POSTA Hergün ve İtalya Falih Rıfkı Atay (Baştarafı 2 inci yüzde) zaman onun emniyetini müdalaa ede- cek garantilerin mevcut olup olmama- sındadır. Böyle bir tehlike yakın mıdır, ıunk mıdır? Onu düşünmek bile lü - zumşuzdur. Fakat beynelmilel bir va- kıâ, böyle bir emniyetin müdafaasına müdahale garantilerinin kâfi olmadığı- nı ünkâr götürmez bir kat'ilikle ispat ettiği dakikada, tehlike hali vücüt bul- muştur ve böyle bir tehlike hali karşı- sında, Türk milleti , kendi hükümeti- nin vakit geçirmeksizin en doğru ve kısa tedbirler almaya teşebbüs etmedi- ğini görmek tahammülünde buluna - mMmaz, Montrö konferansında — İtalya gibi bir Akdeniz devletinin henüz — temsil olunmamasına başdelagemiz de teex - süf etmiştir. Fakat Montrö konferansı, İltalya'nın aynı sebepleri ileri sürerek istirak etmediği ilk konferans değildir. Boğazlar davasiyle İtalya'nın sikı alâkadarlığını gösteren mütalealar, an- cak, boğazlar emniyetinin süratle te- min olunmasının İtalya için dahi ne kadar zaruri olduğuna delil olarak alı- nabilir. Çünkü Türk teklifleri Boğaz- larda hiç bir veyir ve sefer menfaatini ihlâl etmemekte, yalnız Boğazların herhangi bir maksatla zorlanmasımı imkânsız kılacak tedbirlere taallük et- mektedir. Bu tedbirlerle Türkiye kendisinin ve Boğazlarla alâkadar barış nizamının emniyetini hedef olarak almıştır. Men- faatleri, Türkiyenin ve Yakın şark sub hunun emniyeti ile tezad halinde bu - Tunmıyan herkesin, Montrö konferansı- nın bir an evvel müsbet kararlara var- masını temenni etmekten gayri yapa- cağı şey yoktur. Biz, doğrusu, İtalyan — neşriyatınım, daha fazla, Milletler Cemiyeti azaları- zecri tedbirler hakkında bir an ev- vel karar almaya sevketmek maksadı- nı takib ettiklerine inanmayı tercih e- diyoruz. Hükmümüzü söyleyelim: İtalyan - nın Montrö konferansında mümkün olduğu kadar sür'atle temsil edilmiş olduğunu görmek isteriz. Fakat bu konferansın mevzuu olan Boğazlar emniyeti davasının hiçbir talik, tavik ve tehire tahammülü olmadığı husu- sunda Türk milletinin titiz bir hassa- siyet göstermekte olduğunu hatırlat - mak isteriz. Sivasta bir kadın bir bekçiyi öldürdü (Baştarafı 1 inci sayfada) mukabele beklediğini söylemekte imiş. Hâdise günü de Mevlüdeye köy koru- huğunda odun ve ot toplarken rastlamış gene aşkından, sevgisinden bahsetmiş- tir. Bekçinin aşk teranelerine her zaman hiddet ve infial ile mukabele eden Mev- lüde bü sefer güler yüz ve hassasiyet göstermiş ve bekçiye de: — Buyrası yol üzeri, tenhaya gidip konuşalım, hele sen var, ben de geli- yorum, demiş. Bekçi, Mevlüdenin gösterdiği yere gitmiş, sevgilisini beklemeğe başla - mış, Fakat bir müddet sonra elindeki ot bıçağiyle beklenildiği yere gelen Mev- "Kon ferans Çünkü bu itilâf Sovyet Rasyayalışa, bir dişi sırtlan hırsiyle bekçinin'| Karadenizde lılbiniyd verdikten | üzerine atılmış ve onu karnından yara- başka ona bir Akdeniz devleti yap-İlamıştır. Bekçi hastaneye nakledilmiş makta ve Almanya ile - harbettiği|ise de ölmüştür. Adliye tahkikata el —Sana aklı engin, ince, derin lâfe- takdirde Karadenizden Baltık de - — den, ne dediğini benden çok senin an-|nizine zırklılarınt göndermesini te- hyaçağın bir şeyh tanıtacağım. On beş | min etmektedir, — gün önce durdu benim dükkânın kar-| - M. Blum, Edeni, Frnasanın mütte- — gısında. Yüzüme baktı. Elini uzatma-|fiki ile anlaştığı için tebrik etmiştir. “ Terziler Cemiyetinden: Dünkü gazetelerde ilân edilmiş olan Terziler Cemiyeti İdare Heyeti inti- >habının csnafa daha fazla kolaylık temin edilmek üzere 10 Temmuz 936 ta- rihinde saat dokuzdan on bire kadar Galatada Seyrüsefer merkezinde, 11 “ buçukdan 14 buçuğa kadar Beyoğlunda Belediye dairesinde, 15 den 17 bu- çuğa kadar İstanbulda Ticaret Odası salonunda yapılacağı alâkadarlara ilân olunur. x koymuştur . MEMUR ARANIYOR Ciddt bir şirket, İstanbul'da, Bey- oğlu'nda Kadıköyünde, Üsküdar- da, ve Adalarda, komisyonla çalı- şacak ve iyi teminat verebilecek ELEKTRİK TESİSATI YAPTIRMAK İSTEYEN MÜŞTERİLERİ BULA- CAK ADAMLAR aramaktadır. «Satış Servisi» rumuzile 2248 posta kutusu adresine tahriren müracaat edilmesi, “Temmuc 3 ARTIK YAZABİLİRİM! — Liyakat Madalyası Yazan: Ermel Talu ( Ercümend Ekrem ) l e yak Âkıbetimiz, zembereği başalmış bir ma- kine gibi hızlı hızlı işlemeğe başlayan mu- hakememin önünde pek kötü tecelli edi- yordu. Gece vakti, veliaht satayının duvatı dibinde yakalanmıştık. Bunun hakiki — xe- bebini kimselere dinletemiyecek, — anlata- muyacak ve muhakkak ki Fizanı, Taili, ve payet birazıcık merhametli dl"l“ılnnl. Zor sancağını boylayacaktık. Gözlerimin önünde, bizi sürgüne götü- recek çürük idarei mahsasa vaparunun dır manı tütüyordu. Karakola yaklaşırken, mkıya giren zo- kâm ansızın, bir Çare buldu: Son korzumu oynayacak, usta hırsızlar gibi ev sahibini baztırmağa gayret edecektim. — Muvaffak eoldum: Ne Glâ! Olamazsam, — uğrayacağ- miz Gkibet herhalde, tasavvur ettiğimden daha feci olacaktı. Bu suretle, karakoldan içeriye daha az endişeli, daha ümitli, olarak, serbest adım- larla girdim. Başımı çevirip de, arkadaşlarımın yüz- lerine bakmıyordum, bile. j Bizi tevkif eden sivil, karakolun taşlı- #ındaki zabtiyelerin nezaretine tevdi ede- vek, fesini düzeltti ve hemen sol taraftaki kapıyı açıp, içerisini göremediğimiz bir o daya daldı. Üç dakika sonra yine çıktı ve bize hi tapla: — Haydil! Bey, sizi istiyor! dedi. O aralık onun mel'an bakışlarında ça- kan şeytani sevinç şimşeğini hâlâ — unuta: mam. Odaya girdik. Karşıda bir yazı masası; onun önünde ünilormasının düğmeleri çözük, pos bıyık- İ fakat yumuşak yüzlü, kıranta bir müra- lay oturuyordu. ? Beri yanda, iki pencere arasında duran bir kanapenin üstünü de bir binbaşı ile, bir de sivil işgal etmekte idiler. Ben önde, Talâtla Şevket arkada, içe- riye ayak atar atmaz, ben serbast ve hat- tâ küstah bir tavırlın masaya doğru ilerle. dim ve kım bir temanna ettim. Davet bek- lemeden, öracikta dutan boş bür iskemlaya göktüm. Ayak ayak üstüne attım; ve ma- sanın Üzerinde açık bulunan tabakaya sek lemesselâm elimi uzatarak, içinden tek - lifsizce bir sigara aldım. " Miralayın yüzünde derin bir hayret se- ziyor, fakat kat'iyyen aldırmıyordum. Ro- lümün icabı, sonuna kadar böylece devam edecektim. Hayreti birazıcık zail olunca, miralay sordu: — Kimsiniz? Ne ile meşgulsünüz? Ve herede oturuyorsunuz? — Şürayi Devlet zasından Mahmut Ek- rem beyin oağlu Ercümendim. Hariciyede memurum; ve»Firuzağada, babamın — ya- nında oturuyorum. Beyler de, benim — ar- kadaşlarımdır. Miralay, bafifçe öksürdü, yutkundu ve istisvabına devam elli: — Sizi.. şüpheli bir tarzda, münasebet- siz bir yerde dolaşırken görmüşler.. Rolüme devam ederek: — Dolumbaçlı sözlerden bir şey anla - mam ve bu tarz suallere de cevap vermek- te marürum. Vüzuh isterim.. binaenaleyh uçıkça sorun, ben de açıkça karşılık vere- yim: Münasebetsiz bir yer dediğiniz mere- sidir? Zavallı miralay inceden inceye - terle- meğe başlamıştı. Bir türlü, dili vanp da, o gmünasebetsiz yere in adını — söyliyemi- yordu. Zorla: — Canım! İşte, memur efendinin sizi rastladığı yer.. diyebildi. Zira, veliaht kelimesini televvüh bile maazallah tehliheli idi. Fakat ben, kemali cesaretle şu mukabelede bulundum: — Evet, beyefendi. Filhakika, komiser efendi, bendenizi veliahd Reşat Efendinin dairesinin duvarı dibinde dururken gördü- ğü için huzuru âlinize sevketti. Fakat, an- lıyorum ki hakkımdaki ifadesini eksik ver. miştir. Benim orada ne vaziyette bulundu- #umu arzetmemiş. Eğer bu ciheti do ihmal etmemiş olsa idi, o zaman mesele yoktu!. Vasıf Bey afal afal yüzüme baktı. Ve ben devam ettim: — Hem, anlamıyorum: Velinimet efen- dimle benim arama hangi salâhiyetle giri- yorsunuz? Muhatabımın gözlerinde korku ile ka- rışık bir hayret manası belirmişti. — Öyle yal dedim.. ben eba #n ceddin bu mülk ve devlete sıtku hulüs ile hizmet #tmiş bir sülâlenin evlâdıyım. Kendim de ketmeap efendimizin nzat kabul etmez bir kölesiyim. Uğuru jshânelerinde icap'ederse canvermeğe hazırım. Biz bu akşam, şuracıkta, — karşınızda, tütüneönün üzerinde, — arkadaşlaramızdan ve bidayet mahkemesi azasından Rifat Be- yin evinde iftara davetli idik. Sayci şaha- nede yedik, içtik, ömrü âfiyeti hümayuna düalar ettik, hoş beş derken, sahur vakti geldi. sayei şahanede sahuru orada, arka- daşımızın evinde yedik — ve yola — çıktık. Tam, Büyük Efendinin dairesi hizasından Reçiyorken, - gençlik bul - uruku hamiye- tim galeyan etti: Velinimeti biminnetimin tac Ve tahtlarına, çıkası gözünü — dikmek küstahlığında bulunan gu hainin duvarına bir... yım dedim.. ve dediğimi yaptım. O sırada , komiser mi, nedir? Yakama yapıştı ve şu iki relikimle beraber bizi bu- tTaya getirdi. Şimdi, sorarım size, beyefendi! Biz haydut muyuz? Ve sizin vazileniz her ne süretle olursa olsun, şevketmeap efendimi- ze izharı sadakat ve merbutiyet eden ben- degânı takip etmek midir? Bizi ne diye, ve hangi hak ve kanuna istinadan — posta ettiler? Lütfen izah buyurur musunuz?, Görücu ile dikkat ettim: Kanapenin ü- zerinde oturan binbaşı gülümseyor, — sivil de sözlerimi can kulağile dinleyordu. Vasıf Bey ise şaşırmıştı. Kendisini hâ- kim mevkiünden, birdenbire müttehim mev- küne düşüren ifademe ne karşılık verece- ğini zihninde araştırmakla meşguldü. Sözlerimin samimt olmadığına benim kadar o da kaniydi. Fakat bu yolda ida- Tei kelâm eden Bir adamı cezalandırırsa mes'ul olurdu. Husüsile ki odada iki tane de yabancı şahit vardı. Önce, AAlA ayakta beklemekte Talttla Şevkete hitab ederek: — Otursanıza, bayefendiler! Niye ayak- ta duruyorsunuz? Dedi ve hademeyi çağınıp onlara hıkam: le getirtti; arkasından da (Arkası var) Düello modası aldı yürüdü (Baştarafı 1 inci sayfada) Saip isminde Adalı bir genç Akba- ba mecmuası sahibi Yusuf Ziyayı dü- elloya davet etmiştir. Bunun sebebi Saibin kendisini Yusuf Ziya tarafın - :;n bakarete uğramış telâkki etmesi - Bir gün Saip yanında bir kadın ol- duğu halde Adadan İstanbula gelirken iki yüksek mektep talebesi kendisini uzun uzun tetkika başlamışlardır. Bu- nun sebebi Saibin göğsünde bir Nazi rozeti bulunması ve Saibin Naziler gi- bi selâm vermesidir. Nezir ve Necati adında olan bu iki genç rozeti Saibin yakasından — zorla almayı düşünmüşler, fakat bunu mu- vafık bulmamışlar, polise teslim etme- ği kararlaştırmışlardır. Gençlerin ko- nuşmalarına kulak misafiri olan ve va- purda bulunan Akbaba sahibi Yusuf Ziya da söze karışmış ve polise teslim kararını muvafık bulmuştur. Vapur köprüye yaklaştığı zaman gençlerden Necati derhal köprüdeki polise koşmuş ve cenebi rejim rozeti taşıdığı için Saibi yakalatmıştır. Fakat Saip yakalandığı zaman yakasındaki - nin ecnebi rejim rozeti değil, Calata - saray lisesi rozeti olduğu görülmüş - tür. Bu arada Yusuf Ziya da şahit olarak polise adresini vermiştir. Polis diğer iki gencin de adresini aldıktan sanra Saibi Eminönü karakoluna götürmüş, karakolda ifadesi alınıms, bir de zabıt tutulmuştur. Düclloya davet Bu hâdise Saibi çok müteessir et - miştir. Saip dün bir muharririmize : — «Ben böyle bir rozet taşımadım. Göğsümdeki Calatasaray rozeti idi. Yusuf Ziya ile aramızda açıklık var - dır. Biz onunla Adada pek hoş geçine- lebeleri tanımıyorum. Onlar böyle bir iddlaya nasıl kapıldıklarına hayret ediyorum. Yusuf Ziya benim şerefimle oyna - mıştır. Bu kendişine pahalıya malola- caktır. Onu düelle yasak olmıyan bir memlekette düelle yapmıya davet et- olan bugün sayei şahanede memur bulunüyo-|tim. Bu hususta avukatlarımla da te- rüm, Velinimet biminnet et akdesimiz, şev- yi D " mastayım, » demiştir.

Bu sayıdan diğer sayfalar: