B Sayfa SON POSTA Haziran 16 — Mahallede kaç Nuri Bey var oğ- lum? Kâtib Nuri Beyinkiler.. — Ne münasebet? — Bilmem. Geldiler işte. Karısı, a- hası, kız kardeşi. Ben karşıladım. Buyurun, dedim. Yukark çıkmadılar. «Söyle bir kapıdan uğrıyalım dedik» , dediler. — Eke? Taşlıkta mı konuştunuz? — Evet! — Peki ne istiyorlarmış? Ustanın anası Gülizara baktı. Güli- za'ın başı yemek tabağının üstüne e - ğik. Usta sinirli, tekrar sordu: — Boşuna gelmemişlerdir. - elbet. Nuri Bey bir damuzluk için göndermiş- tir onları. Niye gelmişlermiş anne? Sanki konuşulanları duymuyormuş gibi, sanki burdan uzak, başka bir dün- yadaymış gibi dalgın yemek yiyen Gü- lizara ustanın anası tekrar bâktı. Sonra hınçlı, karanlık ve inatçı: — İki lâkırdı arasında dediler ki, de- di, mahalleli dedikodu yapıyormuş, Nuri Bey inanmıyormuş ama, sen Gü- Jizarı parası için almışsın. Muhtar, Zü- beyde Hanımın mirasını Gülizara yi - yecek, diyormuş. Sen bunu - bikliğin için... uDAikl Usta birdenbire böğrüne sancı gir - öiş SA bahırdi — Annet.. Ustanın anası sustu. Gülizar başını tabaktan kaldırmış... Ustanın anası, dargin mırıldandı. — Ne kızıyorsun oğlum. Elâlemin ağzı torba değil ki büzesin.. Söylerler elbet... Hem... Usta yalvardı: — Anne, kes bu bahsi kuzum... Anne bahsi kesti. Konuşmadan yemeğin sonuna gel - diler. Sofradan kalkıyorlardı ki Gülizar birdenbire, hıçkırarak ağlamağa başla- dı. Ana oğul bakıştılar. Ana oğul bir şeyler söylemek iste- diler Gülizara. Fakat söyliyemediler. Çünkü Gülizar, iskemlesini gürültü et- memeğe çalışarak arkaya doğru çek - miş, başı yere eğik ayaktaydı ve hıç - kırıkları arasına sözleri teker teker yer- leştirerek konuşuyordu: — Ben... kimsenin... mirasını... yemek istemiyorum... Orda bir sandı- ğgım kaldı yalnız.. Onu versinler.. Baş- ka bir şey istemem... İstemiyorum... Ana ve oğul Gülizarı anladılar. A- nanın kaşları bir tuhaf çatıldı. Bu ça - tılan kaşlarda şaşkınlık ve nedamet vardı. Oğul: — Niçin Gülizar Hanım, dedi. Ma- Yazan : Orhan Selim KAN KONUŞMAZ! Son Postanın Edebi Tefrikası: 17 pısı birdenbire kapandı sarıki, sokak sustu. Usta dalgin. Tabağında kalan pilâv tanelerini kaşığıyla kımıldatıyor. Ta - neleri bir ince yol gibi siraya diziyor, sonra dağıtıyor, sonra tekrar sıraya ko- yuyor. Annesi geldi, usta masanın başın - dan kalktı. Konuşmadan, ana oğul sof- rayı topladılar. Usta: — Yoruldun annel dedi, Annesi: — Yorulmadım, dedi. Uata asma lâmbayı söndürmek için iskemlenin üstüne çıktı. Anası kapı - nın önünde, elinde idare lâmbası bek- liyor. Usta, lâmbayı söndürdü. Yalnız ka- pıdaki idare İâmbasıyla aydınlanan mutfak birdenbire çok uzaklara git - miş. çok uzaklardan görünüyormuş gi- bi oldu. Nuri usta hâlâ iskemlenin üs- tünde. Yüzü iyice görünmüyor. Gizli bir şey söylüyormuş gibi konuştu: — Benim yatağı senin odana yapa- rız anne,. lekemleden indi. İdare lümbasını a- nasının elinden aklı. Merdivenleri çı - kıyorlar. Ustanın anası cumbali odanın biti- şiğinde yatıyor, Gülizar cumbalı oda- da. Ana oğul cumbak odanın bitişiğin- Usta yükten çıkardığı yatağı yere sererken, anası, yine kendi kendine konuşuyormuş gibi mırıldandı: — Ben sana, sizinle oturmam gide- rim dedim ama, gitmiyeceğim. Usta geriye döndü birdenbire, Nuri uatanın anası ve Ramiz ustanın dul ka- tısının elini öptü. Nuri usta, Yorgancı Selim ve Kolsuz Ahmed Usta dükkâna her zamankinden da- ha erken gitti. Çırak Memet dükkânın önüne su dökmüş süpürüyor. — Merhaba Memet. — Hoş geldin ustam. — Şurdan üç çay söyle.. Nuri usta dükkâna girince Ahmedi tezgâh başında buldu. Ahmed ceket - siz, yarısı budanmış bir ağaç gibi kı - mıldanarak sol eliyle tezgâhı temizli- yor. Terlemiş. Düşük bıyıklı, sarı yü- zünde ter ışıltıları. Büyük bir güçlük - le çalıştığı belli. Sanki tezgâh kara, ka- barmış, öylece dona kalmış bir deniz demki Zübeyde Hanımın mirasçısı siz- 'dalgası ve o bu dalgayı tek kürekle aş- mişsiniz.. Eğer... mak istiyen harab bir sandal. Sustu. «Eğer beni düşünerek, bana| — Nurinin dükkâna girdiğini görünce #öz gelmesin diye bunu yapıyorsanı: |» işini bırakmadan : demedi. — Hoş geldin ustal diye mırıldan-|ta!ya hariciyesi erkânından biri «İtal- demek istiyordu. Fakat Gülizar sarsıla, sarsıla ağlıyor: — İstemiyorum. Hiç kimseden, hiç di. bir şey istemiyorum. Yalnız bir san- dığım vardı.. Ama isterlerşe onu da|Y* sınıf arkadaşı Ahmedin ona «ustap wermesinler.. Ben.. Hiç kimseye... diyişi, onu «hoş geldin Nuri!» diye de- Gülizar ellerinin terakyle gözlerini |&il, «hoş geldin ustal» diye karşılayı - oğuşturarak ve entarisinin altında |$ı birdenbire öyle tuhafına, o kadar ga- kabatan karnını büyük bir ağırlık gibi|ribine gitti ki cevap vermedi. Ahmedin taşıyıp, bir söz daha söylemeden mut-|bu custa» sözünü kendi aralarına bir fak kapısına doğru yürüdü. duvar gibi koymak istediğini anladı. Ana, oğluna baktı, sonra mutfak -| Üzüldü. Kendisine «usta» denilişini tan çıkıp — merdivenleri —tırmanmağa |ilk defa yadırgadı. | dakikada Bulgaristanda Boğazların “Montröye dürüst ve hakh davamızın iyi neciceye varacağı ümidile gidiyornz,, (Baştarafı | inci sayfada) Bunun Üzerine, arkadaşımız, evvelâ Atinada çıkan «Ellinişon Nelon» ge- zetesinin yazdıklarından bahsetmiştir. Muharririmizin Dışişleri Bakanına okuduğu Atina gazetesinin telgrafı şu- dür: Cenevre, (Telsizle) — Bura rer- mi mahafili Boğazlar konferansının muvalfakiyetle neticeleneceğini şüp heli görmektedir. Konferansa işti. rak edecekler arasında evvelce nok- tai nazar birliği görülmüşse de son tahkimi halinde Lozan muahedesi- nin 48 inci maddesine dayanarak Akdenize inmesini isteyeceği haber verilmektedir. Diğer taraftan İtalyanın hem bu konferansa, hem de devletlerin yeni Bir Lokarno muahedesi tanzimi için yapacağı toplantıya iştirak etmiye- ceği bildirilmektedir. Milletler Cemiyeti mahafilinde konferansın İtalya aleyhinde — bir başlıyan Gülizarın arkasından gitti: Ahmed, selâmına cevab almadığı - < l_)ıyın bana kızım, dedi.. nin farkında değilmiş; hattâ artık Nu- Culufr. uıkııun anasına rinin dükkânda olduğunu bile görmü - Merdivenleri çıktılar. yormuş gibi tezgâhı temizlemekte de- Usta hâlâ yemek masasının başın -| vam ediyor. da oturuyor. Derinden derine, kapısı| Nuri usta Ahmede yaklaştı. Biraz ıçıl kalmiş bir hamamdan ıdıyurmu! hırçın, bir parça sitemli: 'ıbı dıın_n!lnv sokaktan-geçen simit -| —— ç. A, diye tezgâhı temizliyor - ginin sesini duyuyor. sun Ahmed, dedi. Bırak bu işleri çırak Simitçinin sesi uzaklaştı, kayboldu. | yapsın. Sokaktan boğuk erkek konuşmaları| — Ahmed hemen işi bıraktı ve Nuri - - geliyor şimdi. Mahalleli kahveye gidi- İmin yüzüne öyle bir tuhaf baktı ki usta yorlar, başını çevirdi. ka-i JArkası var) mahiyet almasından endişe edil- mektedir. ) Dişişleri Bakanı telgrafı dinledikten sonra vakur bir sesle şunları söylemiş- tir: — Söylediğiniz haberler hakkında hiç bir malümatım yoktur. Bu dakika- da, yola çıkarken, dürüst ve haklı — o- lan davamızın iyi bir neticeye isal e- dileceği ümidini taşıyorum. Bulgaris - tan hakkında verilen habere gelince, benim bildiğim, bilâkis Bulgar gazete- lerinin davamız lehinde neşriyat yap- mış olmalarıdır. — Boğazlar konferansının toplantı- sından dört gün sonra, 26 Haziranda, Milletler Cemiyeti konseyi — toplana - caktır. Bu yüzden konferans mesai nin bir müddet tevakkuf etmesi ihti- mali var mıdır? - ğ — Böyle bir şey varid değildir. Mil- letler Cemiyeti konseyi toplantısına devam ederken Boğazlar konferansın- daki komisyonlar da pekâlâ çalışabile- ceklerdir. Konseyin toplanması Bo - Bazlar konferansının mesaisine engel olmıyacaktır. — Milletler Cemiyeti konseyine bizzat siz mi iştirak edeceksiniz? — Evet konseyde de, 30 Haziran - da toplanacak olan Asamblede de ben bulunacağım. Zaten Cenevre ile Montrönün arası bir saat kadardır. Gidip gelme mesele değildir. Bu işleri yapmak vazifemdir.» Tren Yeşilköye yaklaşmıştı. Va - gönli memuru — muharririmize hazır olmasını hatırlattı. Arkadaşımız, yor- gunluğuna rağımen Son Posta namına beyanatta bulunan muhterem Dişişleri Bakanına teşekkür etti ve muvaffakı- yetler diledi. İtalya Montrö konferansına iştirak etmeyecekmiş ! Londra, 15 (Hususi) — Bugün İ- ya zecri tedbirlerin devamı müddetin- Nurinin gülen yüzü kırıştı. Mekteb|©© Avrupa toplantılarına iştirak etmi- yecektir. Onun için Milletler Cemiyeti konseyinin içtimalna iştirak etmiyece- ği gibi Boğazlar meselesini tetkik ede- cek olan Montrö konferansına da işti- rak etmiyecek» demiştir. Yugoslav, Rumen, Çek Erkânıharbiyeleri görüş- meye başladılar (Baştarafı 1 inci sayfada) konuşulacak en belli başlı mese- lelerin şunlar oldukları anlaşı- hyor: 1 — Macaristanın silâhlanması meselesi, 2 — Habsburgların Avusturya veya Macaristana avdetleri meselesi, 3 — Almanyanın Çekoslovak- yaya hücumu ihtimali. Küçük İtilâf devletleri bu meseleleri nazarı dikkate alarak müdafaa kuvvetlerini tanzim ede- ceklerdir. ARTIK YAZABİLİRİM! - Güzel Kamelya nasıl öldürüldü ? Yazan: Ermel Talu ( Ercümend Ekrem) $ - det surat etmak, hafa tutmakla iktifa etti. Bu da, Nureddin paşanın sela tasası de- | jöldi. Bilâkis, Sultan kendini naza çekip de onu yanına çağırmadıkça, omnun da kafası dinç oluyordu. Fakat, hakikaeti halde, Sultan, paşaya fişıktı. Ve bu macera, onun yalnız — izzeti nebsine dokunmakla kalmıyor, kkançlı- ğanı da tahrik ediyordu. Bu yüzden, yemeden, içmeden — kesil- di: neşatını kaybetti; süzülmeğe, — zayıfla- mağa başladı. Simasında Adeta bir basta hali vardı. Bu hal, babasınm müşfik — nazarından kaçmadı. Abdülhamit, kıymetli kızını dert- K görünce, sorguya çekti. Onun: — Bir şeyim yok! Demesine rüğmen, sıkıştırdı, kurnaz pa- dişah, servet, refah hususunda hiç bir a- kıntısı olmıyacağı tebit bulunan — Sultanın, ancak karı - koca münasebetinde — husule gelecek bir aksaklık yüzünden deztli ola- bileceğini kolayca tahmin eyliyerek, sual- lerini tasrih etti. — Nureddin Hle geçinemiyor musunuz, yoksa? dedi. O zaman Zekiye Sultan dayanamadı. Paşasının Kamelya ile mevcut alâkasından duyduğu ve bildiği kadarını anlattı. Ve sonuçda, babasının ayaklarına ka- panarak, buna bir çare bulmasını diledi. Abdülhamit, ilk anda öfkelendi: — Boşan! diye bağırdı. Şimdi, başkâti- be tenbih edeyim, e herifi çağırsın ve seni tatlık etmesi hakkında kendisine irademi tebliğ etsin; olmaz mı? Zekiye Sultanın göz yaşları, daha bü- yük bir coşkunlukla akmağa başladı. Pa- şasından ayrılmak İhtimalini, dünyada her felâketten daha mühim saydığını belli e- diyordu. Kızıl Sultan bunu da anlamakta güçlük çekmedi. — Pekit dedi; ben ona lüzim gelen na- sihatleri verdiririm. Sen müsterih ol! Damada nasihat verildi, verilmedi.. O- nun orasını bilmiyorum. Lükin, Kamelya ile Nureddin Paşanın Gşıkane münasebet- lerinde zerre kadar bir değişiklik husule gelmedi. Ve Zekiye Sultan, günü gününe kocası- mn her hareketinden haber alıyor, verem döşeklerine serilecek hale geliyordu. Nihayet, gene (şah baba) sının ocağı - na düştü Uzun uzun, derdini döktü, der- man aradı. Bu sefer, Abdülhamit: — Peki, kızım! Sen üzülme.. dedi. Ben yapacağımı bilirim. — Aman, efendimiz! Nureddine bir za- rar gelmesin! Hünkâr gülümsedi. — Yok, yok!. Ona hiç bir fenalık et - mem., Korkmal * Padişahın nefsini muhafazaya — memur tüfengiyar — içerisinde bir Arnavut Gani Bey vardı. Bu adam, memleketinde Ocal zadelerdendi. Orada tek durmadığı, ikide | birde meseleler çıkarmakta olduğu cihetle, hakkında ne gibi muamele yapılmak lâ- zam geleceğinin, Manastır vilâyetinden so- rulmasi üzerine İstanbula celbedilerek tü- fekçilikle saraya kayırılmıştı. O gün, bugündür, efendisinin gözüne girmek için fırsat bekliyordu. Arnavut tüfekçilerin başı bulunan Ta- ve müftahir bir tavır takınmıştı. -Kışlaya bir lâhze uğradı ve oradan, hemen bir pay- tona atlayıp, Beyoğluna geçti. Geceye kadar, icap eden bütün terti * batı almış bulunuyordu. .Tahir Paşa vasıs tasile telâkki ettiği emri şahaneyi, matlüba pauvafık bir sarette ifa edeceğinden bizzat emin idi. Zihninde kararlaştırmış olduğu vaktin bulülüne kadar, Beyoğlu caddesinde do * laştı; gitti, bir ara, Taksimde Eptalofos ge- Zinosunda oturdu; oradan — Lüksemburga geldi, tavla oynuyanları seyretti. mabayinel Ragıp Paşanın Rümeli hanı —kapısındaki Debreli mahallebicide bir kazandibi yedli oradan da Beyoğlu mutasarrıflığına gidip. | jandarma alay beyi Hüseyin Beyin ya * ninda akşamı etti. Gani Bey: — Eh, artık vakit geç oldu.. Ben kışlar ya dönüyorum! Diyerek, mutasamıflıktan ayrıldığı an » da saat, alaturka dördü geçiyordu. Tü * fekçi, Parmakkapıya doğru yürürken güyü tesadüfen, tanıdıklarından iki kişi ile kar: alaştı. Biraz ötede de, kıyafeti mahsu * salarile iki Acnavut belirdi. Hep birden kafile halinde, Tarlabaşına giden yan we * kaklardan birine saptılar; arka — taraftanı Bekâr sokağına girdiler. — (Arkası var) r— Bir Doktorun Günlük Salı Notlarından O Gözler de zafiyet Yüzünden ileri gelen Baş ağrısı Bir meslek adamı, geceleri okumak || itiyadı fazla gözlük te kullanıyormuş. | Son zamanda baş ağrılarından muzta- | rip ve eskisi gibi rahat okuyamadığın! uzaktan bazı manzaraları, ve şahısları gok iyi seçemediğini anlatıyor: Yaşı 35, boyu 1,64, kilosu 56, biraz kansız görünüyor. Barsakları iyi çalışıyor. bir kusur yok. Göz muayenesile de göz — sinirinin zaalını tesbit ediyoruz. Sabah kahyal: tıları yapımayan bu göz hastasına gün“ de — dört tane raladan — yumurta yemesini — ve — ebiray istirahat — et mesini, yazı : Ve ekuma ile met gül olmamasını kır havası almasını tav* siye ediyorum. Dahilen de kanını 14 zelemek ve iştihasızlığını gidermek içiti taze ipoddan ipad (kreşten( — gündt (30) dumla yemeklere. başlarken 'al masını tenbih ediyorum. Baş ağrıları bu kısa bir zaman içif”| de, iyi görme kabiliyeti ile beraber iyi” leşiyor ve bir müddet için gözlüğ Hazımda 5 YerR e » (*) Bu notları kesip saklayınız, BErsem