1 Mayıs 1936 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 10

1 Mayıs 1936 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 10
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

10 Sayfa 6L “ Son Posta ,, nın tefrikası: 69 UMMANGASI Yazan A, R. Cemil, kendini-odasında bulunca şaşır- mıştı. Buraya nasıl geldiğini bilmiyordu (Cenan) ın aşkından, birdenbire mah- rum kalınca, kalbinin bu ezeli ve ebe - di ihtiyacını, artık Melihanın - (Ya - men) diyarında - dillere destan olan güzelliği karşısında dindireceğini zan- nediyordu. Ve bunun için de, her fe- gdakârlığa hazır bulunuyordu. Fakat bu fedakârlık, ne olabilirdi?.. Bunu, bilmiyordu. Hemen her mektu- bunda Melihaya soruyor; fakat o a - rapça nakaratın terennümünden baş- ka cevap alamıyordu. Bir kaç defa, bu aşkını Seyit İbra - him efendiye şöylece kapalı örtülü an- latmıştı. Fakat İbrahim efendiden, şu cevabı almıştı: — Seyit Kasım, (imam) dır. İmam kızlarını ancak (imam) evlâtları ala- bilir. Maamafih, imam evlâdı olmadık- ları halde, imam kızlarını alabilenler de vardır. Fakat bunun için mutlaka (İs- — maili) mezhebinden olmak şarttır. İmam evlâdı olmak.. İsmaili mez - hebinin ne olduğu öğrenmek istemiş- ti. Fakat İbrahim efendi, sorduğu bü- tün suallere: — Hele sabret... Kim bilir?.. Gü -| 'nün birinde, belki onu da öğrenirsii Demiş; ve arkasından da gülüver - Mişti. Daba ilk günlerde; hizmetçi Emine kadın, bu mezhebin esrarengiz bir şey olduğunu ona ima etmişti. Fakat on-| 'dan sonra da, büyük bir ketümiyet göstermişti. Cemil şimdi; Emine kadı- fan bu sözlerini ve Seyit İbrahim efen- dinin gülüşlerini hatırlıyor.. ve bura- ya getirilişindeki şekil ile şu bulundu- Bu vaziyeti düşünerek; kendi kendi - ne: — Acaba bu esrarlı iz üzerinde mi bulunuyoru Dü m?. dı. Cözlerini bürüyen o garip sis, bi - Yaz daha artmıştı... Odadaki ışıklar, nmez bir el tarafından kısı- hvermiş gibi hafif hafif kararıyordu. O köşedeki beyaz sakallı adam, şimdi “daha yakın ve daha heybetli görünü - yordu. Tam alnının ortasında, bir nur parlıyordu. * Cemil, gözlerini açtı. Etrafına bak- tı. Birdenbire hissettiği hayretle: ' — Emine kadın!.. Emine kadın, kapıdan başını uzat- tı. Mütebesi gözlerinde garip bir te- bessüm vardı: S Faddal yâ Biğ Diye mırıldandı. — Ben eve ne zaman geldim?.. — Sabaha karşı. — Yalnız mı geldim. Başkası mı getirdi?. — Ben, yalnız gördüm Kapı çalın- di. Açtığım zaman yanınızda kimse yoktu. —— a - Salon bir anda boşaldı. Aradan ancak bir kaç saniye geçmişti Bi kapınfa dişaslamda bir gürültü oldu. Paşa fena halde kızarak doğruldu. Servinaz kendisine yol vermiyen harem ağasını bir — tarala iterek salonda” görünmüştü. Sanki artık sarhoş değildi. Çünkü tuvaletini ye- niden ve eskisinden çok daha güzel bir şe- | kilde yapmış. koyu kırmızı bir Hind tüli ne bürünerek mermerlerin ve ipek halılı Üstünde Ramazan Paşanın pek sevdiği o meşhur Çerkes dansını oynamağa başla - mışti. Hem oynuyor, hem de o zamana ka e| dar hiç intli ve aşk dolu bir | gülüşle şarap doldurarak paşaya uzatiyor- du. Ramazan Puşa, zevkinin — bozulmasın için için köpürüyordu | Servinaz kadebi ona uzatırken son de- İel bunu Hatırım için... al... u, Kor-| n gözlerine gi Beni öldür, senden ayı Ramazan a yüzünü buruş İ Allah, Allah... Eve nasıl geldi- imi hiç bilmiyorum... Hele, nasıl s0- yunduğumu, yatağıma nasıl yattığımı hiç hatırlamıyorum. — Galiba, biraz key£ idiniz?.. — İyi amma.. gittiğim yerde hiç bir şey içmedim ki — Ben sizi, Y bir eğlenceye gitmişsiniz. Zannettim. — Hayır efendim. Ne münasebet?.. — E, nerede idiniz?.. — Nerede mi?.. Onu.. ben de bil - miyorum ki... Ne ise.. şimdi onu bı- rak. Hele bana bir kahve pişir. — Kahve mi, kışır mı?.. — Kahve.. kahve... Emine kadın, kaybolmuştu. Cemil, başında hafif bir ağırlık hissediyordu. Tıpkı, uzun bir uykudan uyanmış; bir çok karışık rüyalarla uğraşmışa benzi- ahudi mahallesinde yordu , Düşününce, kafasının içinde bir takım parça parça tablolar canlanıyor; bü İtün bunlar, inanılmıyacak bir rüya ha- Tini alıyordu. Dirseğini baş yastığına dayıyarak Emine kadının getirdiği kahveyi içer- ken, bütün o parça parça tabloları bir- birine ekliyor, ve buna, şöylece bir şe- kil verebiliyordu: — Ben, nargile içerken, karşımdaki adamların, eşyaların birer birer eridi- ğini farkettim. Hattâ; kendi kendime, başım fena halde dönüyor; acaba has- talandım mı dedim... Sonra.; birden- bire gözlerim kapanıverdi. Her halde bir rüya görmeğe başladım... Fakat ne rüya?.. Ah, keşke o rüyadan uyan- masaydım... Aman yarabbil.. Rüy: ma giren o arap kızı, ne can şeydi?.. İnceliği ile, kıvraklığı, sokulganlığı ile ne kadar cazipti. Dur, dur, dur.. galiba aramızda şöyle bir muhavere geçti : — Güzelim!.. Senin adın ne?.. — Malüm. — Malüm, ne demek?.. — Canım.. malüm, işte... — Yavrucuğum, hangi malüm?.. |Ben seni evvelce bir yerde gördüğümü |hatırlamıyorum ki... — Kalbinize sorun. — Sordum. — Orada, kimi buluyorsunuz. — Vallahi nasıl söyl da, eski ve yeni iki muhabbet yaşıyor. — Eski muhabbetin sahibi kim?. | — Uzaklarda kalan bir zavallı.. Ce- narı — E, yeni muhabbetin sahibi?.. — O da.. benim olmasına hiç bir zaman ümit ve ihtimal olmıyan bir ha- İyal... işi —. Niçin hâyal diyorsunuz?.. — Niçin hayal demeyim.. tam dört buçuk aydanberi, onu sevdiğim halde, bir kere bile yüzünü görmedim ki... ( Arkası var ) — Onu kendin içi.. Seni sevmiyorum artıkl... Beni rahat bırakmazsan fena o- lur. Servinaz geri geri çekildi. kadehe baktı. Onun bakışları belki bu sert erkeğin bakışlarından daha sertti. Genç kadının başı döndü, düşecek gibi hollu. Lâkin birdenbire silkindi. Şimdi göz- leri paşanın belindeki hançere ilişti. Elin- |deki kadehi bütün kuvvetile mermerlere çarptı. Kadeh, acı bir çığlık çıkarmış gi - biydi ve bu ses sanki sarışın kadının kır lan kalbinden g Servinaz şimdi gözlerinde şimşekler ya- narak sert adımlarla ve kaşlarını çatarak Bir sıçrayışta onun Ü, mumların titrek bakışları gibi parlıyan Bine göz attı. Sonra onu bir anda bütün vetile paşanın ornuz kemikleri arasına sapladı — Ben artık Diye sanki b omurdandı: rini sıkarak — Kan içerim... Önce paşaya, sonra elindeki şarap dolu | P Yusuf İzzeddin intihar etmiştir Yazan: Ercümend Ekrem karanlığında daha da a B Giler]iyorul. Derken — Babaeski kaymakamından bana bir telgraf ge- tiriyorlar. — Kaymakam, telgrafında, meâlen diyor ki: ecenin «Kazamız halkı, minnet duyguları- nı arzetmek için, hakipayi necabetpe- nahiye yüz sürmek arzusile, ve çoluk gocuklarile Alpullu'ya inmişlerdir. Tre- nin bir iki dakika orada tevakkuf et - mesini ve efendinin hâlka iltifat edip yanık gönüllerini tatyib eylemesini te- min edin.» Telgrafı yaverlere uzattım; okudu- lar.. fakat hiç biri cesaret edip götüre- miyordu. Ben hükümet memuru idim; çekinmeme sebeb yoktu. Kaymaka - mın da talebini makül buluyordum. Seyahatten Mmaksad esasen bu değil miydi? Gittim, kapısını vurdum.. içe- diden: — Gell diye bağırdı. Girdim. Selâm verdim; telgrafı okudum. Haşin bir eda ile; — Olmaz! dedi; yorgunum. Uy - kum var, Avdette fırsat bulursak, du- ruruz. Tren oraya gelince, siz, müna- sip bir şekilde kaymakama izahat veri- niz. — Baş üstüne amma.. bu ahali, ge- ce yarısı çok uzak yerden gelmişler - dir.. Diyecek oldum, sözümü kesti: — Dediğimi yapmız!. Çekildim, Tren de Alpullu'ya gel » di. Bir alkış tufanı.. mektep çocukları- nın hep bir avazdan neşideleri.. derme çatma bir bandonun falso arasında, pencereyi indirip, bağımı u- Zattım. — Kaymakam bey nerede? Bir adam bana doğru geldi. — Efendi çok müteheyyiç oldular. Hem de ziyadesile yorgun oldukları i- İçin istirahat buyuruyorlar.. selâm etti- ler. İnşallah, dönüşte.. nağmeleri demeğe kalmadı. Bir alkış daha.. «Yaşal.» sesleri.. Şaşırdım, Acaba ne oluyordu? İçimizden birini efendiye mi benzetmişlerdi, yoksa?. Başımı çevirdim. Bir de ne göre - İyim? Yusuf İzzeddin tepemden bakı- yor ve sağa sola selâm dağıtıyor. | Fena balde mahcup olmuştum.. fa- kat o kalabalığın içerisinde şayet efen- dinin zu'munca bir suikasda hazırlanan varsa, o da çoktan uzaklaşmıştı! . x İşte bu iki vak'a, veliahdın ne dere- edlerde vehham, akli müvazenesinin bozuk ve seciyesinin ne mer- olduğunu İne t tebe zayıf ve gösterir. Fakat bu hususta serdedeceğim de - liller bundan ibaret değildir. Memleke- tin hekimlik âleminde çok muhterem ve her suretle itimada şayan bir sima olan operatör, general Hâzım bakınız mütereddit ne diyor? «Yusuf İzzeddin merhumun sene İlerce doktorluğunu yaptım. Veliahdın laklından zoru vardı. Elli altı yaşında iken yirmi yaş dişi çıktı. O, bundan kuşkulandı; ağız kanserine uğradığını vehmetti. Herkesin diline bakar, par- mağını sokup ağzını yoklardı. Yusuf İzzeddin bir kaç kere intihara teşeb - Bir defasında kendini gı atmak istedi..» len aşağı atılma hâdise büs etmişti.. trenden Bu tr Ben bilmiyorum. Bunu bu defa muhte İrem operatörün ağzından ö; i dum , Fakat buna benzer diğer bir vak'a ş ol hatırlarım. İntiharına tekaddüm eden ramazan- Hi. O esnada Yusuf İz- İlardan biri ada, köşkünde o- zeddin bü |turuyordu. k Ç Ramazanın — on beşinde İmütad olan hırkai saadet ziyareti için | İkadınların kalplerini cayır cayı: “|lik yi | Ş ç SD ei Bu meselenin halli için lâzım ge- len plân tertip edilmi Salta- nat usulünün büyükten büyüğe inti- kali şekli bozulacak; bunun - yerine, evlâttan evlâda intikal usulü kabul e- dilecekti. Fakat bunun için de Avru- pa devletlerinin muvafakatini almak elzemdi. İngiliz sefiri (Kanin), Reşit paşa - nın şahsen dostu idi. Bu dostluğa isti- Jpat eden sadrazam, padişahın bu fik - İrini sefire söylemekte bir beis görme- mişti. Fakat sefir buna derhal menfi cevap vermiş — Böyle bir şeyi düşünmekte bile hata ediyorsunuz. Tarihi usul ve an'a- nelerinize göre, saltanata hak kazan - mış olan şehzadeleri saltanat davasına sevkedersiniz. Siz de müşkil vaziyet - lere girersiniz. Demişti. İngiltere sefirinin bu makâl fikri, Abdülmecit üzerinde fena bir tesir hu- sule getirmişti. O günden itibaren ve- liaht Aziz efendiye bir kat daha kin - lenmişti. Ve bu kini her gün biraz da- ha artarak, âdeta kıskançlık derecesi- ne gelmişti. Bu kıskançlığa, saltanat hirsından başka sebepler de inzimam etmekte idi. Meselâ, kendisi; ufak te- fek, çelimsiz, cılız, çiçek bozuğu bir adam olduğu halde biraderi Aziz efen- di, gürbüz, yakışıklı, yanağından kan damlıyan, bilhassaa şahane gözlerile ya - kan bir delikanlı idi. Beyaz bir kühey- lâna binip te seyir yerlerine gittiği za- man, erkek kadın bütün halk tarafın- dan alkışlara ve dualara garkedilmek- te idi. Abdülmecidin hassas kalbi daima aşka karşı titremekte idi. Fakat sevgi hususunda, kardeşinin kendisinden çok bahtiyar olduğunu düşündükçe i- çin için erimekte idi. Aziz efendi, muhitine satığı bu sempati sayesinde az zaman zarfında - sivil ve askerlerden - bir hayli taraf- dar peyda etmişti. Ve bunun neticesi olarak da meşhur (Kuleli vak'ası) zu- |hura gelmişti. Bundan korkan Abdül- mecit, veliahda bir valilik vererek (Trablus Garb) a nefyetmek istemiş- ti... Fakat artık içki, sefahat, kiskanç üzünden büsbütün verem döşeği- ne düşen padişah, kendi derdine düş - müş, maksatlarının hiç birini tatbike kendisini tarafı şahaneden davete me- mur edildim. Zira, bütün öteki şehza- delere mubeyin başkâtipliğinden tez- kereler yazıldığı halde, onun hakkında istisnai muamele edilir, her merasim için böyle bir memuru hususi gönde- rilirdi. Sabahleyin, Üsküdara geçetek köp- da bir odada istiraha Beşir ağa, efendinin bir i ndenberi rahatsız olduğunu, si- nir buhranları geçirdiği çırdı. Böyle geyleri o kadar sık işitmiş vermedim. ni ağzından idim ki fozla ehemmiyet B CA Ercümend Ekremin anlatışma göre Yu suf İzzeddinin intihar teşebbüslerinden birino sahne olan Kız kulesi Yusuf İzzeddin katledilmiştir Yazan: Ziya Şakir vakit bulamadan kan kusarak can ver- mişti. Abdülâziz saltanat mevküne geldi- ği zaman, merhum biraderinin kendi hakkında düşünüp yapmak istedikle- rini o da yapmak istemiş; — (veliaht Murat elendi) yi saltanattan mahrum ederek kendi sevgili oğlu (Yusuf İz - İzettin efendi) yi veliaht yapmak için İbir hayli entrikalar çevirmişti. Bir taraftan bu — entrikalar çevrile dursun, diğer taraftan da şehzadeyi padişahlık azametine alıştırmak için henüz on iki yaşında iken uhdesine (Hassai orduyi hümayunu müşirliği) verilmişti. Bu on iki yaşında çocuk, (Babü Va- lâyı) — seraskeriye gidip gelirken, muhteşem merasim icra edilmekte ve âdeta bir hük idi, Ne çare ki, kaza ve kaderin hükmü, her şeyin ve her kudretin fevkinde i- di, Tıpkı Abdülmecit kibi, Abdülâziz de muradına muvaffak — olamamış; çevrilen bir çok fırıldaklara rağınen oğlunu veliaht makamımma getireme - den, gürleyip gitmişti. Sultan Muradın pek kısa süren sal- tantından sonra Abdülhamit tahta çıktığı zaman, artık Yusuf İzzettin e- fendinin ikbal ve istikbal yıldızı büs - |bütün sönmüş bir halde idi. Debdebe ve haşmet semalarında yaşayan pehza- de, şimdi deveden düşmüş hacıya dö « nüvermişti. Onun birdenbire tahavvül eden bu hayatı, sinifleri üzerinde çok büyük ir buhran husule getirmişti... Bir çok kimseler, Yusuf İzzettin efendideki cinnet alâmetlerini, son senelerde ka- ipıldığı saltanat hırsına atfederler. Hal- buki onun dimağındaki bu teşevvuş; işte tam o zamanlar baş göstermişti Yusuf İzzettin efendiye uzun müd- det hususi tabiplik etmiş olan (Doktor Bahaettin Şakir bey), daha o zaman - dan yari mecnun sayılacak - olan bu pehzade hakkında bana bir çok şeyler nakleylemişti. Şehzade çok zamanlarını - sakin, İmünzevi ve sessiz geçirirdi. Her han- İgi sebeple birisini huzuruna kabul et- |mek lâzimgelse, uzun müddet tered - düt gösterir; o ziyaretçi ile karşılaş - makta bir hayli güçlük çekerdi. (Arkası var) | ümdar hürmeti görmekte Bahusus ki, efendinin merasime ge - leceğini bana az sonra tebliğ eylemiş- lerdi. (Arkası var) Ercümend Ekrem Talu (Düzeltme: Bu tefrikaya — başlarken, TAbdülâziz tahta çıktığı zaman Yusuf İz- zeddinnin on iki yaşlarında kadar olduğu- İaa yazmıştım. O devre yetişmediğim için bu hususta aldanmış olmaklığım — mazur görülebilir. Filhakika, müntehir — şehzade ile birlikte sünnet olduğunu söyleyen, ©. kuyucularımızdan Bay Salih Şahim benim bu yanlışımı düzelterek, Yusuf İzzeddinin, babası padişah olduğu zaman bhenöz üç yaşında olduğunu bildiriyor. Bu malümat başka taraftan da teyit olunduğu cihetle maatteşekkür tashil ediyorum.)

Bu sayıdan diğer sayfalar: