M Hilâl -ve- Zambak' Büyük Tariht Roman Muharrir: A. R. Mağlübiyet İşaretleri.. No.: 86 17- 11 - 934 Birinci Süleyman, Tepede Bir Taht Üzerinde Oturuyor, Kanlı Mücadele Sahnesini Seyrediyordu Rahmet olsun canına; muhterem ve asılzade pederim, beni papas çıraklığına yazdırdığı zaman, © kadar genç ve zeki idim ki.. Eğer bir ay sonra kilisenin gümüş bu- hurdanlıklarından birini çalıp kaç- masaydım.. Şimdi ben de, Luvr sarayında bize çalım satmak iste- yen o koca papas gibi zinüfuz bir zat olacaktım. — Büyük fırsat kaçırmışsın, Dikkat et Antuvan. Sol taraftaki suvarilerle, Macar suvarileri pek fena tutuştular. Macarların kılıç« ları şimşek gibi parlıyor. — Fakat Türklerden de henüz attan düşen görünmüyor.. Hanaa., me buyurmuştunuz?. Büyük fırsat 'mı kaçırmışım?.. Bunlar birşey değil, muhterem Şövalyem.. Meş- hur haydut Gasparo yok mu?. — Bilmiyorum. — Evet bilmezsiniz... Fakat belki işitmişsinizdir, diye sordum.. Efendim, bu Gasparo, Ispanyanın en namlı bir eşkiya reisi idi. ) Pirene dağlarını, baştan başa haraca kesmişti. Maamafih, son- radan —onun kafası da satırla kesildi. Hattâ satır da kesmedi de, ensekökündeki kemiği vü- cudünden Aayırmak İçin testere kullanılmıya mecburiyet hissedildi. Işte bu Gasparo, bu âciz kulu- huzu gözlerinin bebeği gibi ve- verdi. Bendenizi, en kârlı pusu- lara yerleştirir, her — soygunda hisseme isabet eden eşya ve pa- yadan maada mutlaka bir de he- diye verirdi, ve bu hediyeyi ve- rirken de: — Oğlum!.. Kendine biraz ehemmiyet ver. Sen, istikbalde büyük bir haydut olacaksın derdi... Fakat maatteessüif, dindar bir papas olamadığım gibi, namdar bir baydut ta olamadım... O.. Os O İşin şekli — değişiyor. 'Türk süvarileri hiçbir telefat ver- medikleri halde, baksanıza yüz geri ettiler, dört nala kaçıyorlar. — Zannederim ki, senin dediğin çıkacak Antuvan. Fakat.. Eğer, dediğin çıkarsa, sana — bravo diyeceğim.. Sen, ne dindar bir papaz ve ne de namdar bir hay- dut olamadığına acınıyorsun. Ben de İspanya ordusunun bir kuman- danı olamadığına — teessüf ede- ceğim. Antuvan, gittikçe heyecanla- nıyor.. Sağ elini — güneşe karşı siper ederek gözlerini harp mey- danından ayıramıyordu... Antu- vanla Şövalye Cem'in bulunduğu yer, (Pusukilise) ile Fildvar köyü arasında küçük bir tepe idi, Bu- radan, bütün Muhaç ovası geniş bir tiyatro sahnesi gibi görün- mekte.. Harbe başlayan bu iki büyük ordunun bütün velvelesi yitilmekte idi. Köyün Üstündeki tepede, ( Otağıhümayun ), bütün haşmetile görünüyordu. Tepele- rindeki altın. başlık ve alemlerle parlayan tuğların al, beyaz ve yeşil renkleri bile farkediliyordu. Türk ordusu, büyük — bir meharetle yerleştirilmişti. Yahya Paşanın — oğlu — ve Semendere Mutasarrıfı Bâli Bey, dört bin zırhlı suvarı ile düşmanı karşıla- mıya çıkmıştı. Husrev Beyin ku- mandasında bulunan Bosna suva- rileri de düşmana bir gösteriş yapmıya memur olmuştu. Ordu- nun sabit kısmını teşkil eden kuvvetlerden Rumeli askeri ile bunların arkasında bulunan yüz elli toptan mürekkep bir topçu takımına, Sadrazam İbrahim Paşa kumanda ediyordu. Bunun arka- sında da, Behram Paşanın kumanda ettiği Anadolu askerlerile yine yüz elli | y camın toptan mürekkep ikinci bir topçu takımı bulunuyordu. Son safı, altı alay muntazam suvari ile Yeniçeri ortaları teşkil eyliyordu. Bunların arkasında da, | etrafı solaklar, peykler, silâhtar- larla muhat olan Padişah görü- nüyordu. Birinci Süleyman, tepede bir taht —üzerinde oturuyor; biraz Bonra bin bir kanlı maceraya sahne — teşkil edecek olan şu kaca ovada — henliz başlayan suvari — hücumlarını — seyrediyor- du. Sağ cenahtaki süvariler kendilerine verilen vazifeyi pek güzel ifa etmişler, manevra yapı- yorlardı. Bâli Beyin zırhlı süvari- leri de, düşmana bir gösteriş yaptıktan sonra, ovanın solundaki vâdiden dolaşarak Macar süvari- lerini çevirmeye başlıyorlardı. Kâmilen zırhli ve zincirlerle biribirine bağlı olan ilk saftaki Macar hücum kolları, Piyer Be- reney ve, Papas Pol Tomori'nin kumandasında olarak koyu mavi bir bulat gibi ilerliyorlar; gittikçe hızlanan bir kuvvetle, Türk ordu- sunun İlk safları üzerine yükle- niyorlardı. Manzara, cidden heybetli idi. Macar ordusunda çahnan borular, Türk ordusunda çalınan kös ve davul seslerine çarpıyor.. At kiş- nemeleri, sert kumandalar, boğuk sesler biribirine karışıyor.. Kor- kunç bir velvele halinde semaya doğru taşıyordu. Antuvan, heyecanını zaptede- miyerek sordu : — Ariz Şövalyem!, Biz burada ne zamana kadar seyirci ka- lacağız ?.. — Talih ve mukadderat, bizi yeni bir maceraya çağırıncaya kadar. Antuvan, omuzunu yalayan atının burnuna bir fiske vurarak homurdandı: — Parlak bir cümle.. tam bir Şövalye edebiyatı... Eğer bu men- sur şilri, şairlik zamanımda İşit- miş olsaydım, vezne sokar, mut- laka bir Şövalye destanı yapar- dım, Fakat ne yapayım ki şu anda, o vaziyette değilim... Aynı zaman- da, —bundan dolayı ne kadar mütecesir isem., yüz binlerce kişi- nin biribirine saldırdığı şu sahne- de sadece seyirci kaldığıma da o kadar müteessifim. — Antuvan!.. Olan İşleri biraz daha sükünetle seyredersen, ben de büyük bir memnuniyet hisse- deceğim... Bak!.. Harp fena halde kızıştı. — Macarlar, coşkun — bir deniz dalgası gibi Türk saflarına çarpıyorlar... Dikkat et. Cephe yarıldı. Türkler, ikiye ayrıldı... Bravo — Antuvanl. — Vaziyeti iyi keşfetmişsin. — Takdir. ve teveccilhünüze teşekkür ederim, aziz şövalyem.. (Arkası var) Anadolu Beylerbeyi | ] Saf Ve Cahıl Bir Kadın “İngiliz karikatürü,, — Polis efendi, şu yazının manasını söyler misiniz?. Çünkü yazısına — çok — bemr zetiyorum. — Karşıdaki apartı | manda bir genç kadın var, onun hel m. Dünya İktısat Hıbırlırll YN Italyanın herici ticaret istatistik dairesi — Ağustos 934 ayına nit risa- lesini neşretmiştir. Bu istatistik mec- muası ile 1934 senesinin 8 aylık vaziyeti anlaşılmış bulunuyor. Bu- rada verilen rakamlara göre İtgl- yanın sekiz aylık ithalâtı beş mi- yar doksan milyon liret; Ihracatı ise üç milyar dört yüz otuz dört milyondur. Bir yıl evvel ayni müddet zar- fında dört milyar dokuz yüz mil- talyanın harici tlcareti yonluk ithalâta karşı dört milyar | on dokuz milyon liretlik ihracat yapıldığı göz önünde tutulursa İtal yanın 1934 senesi içinde ithalâ- tının artmasına mukabil Ihracatı- nın bilâkis azaldığı ve böylelikle bharici ticaret blânçosunun göster- diği açığın arttığı anlaşılır. * Dünya buğday vaziyeti, ekin ve istok mıktarları hakkında, Ameri- ka ekin istatistik- leri ofisi dikkate değer bir İstatislik hazırlamıştır. Buna nazaran; Sovyet Rusya ve Çin müstesna olmak üzere, dünya buğday istihsalâtı 905 ile 1018 miyon kental olarak tesbit ve tahmin edilmiştir. Bu rakkamlar bir yıl evvelki istihsal mıktarlarından 98 milyon kental noksandır. Maamafih Amerika ekin ofisi dünya istokları hakkındaki araş- tırmasında elde mevcut buğday- ların bu yıl geçen seneki vaziyete kıyasla daha çok olduğu netice- sine varmaktadır. 20 Bin Kişi Müthiş Bir Tayfun Neti- cesinde Felâkete Uğradı Amanilla, 16 (A.A.) — Şiddetli bir tayfun Muzon adasını tahrip ederek, Naga kazabasında 20,000 kişiyi yera siz, yurtsuz — birakmıştır. Ölenlerin sayısı henüz belli değildir. Silâh Ticareti Roma, 16 (A. A.) — Amerikanın Bron sefiri ve silâhsızlanma konferan- sındaki müşrhidi — M. Vilson, silâh imali ve satışına dalr uluslar aramı bir. mukavele yapılması için lı.ly. hükümetlle görüşmek Üzere buraya gelmiştir. Bir Vapur Müsademesi Dünya Buğday vaziyeti n vapı vapuru kesif bir sis deme etmişlerdir. Bu vapurlar hasara uğramışlarsa da limana — gölebilmiş- lerdir. HİKÂYE Bu Sütunda Hergün Nakleden: İsmet Hulüsil —— Bu Haber Ağızdan Ağıza Yayılırsa lri yorı bir Arap çadırın per- desini araladı: — Ya şeyh, komşu kabi'lenin şeyhi gelmiş, sizi görmek istiyor. Şeyh doğruldu. Elile kılıcınin kabzesine dokundu: — Gelsinler! İki komşu kabilenin şeyhleri biribirlerile — dost geçiniyorladı. Amma bu dostluk ne kadar - sü- recek, o belli değildi. Çölün rü>- | gârı nasıl bir anda koca kum dağlarını devirirse çölün kanunu da bir anda en yakın dostlukları mahvedebilirdi. Çadırın - kapısı tekrar aralandı, uzun boylu, kısa sakalı bir insan münaleyküm şeyhi! — Aleykümselâm şeyh! Şeyh misafirini oturttu, sormak, bu ziyaretin sebebinl biran evvel öğrenmek istiyordu: — Ya şeyh gelişinde her hal- de bir hayır vardır.. Muhalabı sustu. Söliyeceği sö- zün karşısındakinde ve tesir ya- pacağım düşünüyor gibiydi. — Şeyh, dedi, senden birşey istemiye geldim. — Komşum şeyhin her istedi- ğini verebilirim yalnız bir tek şey müstesnal Kısrağımı veremem! — İşte ben de onu istiyorum. Çöllerin güneşile yanmış yüzler biribirine döndü. Binbir macera yaşamış gözler bakıştılar.. — Olmaz şeyh kısrağımı ve- remem, — Sürülerimin yarısını sana bağışlasam.. — Veremem.. — Yahut ta... Misafir şeyh çadırın kapısına koştu perdeyi açtı. Bağırdı: — Ya Hatçe buraya gel.. Siyah saçları gür bir kız ça- dıra girdi. Yürürken utanıyor gibi idi, güzeldi, o kadar güzeldi ki bir bakışta yüzlerce bedevinin birden kalbini çalar, çöllerin sahibi olur- du: — Şeyh kısrağını ver, kızımı sana vereyim! — Kızına sahip olmak için bütün varımı yoğumu verirdim, Amma kısrağımı veremem. — Pekl öyle olsun biz. dos- tuz, dostça İş görmek isterim, Kumları yakan güneş şahidim ol- sun, günün birinde kuvvetle ok masa bile hileyle kısrağını elim den alacağım, şimdiden haber veriyorum, — Peki Şeyh haberim oldul. * Bu konuşmanın üzerinden bir yıl geçmişti. Bir yıl içinde ikl şeyh biribirlerini görmemişler biri- birlerinden hiçbir haber almamış- lardı. Kısrağa sahip olmıyan şeyh kısa sakalını uzatmıştı. Bir yıl içinde hergün yüzünü çölde yeti- şen birtakım otların suyundan katılmış su ile yıkamış, yüzünün esmer rengini bir kat daha es- merletmişti. Ötekinin bir iş için kasabaya ineceğini haber aldığı bir gün elbisesini çıkardı arkasına yırtık bir ihram aldı pıçağile sağ ayağında bir yara açtı, yarayı bir bezle sardı. Akan kan bezin üzerine çıkıyordu. Bu halde' yola koyuldu. Çölün yakıcı güneşi ak tında yaralı bir halde saatlerce yol yürüdü. Ötekinin geçeceği yerde kudretsiz. ve dermansız kumlara yuvarlandı. * Kısrağın sahibi Şeyh Mrııı sonra kısrağının Üzerinde göründü, yaklaştı, yerde yatana sordu: — Orada ne yapıyorsun ? Sesini değiştirerek cevap verdi: — Yaralıyım, hastayım, yü- rüyemedim. Şeyh kısrağından atladı: — Kısrağıma bin ! Yaralı güçlükle kısrağa bindi. | Şeyh yayan yürüyor, o kısrakta ilerliyordu : — Ya şeyh sen yayan yürü- yorsun, sırtındaki silâhı kısrağın eğerine bağla sana ağırlık ver- mesin ! Şeyh silâhını kısrağın eğerine bağlad.. Bu anda kısraktaki | adam topuklarile kısrağın kars nına dokundu. Kısrak birden ileriye doğru atladı. Geriye döndü. Yaralı silâhı eline almıştı. — Ya Şeyhl dedi, — evvelce haber vermiştim ya kısrağını hile ile elime geçirdim artık benimdir. Beni tanıdın değil mi? — Tanıdım — şeyh, evvelden haber vermiştin dostluğum baki- dir. Kısrak senin olşun.. Bir an sustular., — Kısrak senin olsun, ne hile ile ne de başka türlü yaparak onu senden — geri almıyacağıma Allaha yemin ediyorum. Sen de benim istiyeceğim birşeyi yapaca- ğına Allaha yemin eti — Yemin —ederim Şeyh ne istersen yapacağım! — Bu vak'adan, kısrağı nasıl benden aldığından hiç kimseye bahsetme! — Bahsedilmemesini neden bu kadar ısrarla İstiyorsun Şeyh?, — Israrla istiyorum, çünkü bu haber ağızdan ağıza çöllere yayı- lırsa, bundan sonra hiç kimse yol Üzerinde rastladığı yaralı bir fakire yardım edip —onu kendi atına bindirmiyecektir. Onun için kısrak senin olsun; amma ağzını tut. Öbürü mahçup, başını eğdi: — Peki. Ve bir sille yemiş gibi yola koyuldu. Maârif Vekâleti Yüksek Tedrisat Müdürlüğü Bir müddettenberi münhal bu- lunan Maarif Vekâleti Yüksek tedrisat Umumi Müdürlüğüne ve- kâleten Teftiş Heyeti Reisi Avni Bey tayin edilmiştir. Bu makama şimdilik asaleten kimse tayin edilmiyecektir. Esasen Yüksek Tedrisat Umum Müdürlüğüntün işleri azalmıştır. Çünkü — san'at, ihtisas ve meslek mektepleri ay- rıca bir umumi müdürlük ihdas Denizyolları İŞLETMESİ Acenteleri « Karaköy Köprübaşı Tel 42962 — Sirkcel Mühürdarza: Han Tel, 22740 Karadeniz Yolu KONYA vapuru 17 Ikinci teşrin CUMARTESİ günü saat 18 de Hopaya kadar. “7808,, Ayvalık Yolu MERSİN vapuru 17 İkinci teşrin CUMARTESİ günü saat 18 de İzmir'e kadar. — “7809,, Mersin Yolu ERZURUM vapuru 18 Ikin- ci teşrin PAZAR günü saat 10 da Mersin'e kadar. “7810,,