Muharriri A. &. No, 82 Beslenen Kin!... Diyan, Perîşın_;çlırını Altın Firketelerle Topla- mağa Çıhşır_ıAk Tatlı Tatlı Anlatıyordu.. Diye — mırıldandı... — Löyülâ, durduğu yerde sağ elile bir haç çıkardı : — Yemin ederim ki, sen... nefis bir kadın şekline girmiş bir şeytansın. Diye bağırdı. Ve sonra, çılgın bir iştiha ile Diyanın üstüne atıldı. * Tam iki saat, coşkun bir aşkın fırtınalarile geçti. Sevgiye kanamıyan bu kadınla, sevmekten yorulmıyan bu papazın hisleri biraz sükünet kesbetmişti. Diyan, telâşla yerinden fırladı: — Çok geç kaldım, sevgilim.. Veliahtın, beni birkaç defa ara- dığına eminim... Vakıa, bir nezir duası için Madlen kilisesine gide- ceğimi söylemiştim.. Fakat, pek fazla vakit geçirdim... Artık bana müsaade et de sevgilim; yaşadı- ğim şu iki saatlik leziz aşk ha- yatından dolayı sana teşekkür edeyim de gideyim. Diye mırıldandı... Löyülânın da görülecek işleri vardır. Onun için Diyanı serbest bıraktı. Diyan, bir taraftan şuraya bu- raya atılmış olan elbiselerini, ça- maşırlarını toplayarak giyiniyor, diğer taraftan da söylüyordu: Pekâlâ, azizim Kont.. Emirle- rini telâkki ettim. Bunları tama- men ifa edeceğim. Ve sonra da, bana vadettiğin, Fransa Kıraliçe- liğinin gelecek gününü bekleye- ceğim. Fakat o zamana kadar ben de senden alelhesap birşey bekliyorum. — Söyle sevgilim.. Şimdilik Italyada ve yahut Ispanyada, bir prenseslik.. — Hayır.. hayır.. öyle unvan- lara tenezzül edecek kadar kuru şöhret budalası bir kadın olma- dığımı şüphesiz takdir etmişsindir. — Pokâlâ.. bütün günahlarr nın affı mı?.. — Daha ona 'da vakıt var. — Şu halde ?.. — Geçen mülâkatımızda va- dettiğin yardım.. hani şu, Türk gövalyesinden alacağım İntikama muavenet edecektin ya.. Löyülânın — kalbindekl — kan, birdenbire yüzüne sıçradı. Şövak yenin, bir mektupla tek eldivenini kilise kapısına çakmak suretile kendisine karşı vurduğu tokatın acısını hatırladı.. fakat kendisini çarçabuk topladı. Şövalyeyi mü- himsemeyen bir hal aldı: — Haaa.. şu serseriden ml bahsediyorsun . Diye mırıldandı. Diyan, perişan saçlarını altın firketelerle toplarken sörüne de- vam etti: — Bu adama karşı kalbim- deki kini unutmiyacağım. Ve on- dan iyi bir intikam almadıkça rahat ve huzur duymiyacağım... Öyle zannediyorum ki, sen de aynı hisle mütehassissin, değil mi sevgilim?.. Dedi. Löyülâ, homurdanarak cevap verdi: — Öyle olması lâzımgelir.. Fakat şimdi, öyle İşlerle meşgu- lüm ki bu sırada onu düşünecek halde değilim.. Düşünsem bile, bu Gserseri kimbilir, dünyanın hangi köşesine gitmiştir? — Okadar uzakta değil, sev- gilim... Aptal Fransuvaya parlak bir nümayiş yapmak için, güya feragatkârane bir mektup yazarak Luvr sarayını terkettiği dakika- dan itibaren adım adım onun izini takip ettiriyorum... Daha bir. hafta kevvel aldığım — bir bir mektupta, Macar hududuna yakın bir boşnak köyünde bulun- duğunu haber aldım. — Acaba orada ne yapıyor- muş?.. — Sarışın bir boşnak kızı ile sevişiyormuş. — Pek âlâ.. bu kız, gebertil- melidir. Işte, iyi bir intikam... Diyan, acı acı güldü: — Bunu, ben de düşündüm. Fa- kat bu, onun için aliyülâlâda bir acı, herkesin dayanabileceği bir istirap olacak... Ben ne istiyo- rum biliyormusun, sevgilim?.. Onu, için için yakacak., bütün varlığını sarsacak.. hayatında onu ebedi- yen muazzep yaşatacak bir şey... Öyle bir şey ki,.. Löyülâ, elini kaldırarak, Diya- nın sözünü kesti: — Şu balde, biraz daha sab- ret. Yalnız onu gözden kaçırma... Dedi, * İki Harp Meclisi — Yek dir Allah... — Yecek... Ordunun etrafını ihata eden möbetçilerin dik ve kalın sesleri uzana urana, Ağustos gecesinin yıldızlarla prıldayan semasına doğ- ru yükseliyor.. Etraftaki bataklık- larda öten kurbağa vakvakaları, çırcır. böceklerinin cırıldamalarına karışarak uzaklara kadar aksedi- yordu. 128 Ağustos 1526 - 20 Zilkade 932 gecesi) hitam buluyor, tan yeri ağarıyordu. Bu muazzam ordugâhım her - tarafından ezan sesleri yükselmiye başlamış; ordu yavaş yavaş uyanmıştı. Şimdi (Muhaç) sahrasının (Ka- ra su) düzünü kaplayan bu koca ordu, harp hazırlığına koyulmuştu. Bir taraftan atların kuyrukları sım sıkl bağlanırken diğer taraf- tan kılıçların, mızrakların demir- leri bileniyor.. Çadırlar önünde küçük ölçeklerle barut ve kur- unların öleştirildi lüyordu, , OrdllııuıMRuğ:ıh"Mı erine kumanda edecek olan Sadrazam İbrahim Paşa, arkasında alelâde bir (Hademci hassa) elbisesi oldu- ğu halde topcuların karargâhın- dan Sipahilerin çadırlarına doğru at sürüyor; harbe hazırlanan kıt'aları gözden geçiriyor, elinde- ki altın kamçıyı şuraya buraya uzatarak — emirler veriyor.. Ve sonra sık fasılalarla (Otağıhüma- yün)a girip çıkarak Padişahı vaziyetten haberdar ediyordu. Ordu, dün gelmiş ve buraya erleşmişti. Fakat son günlerde de ir haylı sıkıntı. çekilmişti. Müte- madiyen yağan yağmurlar, bu düz Macar ovalarını bir çamur deryasi haline getirmişti. (Dırava) nehri Üzerine altı günde lan köprüden, bu koca ordu ancak altı günde geçebilmişti. Bu geçiş, © devir için cidden Myhç bir muvaffakıyetti. Bundan memnun olan Birinci Süleyman, son müf- rezenin de köprüden — geçtiğini haber alır almaz, bütün orduda (mum donanmasi ) yapılmasını emretmişti. (Arkası var) Bugünkü Mimaride Samararımızın nokta: Akan evlerin tavanlarına böyle levazımat ilâve etmek mecburiyeti vardır!.. Dünya İktısat Haberleri Dünyada Sun'i lpek İstihsalâtı Liyon ipek sanayli, umumt! sendikası tarafı: Şi dan dunyıu ın:l artıyor | ipek — istihsalâtı hakkında dikkate değer bir İsta- tistikn yapılmıştır. ( 1933 ) senesl vaziyetini meydana koyan bu rak- kamlara göre Japonya geçen yıl içinde faaliyetini arttırmış ve he men Âmerika Birleşik memleket- lerden sonra gelerek dünyada ikinci vaziyeti elde etmiştir. Aşa- gıdaki datatistik bu hususta bir fikir verebiliri gözetecekleri Memleketler — 1932 — ton — 19338 Amerika 60,000 70,000 Japonya 29,000 42,000 İngiltere 82,000 87,000 İtalya 31,000 86,000 Almanya £21,000 85,000 Fransa 23,000 26,000 Diğerleri 29,000 80,000 Bütün dünya 225,000 275,000 Bu istatistik bütün dünyada sun'i maddelere verilen ehemmi- yeti açıkça meydana koymaktadır. * Eylül 1934 te Alman harict 'man haricil ticareti bir ay ev- ticareti veline karşı gerek ithalât gereksa ih- racatça artmışlır. İthalât 9 mi- yon artarak 352 milyon marka (takriben 176 milyon liraya) çık- mış, ihracat ise 15 milyon yükse- lerek 350 milyonu (175 milyon lira) bulmuştur. Buna nazaran Eylül 1934 te Alman harlel tica- reti 2 milyon; passif ile kapan- mıştır. Geçen ayda passivite 7 milyon fazlasile 9 mllyon idi. Eylül 1933 te ithalât 337 mil- yon, ihracat ise 432 milyon mark tutmuştu. Şu halde bir sene ev- velkine karşı ithalâtta 15 milyon marklık bir artma, İhracatta ise 82 milyon marklık bir gerileme yardır. Umumt! harici ticaret İtibarile Eylül 1934 rakkamları 702 mi- yon mark tutmuştur. Bir ay ev- velki umum! harici ticaret 677 milyon marka, bir sene evvelki ise 769 milyon marka baliğ ol- muştu. Bu erkama göre Eylül 1934 te Alman harici ticaret umuml! neticeleri bir ay evveline nisbetle 25 milyon mark artmış, HİKÂYE Bu Sütunda Hergân Italyancadan nakleden: Hüseyin Rauf SÖYLİYECEK BİR ŞEYİM YOK —Bir şeymi söylemek istiyor- sun Sofiya? Karısının kirpiklerini kırpma- dan bakan sabit mazarlarile kar- şılaştığı her dakika bu suali se- ruyordu. Bu akşam karısında bir başkalık seziyordu. Sofiya — cevap vermiyor, ya başını önüne eğiyor yahut omuz- larımı kaldırarak — uzaklaşıyordu. Tabit söliyecek bir şeysi yoktu ki.. Fakat Françesko mütemadiyen sualini tekrarlıyordu. Hiç şüphesiz Sofiyanın söyli- yecek bir şeyi yoktu. Karısını iyi bilirdi: Sakin, ciddi ve biraz da sıkılgandı. Tam kendisine lâyık olan bir kadındı. Karısından her cihetçe faik olduğunu biliyordu. Az bir zamanda tam manasile meşhur bir avukat olmuştu. On- dan daha akıllı ve daha malü: matlı idi. Fakat daha güzel de- ğgildi. Sofiyanın güzelliğini takdir ediyor, — düşüncelerine — aldırmı- yordu. Sofiya birçok şeyler düşünüyordu: Birkaç sene evvel Françeskoyu sevmiş ve —onunla evlenmekle kendini mes'ut saymıştı. Fakat günler, aylar geçtikçe onu tam- yabilmişti. Diğer kimseler gibi, hatta birçokları gibi, hodbin ve mağrur olduğuna kanaat getir- mişti. Françesko kendisinden ve karısından fazlasile emin idi. Ka- rısının, o sessiz kadının, hissede- bileceği şeyleri idraktan âciz bir kimse olduğunu Sofiya anlamıştı. Kendini yalnız addettiği hayatın- da, kocasının kendisine, ara sıra tebesslim etmeye tenezzül ettiğini görliyordu. O zama onunla bera- ber olduğu halde, kendini her zamam kinden daha yalnız ve daha mü- teessir buluyordu. Bu hallerden geç kadın hiçbir suretle üzülmü- yordu. Bu yalnızlığı, 1ssız dağlar arasında — nihayetsiz yeşilliklere doğru ilerliyen bir kimsenin his- settiği tatlı bir korku gibi sev- meğe başladığını anlar gibi olu- yordu. Bazan kendi kendine: — Belki artık sevmiyorum, diyordu. Sevmek! yalnızlık hisset- memektir. Halbukl ben kendimi tamamile yalnız hissediyorum. Şu halde artık sevmiyorum. Sessiz olduğu kadar da sakin olan Sofiya, bu düşüncelerini ko- casına nasıl söyliyebilirdi?. Onun fazlasile mağrur olduğunu biliyor- du. Böyle bir adam sevilmediği- me nasıl inanırdı? Onun, kendisi- ne karşı olan fazla itimadına ba- zan acımakla bazan da gülmekle iktifa ediyordu. Çünkü bu yakın- larda kalbinin bir başkası için çarptığını — hissetmişti. Evet, bir başkası: her hangi bir. kadının kendine hâkim olmadığı bir an- da, ya bir sokak köşesinde, ya bir arkadaşının evinde, yahut ta kendi evinde karşılaşacağı bir adam... kederli gözlerle bakan es- rarengiz venazik şeyler fısıldıyan, iki tarafı kayalık bir geçide tuzak kuran ve o genç vücudün düşmek ihtimalini aklından bile geçirme- diğl o tuzağın etrafında ihtiyatlı adımlarla dolaşan bir adam... Işte, Sofiya, bu adamın tuza- ğgına düşmek Üzere idi. Fakat henlirz nefsile mücadele ediyordu. Kendi kendine : — Namusluyum, diyordu. Genç kadının bir emeli vardı: Ko- bir sene evveline kıyasla ise 67 | casının günden güne artan gururunu milyon Mark azalınıştır her ne şekilde olursa olsun ayak- | lar altına alarak çiğnemek İsti- yordu. Kendisinden fazlasile emin olan o adama: — *“ Kendinden fazla emin olmayı Ööğren, evvelinden tah- min edemiyeceğin birçok şeyler başına gelebilir. Artık seni sev- miyorum; — başkasını seviyorum tamamile onun olmak üzereyim.,, Evet, böyle söyliyecekti. O zaman kocası onun önünde ağlarsa diğeri için — olan aşkı kuvvetini kaybedecekti ve belki de tama- mile silinecekti. Zaten bütün bun- ları kocasına söylemek isteme- sindeki maksadı bunun için değil mi idi? Onu bir gün tamamile terketmeden evvel kendini sevme- diğine tam bir kanaat getirmek — istiyordu. * Bir gün sabah kahvaltısından biraz sonra, kocasının arkasından, evden çıktı. Kocasının o saatte her zaman yazıhanesine - gittiğini biliyordu. Onu orada yalnız bula- cak ve son düşüncelerini artık — söyliyecekti. Dalgın dalgın yürlü- dü. Yazıhaneye yaklaştığı zaman ayağa kalkan hademeye — haber wermemesini söyledi, ayaklarının ucuna — basarak kapıya doğru ilerledi ve gürültü yapmadan hafif açtı. Gördüğü manzara tüylerini ürpertti! Kocamı yazıhanenin bir köşesindekl — koltuğa — oturmuş.. Genç daktilo da kocasının dizleri Gzerine oturmuştu. Kapıyı — ka- pamadan — döndü ve hademenin refakatini beklemeden çıkıp gitti. Hiç mütecesir olmamıştı; bunun!ü beraber tarif edilmez bir mefret hissediyordu: Çünkü ona: Kendi kendini kocasının kucağında gör- müş gibi geliyordu. Bu düşünce- den kendini alamıyordu, Kendisl başka birisinin kucağında.... Ayni zamanda başka bir gülünç şey düşünerek kendi kendine utanı- yordu. Kâtibesini dizleri Ustüne oturtan bir adamın gururlanması ne demekti? Kendisinin başka birine olan aşkı ne idi? Kendisini başka birisinin kucağında? Zihni bu gibi karışık düşüncelerle meş- gül uzun uzun yürüdü! Nereye gittiğini — bilmiyordu. — Kocası için hiçbir kin duymuyordu. Onu hor görmemiye başlamıştı. Yalnız kadınlığının — #evkile biraz hiddetlendi; - aptal.. her şeyi mahvettin - diye mırıldandı. Sonra başka bir şey düşünerek: — Ona gittiğim zaman beni kucağına almaması İçin rica ede- ceğim, dedi. Biraz sonra bu di- şüncelerden vazgeçti. Hissettiği otatlı korkunun yavaş yavaş zell olduğunu gördü ve kendisini; 1ssız dağlar arasında nihayetsiz yeşik Hiklere doğru İlerleyen bir kimse gibi tekrar yalaız gördü. n O akşam, kocasının — mutadi olmıyan bir endişe İle kendisine baktığını zannetti. Meraktan ap- tallaşmış mütekabil nazarları ara sıra — karşılaşıyordu. Genç kadı" nın her zamanki gibi sabit duran bakışları o akşamki zaptedilme£ helecanını bir az sakinleştiriyordu. Kocacası birdenbire: — Sofiya - dedi - birşey mi söylemek istiyorsun? Genç kadıni gülümsedi. Bu defa tatlı bir sakinlik ve emniyetle: — Hayır - dedi - söyliyecek bir şeyim yok. g