Dünya Hddiseleri ! Hilkatin Bir Mucizesi Daha . Cenubt Amerikadan — gelen - gazeteler, Brezil- Bir LÇ.ocu: yanın Sao - Pavlo er Lisandal Slayeti halkından İYazı Yazıyo Belgar Pibero is- mindeki küçük bir çocugun fev- kalâde bazı hususiyetlerini mev- zubahs ediyorlar. Bu çocuk yedi yaşındadır. Hiçbir ecnebi lisam bilmediği halde, bazı zaman ka- lemi eline alıyor, gayet mükem- mel sürette İngilizce, Fransızca, velhasıl dünyanın birçok - lisan- larında — mektuplar ve yazılar yanıyormuş. Fakat bu yanıları arasıra üzerine garip ve fevkalâ- de bir hal geldiği zaman yaz- yormuş. ÖOnun bu fevkalâdeliğini gören ailesi küçük Belgarı evvelâ doktorlara — göstermişler, hiçbir hastalığı olmadığı anlaşılınca bir takım — papaslara, — okutmuşlar, papaslar da işin içinden çıka- mayınca bir takım ilim ve fen adamları — davet edilmiş — ve görülmüş ki — çocuk — fevkalâ- de istidatlı bir medyomdur. Onun bilmediği muhtelif lisanlar- da yazı yazması, bir. medyom gibi cezbeye tutulduğu zamanlar vukua gelmekte imiş, hâdise, şimdilik bu şekilde izah edilmiş- tir. İspiritizme mütehassısları bu bârikayı görmek için akım akın Brezilya'ya gitmektedirler. » çe Hindiıhnuı Trivandrum şeh- ri hayvanat bahçesine T eçen ün bir Ğİ 'ıçıtli î[ış-ıfıudııı Bir — Yılan | muazzam bir yılan getirilmiştir. Fakat bu yılan muh- telif yerlerinden yaral idi. Bir- kaç gün sonra yaraları iyileşme- diğinden öldü. Bu yılan Ruvayal Kobra denilen ve çok nadir bu- lunan cinsten olduğu için Hintli- nin bu hayvanı nasıl ve nereden tedarik ettiği merak olunmuş, Hintli de hâdiseyi şöyle anlat- mıştır: — “ Odun kesmek üzere or- | mana giderken ağaçların arasın- da ayağım bir ağaç kütüğüne ta- kildı, hızla gittiğim için sendele- dim ve kapaklandım, tekrar doğ- rulduğum zamann ayağıma takı- lan ağacın şeklini görmek için döndüm. Bir de ne bakayım: Bu, müthiş - bir yılandı ve bana hücum ediyordu. Kaçmıya çalışmak, şuraya, buraya iltica etmek — mevzubahs — olamazdı, çünkü hayvan dehşetli bir şeydi, esasen — üzerime, - gelmişti bile, ben de onun gırtlağına sarıldım. O, beni boğumları arasına aldı, ben de gırtlağını sıktım. Müca- delemiz uzun zaman devam etti, sırası geldi: — kemikleri- mir kırıldığını zannettim. Zaman oldu: yılamı öldürdüm diye bir parça ellerimi gevşettim, müthiş bir vaziyete düştüm. Nihayet epi zaman sonra hayvan yarı baygın bir hale geldi, ben de onu bağ- ladım ve buraya getirdim, ,, Yılan mücadele esnasında vü- cudünü muhtelif yerlere çarptığı için yaralanmıştır, boyu 13 kadem yani takriben 4 metre 29 — santi- metre, genişliği de 8 pus takriben 24 santimetre idi. Bu yılan bir ısırışta — bir fili öldürebilecek kabiliyettedir | mahlüklar ”a SON POSTA Hastane Koğuşlarında... Hastalar Ve Ziyaretçiler Neler Konuşurlar ? — Geceleri 'Ur)rmyamıyorı'ır—n—_ Abla!. Gözlerim Kararıyor, Beyaz Duvarlar Âdeta, Kefen Gibi Üstüme Kapanıyor!.. Hasekinin demir kapısı yavaş yavaş doluyor.. karşı söğüt göl- geliklerinde, —duvar — diplerinde bekleşenler, ağır ve yorgun ha- reketlerle, tıpkı bir şark uyanışı gibi oynaşıyor ve kapı önüne birikiyorlar.. Eli çıkınlı, mendilli, kese kâ- ğgıtlı ve bohçalı kalabalık ikide birde dalgalandıkça, kapıcı var kuvvetini -demir ve- riyor ve bangır bangır bağrı- yordu: — Durun be?.. Amma aceleci insansınız be?.. Beş dakika ev- vel, beş dakika sonra — girmişsi- niz, ne olur?.. Ne mi olur?. ya, bu kalabalık bir merasimâ ve- ya bir çay ziya- fetine giden in- sanlar — değiller- dir. Bunlar, içi- nin acısına melb- hem, kalbinin sı- zısına deva bül- mak için sevdik- lerinin hasta yüz- lerini görmiye koşanlardır.. has- talar, dünya yüzünde terkedilmiş gibidirler.. ilâç koku- ları, taş dehlizlerde öten nalça gürültüleri ve arasıra kopan acı çığlıklar, her hasta için dünya ile öteki dünya arasında bir mesafenin aşnalıklardır. Gitmek veya| geriye dönmek bu gürültülerin kesilişi, bu koku- ların sinişi ile kabildir. Geriden gelecek sevgili bir yüz, her has- tayı geriye çeken bir kuvvettir. Hasta ne kadar sevdiklerini çok görürse, ölüme okadar rahat, şifaya okadar sıkıntısız gider.. Kalabalık —arasında ihtiyar bir adam başını salladı;: — Yarebbi, bu ne garip cil- vedir!. Eğer cennet kapılarında da böyle sıkı bir cephe varsa, ben cehenneme girmiye razıyım!. Yeter ki, sorup, soruşturan ol- masın!.. Vakit gelince, demir kapı esneye esneye açıldı.. Ve eli men- dilli, çıkınlı kalabalık, hastaha- nenin loş ve eter kokulu dehliz- lerine daldılar.. Gittikçe uzayan, her koldan birer yol açılan deh- lizlerden tok ve keskin ayak gü- rültüleri başlamıştı.. Arasıra ko- ridoru hızla geçen dört tekerlekli hasta sedyeleri, ince ve paslı gi- cırtıları ile uzayıp gidiyor, ilâç kolk-ları, sağlı sollü - köşecikler- den birer buhar halinde tütü- yordu.. Bir aralık tâ karşı dehlizden, acı, keskin, tüyler ürpertici bir çığlık koptu: — Allilaaaalihhh!.. Koğuşlar yavaş yavaş doluyor. Hastaların gözleri kapıda.. Sarı benizlerinde sevincin ve sabırsız- lhğın en dizginsiz. çizgileri titre- şiyor.. Ve gelenlerle bekleyenler bir anda sessiz, ani, durgun ve nefessiz bir sarılışla öpüşüyorlar. — Bak bugün daha iyisin Aysell.. — Zannetmiyorum anne!.. | Hatta bu kalbi ben hâlâ feth Gece hiç uyumadım.. Bilsen | Faikı ne kadar düşünüyorum. | — Deli misin sen? Düşünecek | bir © mu kaldı?. — Kefaletle bırakmıyorlar mı | anne ?. — Bırakacaklarmış... Baban dün Ahmet Beylere gitti: “Merak etmesinler, ben bir çaresini bulur çıkarırım !,, diyor.. — Kim? görünmüşlerdi.. Şimdi hepsi bir... Uysal, sakin, masum, kanaatkâr ve sabırlı mahlüklar.. — Geceleyin — uyuyamıyorum abla!.. Şu koğuşlar birdenbire gözlerimde dumanlanıyor.. Sanki lambalar — sönüveriyor, duvarlar kefen bezleri gibi üstüme kapa- nıyor |.. * — Meliha, sun!.. — Yine çocukluk - ediyor- mızmızlığın — tuttu yavrum.. Ben sana kaçtır tenbih & Haseki hastanesinin hariçlen görünüşü — Ah, anne.. Bu adam çok fena adam.. Hâlâ, nasıl diyeyim.. Hâlâ onu seviyorum.. Bu kadar fenalığı gördüğüm halde hâlâ seviyorum.. * Şu köşedeki sarı saçlı genç kızı görüyor musunuz?. — Sırtıni arkaya vermiş ve hiç kıpırda- mıyor.. Karyolasının ucuna - ilişen süzgün yüzlü, nahif bir genç, onu yavaş yavaş, uyutur gibi teskin ediyor, ellerini avuçları içine ala- rak, sakin ve uysal bir sesle mırıldanıyordu: — İnsanlar birer kumarbaz- dırlar yavram. Herkes talii için hergün birer fiş çeker.. Vebahtın karalığı, — beyazlığı gözümüzde derhal sırıtır.. — Yine felsefe değil mi?. — Felsefe değil.. Sen de ben de oldukça, — okumuş, - görmüş insanlarız,. Bu fişlerin beyazlığımı yine biz elde edebiliriz.. Bilirim, senin kuvvetli bir kalbin var.. edemedim.. Genç kız, tatlı bir gülüşle güldü ve avuçlarına hapsolduğu genç adamın elini kuvvetle sıktı.. * — Muzaffer, kızım, uyansana. Bak ben geldim'evlâdım, Muzaffer. Hastabakıcılardan biri beyaz yaş- maklı kadını kolundan çekti: — Valde hanım, müsaade edin, ilâcı var... Şöyle bir kenara oturun da yarım saat sonra biz. uyandırırız. — Peki kızım.. Peki evlâdım.. Ben ötururum, beklerim, isterse- niz de. giderim.. Tek kızıma bir şey olmasın !.. Hastaneler ve koğuşları, in- sanları çene — gürültülerinden, boşluktan, mantıksızhktan ne de güzel kurtarıyor ! Bu hastane ka- dınları ve bu ziyaretçi insanlar, dişarıda iken bana aynı birer tip ettim, içli içli dü- şünme !.. Şurada ne kaldı ki?.. İyi olur olmaz seninle Erdeğe gideriz.. Hava da değiştirirsin.. — Nezahetne yapıyor — abla?. — Görme, öy- le yumuk yumuk oldu ki.. dün o bücürlüğile bah- çedeki —asmaya tırmanmıya kal- kışmasın — mi?.. Vallahi güç ayır- dık.. bir hayli de ağladı.. —Eniştem ba- na kitap geti- recekti ablal. Kuzum unutmasın, burada dört duvar arasından pek canım sıkılıyor.. * Â Dört köşe koğuşun ta karşı yataklarından birinde, birdenbire keskin bir çığlık koptu: — Ayyyl.. Herkes dikilmişti.. hemşireler derhal koştular.. hastanın sancısı tutmuştu..Yatağa yatırıldı.. zavallı kadın uzun ve lepiska saçlı başını geriye vererek gözlerini kapadı, burun — deliklerini kanatlandıra kanatlandıra — hafif inceo ve fasılah iniltilerle inledi.. Hastalardan — biri yanındaki beyaz 'saçlı, şişman kadına an- latıyordu: — Bir bıçak yarası yemiş.. galiba bıçağın ucu da kemikte kalmış.. böyle — birdenbire acı acı inliyor.. gündüzleri ne ise.. geceleri doğrusu bütün hastaları korkutuyor.. geçen akşam da deli gibi. yataktan sıçıradım, az kaldı düşüyordum.. Saz benizli bir kadın, yastığı üzerindeki kese kâğıdına bakar- ken güldü: — Zahmet ettiniz teyzeciğim. Niçin bu kadar yoruluyorsunuz?. Vallahi size karşı çok mahcubum, — Evlâdım, bu dünya hep “sen ben,, dünyası bugün değilse yarın.. Elbette yine karşı karşıya geliriz.. Bak dâri dünyada yapa- yalnızsın.. Uzak yakın bir akra- ban yok... Kocan da Zonguldak- ta.. Ben senin anneni bilirim. Nur içinde yatsın, onun ne iyi- liklerini gördüüüüm, ne iyiliklerini, — Çocuklar ne — yapıyorlar teyzeciğim?.. Sizi sıkmıyor, üz- müyorlar ya?.. — Görsen, küçüğü bir şeker oldu, bir tatlı oldu.. Efendi am- casının dizinden inmiyor.. “Aba- | mualar bu bahçe Kari Mektupları Beypazarı Okuma Odasının Gazeteleri Beypazarında bu sene Bele- diye bir park yaptırdı. Fakat sonra bu parkı bir gazino haline koydu ve burayı bir zata kiraya verdi, güzel.. Fakat acayip tarafı şu ki- “Halk Okuma Odası,, na- mıma gelen gazeteleri okumak istiyenler burada mutlaka kahve içmek — mecburiyetinde kalıyor. Halbuki gazeteleri okumak için kahve içmek mecburiyeti nerden çıkıyor? Okuma Odası varken orayı kilitleyip te gazeteleri ki- raya verilmiş bir bahçeye koy- mak doğru mudur? İkinci mesele *"Halk Okuma Odası,, na gelen gazete ve mec- açılalıdanberi tamamen zayi oluyor. Bir gün evvel gelen gazeteyi ertesi gün okumak mümkün değildir. Beypazarı: K. Z. Uzunköprüde Su Yok Kasabamızın bir türlü temin edilemiyen dertlerinden birisi de susuzluktur. Membiandan — meb- zülen çıkan su ince borularla | şehre getirilmiş olmasından dolayı ihtiyaca tekabül etmemekltedir. Her zaman ve hattâ gecenin her saatinde halkın çeşme başlarında teneke kavgaları yaptıkları gö- rülür. Aksi takdirde bu feci vaziyeti hergün gözlerile gören ve evlerinin karşısındaki çeşme- lerde sabaha kadar eksilmeyen teneke kavgalarından uyumalarına imkân olmıyan muhterem Bele- diye azalarının her halde bu acıklı hale bir nihayet verecek- lerini ümit etmekteyiz. Uzunküprü :M bir ça A —— ba, ababal,, diye sakallarını yoluşu var, bayılıyoruz. * — Ha, az kaldı unutuyor- dum Semiha.. Ağabeyinden mek- tup var... Karısile ayrılmışlar.. — Ayrılmışlar mı?.. Deme anne?. Ne çabuk?. — Belliydi.. İlk kocada lehim tutturamıyan, üçüncü kocaya bağ- lanır mı? — Ne diyor, ağabeyim ne diyor?. Mektup yanında mı? — Yanımda... Al oku... Sende kalsın... Salıya gelirsem sen de bir mektüup yazmış olursun, beraber göndeririz. — Olur anne... Koğuşta sakin ve ilâçh bir ko- nuşma havası geçiyor. Arasıra ço cuk bağırtıları, ve hemşire çığlık- ları olmasa, burada yalnız, mum- yalaşmış, hareketsiz insan vücut- leri var zanedersiniz.. Bilmem ki. bu koku, bu hava, bu beyaz du- varlar, ziyaretçileri de hastalan- dırıyor mü?. Ben şimdiden içimde hafif bir baygınlık düyuüyorum.. Ve başım gittikçe ağnlaşıyor... Her- koğuş dertleşen insan başlarile dolu... Burun buruna vermiş insan siluetleri, hastahane koğuşlarında, birer canlı mumya- dırlar, taş dehlizler bir uçtan öteki uca kadar Firavunun uzun ve souk lâhitlerini adıran kapı- cıklarla dolu... Ne koku, ne ha- va, ne beyazlık!. Birdenbire karşı kapıdın sed- ye içinde bir hasta kadın çıkar- dılar. Yüzü sapsarı vücudu kaska- tı idi: Ameliyat — ması sından — yeni kalkmış... * * *