27 Ağustos 1933 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 10

27 Ağustos 1933 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 10
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Z $ dakine baktı. Yağız bir çehre ile karşılaştı. O zaman, kalbinden taşan derin bir kin ve nefretle: . —Yolumu kesme Kara Cehen- nem.. vallahi bu sefer seni ya- — karım... Diye bağırdı. Karşısına dikilen Kara Cehen- nem, çatık kaşlarını daha keskin çattı. Yeni bir hücuma hazırlan- dı, Lâkin delikanlı, daha çevik davrandı. Kılıcını; onun kılıcına — müvazi bir istikamete uzatarak Onu şaşırttıktan sonra, kılıcının O tersile Dileğine şiddetle çarptı. — Kara Cehennemin elindeki kılıcı — uzaklara fırlattı. Kara Cehennem, bileğinin 1s- tırabından — kıvranırken, — o, yine ileri abldı. Kapımın önüne geldi. Kılıcının ucu ile kapının üzerine gerilen zinciri kaldırdı. Vücudunu biraz eğdi. Kapıdan geçti. e .Odabaşı, sesinin bütün kuv- — wyetile boğuk boğuk haykırıyordu: k — Kaçıyor.. gidiyor.. peşini bırakmayın.. - sizi im aslan topçular.. Haydi cesur cebeciler.. yarın şu baldırı çıplakları... Yatağanlar ve kılınçlar çınlı- yor.. Gâhü eninler — yükseliyor.. biribirlerile çarpışan ve boğazla- şan iki insan dalgası, bazan iler- liyor.. bazan geriliyor... Yavaş — yavaş, kapıya doğru sürükleni- — yordu. Kılıç — darbelerinin iztırabile, bir iki dakika kendini kaybeden Kara Cehennem, kendine gelir gelmez, etrafına süratle göz gez- dirdi. Hasmını göremedi. Onun — kapıdan geçtiğini tahmin ederek kip etmek istedi. Fakat kapıya — gelir gelmez, (kürt bayraktar ) önüne gerildi. Elindeki enli pa- layı, siper tutarak dik sesle Kara — Cehenneme enmretti; — Geri... * Cami avlusu; tenha idi... Mü- bareze meydanından canını kur- Otarabilen birkaç kişi, Kabasakal — ve Akbıyık semtlerine — doğru koşarak kaçıyorlardı... Delikanlı; kapıdan avlıya girer girmez evvelâ tereddüt etti. Sa- — ğa ve sola baktı. Birdenbire hangi istikamete gideceğini tah- min edememişti... Fakat, arkadan, nefes nefese gelen bir «& onu ikaz etti. — İleri, Doğan.. ileri... Doğan; bu sesi tanıdı. Dudak- — larının üstünde hafif bir tebes- süm uyandı. İbrahim Paşa kona- gının kenarındaki duvarı - takip — ederek başını çevirdi: — Senmisin Babadağlı... Yol- — daşları niçin bıraktın?... — Onlar uğraşadursunlar.. ben seninle geleceğim... Babadağlı, adımlarını sıklaş- tırdı. Doğana yetişti. Sağ elinde uzun bir İzmir yatağanı vardı. K İkisi 'de, (Sultanahmet camisi) nin sağ cephesini takip ediyor; © (kıble) kapısına doğru ilerliyor- lardı. Muslukların önüne gelince, — Doğan dürdu; tekrar arkasına — baktı. Avluda kimse yoktu. Mey- dandaki mücadelenin bütün şid- Kara Cehennem Her Hakkı: Mahfuzdur Tefrika No. 4 — Şükür Allahım Yaşıyor | — Doğan, Avucuna Su Dolduruyor; Karının —| * Yüzüne Serpiyordu Kendini çabuk topladı. Karşısın- detile devam ettiği işitiliyor.. — Babadağlı!.. Sen biraz bu- rada dun Etrafı iyice kolla... Dedikten sonra Doğan, mus- luklara dogru yürüdü. Caminin beyaz mermer revakları altında l bir uğultu gibi geliyordu. |Beni ;Avdet Etti: Mısıra biribirine karışan nâralar uzaktan Almanyadan dönen doktor Levi tabolâmmü'çiriliyor.; Mekteplilerin sıra ile dizili olan musluklardan Sualıerine birinin önünde durdu. Kılıcını duvara dayadı. Sağ ayağını mus- Cevaplarlm luğun önündeki yüksek basamak taşına bastı. Omuzundaki kadını yavaş yavaş indirdi. Sol kolunun üstüne aldı. Gözleri, şefkat ve muhabbetle titriyerek onun yü- züne baktı. Fakat bu yüzde, ölümün solgun rengine benzeyen bir gölge vardı... Sağ elini kal- binin üstüne dayadı. Fakat ora- da da bir hayat eseri olup olmadığını anlayamadı. O zaman kadımı sağ kolunun üzerine aldı. Sol elile kılıcım or- tasından kavradı. Onun kollarını bağlayan ipleri kesti. Sım sıkı bağlanan bu ipler, kadının beyaz ve dolgun bileklerinde, mor leke-, ler husule getirmişti... Onu bir az daha ileri uzattı musluğu açtı. Kadının başını, musluğun altına dayadı, alnımı ve şakaklarını bol sularla yıkadı. Soğuk elile onun kalbini tekrar yokladı. O zaman, yüzünde sevinçli bir tebessüm parladı. — Şükür allahım.. yaşıyor. Diye bağırdı. Elindeki palayı - sabırsızlıkla hafif hafif sallayan Babadağlı: — Uzun etme, Doğan.. hadi artık gidelim. Diye homurdandı. Fakat Do- ğan, hiç aldırmadı... Şimdi o, avucunu su ile dolduruyor, ka- dının yüzüne çarpıyordu. Birdenbire kadının kirpikleri titredi. Çıplak göğsü, derin bir inilti ile kalkbı ve indi. Doğan, gittikçe artan bir se- vinçle, mütemadiyen Avucuna su dolduruyor ve yüzüne çarpmakta devam #«ediyordu. Kadının titre- yen kirpikleri.. yavaş yavaş açıldı. Bu kirpiklerin arasından, siyah bir nur parladı. O zaman, Doğan meserretten titreyen bir sesle mırıldandı: — (Fato)m.. canım.. hayatım... Doğanın bu sözleri, sanki ( Fato )ya can vermişti. Gözleri biraz daha açıldı. Birşey söylemek istedi. Fakat, çenesi kilitlenmişti.. Hiç lıvız söyliyemedi. Babadağlı, artık sabredemedi, Başını geri çevirerek: — Sniın! Haydi.. *Fazla du- racak zaman değil... Doğan, Fatonun parça parça olan elbiselerinin yırtıklarını çe- kerek —onun - çıplak !ğığılnll ve omuzlarını kapadı. Tekrar omuzladı. Kılıcı aldı. Ümidin ve meserretin verdiği büyük bir kud- retle ileri atıldı. Kıble kapısından çıktılar. Kü- çük yokuşu İndiler. Büyük ve karanlık kemerin altından geçer- lerken Doğan sordu: Baba- Nereye gideceğiz dağlı?.. — Şimdilik, Nakilci Mustafa- .nın evine... ( Arkası var ) İzmirde Karşıyakada Tahsin Beye: Tahsil etmek için mutlaka şu- nun bunun delâletile hareket et- mek lâzım değildir. Mademi ki ilkmektep şahadetnameniz vardır. Liselere Jeyli meccani talebe alınacaktır. İmtihanlar — eylülün ilk haftasında yapılacaktır. İzmir lisesine müracaat ediniz. ve leyli meccanilik müsabaka imtihanına giriniz. Muvaffak olursanız mec- canen tahsil edersiniz. * Nazilüde Riza Nur Beye: 1 — Bu kursun şeraitini he- nüz bilmiyorum. Bugünlerde ga- zetelerle ilân edilimesi muhte- meldir. Mektupla Gazi terbiye enstitüsünden sorarsanız iyi olur. 2 — Orman fen memurluğu mektebi Sarıyerdedir. Bu mek- tebe girmek için lise mezunu olmak lâzımdır. Mezunlar imti- hansız mektebe leyli meccani alınırler. Talipler fazla olursa müsabaka imtihanı açılır. Mek- tepten mezun olanlar orman fen memuru olurlar, bilâhare terfi ederek müfettiş olurlar. * Herkes Müsabaka İmtihanına Girebilir Bolu vilâyetinin Gerede kazasın- dan Örtamektepten Mehmet Daver B.er Leyli meccanilik müsabaka imtihanına girmek için mutlaka İstanbula gelmek ve burada imti- han olmak zarureti yoktur. Her- kes bulunduğu yerdeki Liseye, Lise — bulunmazsa Ortametebe, Maarif Müdürlüğüne, Maarif Me- murluğuna müracaat etmelidir. Eakişehir'de Nuri oğlu Kamal B.c: Mademki yaşınızı tashih etmiş- siniz. Mektebe şimdilik namzet olarak kaydedilirsiniz. Birkaç gün sonra da nüfus tezkerenizi verir- siniz. * Yozgat L. Rıfat B.c: Lisenin ikinci devre - sınıfları- nın imtihanlarını vermeniz lâzım- dır. 9,10 nun imtihanlarını verir- seniz son sınıfa girebilirsiniz. * Ankara'da M. Sabri Beye: Konservatuvarda haftada mu- ayyen saatlerde dere vardır. Saz dersi ve nazari ders verilir. Ay- rıca musiki ilmine ait dersler de vardır. Devam mecburidir. risat muhtelittir. Neharidir. Ayda 150 kuruş ücret alınır. Tedrisat teşrinievvlde başlar. Kayıt kabul için ilkmektep mezunu olmak lâzımdır. Şan kısmı 6 senedir. Mektepçi Ted- | HiastiraialeRAki Yazan: Nacli Sadullah EvSahibesinin Tecessüsü! Yemekten sonra rahat kol- tuklara — yayılmış — sigaralarımızı tüttürmüş, kahvelerimizi höpürde- terek çene çalıyorduk. Bir aralık aklıma geldi: — Ha, dedim, Adada, Hatice Nail Hammefendiden bir mektup aldım, karımı ve beni öon beş gün için köşküne davet ediyor, gide- yim mi diye düşünüyordum. Dostumun Hatice Nail Hanım efendiyi benden — ve karımdan >daha eskiden ve daha yakından tanıdığını biliyordum. Bizimle az zamanda samimileşiveren bu ka- dinin tabiati hakkında henüz kat'i bir fikir — edinememiştim. Bahsı bu suretle açarak dostumu biraz söyletmek, biraz anlamak istiyordum. Necdet Kenan biraz düşündü, dudaklarında çok gülünç bir hâ- diseyi hatırlamış insanların tebes- sümü büküldü: — Git, dedi, hoş sohbet ve çok mükrim, şen, şuh bir kadın- dır, hatta, ben aramızın - açıldı- ğına çok müteessirim. — Aranızmı açıldı? — A, haberin yok mu? Tam iki buçuk senedir yüz yüze gel- miyoruz. Hem bu hikâye meşhur- dur da. Eğer bilmiyorsan anlata- yım. Hatta öyle bir vak'adır ki, öğrenmen işine yarayabilir. * Dostum biten taze- ledi, kahvesinden bir yudum, si- garasından uzun birkaç nefes çekti ve anlatmıya başladı: — Efendim, üÜç yaz evvel, Hatice Hail Hanımdan şimdi sana gelen mektubun eşini aldım. Beni ve karımı on beş gün için köş- küne davet ediyordu. Vaktim müsaitti. Zaten sessiz bir muhitte biraz dinlenmiye, biraz kendimi dinlemiye ihtiyacım vardı. Daveti kabul ettim. Ve karımla beraber kalktık gittik. Bizi çok büyük bir sevinçle karşıladı, sonsuz bir ikram ve itibar gösterdi. Köşkünün kendi odasına bitişik olan en geniş, en açık, en aydınlık odasında bize tertemiz yataklar hazırladı. Tenbihli hizmetçiler — etrafı- mızda pervane gibi dolaşıyorlar, âdeta hizmet etmiye doymuyor- lardı. ç Evin denize bakan geniş ve ıınuışıkfulı bezenmiş balkonun- da her akşam buzlu içkiler, mü- tenevvi mezelerle mükemmel bir sofra kuruluyordu. İçiyor, konu- şuyor, gülüşüyor, iyorduk. Köşkte yangeldiğimizin haftasında bir akşam karımla odamıza çık- mıştık. Ben soyunuyordum. O, düşürdüğü yüzüğünü arıyor. kar- yolanın, kanapelerin altlarına ba- kıyordu. Bir aralık: — A, Necdet, dedi, bak bu- rada ne var! Didarın gösterdiği yerde bir delik ve delikte ufacık bir tele- fon mikrofonu vardı. Anladık ki çok mütecessis olan ev sahibesi, bu vasıtayla misafirlerinin bütün konuştukla- rını dinliyordu. Tecessüsün bu derecesini hay- retle karşıladık. Bu bir parça da ayıptı. Düşündük ve ona bir oyunla mukabeleye karar verdik. Kararımızı da yerine getirdik. Her akşam, ufacık mikrofon önünde oturuyor, ev sahibesinin meziyetlerini (!), güzelliğini (!) , gençliğini methede methede bi- tiremiyorduk, Bu hareket tesirini gösterdi. Artık ev sahibesi bize daha mük- rim, daha mültefit, daha samimi davranıyor, içki sofrasını daha mükellef hazırlatıyor, — kahvaltı tepsisini daha mütenevvi katık- larla doldurtuyor, — hizmetçileri hizmetimize daha itina ile koşmı- ya seferber ediyordu. Sonra bana karşı bakışları ve muamelesi de çok, amma çok de- ğişmişti. O kadarki, nihayet bir gün, hissiyatını hallerile göster- miye kanamadı, beni tenha bir köşede yakaladı.. Ve ilânı aşketti. Aramızda başlıyan muaşakayı karım, bir fena tesadüf netice- sinde bir hafta sonra sezdi. Fa- kat sezdiğini sezdirmedi. O günden sonra ben, müna- sebatımda daha çok ihtiyatlı dav- ranmıya başladım. Fakat bu ihtiyat, Üç gün son- ra, aramızdaki dargınlığın tohu- munu atan hâdisenin vukuuna mani olamadı. Bir akşam ben yemeğe ka- rımdan ve Hatiçe Hanımdan ev- vel inmiştim. Hazırlanmış sofra- nın yanı başında bir koltuğa yas- lanmış, * gazeteleri karıştırarak bekliyordum. “Birden karımın yüksek perde- den çıkan sesini duydum. Kiminle koıııışıyordıi ne , neler söylüyordu, İyice , tah- et Bi z B lrielker ea el rimden fırladım ve merdivenleri dörder dörder atlayarak odaya koştum. Kapıyı açtığın zaman içerde karımdan başka kimse yoktu. Evet, kendi kandine; fakat, ufak mikrofonun önünde, karşı- sında ben varmışım gibi konu- şayordu. Hem neler söylemiyor- du yarabbim. Evet, Hatice Ha- nımin tutulür tarafını birakmiyor, onun duyduğunu, dinlediğini bik memerlikten gelerek, kadmcağı- zın bir tarafına indirecek kadar ağır ithamlar saçıyordu. Tabii icap eden hareketi der- hal yaptım, onu susturdum. Fakat olan olmuş, kırlan kırılmıştı. Bu öyle müthiş bir intikamdı ki, tesirleri meydana çıkmakta ge- cikmiyecekti. Nitekim Hatiçe Hanım gece yemekte bize buz gibi bir surat takındı, yarım a; ve zoraki bazı sözler — söyl sonra, ertesi gün başka davetlilerinin ğ ) T.':,’ğ..îî.î*'a_ğm Teti ze' — Zaten biz de yarın hareketi düşünüyorduk! demekten başka söz kalmamıştı. Ve Hatice H. bunu bilâitiraz kabul etti. Dostum hikâyesini bitirmişti: — İşte böyle dostum dedi, git fakat odauda mikrofon bulundu- ğunu hesap ederek görüş, veka- rının yüzüğü — filân kaybolursa, görmesi ihtimaline mani olmak için aramak zahmetini , kendin ihtiyar etl Tn AT ee HİKÂYE Ba Sütun dîâHergün

Bu sayıdan diğer sayfalar: