14 Mayıs 1932 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 8

14 Mayıs 1932 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 8
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

BİZi i SON POSTA iDARE EDENLER.. Fuat Paşa İsticvaba Gelenleri Kovdu Zatı Akdesi Hazreti Şehrıyarı Aleyhinde Suiniyet Besliyen Fesat Cemiyeti Hakkında Malümat Soruyorlardı Muharriri * I Her Hakkı Mahfuzdur H ŞB (Müşür Fuat Paşa Caddeikebirden yaya olarak geçiyor. Kendisini arabası takip ediyordu. Bu esaa- da Serhafiye Ahmet Celâlettin Paşa karşıdon geliyordu. Fuat Paşayı tevkif edeceğini söyledi we Paşayı alarak saraya götürdü. Fuat Paşa sarayda bir alınmıştı, çok kızgın ve sinirliydi. « Yalnız kalmıştı. Ayakla dolaşı: yor ve mütemadiyen sigara içi- yordu. Sigarası bitmişti, fakat etrafında kimse yoktu. Nihayet slgara aldırabilmek için bir hade- me bulabilmişti... ) Artık, akşam olmuş - ortalık kararmıya başlamıştı. Hademenin getirdiği sigara — paketinin de yarısı boşalmıştı. Halbuki bir şey sormak ve buradaki mevkufiye- | tin sebebini paşaya anlatmak için ne gelen ve ne de giden vardı. Zaman geçtikçe liyordu. Büyük bir ihtiraz ile kapı açıldı. İçeri korka korka bir ba- deme girdi. Evvelâ havagazlarını sonra da ortadaki altın yaldızlı | | küt içinde geçti. masanın Üstünde —duran on iki kollu gümüş şamdanın mumlarını yakarak sessizce geri çekildi. Yine, ses sada kesildi... Ba- zan aşada, kumların — üstünde sür'atli — adımlarla gidip gelen Mabeyin adamlarının ayak ses- leri işitihyor, bazan da uzaktan Orhaniye kışlası tarafından boru sesleri geliyor, Paşanım asabı da gerildikçe geriliyordu. Yavaş yavaş kapı açıldı. İki hademe, ellerindeki yemek tab- lasını getirerek bir kenara bırak- tı. Hademenin biri, — masanın üstüne yemek hazırlıyacaktı. Fa- kat Paşa, birdenbire ileri atıldı. Yemek tablasma öfke He bir tekme attı. B — Defolun şuradan... Diye bağırdı... Hademeler, tit- riye titriye tablayı aldılar. Sür- atle kapıdan çıktılar. Tekrar ka- pıyı kapadılar. x* Yatsı ezanı okunürken kapı açıldı. Sarıklı bir baş, ihtirazla odaya uzandı. Gülümsiyerek' pa- şamın yözüne baktı. Paşanm ga- zup çehresi, bu muhteriz nazar- larla karşılaştı. — Müsaade Efendim... Fuat Paşa, derhal - vaziyeti kavradı. Bu — ziyarette, — şüp- hesiz bir maksat vardı. Derhal kondini — toparladı. — Tasarladığı ğr_"ı:lüıııı tatbikine hazırlandı. Elle- rimi pantalonunun ceplerine sok- tu. Kapının karşısında durdu. Kapı, bütün bütün açıldı. İçeri, o sarıklı zat girdi. Redin- gotları tamamen ilikli sivil iki O zat ti, o sarıklıyı. takip — etti. Üçü yınııdı durdu- 'uat Paşayı selâm- buyurursanız Har İlerek odaya | paşanın | asabı bozuluyor, arlık iradesine | hâkim olamıyacak bir hale ge- | rautdız sarayının eskiden çekilmiş bir resmi olduğu yerde duruyor, ftanımadığı | bu adamlara dikkatle bakıyardu. Sarıklı takdim etti. — Dâiniz.. Mahkemei Temyiz reisi Hilmi Efendi... Ve sonra, yanındakileri tererek: — Beyfendi, Mahkemi Temyiz Başmüddeiumumisi,, — Beyefendi de, Mahkemei Temyiz âzasından.. Fuat Paşa, hiç tavrını boz- madı. Üçünü de sadece başile selâmladı ve sonra: — Ne istiyorsunuz ? Diye sordu. Birkaç saniye, zat, evvelâ kendini gös- derin bir sü- Hilmi Efendi, başını bir tarafa iyip 'parmakla- rının uüciyle ağzını kapıyarak ha- fifçe öksürdü. Ve sonra titrek bir sesle: — (Zatı akdesi hazreti şeh- riyari ) aleyhinde ( Suiniyet ) besliyen bir (Cemiyeti Fesadiye) teşekkül etmiş, Acaba bu bapta zatıdevletlerinin her ne - suretle olursa olsun bir malümatları var mıdır. Bu - ciheti sormiya me- muruz. Diyebildi. Fuat Paşa, bu sözlerden ha- fif bir ürperme geçirmekle bera- ber hiç metanetini bozmadı. Sert bir. asker tavai aldı. Başımı arkaya doğru gerdi: — Benden bir şey sorulmak icap ediyorsa, (Şevketmeap) Efendimiz beni huzurlarına celbederler.. Biz- zat benden sual ederler. Kendi- lerinden başka, hiç kimseye, ne hesap ve ne de cevap vermiye mecbur - değilim. Dedi ve derhal arkasını çevi- rerek pencereye doğru yörüdü. Hilmi Efendi arkadaşlarının yözüne baktı. Bu sert ve kat'i cevap karşısında bepsinin de ren- gi sararmıştı. Biribirlerine bakışa- rak omuzlarını kaldırdılar, boyun- larını büktüler. — Ne yapalım.. Biz vazifemi- zi yaptık. Haydi, artık gidelim. Demek istediler. Ve sessizce çekildiler. Fuat Paşa, yalnız kaldı. Fa- kat şimdi, içinde gizli bir sevinç vardı. Artık, öğreneceğini öğ- renmiş, müdafaa için düşündüğü plâna —kuvvet verecek sözleri hazırlamıya başlamıştı. Yirmi da- kika sonra tekrar kapı açıldı. Deminki heyet, -yine karşısında — Şevketlâ Efendimiz, zati müşrüanelerini, selâmı şahanelerile taltif buyarurlar. Bizim soraca- ğımız bir iki suale lütfen cevap veriniz. İsticvabı müteakıp huzuru şahaneye kabul buyurulacaksınız efendim. Dedi. Paşa, bir adım ileriledi. Sert bir sesle : — Siz zannederim ki benim ahlâk ve tabiatimi bilmiyorsunuz. Ben, sözü bir kere söylerim. Size demin söyledim ki, ben ancak, bizzat Zati şahaneye cevap veri- rim. Beni, efendimden baska, kimse isticvap edemez. Anladınız mı ?.. Haydi bakalım. Diye cevap verdi ve kapıyı gösterdi. Bu vaziyet, koca Adliye heyeti- ne karşı ağır bir. muamele idi. Bu muameleyi hazmedemiyen baş- müddeiumuami!, birkaç söz söyle- mek ve |Fuat Paşaya mukabele etmek istedi. Lâkin Fuat Paşa arkasını derhal heyete çevirdi. Ayni zamanda, Reis Hilmi Efen- di de Paşa ile münakaşaya giriş- mekten içtinap etti. Başmüddei- umuminin yavaşça kolundan çekti elile ler. Birer birer odayı terkettiler, ( Arkası var ) 14 Ilıyıs Cumartesi İstanbul — (1200 metre) 18 grano- fon, 19,5 Darüttalim heyeti, 20,5 grar mofon, 91 Darüttalim beyeti, 22 or- kestra . Bükreş — (304 metre) SÜ,40 gramo- ton, 2415 pivang konseri, 2140 aske- vi bande Belgrat — 129 metrei 20,50 gramo- 21 halk şarkıları, 2220 eramofon 23,10 Fasst operasından parçalar, Ronma — (44t1 metre )21 gramofon, 21,45 Bizemia İnci Avcıları itmindeki poperast Prağ vezika, Viyana — (SİT metre ) kadan nakil, 20,35 vt Frankfortlar nakil, Budapeşte (560 metre ) 1940 gramolonla düns havaları, 22,M) Çr gan orkektrası. Varşova BK müsiki. Berlim -— ( 1625 motre ) 20 müpte- düler için Lagilizce dera, 20,45 konter fon, (MR8 metre) 20,25 askert Z30 Ameri- Aruon şarkıları, Ç11 metro) 21415 ha- HARUNURREŞİT CNUN 92 MAEUMEAMNAAANN yecer : x X DN Tarihin Esrarengiz Sayfaları Üç kız, saftan — ayrıldılar, meşrubat — tepsisine — yanaştılar, ayrı ayrı surahilerden üç kadeh doldurup misafirlere ve emireye sundular. Güzel Melike, altın ka- dekini heyecanh — bir hazzile kaldırdı: — Kardeşlerim, dedi, rüyayı bu mukaddes sular getirecektir. Durmayın, cür'a cür'a rüya to- humlarını — için. İbnülhadi de, Abbase de terec dütsüz kadehleri boşalttılar ve yeni baştan helecanlı bir intizara kapıldılar. Onlar, nebizin de, şa- rabın da, müsellesin de verebile- ceği sekri pekâlâ biliyorlardı. Lâ- kin bu sikrin Zübeyde tarafın- dan iddia ve temin olunduğu gibi hayalin, tasavvurun ve tahminin fevkinde çıldırtıcı, gaşyedici vü- yalar tevlit edebileceğine ihtimal vermiyorlardı. Şu kadar ki, yengelerinin mut- laka bir yenilik göstereceğine de imanları vardı. Binaenaley pürüz- süz bir itimat içinde bekliyor- lardı, Zübeyde, kısa bir Tâhze son- ra sakilere döndü: — Tazeleyin dedi, durmayın! Kızlardan üç kişilik başka bir grap bu emri yerine getir- diler. Misafirler de sessiz bir itaatle snnulan — içkiyi kabul ettiler. İki dakikalık bir fasılayı mütcakıp diğer Üç kız ayai ha- reketi yaptılar ve Zübeydenin bir işareti üzerine - Kendilerin- den evvel sakilik eden - altı kızla beraber salondan çıktılar. Şimdi iki güzel kadınla bir genç erkek geniş salonda yalnız kalmışlardı. Fanuslar da, evvelce olduğu gibi yine birer birer sönüyordu. Mu- attar kzranlık, o amber kokusu- na sarılı zulmet, geniş bir manto gibi üç asılzadeyi kucaklamıştı. Abbase gözlerini kapıya dik- mişti, rüyanın oradan tecelli ede- ceğini umuyordu. Fidan boylular, oynak kızlar, Behlüller, maymuz- lar birer birer haj e canla- nıyordu ve bunların yekdiğerine karışmasile husuleo gelen müp- hem halitanın yine müphem ha- | reketlerini temaşa eder gibi oldu. hepsi de, başlarını önlerine eğdi- | İbnülhadi, amcası kızının gö- zetlediği istikametin aksine dik- katini tevcih etmişti. Mahut du- varı tarassut ediyordu ve Beb- lülün zifaf odasından yeni bir tablo doğmasını bekliyordu. Onun da hayalinde yeni yeni güveyiler, gelinler, taçlar, yataklar ve bun- ların bir araya gelmesinden mü- tevellit karmakarışık — sahneler dolaşıyordu. İki genç te, teneffüs ettikleri havanın değiştiğini hissediyorlar- dı. Ciğerlerine akan amberin es- kisi gibi güzel bir kokudan iba- ret olmadığını ve ciğerlerinde garip bir yangın vücuda getirdi- ğini seziyorlardı. Bu yangın, bü- tün uzviyetlerini yakıyordu. Şu- kadar ki yakışta ve yakılışta acı yoktu, tatlılık vardı. O iç alevle- ri, damarlara yayılan ©6 ateş, sanki şiirli bir şeydi ve bulaştığı yere tat bırakıyordu. Onlar, kapıdan ve duvardan bir rüya tulü etmesini beklerken içlerinde angının da hdıızını ııuodimu;::luyı. g0 kulaklarına bir nağme, g!medlgl ze görünmiyen bedevi karargâh- larından gelir gibi derinlerden süzülen bu ses, güya tabi- atin aşkmı, tabialin iştiyaklarımı haykırıyordu. Okadar kuvvetli ve okadar manalı idi. Şimdi on- lar, içlerindeki haz yangınını da unutarak bu sesi dinliyorlardı. Serinlik istiyen çöl, uyumak İs- tiyen rüzgâr, —mevcelerini top- layıp yatağında dinlenmek istiyen Dicle, açılmak ve ıtrımı püskür- mek istiyen çiçek, gözlerini eşine öptürmek istiyen ahu ve bütün tabiat, o seste inliyor, inliyor, inliyordu. Abbase, bu yanık ve çok şü- mullü iniltiyi dinlerken ruhi ye- tmliğinin, kalbi yoksulluğunun, uzvi buhranlarının hep birden dile geldiğini hissetti. Onlar da, bu nereden geldiği belirsiz, hic- ran ve iştiyak nağmesinden cür'ot alarak kendi acılarını bağırmak istiyorlardı. Genç kadın, benli- ğinin dört tarafından kabarıp gelen bu feryatları zaptetmek için adeta zahmet çekiyordu. Mev'ut olan rüyayı kaçırmamak, Zübeyde ile İbnilhadiye gülünç olmamak için boyuna dudaklarını ısırıyordu. Fakat İbnilhadi, onun kadar metin olamadı. Birçok şeyler baykıran o yanık nağmeyi din- lerken kendinden geçti ve inledi: — Oh, yenge, ölüyorum! Zübeyde, sanki bu inlemeyi bekliyormuş gibi kalktı, muattar karanlıkta biraz daha uzun gö- rünen beyaz endamını pırıldata- rak ilerledi, tepsiden bir kadeh aldı, “delikanlıya uzattı ve ku- lağına fısıldadı : — İşte hayat suyu, suyu. Ölmeyin, yaşayın! Vo müteakıben Abbaseye de bir kadeh vererek mırıldandı: — Sev, daima sev, sevmiyen kadın, ötmiyen bülbül gibi kıy- metsizdir. mneşat Arkası var Tasbih ve itizar: Tefrikamızda mühim bir isim yanlışlığı olmuş ve hikâyenin cereyamı da ba yanlışlık- tan dolayı biraz teşevvüşe uğramış- tır. Zübeyde, Abbasa ile Hbnilmalik ve Aliyye ile Ibnilhadi arasında bir muaşaka tesis etmek ve sonra Bar- mak oğlu Caferi Abbaseye, İbnllma- liki de Aliyyeye sevdirmek istiyordu. Ibnilkadi de, Aliyyeden - Yani Haru- mun kızından - bir şeyler umuyordu. fballmalike tefrikamızda farla yer vermediğimiz için isimler karışmış- tır. Maamalih bu rüya sahnesi, Ab- base ile birader zadesi Ibnüladinia bulundukları meclivte cereyan edi yor: Zübeydenin, hala ile yeğeni böyle bir sahnede birleştirmesindeki sebep, bilâhare anlaşılacaktır. » Tefrika Muhartriri - v —— GLORYA'da Bu akşam saat 21,45 te Büyük muvaflakiyetler kazanınış TARAKANOVA Filminin tekrar iraesine başlanıyor EDİTH JEHANNE, OLAF FJORD ve KIEİN ROGGE tarafından Udmumi dühalive 20 kuras

Bu sayıdan diğer sayfalar: