NAKİLİ ZİYA ŞAKİR Her hakkı mahfuzdur — 271 — Bu sözler üzerine Abdülha- | midin rengi birdenbire büsbütün soldu. Kuruyan dilini dudakları- nın arasında gezdirerek ıstırapla doktora baktı ve sordu; — Hacamat mı dediniz?.. Bu, mutlaka lâzım mı?... — Arzettim efendim; yapıl- ması fennen mutlaka lâzımdır. Hatta, afiyeti seniyeniz buna bağ- hdır, diyebiliriz. Abdülhamit, gözlerini endişe ve elemle etrafına gezdirdi. Bir kaç saniye düşündü ve sonra gbîleıini derinşabir tevekkülle doktorun gözlerine çevirdi. Cun korkusundan doğan bir metanetle: — Pek iyi.. fennin icabatı ne İse, yapınız. Diyebildi. * Abdülhamidin arkasına dokuz hacamat yapıldı. Bu esnada Ab- dülhamit büyük bir tahammül ve sükünet gösterdi. Hiçbir ıstı- raptan şikâyet etmedi. Hacamat ameliyatı bittikten sonra Doktor Atıf Bey, Abdülhamide istirahat tavsiye ederek kendilerinin de salona melerine — müsaade istedi. Abdülhamit, memnun ve mütebessim bir çehre İle: —Ooooh.. Hamdolsun, ıstırabım biraz hafifledi. Hepinize teşekkür ederim. Siz de yoruldunuz. İstira- hat buyrunuz. : Dedi. Doktorlar, tekrar tekrar afi- yet temenni ederek odadan çıka- caklari zaman, biraz evvel yazı- lan reçetenin ilâcı gelmişti. Fa- kat gelen ilâç, yalnız (Kafein) li güllâçlardan ibaretti. (Digalen) eczanede bulunamamıştı. Doktor Atıf Bey, Abdülha- midin gözünün önünde güllâç kutusunun — mührünü — kopardı, açtı, Abdülhamide uzattı. Abdül- hamit, evvelâ güllüçlara, sonra Abf Beyin yözüne bakarak: — Kabil değil. — güllüç yu- tamam. ' Dedi. Bunu demekle beraber, oradakilerin kalbine gelen şüp- heyi izale etmek için bir tane ılıfı'. Su ile yutmak istedi, fakat madı. Ö zaman Atıf Bey ir kahve kaşığı getirtti. Güllâç muhteviyatını — kaşığa — boşalttı. Abdülhamide uzattı. O, hiç te- reddüöt göstermeden kabul etti ve birkaç yudum su ile derhal içti. x Doktorlar salona geçtikten sonra evvelâ Digalen bulmak için Mabeyni Hümayun eczaha- nesine iki zabit gönderildi. Bun- lar oraya bakacaklar, orada bu- lamazlarsa, Beyoğlu eczanelerinde arıyacaklardı. Bu iş de bittikten sonra dok- torlar oturdular. Müştereken bir rapor yazdılar. Bu raporu buraya aynen ve harfiyen kaydediyorum. Bu rapor, belki bazı karilerimi pek o kadar alâkadar etmiye- cektir. Fakat tarih, bumu tetkike şayan bir vesika telâkki eyliye- cektir. Rapor Sureti 10 şubat 1334 — pazar — günü ü TTT Abdülhamidin Hastalığı Devam Ediyordu. Müşkülâtla İlâçkilordu Doktorlar îM_üşrtçreken— Bir. ;qupor Hazırladılar sabahleyin, — Harbiye — Nezareti Celilesinden telâkki ettiğimiz emir üzerine, bir müddettenberi hasta olan hakanı sabık Sultan Abdül- hamidi sâni Hazretlerini muayene ve tedavi için Beylerbeyi sarayı- na geldik. Orada tabibi hususisi Doktor Atıf Bey, Beylerbeyi hastahanesi etibbasından Doktor Alikoyadis Efendi ve Doktor Ni- kolaki Paraskoidis Efendilerden malümatı atiyeyi aldık: Hakanı sabık Hazretleri, 5 şu- battanberi hasta olup nezlesi olduğunu ve sık sık Midesinden — şikâyet etmekte bulunduğunu ve 9 şubat cumar- tesi akşamı rahatsızlığı kesbi şiddet ettiğinden gece zevali saat sekiz buçukta tabibi hususileri AÂtıf Bey gelinceye kadar Beyler- beyi hastanesinden isimleri ber- veçhi balâ zikrolunan iki tabibin celbi —iktıza ettiğini ve bu zevat, Hakanı Sabık Hazret- lerinin şiddetli usreti teneffüsten muztarip bulduklarını ve adedi teneffüsün altmış beş olduğunu ve muayene de her iki (rie ) de ve bilhassa sol (rie) de pek şid- detli (ihtikan) bulunduğunu ve kalbin pek zayıf olup nabzın müşkülâtla hissedilmekte ve ade- di darabanın (yüz otuz) olduğunu ve idrarın pol? ax gı)lüğhi ve berayi tedavi kuru muhaccem- ler tatbikim ve dabhilen mu- kavvü kalp ve müdrir olarak ispartecin ve teobromin verdik- lerini ve bunun üÜzerine hastanın ahvalinde biraz salah hâsıl olmuş ise de inzar vahim olduğu cihet- le bir müşaverei tıbbiye icrasına lüzum hâsıl olduğunu beyan et- mişlerdir. “Zirde — vaziülimza — etibba, saat on birdeki muayenemizde Müşarünileyh hazretlerinin şiddetli üsreti teneffüsten muztarip olup nabzım dakikada yüz yirmi ve zayıf olduğunu ve sol rienin ka- idesinde as 0miyet ve tencffüste huşünet ile beraber pek çok hırahırı ferkaiyei derniyenin mev- cut bulunduğun ve bher iki rienin aksamı sairesinde, ta zervelere ka- dar ayni harahırin işitildiğini ve Hakanı müşarünileyhin müdemmim kaşiatı muhatiye ifraz etmekte ol- duğunu — gördük. Etrafı, — so- ğuümuş olup — derecci harareti otuz altı buçuk müşahede ettik. Müşarünileyh — hazretleri — en ziyade — nahiyel — şersofiyedeki sıkıntıdan şikâyet etmekte idi. derakap zahre muhaccim müte- berriğ tatbik ederek bir miktar kan alınmış ve dahilen almak üzere Difalin ve asilbendiyeti- sut ile kafein güllaçları tavsıye edilmiştir. Muhaccimlerin tatbiki- ni müteakıp hakan sabık hazret- leri istırabın biraz kesbi sükünet ettiğini ve bizlerin çekilebilece- gimizi söylemiştir. “Müşarünileyh Hz. nin son on iki saat zarfındaki idrarları pek az olup, bize irae olunan İdrar, (yüz elli santimetre mikâbi ) idi. Bu idrarda, eser halinde ( Albu- min ) mevcut ve şeker mefkut olup kesafetinin, bin yirmi beş olduğu görülmüştür. * Hakanı sabık Hazretlerinin bizzat kendisinden ve etrafından dün akşam fazlaca miktarda | olduğu da nmazarı itibara alınarak Bir Hesap Meselesi SON POSTA et, balık ve börek ve pirinç unlu hamur tatlı ekletmiş olduklarını ve rahatsızlığın, bundan iki saat sonra zuhür etmesile manyezi ve sinameki almış — bulunduklarını öğrendik. “Hastanın, mukaddema birkaç defa ( hunnakı sadır ) nöbetleri | arazını ibraz ettiğini tabibi husu- sisi doktor Âtıf Bey ifade etmiş | inzarın gayet vahim olduğu be- yan edilmiş ve badezzeval birde, Beylerbeyi sarayından mufarekat edilmiş olduğunu müş'ir işbu rapor tanzim ve takdim kılııı:-l. 10 gubat 1M Taksim Hastanesi Tıp Fakültesi Relsi Sertabibi Müderrle RİFAT AKİL MUHTAR Beylerbeyi hastanesi — Hakanı Müşarüinileyh etibbasından İhtiyat — Ha min tabibi husu- yüzbaşı #isi - kaymakam ALKİVYADİS ATIF HASAN Bu raporun tanziminden sonra doktorlar son ilâca devam ve eğer İcap ederse akşam saat se- kizde Abdülhamidin ön tarafına da kâfi miktarda hacamat yapıl- masına karar verdiler. Ve, dokter Âkil Muhtar Beyle Dr. Rifat B. İstanbula; — diğer doktorlar da hastaneye avdet ettiler. Birkaç Fıkra İki dost arasında: — Teessürle öğrendim ki ka- yın valdeniz çok rahatsızmış. — Evet amma daha bir sene- lik ömrü var! ' — Allah, allah; nasıl dmız? — Dört doktor getirdik. Her biri üç aylık ömrü olduğunu söy- ledi. Top yekün bir sene etmez mi? Avcının - İsabeti Yeni evlenen bir avcı avlan- miya çıkmıştı. Fakat — akşama | kadar dolaşmasına, birçok ' fişek yakmasına rağinen birşey vura- mamıştı. Yeni aldığı karısının karşısına eli boş çıkmak istemi- rdu. Önüne rast gelen bir dük- nndıı yurulmuş bir tavşan aldı. Fakat hayvanın ağırlaşmış oldu- ğunu ancak eve girdiği zaman farketti. Karısı zeki bir kadındı. Dedi ki: — Tavşanı tam zamanında vurmuşsun! Az daha işe yaramı- yacakmış! Kast Ve Kaza Hoca sınıfta talebeye, kasten ve kazaen de insan öldürmenin fi an bahsediyor, hiçbir myıhııhk yıınııımılı':'ıı - rını söylüyordu. Tarifini bir mi- sal ile canlandırmak için dedi ki: — Meselâ yarın sabah şuur- suz bir şoförün alabildiğine sür- düğü bir otomobilin altında ka- lacak olursam buna ne dersiniz? Talebeden biri bağırdı: — Üç gün tatil derler, hoca Efendi! Ayyaşın Senası Sağlığında içkiyi çok seven birisi ölmi Dostlarından biri hatırası yadedilirken dedi ki: Rahmetli bir kandil gibi yavaş, yavaş sönüverdi! Bir diğeri cevap verdi : — Evet amma sağlığında da şimşek gibi çakardı. anla- BİZİM — D AKTİLO Bugünün Romanı KM aAane * BÜ o Z S Neclâ: — Hadi, allah rahatlık ver- sin.. Dedi ve elektriği söndürerek | çekildi. Neclâ, son #sözile beni büyük bir tehlikeden kurtarmıştı. Onlar konyak - içerlerken benim burada yattığımı söylemiş olsaydı bu kıskanç Sabiha herhalde be- nim için çok fena şeyler düşü- nebilirdi. * Koridordaki sesler, gittikçe artıyor, misafirlerden bir kısmının gitmek için veda ettikleri anla- şılıyordu. Odanın kapısı yavaşça açıldı, kapandı. Sabiha - fısıltılı bir sesle sordu: — Nerede kaldın Avni ?... — Amca Beyin traşma tu- tuldum. — Yavaş söyle.. Daktilo kız burada yatıyor. Sızmış... Karyolanın somyası gıcırdadı. Avni, Sabihanın yanına oturmuştu. Ayni fısıltı ile konuşuyorlardı: — Avni, bu akşam okadar kızdım ki sana.. Mütemadiyen beni ihmâl ettin. — A. vallâhı değil.. Sana öy- le gelmiş.. Tam dört dafa dan- settik. Az mı bu.. Biraz da çeşni değiştirmek lâzım değil mi? — Hay utanmaz.. Yüzüme karşı mı söylüyorsun.. — Vallahi dudaklarını koparırım.., * Yüksek bir yerden düşmüş.. Ve bin parça olmuş gibiydim. Yat- tığım yerde, arkamı döndüm ve kendi kendime söylendim: — Anladın ya Kevser.. Ha- yata hangi cephesinden baksan, yalnız şunları bulacaksın: Aldatmak ve aldanmak... Ne, Cavalak zade Sait Beye.. ne o Zulfü Bey denilen zorba herife.. ne de, bütün bayatını aşk rolü oynamıya hasretmiş olan mü- hendis Fahir Beye Lkabahat bulmaya hiç hakkın yok... Ön dakika — evvel kulağına eğil- erek, aşkın en ilâhi bir şiirini oku- yan, beş dakika evvel de onun ate- şini senin kalbine akıtan Avni Bey de, işte senin gözünün önünde Ayni — teraneleri başka bir kıza okuyor, ayni ateşle bir baş- ka kızın varlığını yakıyor. Bu, bir. kanundur Kevser Hanım.. ezelden, ebede kadar devam edecek bir kanun... Bu zalim kanunun bükmünden kurtulmak istiyor musun?.. Şu halde, göz- lerini dört aç.. Sakın bir daha aldanma.. Wi Bugün öğleye doğru Neclâlara veda ederek eve dönerken, bir tüy gibi hafiftim. Kalbimde, ne bir kin, ne de bir ıstırap vardı... Hayatın — sırrini. artık tamamen keşfetmiştim. Buna binaen, haya- tn en dikenli yollarında - bile, pervasızca yürüyebilecektim. Veda ederken, nasıl ki Neclâ- nın okaba sözlerini unutarak, onun buselerine ayni hararet ve riyakârlıkla mukabele ettimse, Sabihanın elini de ayni samimi- yetle sıktım. ı Yalnız, - odasından | kendi battaniyesini getirerek elile üstü- me — örten- Amca Beyin elini öperken, kirpiklerime kadar gelen göz yaşlarını, içirdim. yine — gözlerime 2 künunusani 1929 Bugün fabrikada Neclâ ile başbaşa kalınca Neclâ hemen ellerimi tuttu ve büyük bir hara- retle anlatmıya koyuldu. — Aman abla, bilsen neler oldu. O gece vakit bulup ta sana anlatamadım. Avni, nihayet baklayı ağzın- dan çıkardı. Meğer, ne zaman- danberi beni, çıldırasıya bir aşkla sevmiyor mu imiş?.. Eğer kabul edersem, izdivaç için babama müracaal edecekmiş. Allah bili- yorya, ben biraz Sabihadan şüp- heli idim. Onunla seviştiklerini zannetmiştim. Halbuki bana te- minat verdi. Sabiha ile aralarında en küçük bir şey olmadığma yemin etti. Hiç telâş etmeden, ona hiçbir şey sezdirmeden sordum: — Peki 'Neclâ ona ne cevap verdin?... Neclâ, saadet ümitlerinin ver- diği tatlı bir haz içinde sözüne devam etti: — Vallahi ben kat'i Lir söz söylemedim. Benim — kalbimin de kendisine karşı pek lâkayt olmadı« ğını hissettirdim. Şimdi aramız- da bir staj müddeti tayin ettik.Bu müddet zarfında biribirimizi daha iyi etöt edeceğiz. İzdivaca karar verir vermez, babama söyliye- ceğiz. Sükünetle cevap verdim: — İyi.. Çok iyi Neclâ.. Allah hayırlı etsin... Neclâ, mütemadiyen bu me-' seleden bahsetmek ihtiyacını his- sediyordu : — Vallahi âbla, öövelki göce baktım da okadar gencin içinde doğrusu Avninin eşini bulama- dım, Zaten eskiden de hoşuma giderdi. Fakat o gece Avni bü- tün bütün gözüme girdi, İnsanı büyüliyen öyle halleri var ki.. Ben, hafifçe güldüm. Neclâ, bu gülüşümden biraz alhnarak sordu: — Niye güldün abla.. Öyle değil mi?.. Gülmekte devam ederek ce- vap verdim: Şüphesiz, — öyle... ben ona gülmüyorum. başka birşey geldi. Şimdi sana anlatsam, - belki bu mesele ile hiçbir. alâka bula- mıyacaksın. Fakat Aklıma (Arkası var ) l Sinema Ve Tiyatrolaar l ALKAZAR — — Şehir ışıkları ALEMDAR — Hayat İsa ARTİSTİK — Macar dansı ASRİ — Altın gasıpları ELHANRA — — Tehblikeli Yollar ETUVA- — Göl Cehennemi, GLORYA — Aşk ve asalet HİLÂL — Hareti a KEMAL B. — Volga sah ! MAJİK — İzdivaç (li | MeLEKk BİLLİ OLEKA — Bir ger ŞIK — Prenses Kadıköy Sürsyya — Büyüc | Üsküdar Hale — Esir Melika