Abdülhamit, ZİYA ŞAKİR —-er hakkı mahfuzdur — 154 — Ben, bu (Darünnedve ) de öm- rümü rahatça geçirmekten başka birşey düşünmüyorum. ' Dedikten — sonra, birdenbire sözünü değişlirdi. Başını iki ta- rafa sallayıp gülerek: — Bilir misiniz?.. Bu çerkes kadınlar ile harem ağaları, ne ka- dar terbiye edilseler, yine mümkün değil bir kusurları bulanur. Hoş, bütün kadınlar da böyledir ya... Başımıza gelen her şeyde mutlaka kadınların az çok tesiri — vardır. Tevekkeli Fransızlar (şerşela fam) dememişler... Dedi ve süküt etti. 13 Nisan 330 26 Nisan 914 Abdülhamit, Enver Paşanın hastalığını merak ediyor ve çok alâkadar oluyor. Bugün doktor- dan bu hususta izahat aldı. * Bugünkü — gazetelerde patriğinin paskalyayı takdis etme- diğini görmüş. Buna çok ehem- miyet veriyor. Bu hususta maziye ait şu bâdiseyi anlattı: NAKILİ Rum — Benim zamanımda da böyle bi gy olmuştu: Ozaman Bulgar: larla Rumların arası çok açıktı. Henüz kiliseler de biribirinden ayrılmamıştı. Ram papasları, Bul- garların cenazelerini kaldırmıyor- lardı. Hemen patriği çağırttım: — Bu, ne haldir... Buna der- hal bir çare bulmalısınız. Dedim, bu münasebetsizliğin önüne geçmek istedim. Fakat patrik efendi, karşımda ellerini uğuşturarak cevap verdi: — Şevketlim!.. Ben de bu balin aleyhindeyim. Fakat ( Sen Sinot) a söz geçiremiyorum. Size ve hükümete karşı mahcubum. Buna bir çare bulmak benim elimde değil. Bari gidip istifamı vereyim. Dedi. Ve hakikaten - gitti, istifasını verdi. Yerine (Yuvağim Ef,) patrik intihap edildi. Yuva- ğim Efendi, âlim ve idareli bir adamdı. Bana karşı da ubudiyeti vardı. Ben de kendisini severdim. O, ne yaptı yaptı. Meseleyi hal- letti. Abdülhamit durdu. Elini ha- ff hafif callıyarak: — Şu zamanda hükümet ida- re etmek güç.. Hem de çok güç.. Bakınız, ( Rumlar hicret ediyor ) diye kıyametler kopuyor. Bütün Avrupa, bütün siyasi mıkamlııı bununla meşgul oluyor. Halbuki öte taraftan da binlerce islâm muhacir Acaba - bizde bunları edecek l cemiyet gazelelerde böyle bır dim. Ve, olmadı bilirim.. Sonra, ( ) nehi © kadar vâsi, okadar münbil arazı| vardır. ki — buralara, « dünya- CA aai nverPaşann Hasalığını Merak Ediyor, Çok Alâkadar Oluyordu Sonra Rumİ;rlâ*Bdlgarların Anlaşamamazlığını Nakletti O zamanın askert mektepler müfettişi Zülüflü İsmail Paşa nın muhaciri yerleştirilebilir. Ma- demki iş bu dereceye gelmiştir. Artık zavallı İslâmları Rumelide bırakmamalıdır. Çünkü bunlar ora- da kalırlarsa mahvolürlar. Üsküp, Manastır, Debre cihetlerinde ya- şıyan İslâmlar, kabil değil Sırp, Yunan hükümetlerile geçinemez- | ler... Hatta, Arnavut hükümelile bile... Onları yavaş yavaş bu tarafa celbetmeli, münasip yerlere yer- leştirmeli. Vâkıa bu, kolay bir iş değildir. Buna, para lâzımdır. Bu parayı tedarik etmek için de yine müslüman halkının hamiyeti- ne müracaat edilmeli... Donanma, Tayyare, Hilâliahmer ianeleri gi- bi iane toplamalıdır. Dedikten sonra bir iki saniye düşünür gibi oldu. Gözleri bir noktaya dalarak: — Fakat, bunun için evvelâ ciddi bir cemiyet ister, Dedi. 15-20 Nisan 330 Sarayın dahilt ve harici muha- fırlac kısmı, bir ânde karmaka- rışık oldu. Sert emirler ve ku- veriliyor.. Harici ve oradan oraya iyen — telefon- mandalar dahili muhafızlar koşuyor.. Mütemn lar işliyordu. Muhafız — bölüğü, — (silâhbaşı) edilmiş.. Sarayın müdafaası için icap eden noktalara postalar sev- kedilmişti. Kumandan B. bir türlü - telefonda bulunamıyordu. Çünkü evinde idi, Hepimiz me- rak içinde idik. Ne oluyördu?.. Bu gürültö, harem dairesin- de de duyulmuştu. Bir taraftan Abdülhamit, diğer taraftan ka- dınlar telâş ile biribirlerine soru- yorlardı : — Ne oluyoruz ?... Evet, bu büyük telâşı gör- dükten sonra hepimizda aynı #vali soruyorduk : — Ne oluyoruz. Ne ise, mesele anlaşıldı. Meğer, ( Selimiye kışlası ) nda (aramsaz) olan altmış dokuzuncu alayın Üçüncü tabura, manevra maksadile Beylerbeyi — sırtlarına kadar gelmiş ve sonra ( Havuz- başı ) denilen yere inerek gilâh çotmış — ve istirahat — ediyormuş. | Bundan haberdar olan . muhafız | fendinin kapısı bölüğü birden bire telâş etmiş. derhal ğü ( Silâbbaşı ) etmiş. Bölük kumandam Fuat Efendi gitti. tabur zabitam ile görüştü. Taburun orada istirahat ettiği anlaşıldı. Burada istirahatin mü- nasip olamıyacağı tabur kuman- danma anlatıldı. Tabur, derhal Selimiyeye avdet etti. Saray et- rafında tertibat alan muhafız as- kerler de karakollarına çekildi. 20 Nisan 330 Behice — Kadınefendi. — yine isyan halinde.. Bugün gönderilen yemekleri reddetti. Ne yiyor, ne içiyor, ne de odasına kimseyi kabul ediyor. 23 Nizan 330 6 Nisan 914 Bu gece harem dairesinde kıyametler koptu. Behice kadıne- fendi, yine bir yanardağ gibi feveran etli, — îa(emiyonını.. Ben burada yaşıyamam. Bıraksınlar beni.. Diye mütemadiyen haykırdı. Ve birkaç defa da baygınlıklar geçirdi. Sabah olur olmaz erken- den doktor Âtıf Bey celbedildi. Abdülhamit, doktoru sabırsızlıkla bekliyordu. — Şöhreddin — ağanın delâletile doktor bhareme girer- ken Abdülbamit, Behice Kadıne- önünde ayakta durüyor, sapına siyah bir kumaş sarılı olan kıvrık saplı bastonuna dayanıyordu. Abdülhamit, doktoru görür görmez, asabi bir tavur ile oda- yı göstererek; — Bakınız.. Şimdi içeri girin- ce göreceksiniz. Bizi ne kadar tahkir ediyor. Rica ederim, bunu tekrar — muayene — ediniz. de i or veriniz. Bu, :l:';yye:î:urıdı olmıyacak. Dedi. Doktor Âtıf Bey şaşır- mışti. Abdülhamitle beraber Ka- dinefendinin odasına girdiler, (Arkası var) ı Günün Takvimi I | BUGÜN — 29 teşrinisani 931, Parar, Rumi 16 teşrinisani 1347, 18 Recep 1350. GÜNEŞ — Doğuşu 7,3 Batışı 16,43 NAMAZ VAKİTLERİ — Sa- bah 4,59, öğle 12,2 ikindi 14,29, akşam 16,43, yalsı 18,20. Kasım — 2 ALKAZAR — — Sinyorlta ALEMDAR — — Carabanlar arasında ARTİSTİK — — Uçurun kenanıeda Tenl » Batakhane çiçeği YuĞUR — Aşk biraim ELHAMRA — — Volga sahillerinde ETUYAL — — Güzellik Kraliçesi yERAN — Komser, varyela FRANSİZ TİYATROSU — Bulyar opereti — Benli kadın YA , :l"&î — Hası Mura* KEMAL &. — — Şafak MAJİK — Bust MELEK — Aşka 4 WİLLİ »— Gece serdalan OPERA — Vatan Halaleri IK — Kınk Kalp DARÜLBEDAYİ — Yaznı değ Kadıköy Süreya — Küçük Daktila j | ŞARK YILDIZI Holivuta Nasıl Kaçtım.. Yıldızlar Arasına Nasıl Karıştım? 23 olmaz, Hazırlanırken biraz Sabah — ölür hemen hazırlandım. itinalca hareket etmeyi de unut- madım. — Çanlamı - kolttuğumun sıkıştırdım. — Stüdyonün yolunu tuttum Kalbim, kanatlı bir kuş gibi Aksi gibi yol da, uzadıkça uzuyor, bir türlü bitmi- yordu. Nihayet, uzaktan ( Stüdyo ) göründü. Stüdyonun yüksek du- altına çırrınıyordu varındaki büyük yazıları okurken okadar heyecanlanmıştım ki, yü- rüyüşümün ahenk ve intizamını bile kaybetmiştim. Düşünüyordum.. Acaba şimdi bana ne sorataklar.. Ne gibi ev- sarf ve şerait arıyacaklardı. Genç- lik, güzellik, lisan, malümat; bun- ların hepsi bende vardı. şüphe- siz müracaat edenlerin en ba- şında bulunamazsam bile, biç olmazsa aralarına gireceğim, mubakkaktı. Bu kalp kuvveti, bana maddi bir kudret te vermişti. Fakat.. köşeyi dönüp te stüd- YAZAN: Selma Z. — şimdi bir seyirci- vaziyetine geç- miştim. Benim gibi geride kalan- lardan iki Uç kişi konuşayorlar vö diyörlürdı kir — Geç kaldık, geç... Birçoli- lan daha dün akşamdan gelmiş.. burada, sokakta yatmışlar. İki saat kadar bu insan der- yası, böylece kaynadı ve dalgar landı. Birdenbire ezilenlerin, ayak altında kalanların feryadının Ü tünde gezen bir ses, herkesl susturdu. Yüksek bir pencerede duran bir adam, megafonla hay- kırdı: — Paydos... Lâzım olan f- güranlar alındı.. kayit kepandı... Nafile beklemeyiniz.. dağılınız.., Her zersesi biribirini ezen ve çiğniyen bu insan kütlesi, bu emre karşı nevmidana küfürlet savurarak çözüldü ve dağıldı ve şimdi, bu çözülen ve dağılan halk önümden geçerken yumrukların! sıkıyor, bağıra bağıra bahtlarına lânetler yağdırıyorlardı. Kim bk lir bu 2avalllar da kaç defa buraya ne Üümitlerle gelmişlerdi Ve yine böyiece lânetler ve kiy Holivutta stüdyolarda bBir müracaatin kabulü yonun kapısının bulunduğu soka- ğa girer girmez, birdenbire diz- lerimin bağı çözüldü. Adeta hay- ret ve taaccüpten — donakaldım. Çönki, stüdyonun müracaat dai- resinin önü, mahşerden nümune idi, Binlerce kadın erkek karın- ga gibi kaynaşıyorlardı, Birdenbire durdum. Önümde bir deniz gibi dalgalanan bu, aç insan kütlesinin önünde en derin bir hayret ve merhamet duydurm... Bunlar, haykırıyor, bağırıyor.. Biribirini itiyor, kakıyor ve yüum- rukluyorlardı. Hepsi de ileri atıl- mak, müracaa! gişesine sokulmak istiyorlardı. Düşündüm ve güldüm. Bir lokma ekmek için böyle pençe pençeye gelen, kuduürmuüş - bir canavat gibi biribirini didivliyen bu insanlar arasına girmek, ileri geçmek ve kendimi kabul ett'r mek... Bu bir hayal, hem de muhal olan bir hayaldi. Buraya iş için geldiğim halde fürler ederek kalbi ve emeli boş olarak dönmüşlerdi. Bun'ar, böy- lece dönerlerken, mütemadiyen kornesini çalan lüks bir (limojen) bu insan kütlesini yarıyor, par- çalıyor.. Etrafa haşmat saçan bir (yıldız )» kimbilir. hangi servet ve snadet meşherine götürüyordu * Bu büdise, bana da ağır bir darbe olmuştu. Artık önümde yığılı olan maniaaın ne - aşılmaz bir karlı değ <lduğunu vazıhan görüyorum... — Param — aralınıştı, tasarrufa — nekadar rinyet etsem, yine beş on gün gsonra parotı kalmıya mahkümum. İş bulmalı ve çalışmak İözradi. Şüyle bir program yapı a. Sabahları, kahvelli cdeceşire. Öğle yeceği yemiyeceğim. Yemız ak- şamlerı buvvetlice bir yemek yiye ee Buna mek-bil, ber gün bir gazete alaca; m. Ve, her gün ( Essnres Pect ) gezcteri slaayo Leşledim Tebü, haradıs için değil, kusler içm .. a T TYER *