18 Mayıs 1939 Tarihli Servetifunun (Uyanış) Dergisi Sayfa 7

18 Mayıs 1939 tarihli Servetifunun (Uyanış) Dergisi Sayfa 7
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

406. , SERVETİFÜNUN SALİH ZEKİ AKTAY ve “Rüzgâr, ı Rüzgâr; ruhun nostaljisidir, tamamile aşkın ken- disidir ve ebediyet gibi namahdut bir vatana, fâni duvarları yıkarak, eâmektedir. Bahsettiğim «Rüzgârr masamın üstünde duruyor. Ruhun temevvüçleri; kusursuz «imaj» in sehhar ve harikulâde çizgilerile kelimelerde dondurulmuş. Fâni lisanda mutlak aşk, bu kadar raka edebilir. İtiraf etmeliyim ki; rüzgâr beni odamdan ve ma- samdan gyırdı. Şeniyet müdrikemden, gözlerimden tartısını, selabetini kaybederek silindi gitti. «Rüzgâr» ın kapısı; ebediyetten taşınmış mermer- lerle başlar. Öyle mermerler ki hafızaya sesler geti iyor ve rahu bambaşka bir «dar kapı» dan «istiğ- rak» a ulaştırıyor. Rüzgâr; fırtınalı, devamlı, büyük bir istiğrakdır. Şuurdan çok ruh lezzet alıyor. Bu «inşa» da; hüyük yolculuğa düşenlerin hüsran - iarı, ıztırabları, hasretleri, emel ve nedametleri, arzu ve iştimdatları esrarengiz bir kalemtraşla, ışıklar dö- külerek, ışıklar teheyyüclerle zabdedilerek heykelleş- tirilmişdir, heykel yüzlerde canlandırılmış gibidir. «Rüzgâr» ı okurken dünyadan ayrılmaktayız, yahud kendi kendimize gelmekteyiz. İşte hakiki âhenk; bu temasa anında teessüs etmektedir. İşte, «Rüzgâr» la ruhumuz arasında bu sehhar alâkayı, bu heyecanlı teessüsü, zevkle mahveden bu içli ve devamlı «tesir» i buluyoruz. Mısralar ne kadar kelimelerin kilitlenişi, gürtet- liği ve uygunluğu itibarile âhenktar olurlarsa olsun- lar, ruhu nakle muvaffak olamazlarsa; mutlak zevk, bir akşam güneşi güzelliği kadar muvakkat olur. Xakmadan, bir şey inşa etmeden hafızamızın yap- rakları arasından, biran için ve bir şey bırakmadan akıb gider, Salih Zeki Aktay; telif olarak, edebi hayata Per- sefon, Asya şarkıları, Pınar, Mağara gibi manzum efsane ve şiirlerinden sonra «Rüzgâr» ını da getirmiş bulunuyor. Bilhassa rüzgâr; bünyesi itibarile, bir çoklarımı- zın yadırgıyacağı bir şiir havası içinde yükselmek- tedir, Ancak bu havaya alışdıkca mısralar örtülerini terk etmekte, soyunmaktadırlar. Ve biz, efsanevi bir iklim içinde mesafeler alarak ruhun nimetlerine ka- vuşmaktayız. Bu iklim; ister Yunan mitolojisi, ister Asya mitolojisi, ister bambaşka bir «Mavra» gşersiti olsun. Şu muhakkakdır ki; bize görünen Salih Zeki Aktaydır, içimize akan şiirdir. Şiire bir iklim ars- mak icab ederse o iklim; ancak «cihan» olabilir! <Rüzgârr 1 levha levha açıyorum : Akşam, içimde akşam, uzakta, dalda akşam Ufku boş, izleti boş uzıyan enginlerin. Safirandan sandalların gecelerinde evham Yollar uzun, serseri yollar enginden derin. No, 323)—435 Salih Zeki Aktay Bu akşam; içimizdeki dünyanın akşamıdır. Mıs- ralarda akşamın kelime kelime olduğunu görüyoruz. Önümüzde ruhun yaptığı «akşam» açılıyor. Ve bu akşam, şikâyetler içinde, içimize sizılı gölgelerle sızmaktadır : Tükenmiş servetlerim, renklerim, ışıklarım Boş çehreler dinlenir solgun iskeletlerde. Rüyamın ikliminde sazlar, sebalar yarım. Günler uzak, nefestiz.. Ölmüş çizgiler yerde. Şimdi, ıztırab; aşkın ayaklarındadır ve ne kadar kuvvetle ayaklarındadır : Heyhat, heyhat.. levhalar sularda solsun dedim, Hiçmanın ummanında yalan bütün dilekler. Karşılıksız bir aşkın eşiğinde cesedim Karşılıksız bir taşda fağfur sabahı bekler. Harikulâdeliğin kapısındayız, rüyasız yolcuların beklediği siyah evi düşünebiliriz. Bakın, mısralar bizi «nâmahduds a götürmiyor mu ! Alev 1. Hemer bir kuşun ağzını yakan alev. Erguvan aynalarda bir yüz saklamış sular. Rüyasız yolcuların beklediği siyah ev Avani kapılarda ağarmış hep uykular. «Venüs» un bâhçelerindeyiz. Aşkın mucizeli de- nizlerinden, göklerinden geçiyoruz. Mısralar ebedi ve seyyal sütunlar halindedir, sessiz bir 9zâmet içinde yükseliyorlar : Sebaye sinesini serib uzaklaşırken Laal ipekler çekildi şarkın şefaklarından. Armoni, Hebe, Venüs uyanmadan uykudan Hangi aşk, kimin aşkı semayı böyle yakan ?

Bu sayıdan diğer sayfalar: