822 UYANIŞ BEYAZ ELLİ ARAP? Maceralı hikâye! başlama neler geldi- Remington'un Bleker'le ğini soruyorsunuz, hakkınız da var ya.. Çünkü onlar, artık eski bildiğiniz Blekerle Remington değildirler; nerede evvelki çevik, sıhhatlı, tendürüst Remington, *skisinin dimdik başı adeta gökte raktı, pembe nerede şimdiki? yıldız sayardı, beyaz teninin altında, sapasağlam bir kan kaynaşır- dı.. Şimdikinin se beli ikibüklüm olummamış bir deriye dönmüş, gözleri derin gözleri bir göl gibi he olmuş, derisi di- bağat çukurlara gömülmüş, ağzı büyümüş, burnu uzamış... Sizi temin ederim ki, bu biçare adam fena bir var- taya uğramıştır, buna hiç şüphe yok; ya Remigton'a ne diyelim? O Remington ki iridi, bir dev gibi kuvvetlidi, o bahusus hem zeki, hem güzel, hem ce- rbezelidi.. Şimdi. o eshi çamlar bardak olmuş, o da, felaket arkadaşı gibi feci bir istihâleye uğramış. Nâ- sıl mi? Nasıl olacak: kara gözleri, sik sık musallat olan bir kâbusu, rüyet sahasından uzaklaştırmak için ufahyor, ufalıyor da kömür gibi simsiyah gözkapakları içinde kayboluyor. Ya o eski güzel, sarı saçları? Şimdi. bunlar sıcak memleket- kıpkıvırcık adeta lerde yetişmiş bir musır püskülü gibi olmuş ve üzerleme yer yer kar yağmış... Kulumuza ne buyurnsuunz? Ne buyurucaksınız: hiç.. Tabii onlar hakkında ne biliyorsunuz, daha doğrusu ne bilmi- yorsanız, benim hakkımda da öyle, Hayret dolu göz- lerniz önünde, şimdi mademki üçleştik, bari size küçücük bir ipucu vereyim de işin fecaati hakkında basit bir fikir edinesiniz: Biz, yani Bleker, Remington ve ben, birbirimize öyle korkune, öyle müthiş bir hatıra ile bağlıyızdır ki şimdi. tehlükeyi atlatmış, canımızı yedibin yediyüz yetmişsekiz çarklı bir ölüm makinesinin dişleri arasından kurtarmış sayılsak bile, birbirimizden ayrılmamıza, hayatta eskisi gibi kor- kusuz, helecansız, desteksiz yaşamamamıza imkân yok. Yani anlayorsunuz ya, biz, gecirdigimiz korkulu daki- kaların tüyler ürpertici fecaati karşısında birbirimize okadar sokulmağa,her üçümüzün,omuzomuza,cancana, başbaşa gelmesinden, bir kül, bir kuvvet, bir siper yaratmağa okadar alişmişiz ki, bugün Avrupa Z&üne- şinin altında bile bu ittihadı bozmamıza imkân yok... şte macera: «Keyfime, zevkime göre çalışabilmek için, bir dağbaşında yaptırttıgım kulübede, dünya gailelerinden Ahmet İhsan Matbaası Limitet Şirketi No.1735—50 uzak yaşiyordum. Günün birinde Bleker ve Remnigton çıkageldiler; hoşbeş.. hâlhatır sorma.. Nihayet anlaşıldı ki, bizim kafadarlar, ta.... bilmem nerenin neresinde, içinde bin tülü leziz mahluk kaynaşan bir gölde balık avına gidecekler, beni de süreklemek istiyorlar, Sırası degil ama, ne yaparsın, Arkadaş hatırı, razi olduk ve vurduk heğbeyi omuzumuza, düştük yola... Az gittik, öz gittik, deretepe düz gittik ve akibet bir konak mahalline ulaştik. Burası, ferahfeza, emsalsiz, cennet gibi bir dağbaşiydi. Bir dağbaşi ki, zirvesinde at koştur: avcumun içi gibi öyle yamyassı, öyle dum- duz.. Bir yanda, dere akiyor, bir yanda ilâhi camlardan müteşekkel bir koruluk. Sağdan soldan lâtif kuş seslrie gelmede. Havada, ciğerlere sinen bir kır kokusu. Biraz ötede, manzarasile mestolduğumuz göl. İçinde binbir çeşit balık kaynaşıyor,hani elini daldrısan tutulacak. Her ne ise., yol yorgunluğunun, aradiğımızı bulmak- tan mütevellit sevincin virdiği rehavetle gözlermizi kapadık. Battaniyelermiz, bizi ormanın rütubetinden pek mükemmel muhafaza edebiliyordu... Gece yarısı, Müthiş ulumalarla uyandım. Bu sesler, dağın eteklerinden doğru geliyordu. Fakat ne idi? Balık avlıyacağız diye ormanın tehlükeli bir mıntakasına- mı düşmüştük? yabani hayvanlarlamı kusatılmıştık ? hayır.. bu, vahşi bir hayvan ulumasından ziyade, boğazlanan bir insanın canhevlile fırlattığı haykırışlardı. Netekim benim gibi, uykusundan uya nan Bleker de korkosundan tirtir titriyerek, aym müs talaada bulundı. Remington ise kımıldanmadan uyu- yordu. Demek ki duymamıştı. Vaziyetimiz, geceenin bu saatı, her şey, bu sesin üstüne (gitmekliğimize manidi, çaresiz sabahı bekliyecekdik.. hayır.. Ertesi gün, doğan günle birlikte araştırmağa ko- yulduk. Gece işittiğimiz ulumalardan, ancak sabah- liyin haberdar olan Remington, bizden ziyade merak eseri gösteriyordu. Bir haylı yol aldık, ve nihayet ge- ceki seslere sahne oldugunu tahmin ettiğimiz bir yer de durakladık. Ortada hiçbir fevkalâdelik yoktu, her şey, tabii bir dağ manzarası arzediyordu. Burası da geceyi geçirdiğimiz yer gibi, lâtif agaçlar, rengârenk çiçeklerle suslüydi.. Ortada nazarıdikkati celbeden şey, sadece, yerinde iğreti gibi duran kalın bir kütük parçasidi. Merak ve korkunun verdigi tesirile kütüğu Gördüğümüz şey hâkikaten hayrete şayandı. Hiç umulmadığı halde, bu kütüğün meydana çıkardığı boşluktan, bir yeraltı dehlizine dogru yol açılıyordu.. Acaib, bu da neydi? Birbirimize bakıştık. O dakikada bir dördüncü şahıs gözlermizdeki ifadeyi okumağı kalkışsaydı, bu, sadece ( hayret) olacaktı. Şaşkınlığımız uzun sürmedi. Her ne olursa olsun bizi ya tehlükeli ya zararsız bir hakikate isal edecek olan şu methalden içeri girmeğe karar virdik. Deh- lizde biraz yürüdükten sonra yarı açık bir kapila karşılaştık. Fransızca dan nâkili : Hâmit Refik — devamı gelecek nushada — Mes'ul müdürü: MAHMUT SADIK