Üç ay yatakta © M. Turhan'ın yeni | kitabının en büyük kısmını teşkil eden ve kitaba adını veren (hikâyede, Üç ay yatakta'da hiç kismenin a- dı yok. Valkanm kahramanı: “Ben, sevgilim, oğlum, edebiyat merak- lısı doktor, v. 8.,, diye anlatıyor. Bu tarz muhakkak olan bir ku- suru vardır: anlatılan ovakanm hatırda kalmasını zorlaştırır, bel- ki de irskânsız kılar, Şür, sanat, “müşahhaslar,, âlemidir; o kadar ki sanatkâr, en mücerred mefhum- ları bile ancak teşhis, intak yolla- rı ile kendine mevzu edebilir. nun için kurtulamaz; bunlara baş vurmıyacak bir sanat eserinin ta- savvuru dahi hayli zordür. (Gü - zelliğin ancak mecaz ve istiare i- le elde edilebileceğini söylemiyo- rum; bazan bunlardan kaçan, her şeyi yalnız kendi adı ile anacak kadar sadelik gösteren eserler de çok güzel olabilir, hattâ asıl hü - ner budur. Fakat bunların hari - kulâdeliği gayeye hiç umulmadık yollardan varabilmelerinde, kul - landıkları vasıtaları belli etmek - sizin bizde heyecan üyandırabil - melerinde değil midir? Sanatte asıl gaye (o canlılıktır; bize okuduğumuz eserde gerçek bir hayat bulunduğu “vehmini, vermektir; teşhis ve intaka baş - vurmadan mücerred bir mefhumu gözlerimiz önünde canlandırabi - len sanatkâra ne mutlu! (Fakat bu kudret istisnaidir.) Bugün böyle yazılan, yani kah- ramanlarma birer ad verilmiyen romanlar nadir değildir, o Fakat bunlar © bilhassa şu “psyeholo- gigue,, denilen nevidendir; bu ne- vi ise ilimrile (psychologie pure) sanat arasmda, her iki tarafın da icabatını tatmin © edemiyen piç, sahte bir tarzdır. (İçlerinde çok hoşuma gidenler olduğunu inkâr etmiyorum). Hiç bir zaman bü - yük bir kari kütlesini alâkadar &- demiyecek, bunun için daima “en marge,, kalacaktır... M. Turhan'ın kitabı bu soy hikâyelerden değil- dir; yani sadece bir ruh (o haleti tasvirine kalkışmıyor. O, bize bir ders vermek, içkinin sıhhate mu- zur olduğunu anlatmak istiyor. Hikâyenin eşhasına birer ad veril- memesi de belki bundan geliyor; neticesinin, yani hastalığın adları var, Fakat içkinin neticesi hastalık olduğu keyfiyeti, bir roman mev « zuu olabilir mi? O olabilirse her hangi bir hendese davası niçin ©- lamasm?... İçkinin, benim pek de kabul etmediğim mazarratı hak - kında makasleler yazılır, okonfe- ranslar verilir, alkolun insan vü - cudunda yaptığı tahribat fotog - b rlar ve Keler İİ Öz dilimizle | Kısa sözler * Burnunun doğrusuna giden a- dam, doğruyu göremez. * Doğru ol, ama, kavak ağacı gibi değil, sırasında söğüt gibi e - Zilmesini de bil? e * Geneloy (efkâri umumiye) un kötü düşünceli insanlar elinde o- yuncak olabildiği ülkelerde, ge - neloyun yeri yoktur! * Batıdaki soysal ilerleyiş, uzak- ları yakın etti, fakat gönülleri bir. birinden ayırdı. * Her çocuk toprağa gelişi güzel atılmış bir çekirdektir. Bu çekir - dekten olgun yemişli bir ağaç tâ yetişebilir, dokunduğu yeri dala - yan bir ısırgan otu da... * Güzel misin? Aynaya sor.. Fo toğraf yalancıdır. * Evlilik sevginin ölümü oldu - ğunu söylerler. . Belki doğrudur. Fakat ölen sevgiye karşı, ölmiye- cek sevgi, evlilikten doğar. * Çocuk, ana ve babanın, baş ka bir halıpta kendi öldükten son- ra yaşayacak olan örnekleridir. # Özlediğimiz şeylerin çoğu, eli- mizin eremediği yerdedir. * En büyük gerçek olan ölüme en geç ve en güç inanırız. Salâhattin GÜNGÖR şair hayali!,, demek kabil olmaz... Romanın frengi, veremle mücn - dele edebileceğine, nüfusun art - masında hizmeti olabileceğine bu- nun için kani değilim, Neyse ki M. Turhan'm hikâ yesi bununla kalmıyor; bazı kim- selerin o tibba fazla inanmaları - nım ne tuhaf neticeler verdiğimi de anlatıyor. Bu kısmı çok eğlenceli, Keşke bunu uzaisa ve hastayı iyi- leştirmek © şöyle dursun, bilâkis daha fazla muztarib eden bu he- kimlere, kendilerini hafızaya bak. şedecek, tipleştirecek birer ad ver- seydi... Biliyorum ki M. Turhan hiç bir zaman buna razı olmıyacaktır, çün kü oda yazık ki fenni beşeriyet için, sanatten faydalı bulanlardan ve romanı, ancak “ilmi bir baki - kati,, yaymak şartile ciddi sayan- lardandır. Bu kanaat birçok gü - zel olabilecek eserleri tahrib etmiş- tir, Üstadımız Hüseyin Rahmi Gür- pmarın bazı romanlarını, insanı İs- yan ettiren osayıfalarla bitirten de bu kanaat değil midir? “Üç ay yatakta, yı, (Dağda başladı, bağda bitti) adlı bir hi - kâye takib ediyor. Hiç bir e ilmi hakikat £ isbatına kalkışmıyan bu hikâyede ince alaylar, geç kal - mış bir âşıkm ruhi hallerine dair güzel müşahedeler var. Narullah ATAÇ (1) Semih Lutfi kitabevi, 35 kuruş. (2) Cintmatographic, Sinema da bir sanat olduğu ve şu veya bu ilmi hakika- ti yaymağa yarıyamıyacağı için — ha - feket eden resimle “filen” i biribirinden ayırdığın anlaşılan diye — kinematoğ- rafin dedim. Telgraf | Bay Naci giyindi, kuşandı, ay- nanm karşısına geçip çeki düze- nine baktı, Kendi kendine: — Mükemmel! dedi. kadar bozulmamışız. £ Kırkından sonra bu ne güzellik yahu! Hakikaten Naci o gün kendi - sini güzel, yakışıklı, tam erkek gö rüyordu. Belki de öyleydi, belki de değildi. Fakat insanm içinde se vinç olunca öyle olur. Naciye bu neşe nereden mi geliyor diyecek - siniz, bir gece evvel verdiği karar dan.. Bu karar on beş senelik ev - lilik hayatında bambaşka bir ye- nilikti. Kırkını geçkin adam, bo - şuna giyinip kuşanıp ta aynanm karşısına geçmez ya.. Kararı an - İsdniz. Karısının Gstüne gül kok- layacak! Ama nerede, nasıl, ne vakit? Orasını kendisi de (o bilmiyordu. Yalnız emin olduğu bir şey varsa o da kararmın mutlak surette tat- biki cihetine gideceği idi. Naci bir gün evvel bu bozuk ni yeti kafasına yerleştirinceye ka - dar günlerce düşünmüş, üzülmüş, sağını, solunu tartmiş, enini, bo - yunu ölçmüş, en nihayet: “Adam, sende!,, de karar kılmıştı. Bunun ayrı bir sebebi daha var dı. Karısı Şaziment bir kaç zaman dır kendisine karşı soğuk davra - nıyordu. Bu sofu kadın yıllar geç - tikçe daha sofulaşıyor, elini tesbih ten, başını secdeden ayırmıyordu. Sanki karı koca değildiler. Halbu- ki Şaziment kocasmdan on yaş kü çüktü. Her hangi erkekle evlense kocasını mesut edebilecek bülü; İ evsafı haizdi. Fakat ne çare ki, çükten aldığı terbiye, içinde Jeşen taassup, yavaş yavaş acayip bir haya telâkkisi haline girmiş ve Bay Naciyi de çileden çıkarmıştı. O da düşüne düşüne bir gece ev - dığımı, dışarıda aramağa hazırlan- muşta. Lâkin bu işi de nasıl yapacaktı? Bir defa kılıbıktı. Sonra yabancı kadından kaçardı. Haydi verdiği karardan bir cesaret alsm diye - Tim, fakat bu işe para da lâzım de- ğil mi ya? Evin idaresi bayanın elinde ol- duğu için, Naci her sabah işine gi- dirken karısından ancak tramvay ve sigara parasından başka on pa ra alamazdı. Evine sadakati de aşağı yukarı bundan ileri geliyor- du. O gün aynanın karşısında ken- disine çeki düzen verirken vazi- yeti öyle değildi. Cebinde kerr. sınca geyri malüm < elliadet vardı. Maaşı haricinde birisinin i- şini görmüş, bu parayı oradan cüz danına yerleştirmişti. Naciyi asıl sevindiren taraf ta, karısını o gece evden uzaklaştır - mak için bulduğu çare idi. Çok geç Daha o | velki karara varmış, evde bulama- itibaren Filmin TEPEBAŞINDA ŞEHİR | TIYATROSUNDA üç era ece saat 20'de ehir Tiyatrosu MUFETT - 5 perde ii İM) yaza erol 21 mart çarşam- badan itibaren Unutulan Adam Yalnız bir hafta 1607 1 Fransız Tiyatrosunda Gece saat 20 de UÇ SAAT 3 perde Yazan : Ekrem Reşit. Besteli- yen: Cemal Reşit. 1784 e — —— — meden karısına şöyle bir telgraf gelecekti: “Çok hastayım, sana ih- tiyacım var, aman, gel. İmza — Mevlüde, Mevlüde, Şazimendin halasiy- dı. Ona, annesi öldükten sonra kü çük yaşından beri analık etmiş bir kadm.: Böyle ara sıra hastalandık. © Şezimendi yanma çağırır,o da koşa koşa tâ Kadıköyüne, ha - lasma giderdi. Naci bu seferki sahte telgrafı Kadıköyünde oturan bir arkadaşı- na çektiriyordu. O sabırsızlık içinde beklerken, ikindiye doğru kapı çalındı: Pos- tacı. Naci postacınm getirdiği tel - grafı açtı ve mümkün olduğu ke- dar heyecanımı belli etmemeğe ça- lışarak, karışma seslendi: — Şaziment, yine Kadıköyün den davet var. Halan hastalan- Kiişes & Şaziment şaşırdı. Telgrafı a - lg o'da okudu. Birden sapsarı ke- sildi. Elleri titredi. Durgun bir ta- vırla: — Yam! dedi. Ö zaman Naci de şaşırdı: — Ne var,ne oldun? dedi. Ha- lan hastalanmış değil mi? Nacinin bu acele sözlerinde ka- rısı bir şeyler sezdi. Birden koca - smın ayaklarına kapanarak ağla- mmağa yalvarmağa başladı: — Affet Naci, dedi, affet beni.. Töbe.. Bir daha yapmam.. Zaten onu sevmiyordum. Ne yapayım, herif beni kızlığımdan tanır, peşi- mi bırakmazdı. Bir daha gidersem kör olayım. Naci'nin hemen aklı başına gel- di. Hiç yüzünü görmediği, sadece adını işlttiği bu Kadıköydeki ha - lanın kim olduğunu anladı. Telgraf oyununun mânası şimdi kafasında büsbütün canlanıyordu. Fakat sonunda ne (oldu, bilir misiniz? Kırk yılda bir ceviz kı - racaktı, onu da kıramadı. SENENİN EN MUAZZAM Meksiken orijinal BUGÜN Matinelerden Şarkılı P-E.R iki safhası birden — Fiyatlarda zam yoktur. Sinemanı» şöhretini hiç kaybetmiyen ismi GRETA GARBO Oz Türkçe ile Bilmecemiz Osmanlıca karalıklarını yazdığımız kelime lerin öz türkçe mukabillerini yazarak sekli- Masülerine yorleyillikie. va: ibisik murlağuna) gönderiniz. mizin bı 5 Pazartesi günü akşama kadardır. Yeni bilmecemiz 1234567891011 dai —.omaanReN SOLDAN SAGA 1 — Adet 4, Bir rakam 4, 2 — Beygir 2, Radyo 6, 3 — Bir meyva 3, 4 — Büyük 3, 5 — Dem 3, hetifham 2, 8 — Hücum 4, Bir vapurumuzun adı 4, 7 — Nota 2, Çok değil 2, Çif değil 3, 11 — Rür vaka 3, Köpek 2, YUKARDAN AŞAG. 1 — Milliyetin yeni adı 3, Buş 4, 2 — Cet 3, Bir kümes hayvanı 3, İsimleri sıfat yapan bir edat 2, 3 — Bir içki & Az sicak 4, 4 — Löhim 2, Valide 3, Rabit edat 2, 5 — Mahsul 4, 8 — Yet 2, Nota, 7 — Ayı yuvası 2, Bayat değil, genç 4, 8 — Başına bir harf koyunca iyileşir 2, 9 — Tazyik göremüş 4, Beyaz 2, 10 İstifham 2, 41 — Felç 4, Lâz kayığı 4 Telefon 1 — 1935 SENESİNİN BEN HUR'u ViVA ViLLA ( İSTİKLÂL UĞRUNDA ) Metro Goldwyn Şirketinin 1935 senesinde Yegâne Fransızca sözlü ekstra süper filmi - DER rün Ez . oya İttihadı Milli Türk Sigorta Şirketi Herik ve hayat üzerine sigorta muameleleri icra eyleriz. Sigortaları halk için müsait şeraiti havidir Merkezi idaresi : Galatada Ünyon Hanında Acentası bulunmayan şehirlerde acenta aranmaktadır. 4.4887 Sinemasında Bugünkü | program ISTANBUL 17,30 İnkılâp dersleri: Üniversiteden nakil CMLF; genel yazganı Recep | Peker, 1830 Jimnastik Bayan Azda, 1850: Hafif musiki. 19/30; Haberler. © 1940: Spor » Eşref Şefik 20 Üniversite nama konferanı, Doçent Nur ri Adil (Sevr ve Lozan.) 20,30: Bayan Bedriye Tüsim Demircaz. 21416: Son haberler. 21,304 Radyo orkestrası, 22, Radyo caz va tango or” kestenları 475 Kiz. M 70; Gürler, 1890; Baykal Skam Almanca yayım. (Sual #erca yayım. 24,05: İavaç 832 Ka. MOSKOVA, (Stalin) 361. 18,30: Moskova aperismdan nakil, 2245 Dans musikisi. Zâ: İspaayolen yayım, 823 Khr BÜKREŞ İm. 13 - 15 Gündüz plâk yayının, 18: Dans, İt Haberler. 1948 Danamm sürümü. 20: Konfe- 20,20: Plük. 20,45: Konferans, 208: 138: Sözler, 2185: Balâlayka orkestrası, 2,15: Konser (nakil) KER 7 1G dem 1010: gvçit resmi marşları) 20: Da plükleri, 20,30; Aktüalite. 2040: Sözler. Zi Duyumlar, 21,101 Üç perdelik “Jnloka,, ope" reti (Johann Strauss). 2320: Haberler, spor duyumları, 2340: Dans musikisi, Kh.BELGRAD, 20,15: Duyumlar. 2030: Ulusal yayım, 218 Sa 21,30: Mizah. 22; Orkestra, — Kah» vabaneden nakil. 585 Kır. BUDAPEŞTE,Sö0m. 18.48; Amele korom tarafımdan © konser. 20,201 Gitar konseri, 20,50: Konferans, 71,201 Opersilerden parçalar, 22,50: Haberler, a ire ai çingene orkestrası; 241 #4HAMBURG,33Zm. 5: Plâk. 19,30: Askeri yayım, 19,550: Have duyumları. 20: "Fanler Zamber,, adlı şen rad yo piyesi, 2i: o Düyumlar. 21,10: Vagner Vevdinin eserlerinden opera parşaları, 234 Son duyumlar, 23,251 Masilüli 24: Dams musikisi, 1031 Kh. KÖNİGSBERG, 2815 1850: Şimal 204 Film dünyası. ler. 201 Ban zika. 21: Duyuml Arkadaş esi 20 Danılı, yen yayım. 23: Son duyumlar, 2520 *oKr. BRESLAU,3İ6M. 19,50: Kundan, bundan. o 20,401 Hafta de yazmları. is Günün kısa — duyumları. 21,10 “Sevmek “-.ş olmak İlrrmder.. adlı mü ak e 2 257 Son duyumlar, 25,30: Dana 574 Kiz. STUTTGART (Mühlneker) 525 1430: Dan ve akfif musiki, 20,15; “Kitek radyo revüsü, Zi: Du - Duyumlar ve kumpanyası,, ndir yumlar. 21,10: Karışık yayım 235 2530 Dan. İç Gece musikirl, Yarınki program ylâvı Yusuf Kemal, 1 18,50: Aida operası (birinci perde) plâk, 1940; Kore - mayistro Goldenberg ida resinde, 20: Zırant Bakanlığı mamma koni” vans, 20,30: Gitar solo - Şrayber, 20550: Ses ve saz musikisi soloları (plâlk) 21,20: Son ha” berler, 21,30; Radyo orkesiruir. caz ve tango orkestraları, 22: Radyo Gi paradan yana hiç sıkıntı çekmiyor- lardı. Ve o zindanda tam on bir se- eri Sl arkadaşları tarafından iki senede hazırlanabilmişti. Bunlar- dan biri bir o mühendisti, Altı ay, zindan etrafında dolaşmış, topra- ğı, binayı tetkik © etmiş ve yaptığı plân santimi santimine doğra çık- maşa. Zindandan kaçınca odarbirso kakta küçük bir eve girip on daki- ka kadar kalmışlardı. Onlar orada birer kat elbise ve iç çamaşırı bul- muşlar, yıkanıp giyinmişlerdi. Son- ra iki gün bir başka evde, dört gün bir köyde saklanışlardı. Nazminin ağız açmadığını gö- Çi ele E be birader. — diye bağır- gül biraz... Bu ne surat! Se- Müellifi: etmek istiyorsun? Hem kalk da yı- kan.. Kaptan seni görürse bizi ge- izan almayacak... Nazmi Şahab mi tek kelime burnuna amonyak şişesi dayatılmış gibi Nazminin dal- gınlığını dağıttı ve yayına basılmış gibi çevik bir zıplayışla (o ayağa kalktı: — Sahi mi? gidiyor muyuz? Dört zindan kaçağının en kalın enselisine gözlerini dikmişti. Bu onların en uzun boylusu idi.. Ve galiba, reisleri idi de. Tatlı bir gü- lümseyişle; — Evet.. — dedi — gidiyoruz. Hem bir saat sonra denizde olaca- ğız, — Beni de alacaksınız ya. kantinin düğük olyerom be çocuk? Bu söz deşu bulgarın ağ- e im kadar yerinde ola - Şu Nazmi, tam (bir Kanberdi. Ve onsuz hemen hiç bir düğün ya- prlamıyordu. Nerede bir netameli iş varsa tali onu evirip çeviriyor, dağlardan bayırlardan, denizler- den aşırıp mutlaka o işin içine s0- kuyordu. « Netekim tam bir saat bu gemi- nin içine de sokuvermişti işte... Çiftlik kıyısmdan o motörlü bir sandalla denize açılınca yarım sa- at kadar yol . GemiKr rım istikametinden belirmiş ve 5 törü yordalarken yavaşlamıştı. O zaman Bulgarlardan biri bir yeşil bayrak göstermişti. Bu yeşil bay- rakta herhalde bir keramet olacak- tr ki işte «İğne Ada» önünden bo- ğaza doğru ilerliyen koca şilebin salonunda ha bre ha çakıştırıp du- ruyorlardı. Bu adamlar nereye gidiyorlar- dı? Bu şilebin kaptanı bunlarla denizde karşılaşmak için kimden emir almıştı? Alabildiklerine geve- zelik ettikleri halde, hattâ iki kör kandil sarhoş olduğu halde buta- en hiç meydana vurmıyorlar- — Serefine Nazmil . — Şerefinize Beyler! Votka dolu kadehler boşalıp do- larken bir “gurr gurr!,, şt. Kaptan ingilizce bir şeyler söy- ledi. Bulgarlardan biri: — Horra! — diye bağırdı — İs- tanbula geldik. Demirliyoruz. Nazmi uçar gibi güverteye çıktı. İhsaniye sırtlarında gölgeler ya- vaş yavaş ( koyulaşıyordu. Sultan Ahmedin altı ve Ayasofyanm dört minaresini gördü. Gurubun son renkleri altındaki İstanbula içi tit- reyerek baktı. Sonra, Kızkulesin- den Dolmabahçeye, Haydarpaşaya, köprüye kadar denizi benimseyen gâvur gemileri gözüne ilişti gözle- rine... Geri geri çekildi. Bu sırada kalın enseli Bulgar güverteye çıkıyordu: — Nasıl? genç adam.. — dedi — bizden ayrılacak mısm? Kelimeler | gırtlağından kendi kendilerine fırladılar: maz dememiş miydin gospodin? — Peki çocuk başımız üstünde yerin var. Nazmi gözlerini yumdu ve sanki gözkapaklarının ihanetinden kor- kuyormuş gibi kolunu da üstlerine bastırdı. Görmemek istiyordu. . Düşman salgını altında bir ? ha- İ yar. bunu görmek” istemiyordu. Bin bir ihanete uğmdığını da, ta- Hünin sayısız aksiliklerini de, hat- tâ etrafını saran şüphelerin ve it- hamların onu bir istiklâl mahke- mesi kararile üç direk © arasında bir yoğurt torbası gibi sallandıra- bileceğini de unuttu. Anadoludan bir kaçakçı motorile kaçtığına, za- feri mış inkılâp safla- rından uzaklaştığına utandı. Dostların şüpheleri, arkadaşla- rın ihaneti, taliin özrü, hiçbir şey, hiçbir şey bu saftan kaçışı özürlü gösleremezdi, — Benim yerim orada idi.. ora- da olacaktır, hâlâ oradadır.. — di- ye söylendi — Belki bir firar için- ev fakat orada. Belki bir zindan- da,belki bir menfa yolunda... fa- kat orada. Gururu belkemiğinden kırılmıştı. Kamarasıma koştu; bir ayıbı sak- lar gibi kendini İstanbuldan sakla- dı. Ancak bir gün sonra gemideki ler onun saatlerce ağlamış gibi şiş miş gözlerini uğuşturarak kamara- smdan çıktığını gö rebildiler. Bulgar kara sularından az ötede yali bandrasile m Sd rma bu yordu. Midilli açıklarında, güver- tede dolaşan Nazmi hayretle gördü. ki İtalyan bandrası altında seyahat etmektedir. çiz Kim demiş ki Akdeniz Kar denizden bin kere daha yavuz v8 bin bir kere daha kudurgandır. , Kudurgandır. Çünkü dümdüz saldırmağa başlarlar. Teknen sağ” lam değilse yandın efendi kaptan! Ge Yandık. Ea a ynanıyordu. Günlerde” bari taşilzonden! Gali ma > e gibi gözüken kan m sa, n saniyeye artan yalpalara a: dayanamamış. Elinden yal Bu sözler ağzından ze katılmamış bir İstanbullu ahengil? çıkmışlardı. Nazmi, yalpayı da fir tmayı da unutmuştu. Bu adam mü aka bir Türktü. Türkçe plâva ti