TAE ŞA bila 4 a | | O »N& || Öz dilimizle || Modern edebiyat | Ve klasikler Geçenlerde, kalabalık bir mecliste, mekteplerin edebiyat programları ü- zerinde görüşülürken bu husustaki fileirlerini anlatan © bir entelektüel, yalnız Divan edebiyatın değil, gar- bım klâsik dediğimiz edebiyatının da mekteplerde okutulmasında bir fayda görmediğini söylüyordu. Bu zatın ka- naatına göre Homâre artık okunmağa değmez, Moliâre, Racine ve Shakes- peare'i okumadansa Gide gibi,Gorki ve Bjornson gibi bugünün ileri sanat- kârlarını okumak daha iyidir ve insa- nn daha çok şey öğretir, «Madem ki her şeyde tekâmül esastır, diyordu, gu halde neden en mütekâmil edebi- yatı yapan bugünün dâbilerini çocuk- larmıza okutmuyoruz da onlara geri olan ve bir sürü eskimiş, & bayat ve köhne nazariyeleri ve kanalları yar yan eserleri okutuyoruz?> Tekâmül kaidesi (eğer dünyada mevcut ker şey ve her tezahür için değişmez ve kat'i bir kanun olsaydı bu fikirler bir dereceye kadar müna- kaşa götürürdü. Kalbuki sarih va âşi- kâr bir surette görülen bir keyfiyet vardır ki oda maddi ve dinamik tekâ- mül yanında güzel sanatlar sahasında | medeniyet ilerledikçe devamlı bir ge- rileme husule gelmesidir. Bunun s0- bepleri muhtelif surette izah edilmiş- tir. Bu izahlar arasında © en mantıki görüleni şudur: Sanat boş zamanı fazla olan geri sanayi ve geri cemiyet muhitlerinden daha fazla hoşlanır. Sanat asudelile istikrar ister, halbuki mekanik te- kümül bilbassa başdöndürücü bir hız aldığı son zamanlarda insana pek az boş zaman bırakmakta, mekanikte ve mekaniğin yardımile cemiyet hayatn- da pek fazir süratlenen değişmeler istilrarı ortadan kaldırmakta, yaşa- mak mücadelesi daha çetinleştiği için insanların, zihinlerinde maddiyete da- ha fazla yer vermelerile de sanatın inkişafı için lâzım olan şartlar git gi- de ortadan kalkmaktadır. Müşahede ettiğimiz bu tabii oluşun sebepleri üzerinde durmak ve onları münakaşa etmek mevzuumun dışın - dadır. Bu müşahedeyi, önüne geçil - mez bir tabii kanun olarak kabul et- tikten sonra çocuklarımıza en müte- kâmil edebiyat diye son devrin ede- biyatından parçalar veremiyeceğimiz kendiliğinden ortaya çıkar, Şüphesiz ki bugünün edebiyatında düne bakarak © şekil, teknik ve dil zenginliği bakımlarından bir ilerle - me vardır. Fakat bu teknik ilerleme- ler yanında edebiyatm özü olan <fond> da, yani mana ve muhtevada bariz bir gerileme görüyoruz. Mo - dern edebiyat ne Homöre, ne Sha - kespcare, ne do Moliğre ayarda bir adam yetiştirebilir. Sanata pek fazla değer verilen o Soviyetler Birliğinde yeniden bir rs edebiyat vadisinde müşahe- a durgunluk ve tereddi, şiir sahasına büsbütün trajik bir hal alı- yor. L agünün şiiri müthiş surette ge- ridir. çünkü şiir, edebiyatın en halis kısmı olmak itibarile medeniyet iler- emele: inden en fazla zarar görmüş- tür, Ronsard'ları, Musset'leri ve Bau- delaire'leri yetiştirmiş olan Fransanın şiir sahasındaki son mahsülleri ele a- nır şeyler değildir. Vaziyet böyle en nasıl istersiniz ki çocuklarımıza ın mahsüllerile tanı. Yardımı genişlikte yapmalı... İstanbuldaki yer sarsıntısının Başı Erdekte olduğu çok geçme- den anlaşıldı. Işitiyoruz ki, yıkt- lan evler, su baskınına uğrayan köyler var. Kızılay (Hilâfahmer) burala- ra yardım elini uzatarak ilk ağız- da bin lira gönderdi. Ne yazık ki Kızılayı anmak i- çin hep böyle kara günleri bekli- yoruz. Başımız ağırmadıkça onu anmak kafamızdan geçmiyor. Kızılayı — düşünmek için yar- dun her hangi bir yanında yangın olmasını, yerlerin sarsılmasını, kıt- lık baş göstermesini mi beklemeli? Bir kurum ki, bize yarın dara düştüğümüzde el uzatacaktır. O kuruma gerek ki iyi gününde ve iyi günümüzde yardım edelim. Boluk ve genişlikte, o parça parça, azar azar (yapılacak yar- dımlar, korkunç günler eriştiğin- »de, Kızılayın bize en geniş kerte- de yardım etmesini kolaylaştıra- caktır, Bugünkü on kuruşun yarın ba- şımızi dara geldiğinde yapılacak yüz kuruşluk yardundan daha ya- rarlı olduğunu unutmıyalım. Salâhaddin GÜNGÖR işte bu gördüklerinizdir, önüne dünün büyük ustaları yanında pek cüce kalan bugünkülerin eserle- rini serelim. Yeni edebiyatı hiç mi tanıtmaya- lm? Bu edebiyat büsbütün okummua- ğa değmez bir şey midir? Hayır, böy- le bir iddiada bulunmuyorum. Elbette ki son asır edebiyatının en belirmiş e- serlerini de öğretmekte fayda vardır; her şeyden önce mukayose yapmak imkânını vermiş, teknik sahadaki iler- lemeleri tanımış oluruz. Talebelere bir edebiyat kültürü ver- mek için edebiyat programlarını Ho- möre'den başlatmak mecburiyetinde- yiz, Yalnız edebiyatın geçirmiş oldu- ğn merhaleleri gösctermek için değil, en yüksek edebiyat doruklarını ta - nıtmak için de mutlaka başlangıçtan başlamak lüzumu. vardır. © Edebiyat, kimya gibi, fizik gibi son terakkiler ve &on keşiflere göre for- müller içinde kalıplaştırılın bir isim değildir ki onun son tezahürlerini öğ- retmekle iktifa edelim. Edebiyat, kay- naklarına doğru ilerlendikçe durul, şan, arılaşan ve güzelleşen bir ak. su gibidir. Gerçek, kaynağa doğru çıkmak için akıntıya karşı kürek çe- kilirken biraz güçlükle karşılaşılır; fakat alınan zevkler de çekilen güç- lükler nisbetinde bal ve derin olur. Zaten bu güçlüklerdir ki edebi - ” sathi olarak alâkadar olan- lara klâ, eri yavan ve okunmağa değmez gösterir. Halbuki kiâsiklerin zenginliklerini aramak, gömülü ol - dukları derinliklerden kazarak çi - karmak lâzrmdir. Uzerinde durulduk- ça, ve derinliklerine inildikçe bu ha- zinenin değeri anlaşılır ve bu güzel- liklerin anahtarı ele geçirilir. Gerçek edebiyata varmak için klâsiklerden başka çıkar yol yoktur. Yaşar Nabi NAYIR Türk Sigorta Şirketi Hırik ve hayat üzerine sigorta muameleleri icra eyleriz. Sigortaları halk için müsait şeraiti havidir Merkezi idaresi : Gala Acentası bulunmayân şehirl Telefon : 4 — Ne?... Aaaa... Refika teyze i- İ i le vE 5 4 — Tanıyor musun İ —Bir yerde prezante etmişlerdi, "peki ama, sen buna bir aşk mektu- bu... Bir hediye falan gönderme din? yahut ben hatırlayamıyorum. | Galip bir kahkaha daha attı; — Mektupları bu bana gönderir İçünkü o bana âşıktır ve ben bun- dan alılığım para ile yaşarım. Son- İra gene ancak bunun için sarma - | I pıklara sarılıp balkonlara tırmanı- "rum.. Makriköyündeki evde bu otu- /rur. İ — Ben Fahrünnisa oturur zan- nediyordum. Yanılmışım demek? Galip gene kahkahalarla güldü? — O da orada oturur... — Canım senin de bu gecene kadar budalalığın üstünde!:.. Fah- tada Ünyon Hanında lerde acenta maktadır. LA8S7 > 7 ld hügui: Nazmi Şehap — Necee? — Hayret mi ettin? Kadın pek genç değil mi? On üç yaşında ev- mer e ne diyeceğini şaşırmıştı; bir kaç saniye kadar sustu, sonra; — Peki ama Galip.. — dedi — sen bu kadının ile yaşadığını söyliyorsun,halbuki Refika hanım hiç te zengin değildir. — Zengin © sayılabilir. Bir çok zengin dostları vardır. (Bilhassa, en başta şu meşhur Sadun beyi say! Sonra Fahrünnisa da epey kazanır, Benim Fahrünnisanın nişanlısı ro. lünü oynamamın sebebi de bu 5 Ee beyin işimizi çakmaması için- ir. — Sadun beyi tanımıyor musun? — Belki duymuşsundur ama w- Kuyumculuktan Meyhaneciliğe... Meyhanede tezgâh © bâşt âlemi yapıyorlar. Rakıların biri boşalma- dan, biri doluyor. Mezeler, boylu boyunca mermer masaya dizilmiş, döküm saçım, herkes dilediğinden aliyor. Mezelerin nevi çok ama, miktarları o kadar az ki, bir çatal saplayışta tabakta bir şey kalmı- yor, İki Ermeni müşteri, içten epey- ce mırıldanmağa başadılar: — Bizi kırlangıç kuşu sarmıştır» ki bu gıdar az meze veror).. — Söylesek de, çokça koysa. Üçüncü müşteri, bu mırıltlara iştirak etmiyor, yalnız kıs kıs gülü- yordu. — Zo senin ağzına kilit vurmuş- lardır? Meyhaneci tanıdığın adam ise, ne duruorsun? Öteki gene gülümseyerek: — He. dedi, | tanıdığım adam- dır ama, söylemem, çünkim o es. kiden kuyumcu idil. az meze geti- riyor ise hakkı var, — Kuyumcu ise, ne olmuş? — Şu olmuş ki, hep ince işle uğ- raştı. Tırnak ucu gıdar elmaslar a- rasında ömür geçirdi. Şimdi mey- haneye düşünce bocaladı. Şu kü- gücük istavridi sazan — balığı gibi görüyorsa, hiç şaşmal.. Kulakmisafiri Bugünkü program İSTANBUL: wen dere, 1830: Jimmsetik, (Seli rr Tarcan) 19: Dane plâkları ler. 1940: Omer Baha tarafınşlan vet katile şarkılar, 20: Hafif musiki plâkları, 20,30: Balâliyka orkestrası. 21,15: Son haberler. 21, 30: ekestra, 22: Radyo caz ve tarz 823 Ker. BUKREŞ 3m. 13 - 15 Plâk ve haberler, 181 Radyo orkes- STOKHOLM, 426 m. lük, 20,45; Sözler. 20,301 Kaman ye solist konseri, 21,15: Tiyatro. 231 Yer eni dramatik sahnelerden 28 20,30x Halk 5 18,0, meşriyatı. 19,20; Almanca meşri- STRASBOURG, 9m. tsm nakil, 20: Süzler. 20,15: Konfe- olist konseri. | Zi: Haberler. pakil. 22,15; Almanca haberler üyük henser, yoğlunda kos kocaman bir evi sat- tı, parasmı olduğu gibi Refikaya verdi. Zaten aramızdaki gürültü- de bu para yüzünden çıktı ya.. Sadun Bey eve sık sık gidip gelme- ğe başladı, bunun üzerine Refika bir müddet benden kurtulmak is- tedi, Bunun ehemmiyeti yok. Fakat parayı da kesiverdi. Ben de taban- caya asıldığım gibi topunu önüme kattım. Nazmi duvardaki yağlı boya re- simlerden birine gözlerini daldır. a Sözünü bitirince Galibe sor- uz — Bu kim? — Büyük babam Nasreddin pa- şa... Trablus valisi imiş... Ölümün. den az evvel müşir olmuş... — Ya bu? — O da anamın o babası Sakip ağa.. esnaftan bir adammış... — Ya şu? a — Babam... beğenmediğin itilâf- Çin Nazmi yavaş yavaş © yerinden kalktı, arkadaşma yaklaştı. Elile başını ok: sinde hiç Rafikaya bariz bir ka» a parasını sızdırmış olan var- m! iğ Silgi Geçmez lira Arkadaşlardan Muslih anlatıyordu: — Bugün hayatında hiç yapmadığım bir şeyi yaptım. Bir garsönün bastonla | kafasını yaraladı. Biz de şaştık: — Allah allah, dedik, (nasıl oldu bu iş? — Efendim, Arkadaşların akşamları toplandıkları bir meyhane var. Ben her zaman içki içmem bilirsiniz. O gün ce Bim istedi. Kalktım, oraya gittim. Hep beraber içtik, konuştuk, gülüştük. Hesap zamanı on bütün lira verdim. Garson üs- tönü getirdi. Ben de bakmadan cebime attım, Evde ne göreyim? liralardan biri kof... köre versen (almaz. Ertesi sabah gider, geri veririm düşüncesile yattım, fa kat ertesi sahah garsona parayı geri ver- mek kabil olmadı. Herif öyle suratıma baktı ki sanki ben parayı başka yerden almışım da, gelip kendisine yutturuyor- muşum gibi bir hali vardı. Sinirime do- kundu. — Bu geçmez parayı dün akşam bana veren sen değil misin? — Nasıl olur efendim, biz müşteriye böyle para vermeyiz. — Vermeyiz değil, verdin işi mü getiren son değil misin? eh, da oparaların içindeydi... — Yonlışınız olacak beğim. Belki bir başka yerden almış olacaksınız. Zaten sinirim üzerimdeydi, bu son söz üzerine lirayı garsonun o gözü önünde | cayır cayır yırttım, kafasına da bir bas- ton indirdikten sonra çıkıp geldim. Hâ- lâ sinirim üstümde... Muslihin terbiyeli, uslu, mütevâzi, ya- lansız, riyasız, hele ( kavgadan hiç te hoşlanrçayan bir insan olduğunu bildiği- miz için, bu hödisenin ehemmiyetini kav» rayorduk. Çocukcağız hem lirasından ol- muştu, hem de dünyada yapmadığı bir şeyi yapmıştı, Bir arkadaş teselli makamında söyledi: — Canım olağan işlerdendir, dedik, hele şimdi şu son günlerde bu geçmeyen liralar herkesin başına bir iş açıyor. Da ha üç gün evvel de benim başımdan geç- ti. Bir tek liram vardı. Sağlam para ol 'duğuna emindim. Evdeki çocuğumu bak- kala gönderdim. Oteberi aldırdım. Ara- dan on dakika geçti, ya geçmedi. Bak. kal kapıyı çaldı: — Begüm, bu para geçmez, değişiver, demez mi? Cebimde başka para yok. Evde de u- tanacak misafirler sahneyi gördüler. Hü- lâsa yerin dibine geçtim. Bakkala para- sını sonra vereceğimi anlatıp ta savunca- ya kadar akla karayı seçtim. Fakat her- | kes meteliksizliğimi anladı, Fakat Muslih hâlâ sinirlerini yatırama- muşta. — Ben senin yerinde olsaydım, o ada- mın da önünde parayı yırtar, kafasına bir şey vurur, kapıyı yüzüne kapatırdım. — Evet, ama o zaman daha rezalet 0- tardu, — Rezalet bizde değil, onlar da... Bu sırada içimizdeki bu maceraları din .—. leyen arkadaşlardan birinin ks kıs gülü- | m Yi ari şü nazarı dikkatimizi celbettir — Ne o İhsan? diye sorduk, meye gü- lüyorsun? Galiba bir yerde rezalet çıkışı hoşuna gidiyor. — Yok vallahi değil, dedi, Rezalet | insanın boşuna gider mi, yalnız bu işte | Şi kabahat bizde? o Hayretle yüzüne baktık: — Ne diye kabahat sende oluyor? O (İİ İ Bir şey söyleyeceğim ama kızmayın. Muslihin gittiği o meyhanede o gecebiz | hep beraberdik. Garsonu © eskiden tamı- | ben lirayı verdim, rım, Elimde geçmez bir lira vardı. Gar- sonu göz işaretile çağrıdım: — Sen şu lirayı al, © benim hesabımı gör, bumu bir müşteriye sürersen ne âlâ sana yirmi kuruş bahşiş veririm. Süre- mezsen ben her zaman buraya geliyorum, bilirsin, getirir değiştiririm. Yirmi kuruş bahşiş mi garsonun hoşu- na gitti, yoksa o da benim — gibi az çok bahşiş bırakan devamlı bir müşterinin ho- #una mı gitmek istedi; nedir, lirayı mem Buniyetle aldı. Vah, Muslihçiğim vah, de inek menhus berif bizim lirayı sana yut- turmuş ha... O zaman kimde can (kaldı. Hepimiz güldük. Hattâ Muslih bile o sinirli hali ile güldü. — ne ehemmiyeti var, dedi, sen de o lirayı bana versin diye garsona ver. medin ya... Doğrusu da bul hattâ benim de bu iş- to hafif tertip canım sıkılmıştı. O sırada arkadaşlardan © demindenberi hiç sesini çikarmayan ve hattâ hiç gülmeyen Sedat birdenbire makaraları bırakmaz mı? Bu sefer hepimiz dönüp ona baktık, Sedat hem bir elile belini tutarak katılar “ya gülüyor, hem de bir elile kı ruyordu. En sonunda gülmesi sükü bulunca bana dedi ki — Aptal o lirayı dün ben sana yuttur- dum, Bir lira borç | istememiş mi idin? Fakat ama, garson marson, sopa mopa tafımam., Liramı is- terim, ALENİ TEŞEKKÜR Ani ölümü ile ailemizi yese bürüyen zevcim Andon Petridisin cenaze mera - minde hâzır bulunan ve çelenk gönde ren, gerek tahriren ve en samimi tees- sürlerini izhar eden muhterem zevnla, teessürümden baş alamayıp ve ayrı ay- Tı üejekkür etmenin kabil olamadığından çok samimi teşekkürlerimi muhterem ga zetenizin delâletini rica ederim. Kederdide ailesi İstavrula A. Potridu Bu akşam ME ilalleyel desi “MİLLİYET” |) ABONE ÜCRETLERİ Türkiye için Mariç LK. LAN 3 aylığı dei vi 70 N » M— Gelen evrak geri verilmez— Müd Esen nüshalar 10 kuruştur — Gazete matbanya mit işler İçi rscnat edilir. Gazetemiz ilâ liyetini kabul etme: «zatlar MER dk Kutlu bir nişanlann Akşam arkadaşımızın baş yap « Bay Necmeddin o Sadık'ın kızı yan Neclâ ile Usküdar ceza rol ğinden mütekait Bay Mazharın © Bay Vodad'ın — mi pazartesi günü yapılmıştır. Bu merasimde Medi» Başkanı zm Ozalp ile ökonomi bakanı İ Celâl Bayar, Dış işleri bakanı £ Rüştü Aras, vali Muhiddin Ustüm ve her iki tarafın da bir kaç yüz « ta hazır bulunmuştur. Bu nişanlarmanm her iki taral gin de kutlu olmasını dileriz. İçki düşmanlarının dan çayı Yeşil hilâl cemiyeti gençlik teşkil tarafından dün âzası şerefine Tokatlı otelinde bir danslı çay verilmiştir. Çocuk bakımı hakkınd öğütler Çocuk esirgeme kurumu — (Himaj Etfal) armelere çocuklarının bakalım ösüllerini gösteren öğütler hazırlamış Bu öğütler süt çağındaki bebeklere £ rinci aydan başlayıp 12 inci aya kad ne şekilde bakılacağını bildirir. İsteye lere her ay için bir öğüt parssrz olar gönderilir. Anlısrada çocuk Esirgen kurumu başkanlığa bir mektupla çı cuğun kaç aylık olduğunu ve bir adres bildirmek kâfidir. Kurum; çocukların terbiye ve basi lıkları halkında sorulncnk suallere « parasız cevap verir. LEK sineması ROSY BARSONY - WOLFF ALLBACH - RETTY ve GEORK ALEXANDER tarafından bir sureti fevkalâdede temsil edilmiş AKŞDAN KAÇILMAZ vakayii hazırayı musavver, sevimli, eğlenceli, neşeli ve danslı komedi muzikalini takdim ediyor. Cidden görülecek bir film... Emsalsiz bir temaşa... Hayat aza ve Otomobil Sigortalarınızı Galatada Ünyon Hanımda Kâin UNYON SIGOR TASINA yaptırmız. Türkiyede bilâfasıla icrayı muamele etmekte olan — Demek ki böyle bir vaziyeti bunların hiç birinin şerefile uygun bulmıyorsun... — O halde Galip.. Bunlara lâyık olmağa çalış... Ve romatizması tepmiş bir ihti- yar gibi ayaklarma güçlükle basa- rak, sallana sallana odadan çıktı... Evden çıktı.Bunun Hademe Aliden daha beter bir illete tutulduğunu anlamıştı: Ruh frengisi... Artık hiçbirisini o görmüyordu. İmtihan başlamak üzere idi. Ders- ler kesilince kitaplarını, defterleri- ni almış ve Galatasaraydaki apar- trmana çekilmişti. Şimdi sabah ak- şam hrail harıl çalışıyordu. Mari yi ara sıra çağırıyor, birlikte sine- maya gidiyorlardı. Pokerde hisse- sine düşen çekleri kırdırmak için bankaya gitmişti. : İstanbul tarafıma on gün hiç in- memişti. Bir gün dönüşte tarihçi Hayreddine rastlamıştı. Hayred- din; — Gel.. ocağa şöyle bir uğraya- lım.. — dedi — İyi bir konferans var, Bu konferansı dinlediler. Konu. şan, düzgün konuşuyordu. Kütah. | yenlerin gözleri inünde öyle bir A- nadolu kasabası çizdi ki, her yerin- de mermer fiskiyelerden su fışkır- maktadır ve her yapı yemyeşil çi- nilerle süslüdür. O gece apartımana döndüğü za- man odasına bir türlü ısmamadı. Gözleri Kütahya çinilerile süslü duvarlar ve mermer ızlardan fışkıran serin sular görmek istiyor. du. portresini yapmıştı. Mariye baktı, baktı, baktı... Hatibin portresine » benzer tarafı olmadığı için kanape- ye uzandı, yattı.. Kim nedan güzel rum kızı- na, bir türlü ısınamamıştı bu gece?. İmtihanlarm bu serkeş talebe i- çin kötü neticeler vereceğini tah- min eden emiri ser bayrete düşürdüğü lerden bi- rinde Tünele doğru giderken Aliye ile burun buruna geldi, müthiş bir yorgunluk ve dalgınlık içinde idi. — Ne tarafa Nazmi? — Hiç... Serseri serseri dolaşa- dr yili ei yok. Bizim imtihanlar bugün bitti. — Benim daha bir iki tane var... ÜNYON Kumpanyasına bir kere uğramadan sigorta yaptırmaymız. Telefon : 4.4888, 8 bir başka iş yoktur, tavsiye ederirl serseri serseri dolaş. — Yalnız mı dolaşayım? Aliye gayet zayıf bir sesle konu guyordu. Fakat bir şöye fena haldi hiddetlenmişe benziyordu. Yumrukları sıkılmıştı. Dişlerini gıcırdatıyor... Ve, b nundan soluyordu. Gencin göz! ne gözlerini dikerek bir daha s0 du: — Yalnız mı dolaşayım? O zaman Nazmi, ne demek diğini anlar gibi oldu. Gülüş ğe çalışarak; — Yalnız ne demek —dedi — haftalar var ki b mizi unuttuk. — Kim kimi unuttu? — Ben imtihanlara | bazırla; yordum, — Ben de... — Demek ikimizin de kabahati yok.. — Bilmem. Kızın koluna girdi. Taa Hü yeti (o ebediyeye kadar yürüd ler. Sonra bir tramvayla Gala raya geldiler. Aliyenin hâlâ kendi sinden ayrılmak niyetinde olmadı