bir © cuk be: | Fikirler ve insanlar | Bir mektup Beyefendi, Mektubunuz daha yeni & İime geçtiği için cevap £ vermekte geciktim. Hemen söyliyeyim ki ba- na niçin mektup yazdığınızı anlı b yamadım, sonunda “bürmetlerimi sunarım,, demenize rağmen hiç de hürmet göstermiyen, hattâ hakaret denebilecek sözleriniz var. Asıl maksadınız hakaret ise niçin mek- tubunuza imzanızı stmaz, sadece “mualim F.R.,, diye geçiştirirsiniz? Evet, niçin mektup yazdığınızı an- kıyamadım. Mamafi mademki bek- lediğinizi söylüyorsunuz, sualleri- nize, itirazlarınıza cevap verece « ğim. “Eski've yeni kitaplar,, isimli zımı, iddia ettiğiniz gibi alâ değil, yarım okuduğumuz anlaşılı- yor. Tamam okusaydınız belki is- Vhza ile karşılanacak başka parça- lar da bulurdunuz; fakat klassikler derken Moliöre'i, Shakespeare' gil, Yunan klassiklerini kasde! mi de hiç şüphesiz anlardınız. Diyorsunuz ki: “Zannediyorum ki beğendiğiniz muharrirlerin klas- sikler olduğunu söyliyebilmek için bu kadar düşünmeğe (ihtiyacınız yoktu; zira, siz de bilirsiniz ki, bu muharrirlerin büyüklüğü zaten her- kesçe müsellemdir.,, Bilmem © yanılıyor muyum? bu sözlerle beni, herkesçe bilinen sey- leri âlimane (o bir tavurla söyliyen bir adam, yani bir malümatfüruş, bir ukala diye tasvir etmek istiyor. addolunmaktan çe - “En beğendiğim Yunan klassikleridir,, derken niçin düşündüğümü anlata- yım, Samimiyet - bence - tabii halimi- zin, itiyatlarımızın, ilk hislerimizin değil, mesuliyetini kabul edeceği - miz fikirlerin o müdafaasındadır. “En beğendiğiniz muharrirler han- gileridir?,, sualine benim düşünme: den vereceğim cevapta Yunan klas- sikleri bulunmaz. Eshileys'in tra - gedialarını, yeni Fransız romancı- larmm kiptelarından daha merakla okuduğumu iddia edemem; böyle bir iddiada bulunacak kimselerin çoğuna da pek inanmam. Bunun i- gindir ki o suale samimiyetle cevap vermek istersek hatırımıza ilk ge- len kitapları, meselâ yatağımızın başı ucunda bulundurduklarımızı sa iktifa edemeyiz, düşün - memiz lâzımdır. Hele en beğendi- ği muharrirler klasaikler olduğunu düşünmeden söyliyen kimse bu ter- cihine sebep diye de onlarm büyük- lüğünün herkesçe zaten müsellem luğunu gösterirse samimiyetine hiç inanmam. Kendisine: “En be - ğendiğiniz muharrirler hangileri - dir?,, diye sorduğumuz adamdan bize kendi tecrübesi, muhakemesi ile edindiği kanaati ( söylemesini bekleriz. Siz öyle yapmıyor da ki- taplardan, herkesten öğrendiğinizi söylüyorsanız, söyliyebiliyorsanız. ve böylece samimiliğinize inanıyor sanız doğrusu bahtiyarsınız; fakat müsaade buyurun da saadetinizi kıskanmıyayım. Bu nevi bahtiyarlığa ermişsi- niz; bu, Rabelais ve Mallarm& hak- kında söylediklerinizden de anla- şılryor. “Bir Mallarmâ ile bir Rabe- |İğİ İsis ile kıyas edilemez; yalnız ne- 'den fikir hayatında birinciyi ikin- ciye tercih etmek kal olmasın? Muallim F. R. Beye Eğer Rabelnin istihzaları ile yükse- len bir muharrirse Mallarmöâ de ka- ranlrk hisleri ile sivrilen bir şairdir. Gerçi ikisinin de ayrı ayrı şahsi » yetleri var; fakat biri diğerinden farklı bir irtifa olmasa gerek... ve Mallarmö'yi Rabelais'ye tercihte, sizin buyurduğunuz gibi, bir nevi ciddiyetsizlik yoktur,, diyorsunuz. Mallarmö'yi ve Rabelais'yi okudu- nuz mu? Onlar hakkında söyledik- lerinize bakılırsa ancak bahieleri- ne kulak misafiri olmuşsunuz.Çün- kü, okusaydınız, Rabelais'de istih- zadan çok başka, yapıcı, — kurucu şeyler olduğunu görür, Mallarm$'- nin eseri de size “karanlık hisleri ile sivrilen şair,, cümlesindeki ede- biyat'ın tatsızlığını sezdirirdi. Çok sevdiğim bu şairi, bir Rabelais'ye tercihi niçin mi ciddiyetsizlik sayı- yorum? Çünkü onun gibi (o yapıcı, kurucu değildir, onun gibi univer- #al değildir. Hep deminki düşünce hi samimiyet bahsine geliyoruz. Yine diyorsunuz ki: “Türk kari- ine gelince: o, pek âlâ kendi muhi- tinin kıymet hükümlerini bilir. O, adapte romanları sevmez. Türk ka- rü realisttir. Muhayyel bir âlemin müştakı değildir; ve yaşadığı mu- hitin inikâslarma sadık bir aynadır (bu cümlenin, belâgatli sanmanıza rağmen, manası yok; düşünün, siz de anlarsınız). Onda kendisinden başkasını bulamazsınız. Kahraman ları ecnebi olan romanları benim » semez. O, adeta muhitile ebedi bir zeveban hâlindedir; ve sahsi fiki İleri ile, hükümleri ile, lekelemek istiyenleri istihfafla kar. şılar.,, Ne güzel sözler!... Türk karii de dahil olduğu hâlde her kari muhay- yel âlem müştakıdır: Shakespeare okuyan da, Zola okuyan da, sergü- zeşt romanı okuyan da; çünkü rea- Tist, naturalist denen romancılar da yine muhayyel, stylisâ âleminden bahseder. Türk kariinin adapte e - serlerden hoşlanıp hoşlanmadığını Şehir tiyatrosunun bütün tarihi ile on beş, yirmi senelik roman tarihi- miz kâfi bir belâgatle gösterir. “Türk kari, adetâ muhiti ile e- bedi bir zeveban halindedir”, yani onunla kaynaşmıştır. Elbette, çün- kü muhiti kendisi teşkil eder. İşte herkesin bildiği ve yüksekten bir edanm ayrı bir kıymet veremiye - ceği bir söz. Tekrar mektup yazarsanız latin harfleri ile yazın; hem de imzanı- 71 atmağı unutmayın ki selâm yaz- mam kabil olsun. Nurullah ATA — İttih kendisini * Artıyoruz, daha da artacağız! Yurtta yaşayanları o çoğaltmak İsmet Paşa Törü (1) sünün ana ta sarlama (2) larından biri idi. Pa- şamız işleri üzerine almadan önce kaç kişi olduğumuzu bilmiyorduk. Sayım yapıldığı gün 14 milyona yakın olduğumuza hepimiz şaştık. Çünkü 10 milyondan yukarı çıkıla- cağına kimse inanmıyordu. Yunanistanda kalan yaram mil » yon türkün anavatana getirilmele. ri, kütüğe yeniden yazdırılanlar ve daha şuradan buradan sığtı la top'uluğumuz (3) gitgide arta- rak 15, 16, ve en son 17 buçuk mil. yonu buldu. Bugün yeni bir sayım yapılacak olsa belki de 20 milyona vardığımız örtaya çıkacak. Demek eksilmek şöyle dursun, yıldan yıla artıyoraz. ismanlı imparatorluğu çağında Basradan İşkodraya kadar uzanan koca ülkelerde topu topu 25 mil - yonduk. Elimizde kalan topraklar giden- lerin yarısını bile tatmadığına göre bu artım (4) çok verimli olmuş de- leke Düşünmeli ki lar ad. tında kalan eski yerlerimizde biz- den olmayan ulus (5) lar yaşıyor. lardı, Rumu, Bulgar, Sırbı, Ulakı, Arabı, Ermenisi, Arnavudu gittik- ten sonra bize kalan bu 17 buçuk milyon öz türk, nice bin agı (6) de #erindedir. ve Tek bir yürek gibi “çarpan bu toplulakla artık hiç kimse bize salmış bir yurdun bekçiliğini ei mizi söyleyemeyecektir!.. M. SALAHADDIN (1) Törü - Hükümet (2) Ta- sarlama - Tasavvur (3) - Toplu- luk - Nüfus karşılığı (4) Artım - Tezayüt (5) Ulus - Millet (6) A- ZE azine. Müessif İrtihal Istanbul Müddeiumumiliği baş- muavini Salih Beyin büyük bira- deri Üsküdar Hukuk Hâlimliğin. den mütekait (o Şevket Bey vefat etmiştir, Na'şı bugünkü cumartesi günü saat 10 da Anadoluhisarın. daki yalılarından kaldırılarak Sa- matyaya nakil ve K. Mustafa'Pa- $a camli şerifinde namazı kılımdık- tan sonra Merkez efendide'âile kabristanına defnedilecektir. Tenehası Belediye bahçesinde Tatanbaf Belâğiğösi Ba akşam ŞehirTiyatrosu © Saat2ide HUM re Lİ 3 Perde IN Yazan Ekrem Reşit Besteleyen Cemal Reşit, 4518 adı Milli Türk Sigorta Şirketi Herik ve hayat üzerine sigorta muameleleri icra eyleriz. Sigortaları halk için müsait şeraiti havidir Merkezi idaresi : Galatada Ünyon Hanında Acentası bulunmayan şehirlerde acenta aranmaktadır. Telefon ; Ertesi gün biraz daha söyledi. Iki Kor sonra biraz daha, derken 03 Oğul! dedi. Sen iyi çocuksun. Bu Çopur Dayı seni çalıştırır çalış- tırır, bir gün ekmek de vermez göm lek te, don da. Eğet istiyecek olur- san muhtarı, ihtiyarı çağırır. Bu ço- nim paramı ( neyimi çaldı, diye bir de iftira edip savar.i ki şiye böyle yaptı, senin bir çırağı vardı, bin gün ona kız- mış evinin ahırına kapamış.tamam on gün aç susuz bırakmış. Al şu ku- Tuşu da bir simit al, ıhlamura batı- ra batıra ye. Benim oğlanın bir es- ki kunduraları vardı, ayağına u - yarsa vereyim sana, Sansaros'u aldı mı bir düşünce, aldı mı bir korku! O açlıktan ko- vulmaktan korkmuyordu Demek burada da adama hırsız diye iftira edenler vardı O gün akşama kadar sersem serrem çalıştı. Daha doğru- $u ne is gördüğünü © anlıyamadı. Hattâ K- sralık Copur Davı (has- Yazan: AKA GÜNDÜZ ta iısım?) diye sordu. Zaptiye Ahmet bir gün son sözü- nü söyledi: — Kazada tanıdığım bir efendi var. Hiç çocuğu olmamış. Bir karı bir koca. Zengin kişiler, Seni evlât gibi bakarlar. Seni oraya vereyim, bey çocuğu gibi yaşa. o Ne olacak onların işi? Pazara git, bohçayı ha- mama götür, avluyu süpür. oHem sen gn Burada kalacaksın da ne ? O Çopur Dayı ne hin oğ- lu hindir ben bilirim. Hem o sana sonra iftiradan başka türlü kötülük- ler de eder. Ne mi eder? Yaklaş ya- nıma da sana tarif edeyim. Zaptiye Ahmet, Çopur Daymın yapacağı kötülüklerin hepsini s0 - nuna kadar tarif etmek istedi. Fa- kat daha ortasında iken vazgeçme. ğe mecbur oldu, Pazar meyrlanmın ilerisinden kahveye doğru iki müş- teri reliyordu. — Kimseye bir şev söyleme. Son- ra 0 efendi seni evlâtlık almaz. Al şu beş kuruşu da bakkaldan leblebi 4.4887 4641 Vaktile bekârdim. Yirmi üç Y şrmın çılgınlıkları içinde, ele, a - vuca sığmaz haşarı bir gençtim. Annem, kocası Anadolu ; kazala- rında kaymakamlık eden kız kar- deşimin peşinde dolaşıyordu. Be- de siyahi dadım Menekşe Bacıi- | le yalnız bırakmıştı. Yaz tatillerinde idi. Imtihanı- mi muvaffakıyetle bitirmiştim. Ki- tap okumaktan, gezmekten, yürü- mekten o usammıştım. Bir gün o- damda şezlonga uzanmış tembel tembel düşünürken, aklıma bir şeytanlık geldi: Evlenmek... Bunu akşama kadar düşündüm. Yapaca- ğım şeyi düşündükçe kendi ken- dime gülüyordum. Gece, Menek- şe kalfanm odasına indim. Kadın, köşede bir çuval kömür gibi du- ruyo, — Kalfa. Diye seslendim. Karanlık, haşin bir ses cevap verdi: — Afandim. — Ben bu evi satacağım ve yahut kiraya vereceğim. Arap şaşırmıştı: — A... Ayo sen çıldırdı mı... Hanımafandi gelirse (ikimize de eker... EN dadı, sen anlamadın. Ben, evlenmek ( istiyorum da o- nun için böyle bir bahane ortaya koyacağım. Arap, kara bir zincir gibi şa- dı; Bütün vücudü sarsılarak güldü. — Sis mi afandim evlenecek... Kediler çamaşırı yıkayamıyo... — Dadı Allah aşkına canımı sıkma. Bak, dinle, ben, yarın 80- kak tarafındabi odaların camları- na şöyle bir ilân asacağım. (Bu ev, hem kiralıktır, hem satılık. tır.) Tabii birçok aileler, küçük hanımlar falan eve gelecekler, o zaman ben de içlerinden kısmeti- mi seçeceğim. — Siz afandim daha mektep- te okuyo. o Diğlemat alınca sizi hanımefendi evlendiriyo. — Ben, onun evlendirmesini | bekleyinceye kadar canım çıka- cak. Artık ihtiyarlıyorum. Zaten annom beni unuttu. Ve dediğimi yaptım. Ertesi gün ilânları astrm. Ve güzelce traş o- larak giyindim. Elime bir kitap a- larak köşe penceresine | kurul - dum, lik müşteri olarak bir Erme- ni Madamile kızı geldiler, Kız gü- zeldi amma, benimki kadar bıyık- ları vardı. Ermeni kızını bir köşe- de kıstırdım: — Nasıl Matmazel evi beğen- diniz mi? Diye sordum, Gözlerimin içine dik dik bak- ti: namadım, neyi beğene- ceğim ki... dedi. Daha bacak ka- dar çocuksun. Ne zaman kibi- yıkların benim ( bıyrklarımın beş, altı misli olursa o zaman bu evi | satın alırım. Aşağıdaki siyah ka- rı eHeme irüne, sen de tıp- kim fasülye pilâkisine benzeorsu- DUZ, Sonra annesinin £ yanına koş- tu: — Mama, haydi kaçalım. Bu- rası timarhanedir, nedir? Bunların eri Da henettirler. müşteri evden oböyledar kaçtı. Kapıdan girerlerken dadı- mın kızm xulağına meseleyi çıt - lattığmı sonradan o anlamıştım. Ona çıkıştım. Falso yapmamasını tenbih ettim. Ertesi gün de tesa- düfen bir Masırlı hanımla kızı ka- pıyı çaldılar. Ben pijama ile bu- lünuyordum. Buna o rağmen he- men koştum : — Buyurunuz hanımefendiler. Ev, inşallah size kısmet olur, De- dim. Odaları gezmeğe (başladılar. Orta kata bakıyorlardı. Kadın kı- zana döndü; — Şemsünnisa, nasıl evi be- ğendin? Doğrusu çok iyi. — Kira ilemi (tutacaksınız, yoksa satın mı? Kadın, gelip çenemi okşadı: — Vallahi, siz nasıl isterseniz, kira ve yahut iştira hiç bir (o beis yok... — Her halde satın almız. — Amma velâkin siz bunda zararlı şikarsınız. Çünkim kira o- lursa bir zaman oturur, sonra ka- şar gider, daha hoş olur. Mısırlı kadın, gözlerimin içine sabit nazarlarla bakarak evi ki- ralamakta ısrar ediyordu. Mesele çatallanmıştı. Hapı (o yutmuştum. Ne yapacaktım. Hemen dadımı imdadıma çağırdım: — Gel bacı... Bak hanmlar e vi kiralamak istiyorlar. Bu sözlere Menekşe o kalfanın ağzı açık kalmıştı: — Afandim. Bu çocuk (o bik mez. Annesi bir hafta sonra gele- cek siz o zaman geliyo... Bunları da böylece (atlattık. Daha ertesi gün iki Lehli kadını geldi: — Siz bunu satiyog amma çok ai i küçük — Aman Madam neresi üç katlı koca ev... — Evet biliyigum amma siz sattı yapagmaz efendim. Siz daha çocuk, Bu söz izzeti nefsime dokun- muştu, Hiddetlenerek kapıyı gös- terdim. Dördüncü gün de Şişli dilber- lerinden üç hanım geldiler; — Monşer kaça kadar olacak? — Üç bin efendim. Kadınlar birbirlerine sokula- rak fikir frkır güldüler; — Melâhat her katını birimiz alalım. Böyle razı olur musunuz? Dediler. Bu, münasebetsiz sual karşı « yada pusulayı adamakıllı şaşır. m; — Hayır olamaz. dedim. Bu vaziyetten hiç memnun olmadığı- ini gece dadıma açtım, Kadın gül | ü öyledimdi. Sa- — Ben dayın na yağlı müşteriler (o göndermiş. Dedi. Neden sonra işteki du- barayi sezmiştim, Meğerse gelen kiracılar dayımın & müziplik için gönderdiği ahbaplarından başka bir şey değilmiş. Birkaç gün sonra © annemden şöyle bir mektup aldım: (Dadını © çok üzüyormuşsun. Evi satmağa © kalkımışsın. Böyle yaparsan arabı yanıma alırım, Son ra sen de pansiyon (köşelerinde sürümürsun. Aklını başına topla.) şapa oturttu. Evlenmekten mec- Bugünkü ISTANBUL: progra” 175 Kiz, MOSKOVA, 1714 m» 17,30: Masahabe. 18,30: Plâk temsili, 22: Almamen meşriymi: seren, 24,05: İspanyolca. 832 Kir. MOSKOVA, (Stnlin) Sü ı e. 17301 Mi Ay ve psi : usakabe. riya, 19,80: 224 Dame masikisi. lon orkestrası, 888 Kl. BELGRAT, &87 m. ehöpfune, pili 23: Haberler, — P' Habarler, 23,20: kalarrım neticeleri. 2345: Hamburttan Dans musikisi İ 394 700 Kim. LOKSEMBURG, 1802. Fransız akşamı. 2120: Pİ zl ae lll bn Haberler. 22.40: Senfonik komser. Popüler (plâk.) 24: Dans plâklar! 1051 Kir, KÖNİGSBERG #9 2320 Jimnaı sal ve Dane havaları ve mey'eli musiki. 68 Kır. LANGENBERG 498 mg 2148 Dans ve ney'eli maşriyat, 3 2330 Londradan Kedim sporlari 1340 Hafta sonu dans yat. 658 Khz, VİYANA 507 m. 2020 Musikide gülüş Plâk, 2130 mektep isimli bir komedi, 2850. Kg# 23,50 Kuartet konseri, 24,50 Gece Deniz yollar! İŞLETME | Acenteleri * Karaköy Tel. 42362 — Sirkeci Mühi Banmmumzap, Han. Tel 22740 e 1 yolu 21 ARİ MERSİN yapm Sie irin kalkacak ve i Il mutat tai b m ma be cektir. (4624) şekeri, fıstık neyi alırsın. Sansaros iki üç gününü daha şaş kın şaşkın geçirdi. Çopur Daymın yanında mı kalsın? O zengin efen- diye evlâtlık mı olsun? Birtürlü kestiremiyordu. Zaptiye Ahmet te birkaç gündür ortalıkta yoktu. Oğ- lunun eski kunduralarını verecekti, onları da getirmedi. — Hoşgeldin Zaptiye Ahmet! Nerdeydin? — Kazaya kadar gittim. Malmü- dürü efendi acele haber göndermiş, Müstakil gelsin, her işini bıraksın demiş te oraya gittim. o Defterdar mı, Maliye Nazırı mı ne gelecek - miş. Gelince ağırlama işlerinde yardımım dokunsun için çağırmış. Bu sırada Sansarosa öyle bir ba- kış baktı ki Sansaros bu bakışın: — Görüyorsun ya. — Seni, işte o beyin yanma evlâtlık vereceğim. Demek istediğini anlayıverdi. İ- İ çine belirsiz bir sevinç düştü. Böy- lerolmakla beraber gene ne Copur Dayıyı, ne kör yengeyi bırakmak istemiyordu. Çünkü şimdiye kadar ne dövmüşler, ne de aç bırakmış- lardır. Bir boş ve tenha zamanda Zapti. ye Ahmet gazeteye sarılı bir paket uzattı, — Al. bu yemeni ile mintanı sac na o bey gönderdi. kaim ni de kaçıp gelsin dedi. ü $ eti ii Içinden kullanılmış fakat boyatıl - mış bir yemeni eskisi ile yamalı bir mintan çıktı. — Bunları şimdi giyme. Yarm erkenden e kasabaya e giyer sin, beyin karşısma ö; karsı kg Pen kasabanın yolma bilmez — Ben de beraber geleceğim. Sansaros artık bir şey düşünemi- yordu. Bir beyin oğlu olacaktı. Ve ona kimse hırsız uğursuz Sansaros demiyecekti. Hani Gölkayada gör- düğü kırmızı yanaklı, elma veren bey çocuğu gibi olacaktı. Sabahı alaca karanlığında uyan dı. Kahveyi süpürdü, sildi. Sonra giyinip kuşandı. Deftere veresiye çizmek için sicime bağlr küçük kur .şun kalemini aldı, kirli defterden bir yaprak kopardı. Şunları yazdı: , “Benim Çopur dayım, ben artık gidiyorum. Başka yerlere. Arama- yınız beni, Kusura kalmaymız. Sa- na selâm ederim, Yengeme selâm e- derim. ALI,, Çıktı. Kapıyı kapadı ve gündüz- öğrendiği yolu tuttu. Koşa ko- şa gidip Karakaya değirmeninin arkasında bekledi. Yarım saat son- ra Zaptiye Ahmet sıska bir beygi- Giysin, hemen | ve binmiş, geldi. Ey — Çık şu taşın üstüne, Belimden tut beygirin sağrısına bin. Yol tenha idi. Biraz ilerleyince Be bir dil ile talimat vermeğe baş 3 — Beye varınca bey soracak. Bir sakat anamdan başka kimsem yok diyeceksin. Anan nerde diyecek o- lursa köyden köye dolaşır diyecek- sin. Eğer bunu böyle dersen bey sa- na daha çok acır, daha iyi bakar. "Kasabaya gelince bir hana girdi- ler: Beyg'ri bağladılar, Sansarosu bir. oturttu. bir köşeye — Sen buradan bir yere kımıl dama ben şimdi geli Doğruca malmüdürünün evine gitti. Müdür henüz daireye gitme- | mişti. — Hoşgeldin. Ne oldu Ahmet Ağa? — Hoşgördük efendi. Hayırlar. Sakat avradı kandırıncıya kadar göbeğim çatladı. yi Gene yirmi lirada mı dayan- ir — Ne demezsin? Karı! dedim. Senin çocuğunu evlât gibi bakacak. Yirmi lira ne diye istersin. Karı ağ- lamıya başladı.Ben her yıl istemem ki dedi. Ömrünce bir defa istiyo - rum. Hem artık çocuk benim de- ğil onun. Al aşa tut yukarı zarzor on beş liraya kandırdım, Çocuğu al dam geldim."Ne dersin kısmı akılsız olur derler ya, sadık adamı Zaptiye beş lirayı verdi. — Bunun nüfus kâğıdı v3” — Ne arasın efendi. Artık nun velinimetisin bir nil almüdürünün gerdan! beşibirlikli, rastıklı, kadif: hanımı da Sansaros'ten hot” Ebenin kızını çağırttı. Br su kaynattılar, Gıcır | Müdürün eski çamaşırlarındızi | bakmanın kolunu bacağını er. Efendi de Aleksinin dü?” dan ucuza bir caket pamtalo” ge” Eski feslerden birini de ort3" kesince kafasına göre oldu Sansaros ne olduğunu Bu evde yok, yoktu. Her #X — Bi z İ ölel Ayvalık Sür'at