A |E ' : İ | | | Fikirler ve insanlar | Bir mektup Nasuhi Esat Beye (7 haziran) çıkan “Ahmet dair hatıralar,, mizı alâka ile oku- dum. Zaten acısmın pek taze olduğu bu günlerde onun hayatından, sözle- rinden bahseden yazılara karşı lâkait kalmamız mümkün müdür? Hele on- lar sizin gibi sanatkâr bir muharririn kaleminden çıkmış olursa. Fakat... kavga, orada Haşim?, bahsolunurken de ka münakaşalar açmamağa imkân olmu- yö Keke söylediklerinizi, “bonne foi,, nızdan da emin olduğum için, hayretle olrudum. Biliyorum ki bütün bunlar birer e- başka bir şey de- ğildir ve siz “Ses,, in, «Açık 'azıl Ahmet'e gazel: in şairi yalniz Nişli Agâh,, diye değil, «Yahya Ke- mal» adı ile de hatırlıyorsunuz. Fakat inanamıyorum. Zaten ikisi de be- raber çalışmadılar mı? biribirinin yaz- dıklarını merakla takip etmediler mi? Ahmet Haşim hasta yatağında bile on- dan bahsederdi ve sözlerinin arasında ğuna onun ziyaret edenlerin hepsi şa- li Agâh, da <Arap Ha- sözden ibarettir ve bu iki birinin eseri hakkındaki edebi hüküm- leri diye kabul etmemiz doğru olamaz. Yahya Kemal için kayıtsız bir h ranlık beslediğimi zanmetmeyiniz; lâkis, bazı şürlerine, bilhassa “Leylâ,, ve «Sene 1140» gibi en tanınmış man- hiç bulabileceğiz: duğu gün şat olun dedi — Ey dil - ha- raplar için abat olun dedi,, beytini ni. çin unutalım? İkisi de Türk edebiyatına Avrupa dan bir çok çeşmi getirdiler. Fakat a- manemizden büsbütün ayrılamıyan ve Mallarm4'den ziyade Mordas'a itibâr sden Yahya Kemal bolâgate (sadık kaldı, biraz “thâatral,, manzumeler yazdı. Belâgat ve ethöatral: bu iki kelime, uzun zaman iman ettiği: estetikin terminoloyiasında hiç de bi- rer metih sayılmaz. Fakat, âzizim, o vasıfları hor görmekte haklı mıyız? Kendi kendimize okuya: hitabe olabilmek, hâl almak da rıltı,, ye, «Şa faktas yı, Yakup Kadri'nin pek sevdi- ği ve cidden güzel olan: Bir taraf bahçe, bir tarafta dere, Gel uzan sevgilim benimle yere. . . Suya yaküta döndüren bu hazan Bizi garkeyliyor düşüncelere mısralarını bir kalabalık karşısında, hattâ sizin, benim gibi belâgati sevmi- | yenlerden mürekkep bir . kalabalık karşısında okuyun, tesiri hemen he- men hiçtir. Son günlerde Ahmet Ha- ” i Milliyet'in edebi romanı: benim gibi onları ezbere bilenler müs- tesna, onlardan kimsenin tat alabildi- ğini sanmıyorum. Bir de Yahya Ke- mal'in mısralarını tecrübe © edin, ani tesirini görürsünüz. Biliyorum, bunların ne ehemmiyeti var diyecek ve belki dudak bükecek- siniz. Fakat dikkat'edin, - belâgati, “thöâtral,, : fazlı af ederseniz yalnız bizde değil, bütün dünyada pek az şair kalır. Yahya Kemal'i feda ©- delim, Hugo'dan da büsbüs Zye Ahmet Haşim'in de, te (belki “Piyale,, man- zumesi müstesna) ve “thââtral,, a (bel ki «Bir günün arzu, müs tesna) kapılmamış olmasına rağmen o vasıfları büsbütün de hakir görme- diği, sizin çok iyi söylediğiniz gibi, A- raiole France'a hayranlığından belli A iki tarz arasında bir mukayese yapıldığı zaman benim de, sizinle be- raber, herkesin içinde yüksek (sesle okunamıyacak şiirleri tercih edeceği» mi söylemeğe hacet yok. Baudelaire neslin iki büyük şairinden, Necip Fazıl yavaş okunduğu zaman sırlarını tevdi ederler; yalnız bir müddet gözlerimizi kamaştırmakla kalmayıp bize birer dost olurlar, içimizi zenginleştirirler. Onlardan zevk alırken ii de san- ki bu güzelliklere yalnız. yakıfmı- sız gibi, hiç olmazsa onlara vakıf na- dir insanlardanmışız gibi bir his uya- nır. Bu sadece çirkin bir gurur değil, insanın yalnız olmak ihtiyacını da a- vutan tatlı bir histir. Bu şiiri her şiir- den fazla severim, Fakat öbürünü de fedaya razı değilim. Nazım Hikmet” ten vazgeçemiyeceğim gibi o Yahya Kemal'in adını da unutamam. Allah'a emanet olun, dostum. Narallah ATA Ziya'nm Yüksek Muallim Mektebi'n- de Ahmet Haşim hakkında söyledik- leri, kendilerine olduğu kadar Türk tenkit edebiyatına şerefveren sözler- dir. Bu iki tahlil de Mülkiye mecmua sının hazırladığı Ahmet Haşim nü: sında çıkacaktır. O zaman onları rar mevzuu bahis edeceğim. — Bizd. tenkit olmadığını iddiacdenlerin o ya- zil örmüş olmasını çok arzu eder- dim! N.A e mma mm FATİH MALMÜDÜRLÜ. GÜNDEN : Milli Emlâktan Aksaray da Kâtip Kasım mahallesin de deniz kenarında kâin 20-1 No. lu 105 metro mürabba'm rebba'ında iki liradır. Ma- halli mezkür satılmak üzere 3 Haziran 933 tarihinden 27 Haziran 933 tarihine kadar 25 gündür. Taliplerin 27 Haziran 933 tarihine müsadif saat onda Fatih Mal müdürlüğüne müracaatları. İ ikamet tezkeresini Hamiş, —'atanek Hamdi'nin Da | rülfünun konferans salonunda, Hilmi | daki mahallin beher metro mü | İstirahat oteli Ali Bey (Otelin kapısından gi- rerek) — Şöyle rahat, gürültüsüz bir oda istiyorum. İstirahat Oteli patronu — Bu- yurun efendim. Ali Bey — Eskişehirden geliyo- rum. Trende bir türlü uyuyama- dım. Başım ağrıyor. Uykuya da öyle ihtiyacım var ki... Patron — Buraya . geldiğinize büyük isabet ettiniz: Bizim oteli- miz ismi ile müsemmadır. Ali Bey — Demek ki Allah acı mış bana! Patron (Garsona) — Beyefen- diyi 20 numaralı odaya götürün. (Ali Beye) — Size verdiğim o- | da sükünet ve istirahat için dün- | yada aranıp ta bulunmıyan yerler- dendir. Hem kafanızı, hem vücü- İ dünüzü dinlendirir: Ali Bey (Odada) — Bu çalgıyı kim çalıyor? Garson — Karşıki komşunun gramofonudur. Ali Bey (Soyunur ve yatarkeri) — Pencereleri kapayınız,perdeleri de indiriniz. Garson. (Beş dakika sönra gi- rerek) — Beyefendi, bavullarını- zı, sepetlerini: getiriyorlar. (Sofa- da görültüler), Ali Bey — Bir parça uyuyabil- sem! Garson (Beş dakika sonra gi: rerek) — Beyefendi, lütfen otelin imzalar mis nız? Ali Bey — Kaçıyor muyum? A- celesi mi var? İşte imzaladım. Ar- tık çok rica ederim beni rahat bi- rakım. Garson (Çıkarak) — Kimse ra halınızı bozmıyacağından emin olunuz. İstirahat otelinin bu hu- susta şöhreti vardır. (Dışardan bomüurtular, tekerlek ( görültüle- ri, düdük sesleri akseder). Ali Bey (Sıçrayarak uyanır) — Garson!.. Garson, bu görültü ne? Garson (Girerek) — Ebemiyet li bir şey değil... Sokak tamir edi- liyor da, merdane geçiriyorlar. Ali Bey — Çok sürer mi? (Bir zil sesi) eyvah! Şimdi de telefo mu başladı? Garson — Hayır! 19 numarali garsonu . çağırıyor, 17 numara da kapıcıyı çağırıyor. Ali Bey — Göz kapaklarım ken diliğinden düşüyor... Uykusuzluk- tan ölüyorum... Ben, sükünet ve istirahatten başka bir şey istemi- yorum!. Garson — Fakat Beyfendi, ©- telde, müşterilere hizmet te vazi- femizdir. (Müthiş bir görültü du- varları sarsar). Ali Bey — Zelzele mi oluyor? Garson — Hayır, Beyefendi, a- sansör... Makine yağlanmadığ çin zorlukla hareket ettiğinden böyle sarsıntılar oluyor. Ali Bey — Bu, mükemmel... (Çocuk ciyaklamaları Bu da ne? Garson — 18 numaradaki ha- | nımın çocuğunun süt vakti geldi! Ali Bey — Dayasmlar emziği sustürsunlar yumurcağı, bu çekilir mi? (Dışardan ulumalar, havlama- lar duyulur). Haydi bakalım, ma- kam değişti. Garson — 15 numaranın köpe- dığı için ağlıyor. Ali Bey — Anlaşıldı, “burada rahat etmenin imkânı yek... Gidin patronunuza söyleyin, İstirahat o- teli sahibini, iğfal cürmiyle mah- kemeye vereceğim. Garson (Çıkarken) — Peki Beyefendi. (Vakit vakit kova devrilmele- ri, süpürge sesleri, al duyulur) | nulır, yasaci J # ie Mübah: ibaha — (sayiz mek, kalal kılmak, İ izin ve ruhsat virmek mübah kilmak, salık vermek) olunmuş, - işlenmesi ca- yiz görülmüş, sevap ve suçu olmayan, ne halal ve ne haram feil (iş), şey, 0- turmak, kalkmak, yatmak, uyumak gi- bi, türkçesi aranıtmalıdır. Muhal: ola- maz. Mühit: kuşstan, kuşatmış, çevre. Müsafaha; elele'tutaşmak, bir birini kutlulamak, — türkçesi aranmalıdır. Mutlak: itlak © edilmiş, salıverilmiş, başı boş bırakılmış, bilâ şartı kayit ya ni serbest, htar hükmünü ifade e- derki mukayyet mukabili demek olur, bağlanmamış, iğini yapar başı boş olarak çayırlara bırakılan ot sürülerine | (yilğin) derler, mutlâka (elbette) ye- rinde kullanılır, tanrı, Muahede: Göz- leşmek başlarışmak, anlaşmak, devlet- lerle yapılan mukavelât, Müdafaa: ya- va karşı komak; ; karşılamak, - korun- mak. Mülâzemet: çiraklek, acemilik, si gintilik. Mülbak: mülhakat? katılmış, bağlantı. Müşavat: tipkilik, beraberlik, bir oluş, Müşivere: tanışılmak, konu: gulmak, meşveret etmek, akıl ve rey tanışmak, görmek, bei Göztepe Hazinedar oğlu Baha Sahibi dışarı çıktı, yalnız kal. , koşuşmalar vı gibi görültülerle ihlâl edilen | bir sülün). Ali Bey — (Sıkıntıdan “pufla- yarak?. Ah, bir uyuyabilsem!... (Tvanda, yıkılacakmış gibi te- pinmeler.) Ali Bey (Hiddetli) — Allah, al lah... Garson! Garson! Yukarıda kavğa ediyorlar galiba! Tavanı başıma yıkacaklar! Garson (Girerek) — Merak bu- yurmaymız Beyefendi, yukardaki | müşteri, dans de Ali Bey (Afal bu eksikti: (Bir makine ültüsü çe ur). Hay Allah belâsını ver» . Bu da ne? isen — Kapıyı temizlemek için motör getirildi. Beş saat çalı- İttihadı Milli Türk Sigorta Şirketi Harik ve hayat üzerine sigorta muamelesi icra eyleriz Sigortaları halk için müsait şeraiti havidir İğ Merkezi idaresi: Kara Ünyon Hazımda Acentası eği ş 10 YAYLA KIZI. — YAZAN: Aka Gündü kızgısı geçinciye kadar görünme- mek, yakalanmamak gerekti. Kor- ku titremesine çabuk alıştı ve ken- dine geldikçe titremesi (e kesildi. Karnı acıkmadı amın çok susadı. Ağılın yanmdaki çoban damına girdi. Ocağın kenarında ağzı ka- paksız bir testi duruyordu. Kaldı- ramadı. Yere iyice ( kapandı ve bağrıma döke döke, kana kana iç- ti. Damın deliğinden dışarıya baktı. Demek akşam olmuştu. Da- yar yamaçtan iniyordu. Akşam a- yazı kasap biçağı gibi ii insanın et: Karanlık kalacaktı. Zaten davar ağılın önü- ne gelince karanlıkta çökmüştü. © Çobanın biri sordu: — Kız ne aran burda? eçi ke er geldi ki? Mİ lk dedi. buraya gelmemiş. Kim ; pe belki başka davara katışmış- “Anan gesi oldu kız? — Ehti: durur. İşte. | aze Dr e Çoban beline sarılı dokuma peş- kiri çözdü. İçinden kalın sucuğa benziyen bir şey çıkardı. Bu bir çe- şit sandoviçti. Yassı saç ekmeğine biraz imansız peynir “serpilmiş, sonra sucuk gibi sarılmiş, peşkire konmuştu. Yarısından fazlası da yenmişti. Diş yerlerinden belli o- luyordu. — Al şu yarım dürümü de anana elet. Karnını doyursun. Tok insa- na maraz dokunmaz. Tavşan öldü- ren yok ki verem. Tavşan öldüren Anadolu yayla sının hususi francalâsıdır. Tıpkı sandoviç francalası biçimindedir. İ Ekmektir. Biraz.daha iyice undan £ yapılmış br ekmek. Bunu köy ka- dınları brden, ve çok. çok yapar- lar, Ağa ekmeğidir. Çok yapıldığı ve iyi pişirilemediği için . çabuk kurur . Öyle kurur ki bir tanesini bir dağ tavşanma fırlatsan, o da tavşana değse dumdum kurşunu gibi tavşanı e Köylüler şa- ka, olsun için bu ekmeğe tavşan öl düren derler. Ama onu yayla ço- banları yiyemez, ağaları yer, Ço- İ banlar ve hastalar ona hasret çe- kerler. Ve yüreği yufka çobanlar, hasta komşularına ondan vereme- dikleri için tasalanırlar. Bunun daha ağırı vardır. Anadolu yaylasının inbatısında, Konyadan Antalyaya doğru olan dağlarda köyler vardır ki ekmeğin adını bilmezler. Ekmek yerine ka- vut yerler. Kavut şudur: Dağların yaban ahlatını güneşte kuruturlar. Taştan el değirmenlerinde ufalar- lar. Buna üğütürler denmez. Saç- ta, veya sıcak taş üstünde pişirir- , kaya parçası kemirir gibi ke- Onların işleri güçleri inbatı ör- diyren, tırpan, nacak sapı, sapan kolu, boyunduruk yap- maktır. Buğdayın ekmeğini deği, denesini tanımazlar. Bayramdan bayrama şehre inebilir ve alabilir. lerse çoluk çocuklarıma fıstıklı lâ. #lokum yerine ikinci nevi | fırın ekmeği götürürler. Bir çift susamlı simit götürenin adına ( milyoner derler! Ben de Dikmen dağının bağrına kurulmuşum, bunları ne diye yazı- yorum? ve ne haltediyorum? Geçelim efendim geçelim. Seyi de Yayla kızına döne- zi Miki» Lai İakız e lim, Peiek dürümü alınca - anasının yatlığı ahır sekisine koştu. Ortalık iyice kararmıştı. El yurdamı ile içe ri girdi, anasına seslendi. Anası her nasılsa rahat bir uykuya “dal. mıştı. Gene el yurdamı ile anasının yastığını buldu. Dürümü yastığın let Mimerimeleiidu Yorganisı “e! yak ucunu biraz kaldırarak altına girdi. Beş dakika sonra ısınmıştı. Hava almak için küçük © burnunu yorganın aralığından çıkarmış, tor- top olmuş düşünüyordu. Yarın ne yapacaktı? O ki Yaylalı Mehmedin kızı idi. Anası ki Yaylalr Mehmedin av- radr idi. O efendi ağalar ki Petek'e çin- gen! çalış ta kazan! > demişler ve kovmuşlardı. Bunda düşünecek, danışacak hiç bir şey kalmamıştı. Yaylalı Meh- medin yayla ya: rından o Otezi yek iş bu lup çalışmıya gidecekti. Hem ana- sını hasta döşeğinde bırakıp gide- cekti. Hasta ana bırakılır mr? Br. rakılmaz ama kalsa ne olacak? Gi- rerse iş bulur, çalışır, kazanır, ana- sına bakar, kendi de geçinir. Ya- payalnız kalan anasını köylü boş- layacak değil ya. O vakit büsbütün gözkulak olurlar. İyi ama nereye gidecek? GÜZELLER: Güzel kalabil. meği'de öğre. Peşir a LETAFET SUYU şacak! d Ali Bey (Kalkar, hiddet topuk- larındadır.) — Otel sahibi - efen- di... Otel sahibi efendi... Garson, patronu gönder! Patron (Bir dakika sonra) Ali Beyefendi, bu oda civarında | istirahati temin için icap eden e | mirleri verdim. Çocüğa emziği Ve- rildi. Köpeği sokağa çıkardık. Dans dersi devam etmiyecek. Mo- tör yarın işliyecek, Ali Bey (Sakin) - Çek güzel... Bir kaç saat uyumak ibtiyacında- Patron — Uyursunuz, Ali Bey- efendi, İstirahat otelinin namına kasem ederim ki kemali huzur ve sükün ile uyuyacaksınız! (İnceli kalınlı çansesleri baş- lar). Ali Bey — Bune? Patron — Bir şey değil efen- Sağımızdaki kilisenin bugün, mü mahsususdur, gece de çan FENERBAHÇE EŞYA PİYANGOSU « 14 Temmuz Cuma Günü Kadıköy Stadında Yapılacak Olan Meşhur SLAVYA - FENERBAHÇE mii inşa edilecek asri tribünler önünde keşide edilecektir. | ya varmalı. İş bulmalı, Çalışmalı. Kazanmal çalarlar... (4533) 366) gide Ankeniiğin Sorulur mu bu? nereye cek? Besbelli bir şey: gidecek. Ankarada iş çooook. Nasıl gidecek? Köyle Ankaranm arası çok u- zun. Hem yolda şuna buna görün- mek © var. Görülürse işin iç yüzünü kimse bilmez, £ kulağın. dan yakalayınca kıçına ensesine şumar vura vura adamı köye ni ! İyisi mi iz kırmak gerek. Bigez bu köyden o Asiyozgat'a (eski adı) gitsin. Ötesini Tanrı bi. lir. Tanrı büyüktür, Tanrı büyük. Petek gibi AY olsun yardım edeceği tutar. Hem Ankarada düğ meli ışıklar varmış. Düğmesine ba sınca ortalık apaydın olurmuş. (e- lekitrik). Böyleler olan yerde Yay: la kızına iş mi bulunmaz? Köyden Asiyozgaf'a gitmeli. Orada iz kırmalı. Kimseciklere gö rünmeden, bellenmeden Ankara- 1. Hem anasinr bakıtma lı, hem kendisini geçindirmeli. Bir önceki günkü bütün günün, akşam ayazı- nın soğunu, yorğunluğunu çeken Petek butdan” arlık düşünemedi. Adem kele lk ısısı kemiklerine deydi. Göz kapak ları düştü. Yırtık çarıklarını çıkar | Bugünkü proğram ISTANBUL: 18: Gramofon, £ 18.30: Fransızca ders (müptedilere mahsus), 19: Stüd- ya heyeti, 19.45: Vedia Rıza Hanım. 20.30: Bedayiimusikiye Heyeti. 21.30: Gramofon. 22 den itibaren: Ajans, borsa haberleri ve saat ay şam haberleri, — Mütenkiben Pannonin ote" linden naklen: Sigan musikisi VİYANA, 518 m. İ 21,05: Askeri takım ve 400 | kilej. 2305: Şi MİLÂNO - TORİNO » FLORANSA | 21: Haberler. — Plâk. 21,50: Oyeret musiki” si. 23: Karışık meyriyat, 24: Haberler. — Dans PRAG, 418 m. 20,10; Brünodan naklen; Haberler. — Askeri musiki, 21,20; Karışık meyriyat. 23: San har berler, 73,20: Neşeli muniki, PARİS, Postası 328 m. 21,35: Oda musikisi, (Georg Sporek'un esef” lerinden.) 22.20: Sonora sunun dans ensikini. BÜKREŞ, 394 m. 455 Elk, Mal5e Plâk. A8e Karışık musiki, 2 06; Sehrammel kuater musikisi, 21,451 Radyo orkestrası. 23: Bir kahvehanaden naklen kon Derecesi 56 Fıçılardı dinlendirilmiş HARİKA RAKISI Temizliğile, İezzet ve nefase- tile. eski şöbretleri gölgede 3279 bırakmıştır. — (3491) Göz Hekimi Dr S. Şökrü Birinci sınıf mütehassıs (Bibeali)- Ankara: caddesi . No. 60 57 UN Asrın umdesi * Mİ LLİYET”ür ABONE ÜCRETLERİ : Türkiye içim Hariç işin Lİ Müdder Gazeli ve sin yete mü Tacant edilir. Gazetemiz diğmlarm men'i yetimi kabul etmer. Gelen evrak geri verilmez — Zakalar amam memiyiimiakmz li bali isi erk BUGÜNKÜ HAVA Yağiky rasat erkerinden aldiğemz ma- lümala mazaran bugün hava bulutlu ge gektir. Yağmur ihtimali yoktur. 16-6-933 tarihinde hava tazyiki 759 mi- metre saclı om sek 28 en az 18 sent vat idi. madan oracığa, ışıksız, çırasız, kir. li yorganın altında tatlı tatlı sızı- verdi. Küçük Petek'in büyük usuna Pi İŞiri vid 3de ti Tadı i üz Keki İtahı beş on enayi filosofun bir kaç | yüz kitabı ve filesofluk, felsefe de- nilen katmerli enayiliğin bir kaç bin düstüru feda olsun! Burjuvazya'nın lâtilokum çeli- kliğine yuf! Materiyalızma'nın her şeyi ma- kineye ve tıkırına veren eğoizma dolu kafasma yuf! Sosyalizmanın entipüftenliğine yaf! Komonizmanın azlığa çokluğu ezdirenliğine yuf! Emperyalizmanın toplu, tüfek- li, zehirli, sırmalı, galonlu sarkıntı sina yuf! Demokrasyanın yuf! Aristokrasyanın köküne yuf! Hayat budur. Öz hayat bul Yayla kızı! Beni dinle! Hayır! Ellem, ben gene saçmalamağa başladım. Sersem, sarsak, salak herif! Ru- manma dön! Dünya senden sorul- maz! Öz hayat kendisini dünyadan .zevzekliğine | sorar. (Devam var? Tan " esi ün rd eri, 2 —