Edebi mubahase Hikâyede ne istiyoruz? Milli fıkraları hikâye şekline getirmek çok istifadelidir.. Edebi ihtisasların bence en Mevzuun tafsilâtmdan tir. Romancı hayatına karışır, , onlarla bere Hi - bu kahraman el ülediği i ibi konuşturur... Vazifesi mesleğinin eri bir (Paychologue) gibi onları ta- hayyül etmek ve tahkiyesinin wveti derecesinde eserini bitir mek. Adeta bir ipek seccade gi işlemek mecburiyeti vardır. Roman. üslüp | kuvvetile tahkiye kuvvetile muharririn is tediği kalıba dökülebilir. Hikâ- Yenin şakası yoktur. Şişirmeğe Ye kısmağa imkân vermez. Hikâyeci vak'ayı bam telim den yakalayacak. bir kuyumcu Mmaharetile mevzuu işley: Mühim bir hayat parçasını âğıdın üzerine hâl Hikâyeciliğin romancılıktan İ #üç olduğunu iddia edenlerle aberim. Ve itiraf edelim ki bizde hi- kâyecilik (Edebiyatı cedide) | sin parlak devirlerinde başla Mister, Halit Ziya, Ahmet Hikmet, İ Hüseyin Cahit, Mehmet Rauf yler, muasır Fransız edebiya Me halli hamur oldukları için (Alphonse Daudet) ve arka- daşlarının hikâyecilikteki tarz- | arın: tatbik etmekte zahmet memişlerdir. Yalnız Ahmet Hikmet Bey Merhum. daha yerli, yeni tabir € üzerinde (mahalli renk) gö- Tünen bir hikâyeci olduğuna İ tüphe yoktur. Ne olursa olsun türkçede hikâye çığırının açılması ve mu Vaffakıyete devam etmesi lisa- Bin işlenmesi, sadeleşmesi için '« istifadeli olmuştur. Çünkü âyeci mevzuunu en kestir- Me yollardan en pürüzsüz ge- Sitlerden aşırıp karin kafasına kin, sade pişmiş bir halde Betirmek için çalışmağa mec rdur. Bu gayret en ağır ka- İtmleri bile harekete ve sadeli- © çeker, gi ır. Esasen mu- haki ağır işleyen tahkiye. “ ya böğter dolabı gibi ızlırap ve *en kalemler için hikâyeciliğe İ Üzenmek bir facia olur. Hikâye Muharriri lâbu er seyyal, | #n Kıvrak bir üslâp olacaktır. Kari, mevzuun en derin köşele | li tam yerine konmuş bir ke- Metin ışığr ile görebilecektir. | Mevzuu büyütmek belki güç | tür. Mevzudaki hayatiyeti kay- tmeden hayal ve hakikat ara *ında yürümek kolay değildir. Fakat bir vak'ayı ana hatla tin: bozmadan, noktasını pahvetmeden küçültmek her halde daha güçtür, Harpsonu edebiyatı roman- Slıkta ve hikâyecilikte büyük tahayvüller husule getirmiştir. Çoç işlek. çok kıvrak yazı- ar görüyoruz. Adaptation “usulü mevzu ran bertaraf etmekle be- Taber hikâye yazanlarımızın tah ye usullerini de harekete ge- iştir. San'atm o bu en güç manda çalışan arkadaşları- k p' belki de üslüplarındaki ta- vvülün farkında değillerdir. İNİK onlara ik yüzilerile söm Yazılarını — karşılaştırmalarını iöylersek © derhal © hakikati Tiraf ederler.Bunda biraz da ga | e hikâyeciliği âmil olmuş- Nüharririn çekeceği mütemadi jahmet onu hissetmeden sade iie kıvraklığa alıştırır. Kabi- aldanma- öyleyebilirim. Anlayış şövveti ile yazış kudreti biribi- İM İeaya snahrzirler' için sözüm yoktur. o Onlar ne ka- dar gayret etseler kalemleri- ir ope- ratör neşteri gibi kürü bir sa- hada ve kısa bir zamanda bü- yük iş görecek, mevzuun ha- yatını kurtaracaktır. Buna mu vaffak olamayan ve tahkiyesi, üslübu battal olan muharrirler için hikâyeciliğe üzenmek ace mi doktorun operatörlüğe üzen — gibi facialarla nihayet bu ur. Hikâyede yeni bir çığır a- çanlarımız eskileri tamamile umutturdular, Yeni hikâye mu harrirleri #dapte olsun, telif olsun mevzuu ayrı mütalea et- mek şartile artık kalemlerinin bütün kabiliyetini (o göstermiş- ler ve muvaffak olmuşlardır. Bu genç arkadaşlar içinde Valâ Nurettin Beyi, Selâmi İz- zet Beyi daha ileride görüyo- Fuz. Bir zaman (F, Celölettin) imzasile möâlli hikâyeler yazan bir muharrir vardı. (Kmagece- si) ismi altında topladığı millt hikâyelerinde çok muvaffak ol muştu, Bilmem neden yeni bir eserini haber alamıyoruz, (Re- şat Nuri) Bey bikâyecilikte ro mancılığından fazla muvaffak olduğu halde nedense herkes o- nu daha fazla romancı olarak tanımıştır. Halbuki öyle uydur ma Anthelogie'ler değil, ciddi bir edebiyat | tarihi yazıldığı gün (Reşat Nuri) nin ismi hi- küyecilerin başına konacak zan nederim. (Reşat Nuri) beyin müsteh zi, içinden pazarlıklı bir görüşü vardır ki hikâye kahramanları- nı keriin gözünde bütün çıplak hiğile yaşatır. (Tanrı misafiri) iindeki o softa ne adamdır. Ne ölmez bir softa tipidir. (Yunus), Osman- lı devrinde siyasi, timai bir çok sahnelerde kendimi göste- İ ren softalığın tam bir timsali- İ dir. Softa ruhunu bu kadar iyi tahlil cden (Reşat Nuri) bey bu eserinin Çalıkuşu'ndan çok yüksek olduğunu belki kendi de bilmez. Fakat (Reşat Nuri) yi tetkik edenler onun en öl mez eserinin (Tanrı misafiri) olduğunu anlamışlardır. (Reşat Nuri) nin öteki hi- kâyeleri de çok kuvvetlidir. O- İ nun tahlil ve görüş kudreti id- dia ederim ki hiç bir hikâyeci- İ mizde yoktur.Yalnız (ReşatNu i ri) Beyin hikâyeciliği yavaş ya | vaş dap ölçülü, daha derli top (lu. tabir caizse daha (alami- İ nute) bir şekle giren yeni tarz İ hikâyecilik hududuna giremi- yor, Onum için ya bu az sözli çok fikirli şekle doğru yaklı cak ve yahut eski (o güzelliğini kaybetmemek için tarzını, üslü bunu muhafaza edecektir. Yeni tarzı en iyi ifade eden Valâ Nurettin Beyle Selâmi İz zet Beydir. (Arkadi Aver Çenko) yu Türk karilerine tanıtan Valâ Nurettin Beyle * en yeni Fran- $ız muharrilerinin hikâyelerini sıcağı sıcağına ihtida ettirip Akşam mati sünnet ce- miyetlerini yapan Selâmi İzzet Bey hikâyecilikteki yeni siste- mi tatbik etmekte muvaffak o- luyorlar. Ve bana kalırsa hikâ- yecilikteki bu sistem bugünkü düşünüşün. bugünkü yaşayışm en yakın ifadesidir. Yalnız bu kıvrak ve seyyal üslüp sahipleri biraz zahmet ederek mevzuları üzerinde de meşgul olsalar da- ha hoşa (gidecekler. Bi zim — binlerce (Omili o fık- ralarımız vardır. Bu yerli! metalarını bugünün lisanile ve yeni sistemle hikâye haline ge tirmek çok istifadeli bir hare- ket olacaktır. Hikâyeciliği mes lek yapan ve bunda muvaffak olan genç arkadaşlara acizane bunu tavsiye ederim, Bunu yaptıkları takdirde gö Liselerde Edebiyat dersi Liselerin ikinci devresinde © kutular derslerin en Oo mühim ve şümullüsü edebiyat dersidir. Mu- allim ve talebe karşı karşıya, bir bahis üzerinde bazan saatlerce münakaşa etmek, düşünmek mec buriyetindedir. Kültürü on Kerri sağlam olması lâzım gelen hoca edebiyat muallimidir. Çünkü çok defa bir şeyin izahında, (edebi ve bedii vukuftan başka içtimai, tarihi, iktisadi birçok ilim şube- lerinde perende atması | icap ©- der. Bizde, lise edebiyat hocaları arasndaki (o anarşik vaziyet, ayrı. lıklar kadar hiç bir yerde hercü merç yoktur. kültürü, umumi malümatı, biribirine kat'iyen uymayan edebiyat o ho- caları, her liseden başka başka talebe çıkarırlar, & Edebiyat dersi kadar, talebenin, hoca tesiri al tında kaldığı ders azdır. | Eğer muallim iyi bir yol gösterici de- ilse, okuttuğu talebe de bittabi bütün hayatı müddetince yolunu bulamamağa mahkümdur. İşin esasına taallâk eden cep- isede seden mezun olan talebenin kelimesinin manasını renmeden çıkışmın sebebi — Liselerde hakiki ede- muallimleri yok denecek kadar azdır. 2 — Müfredat pro- gramma göre yazılmış (o kitap yoktur. maailei aiyat te- i edildiğine göre, talebeye be- kültürünü yapacak olan yal- nız edebiyat kalıyor. Liselerde edebiyi d © kadar ağır bir yük ve mes'uli- yet altındadır ki, lisa mezunu ha benliğini, hayatı öğretecek yal mız od. Her lisede Paskalın fıçısı, Lâv vaziye kanunu, Napolyonun Mos- kova seferi aşağı & yukarı ayni şekilde okutulur. Fakat edebiyat muallimi, talebeye ne verecek: tir, ne vermesi — lâzımdır?.. Bu, bir türlü anlaşılamamış, gitmiş. tir. l İlk kültürünü medreseden al- | mış yaşlı bir edebiyat hocasının yetiştirdiği lise mezunu, yalnız Divan edebiyatının sinai göç tiğini biliyor. Halk edebiyatı ü- zerinde tetkikatla (o meşgul bir muallimin talebesi yal balik ! #airleri, sada yi genç bir muallimin talebesi yalnız Fransada Roman tizmin teşekkülünü biliyor. Türkçeden başka bir lisan bil- | meyon basit bir gramer hocasr-| nın talebesi, Halit Ziya | Tevfik Fikret arasında bütün bir edebi- yatı görüyor. Bu misalleri siz daha istedi iniz kadar uzatabilirsi vaziyet karşında, her lise me. zununun, kibritiyeti — sodyom is- tibsalini bilmesine mukabil, her lise mezununun meselâ Sembo- lizmi bilmediği neticesi çıkıyor. Liselerde, hakiki edebiyat der | si okutmak zamanı artık gelmiş- tör, Bu âvare hale bir nihayet ve- rilmelidir. Reşat FEYZİ —— o. Bir sergi daha 1 eylâl perşembe günü Ö- mer Bey Glorya sineması itti- salinde 98 numaralı © apartı” manın birinci katmda (şahsi bir sergi açmıştır. aaa m receklerdir ki o küçük fıkralar | hattâ garp lisanlarına çevrilme ğe değer çok yüksek birer hi- | kâye nümunesi haline gelecek- lerdir. Vakıa bu iş Avrupa ga- zele ve mecmualarındaki hazır lanmış hikâyeleri türkçeye tat bik etmek kadar kolay değildr. Fakat yapılacak zahmet hikâ- ye mevzularımızdaki çiyliğe ni hayet vereceği için kıymetlidir. Hikâyede yeni bir çığır a- İ çan üslüp sahiplerinden bunu beklemek hakkımızdır. | Bürhan CAHIT — | Bir cevaba cevap Ümmi ll, San'atta Verbalisme Edebiyat âleminde, ötedenberi kendisini Mythologigue Parunsse” m karir şabikalarında oturan Muse'lerinden biri zanneden Pe- yami Safa Bey son günlerde he- men her önüne gelene çatıyor ve Verbalinme yapmak suretile, dai- ma mevzuun haricine çıkıyor. Bu bize, XVİL inci asrm şöhretli şair lerinden La Fontaine'in Le Singe et Le Dauphin ünvanlı maruf bir hikâyesini hatırlattı; Bir deniz kazası esnasında yunusbalığı, bir maymunu insan sanarak kurtar- mış ve onunla müsahaheye koyul muş, bir aralık kendisine | Atina dan bahsetmiş, maymun hemen, orada, akrabaları olduğunu söy- lemiş, bir az sonra Pire'yi ka yıp tanımadığını mun gene, büyük bir isticalle se filâne cevap vermi, Tous les jours: ile est mon ami, C'est une visille connaissance! Peyami Safa Bey, geçen gün intişar eden “San'at ne içindir?, ünvanlı bir yazısında; © “Sabah gazetelerinden birinin san'at sahi rami ilk defa gördüğüm bir , bana gene, benim fikrimle tariz eli liye ve Recaizade Ekrem varıyor...,, diye yarı itirafla, esa- tri bir mabut gibi: “Vay sen de kim oluyorsun lede ise, mesleki nezaketten âri ve Döröglement bir hücum yapı” yor. Bu ne gülünç zihniyet. De- mek ki, “Yeni imzalar,, fikirlerini söylemek hakkından © mahrum- dur. Mme de Stağl'in şu sözleri çok © dikkate şayandır: “Bir kı nm , filân gününde tesbit ve tah- dit olunmuştur; bu'tarihten iti- barbarlıktır. O mak istiyenler, i bil olan bu seneden evvel doğ- mamış olmakla davalarını iskat etmişlerdir, sira, artık bütün ede- bi münakaşaların kapısı kapan: muştır!,, Meşhur münekkit Sainte Beuvede der ki: “Her şöhret- ten iyi eser beklenemez, o fakat iyi eserden şöhret doğabilir.” Biz: “Tenkit, eserlerin lezzeti ne varmak san'atıdır,, diyen Ju- les Lemaitre'e tevfikan edebiyat hakkındaki bir görüşe nezihane itiraz etmiştik. Son zamanlarda vefat eden bir gazetede M. Sami Beyle (tıpkı buna benzer bir mübahaseye gi- tişen muharrir, M: Sami Beyden şöyle bir ai maruz kal- muş! çıka çıka öyle bir cevap çıktı ki, tavsif ve tahay yül ettiği deha yumurcak bir şey!. Mekalenin gi. hı şunu ifade ? Bu derece bir ric şisında o nız Peyami Safa Beyin harriri olduğumu kendi. kalemile lâmi İzzet", ttiği en son yazısnda da: il ay kadar evvel bir gazetede “Hepsi edebi Zat yanl bir fııram çaktı. Orada “Üst tarafı değil Hepa yapili, tâ dabi sey o- e her şey (o san'attir. “Üyt rafı değil hepsi edebiyat!,, fık sında “Le Sophisme de Vambi- mare des mol yapabilen yaman bir maili olduğuna © şahit ol. duk. , kendisinin iyat bee iye tahlil ettiği bir mev. zua cevap verirken o, de “San'at ne ir 2,, diye ev-| velki makalesinin mevzuu ile #öy le böyle alâkadar bir © mesele ihdas ederek, Eflâtun'dan Kant'a bu sefer | MM Karagöz Tarih Karagöz yoktur, çünkü varlığına dayir hiç b lamıyorum, diyor. T: dediği Karagöz insa, muj, yaşamış ve gömülmi hakiki bir mevcuttur. Halbuki varlığı yokluğu bars poktai nazarından ehemmiyetle mevzuu bahsedilmesi lâzım gelen Karagöz bu fani mevcut değildi Sahsi yokluğuna rağmen © gayri sahsi bir varlıkla asırlarca Türk vicdanında yaşamış olan © maşeri mevcuttur. Kim, hazıgi ilim adamı cevheri bir lisandan, bir zevkten © ve zihniyetten ibaret olan bu yaratıcı dehayı inkâr edebilir?! © Maşeri bir timsal tecelli sırrına mazbar olurken hakiki bir fert gibi, ne ete, kemiğe, ne tesalübe, hattâ ne de Adem'in eğe kemiğine müh- taç değildir. Maşeri mahlâkların anası milli deha, nesli ananedir. Bouddha, İsa, Sokrat, Shakape ibi maşeri mevcutları dayima münakaşa mevzuu olagel- Gerçi mütün kevni mevzular gibi hars ta ölümden korkar. Bu zaruret aleminde yaşamak için on lar da peygamberlere, romancıl: ra, deve derilerine bile mühtaçt lar. Bu destekleri hakikat âlemin de bulamayınca hayal âleminden alırlar, yahut ta hakikat âleminin en zayıf nümunelerine sarılarak onlara bir beşerüstü © kuvvet ve kudreti verirler. Bence Karagörün büyüklüğü varlığında değil, yokluğundadır. ahimeden çok zengin muhayyile zengin te- yerlestirecek o Rabe- e, Rousseau cinsinden Karagöz bizim milli e- serimiz midir, Araptan, acemden, almamış değit midir?... Telâş etmeyiniz. Kı göz Türkten daha Türktür. Çi kü Türkün değil, Türklüğün mi messilidir. Milletten millete haki- katen geçenler milli olanlar de- Kil, insani, demek ki en az milli olanlardır. Türk Karagözü alma- lmıştır ve bu ha- yale kendi dehasından bir can vermiştir. Ya bu türbe?... Artık onun için de Karagözün kemiklerini değil, milli dehasını görmiye alışalım. Çekirge'deki türbe bir faninin me zarı değil, bir zihniyetin abidesi dir. Bu maşeri mevcut için benim istediğim bir mezar bir abi- dedir. Bir abide ki taşı hürmet ve tebcil ocaklarından koparılmış ol. sun. Ve üzerine sadelik ve halci- lik muhabbetinin, yalan ve riya mümessiline” diye ya- Ismail HAKKI — ette — ! Bir heykel sergisi Genç san'atkârlarımızdan heykeltraş Zül Bey eylülün on beşinci günü bir hususi sergi açacaktır, Züh- tü Bey, bu ser- gisinde on beş yirmi parça hey- kel ile bir o ka- dar da desen teş hir o edecektir. Avrupada üstat Gimond ile bir- likte çalışmış ©- lan Zühtü Beyi *n| a karilerimiz yine | Heykeltraş bu sütunlarda | Zühtü B. neşrettiği kıy- İ metli makalelerile | hatırlaya- | caklardır. Ateşin bir genç ©- lan Zühtü Beye segisinde mu- zel vaffakıyetler temenni ederiz. gibi bu bahis o kadar çok tekrarlan- miş şeyler ki... Th. Gautier'nin vazetiği “art budak saldığını artık bilmiyen kimse kalmadı. Positivist zihniyet, san'atı bambaşka bir şekle sok: ğu gibi enson estetikçilerden lar; İekovvics'te onu, metafizik çilerin elinden alarak yepyeni bir istikamete sevketmiştir. Tekrar ediyoruz, © mevzuu- muz: Edebiyat nedir? İ lan'at ne için?,, değildir. Orhan RIZA | | sarayının bir duvarından İ görüyoruz. Onu eserlerinde Akdeniz medeniyeti Resim La peinture Ne kadim Yunanistan ve ne Ro- ma bize büyük boyda resim na- mına çok şeyler bırakmamıştır. (Pompei) gibi ikinci © derece: bir burjuva şehrinin o resii yahut çanak ve çömlekler üstün- deki resimleri, bugün o kadim Yunan ve Roma resminin anlaşıl- masına sıta yapmak mecburi- yetinde; Halbuki Girit'te bei onun san'at yönünden birer peyki olan adalar denizi beldeleri “Miken- ya,, (Tirentiya) gibi (sahalarda olsun “Akdeniz,, san'atinin bu şu besine ait bol ve harikulâde par salar ele geçmiştir. Bu eserle- rin der: aldığı ana mektep “Mi- nos, un saltanatını kurduğu rit,, beldeleridir. Sonra bu resim- ler o devirdeki diğer kavimlerin — meselâ Mısırın — yaptığı eser lerden çok farklı şeyler meydana Bu itibarla dikkatimi” zi büyük bir miyelin celbet meye Li Ta rit'te ev ve sarayların duvarları iki katlı bir alçı sıvasile #rvanır ve üstü ince ve kırmızı bir stuc tabakasile söslenirdi. Bu kırmızı boyalı tabaka, pek şabık bir “zemin « fonds,, olmak imkânı kazanmıştır. İşte “Firesk - fre- #gue,, böylece yapılmıştır. İlkin çanak ve © çömleklerin gösterdiği motifler ve (o renkler kullanılmıştır. il nebat, deniz ve na ait mevzular ten Akdenizlilerin bu tabiat mo tiflerine aşkı, bütün & devirlerde devam etmiştir. “Orta Minoenler,, den itibaren saraylarda insan ve (o nisana sit Motifleri de yapılmış görüyoruz. İşte güzel bir misal: Oo Knossos gelen “Zafran çiçeği topla” Takriben “Orta Mi- zemin: kırmızıya Genç adamın gövde- si: mavi renkte.. sağdan, soldan, yukarıdan bütün çiçekler şu zarif insan e üne doğru eği Miz tablo, ik ona tabi ol- pi daima gösteren, emel bir tarafa © dönmüş — ek ağaç tarzını, bu san'atin her şubesin- de görüyoruz . Bu resimde bir çok Konvansi- yon (convention) var, o meselâ: Sağ tarafta, yerde gördüğümüz çi- çekler, adamın üstünde ve asıl bir halde bulunuyorlar. Bununla san'atkâr diğer bir plân, (diğer bir mesafe anlatmaya (çalışıyor. Bu “terkip — composition,, usu- lüne de hemen daima sadık kala- caklar ve meselâ dağları, kaya- ları işte böyle, tablonun üst başı- na sallandırmak suretile ifadeye çalışacaklardır. Onlarca “mana- zır — perspective,, böyle itibari- ânlar, şakuli bir sahayi uf parçalara ayırmak, her birisi- ni ayrı ve canlı renklerle tersim etmekle elde edilmiş olacaktır. Motif... Umumi hayatın muhte lif safhalarında alınmıştır... (Za- ten diğer san'at © şubelerinde de böyledir.) Teknik itibarile ilk na zarı dikkate çarpan şeylerden bi risi: Gölge yapmak suretile şekil lere muhtelif plân ve relief ver bir firesk. dir. Bu tekniğin çabıklık istediğini unutmayalım. Nemliliğini (o daha kaybetmemiş bir sıva üzerine muh telif renklerde tablolar çizmek i- çin çok işlek, çok alışkın bir ele; (terkip > Composition) bususun- da şaşırmayacak bir san'at e yilesine lüzum vardır. ten heyecan, tabiatı tetkik ve sev “Orta minoenler: II” devrinin sonuna doğru ressamın san'atma 1 tamamen hâkim olduğunu yoruz. “İkinci saraylar” in ya dığı bu zengin, kudretli devre, “Akdeniz” medeniyeti için de bir Bevi klâsik devredir. | Geçirilen tecrübeler san'atta bazı an'anele- hissini verecek bir bir ılık sahibi! İn yok em şüphe siz var, kedinin gözüne am dan resmedilmiştir; plânlar itiba ridir; gölge yoktur; âli eki canlılığı, cinsinin âsımı pusuyı tırmaktaki ei Ger bakınız... tele bu teknik Me hemen kü. me devrinin, Girit'teki Minos hâkimi» yetine konan “Mikenyalılar” yani <Akeenler» tarafmdan tacil edil- diği umumiyetle kabul olunmuş- tur. Milâttan evvel 17 İnci asır Se meden, Akdenizin başka beld. rinde resim sanatın belirdiğini tarzda ortaya çıkmasmdan anlıyo ruz ki san'at buralarda bir muha- cmdir ve Girit'ten gelmişti. ... Zaruri olarak kısa geçtiğimiz bü yük san'atlardan sonra; kâh «Mi- Boena, kâh “Ejeen” denen Girit san'atınım, Fransızların o “Ufak sanatlar — arts mineurs” dediği kısmında beklemek istemiyoruz. Kuyumculuk, çanak ve çömlekci- lik, savaterlrk gibi, ehemmiyetleri — medeniyet bahsında — beykel- traşlık ve resimden aşağı olmayan san'at şubelerini ayrıca tetkik et- mek isterdik. San'at ve vesika nok tai nazarından ele alıp gözden ge- girdiğimiz kısımlar umuyoruz ki “Akdeniz” havalisindeki merkez üzerime, “akuyucularım. dileriz celbetmek vazifesini görmüş; ye- ni keşiflerin ehemmiyeti hakkın- da aramızda iştirak meydana ge- Şimdi “Akdeniz medeniyeti” hususunda, yeni keşiflerin ışığı tında noktai nazarımıza bir “'neti- ce — conclusion" vermeyi geriye bırakıyoruz. Zanmediyoruz ki, bir taraftan “Sumer - Akkad” diğer taraftan «Hitit» san'at ve medeni yet tarihinin yeni keşifler sayesin de aylnlaman i üzerin- de bir az durmak; “Kıbrıs” ve «Finike» nin oynadığı rolden kısa- ea olsun bahsetmek - suretile bu “neticeyi” daha meşru olarak Ha- niyetini” tefsirde başklariniği ayrılmamızm hikmetini de izah etmiş olabileceğiz. Arkeoloji Remzi OĞUZ Halkevi Kütüphanesi Rağbet gün geçtikçe artıyor ğe göre, geçen Ağustos ayı zarfında kütüphaneye 311 orta mektep ve li- vasati olarak 26 kişidir. Ziyaretçiler den 276 sı yevmi gazete, 94 ü mec mun, 103 ü ilmi ve edebi eser, 83 ü tarih ve tercümei hal 261 i, muhtelif den 822 si türkçe, 31 i fransızca, Li ; | italyanca, 5 i almanca ve 3 ü ingiliz i şel devirlerinde Girit san” | iti” beyi degirmen | e eser okumuştur. Son ay zarfında irü- yeymi ziyaretçilerin adedi 30 dur.