Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.
İ Mxayrrıs — yoa hnı-ıınüm kpalı bir dük- Oturarak değil açık hava- . % geçu'ımşsmız. Nth-n.. My” fena bir. şey ysvhğmt "" Başka türlü hareket ’.YI bir evlât olmadığımı k "feıuk ona bir !"Flı günümüzü omus silkti: ; e'lu nasıl isterse öyle yap. 4 0 onu ikaz ettim. O artık içemiyordu. Şarap | arzuü ile, fakat ftavak — bulup bir tuzak bir tilki itimatsızlığıyla Otdu. Treddütle sordu: bana çok mu zararı K vicdan âzabı duydu ve üzdüğünden dolayı Ü- şey yapmaz, ona da bize *la değildir. Fakat sulis. 'tnıe ve içkiye alışma... *T kadehi, henüz içmeğe , Vermiş olmaksızın kaldır" %nyaya arzu ve endişe * Sonra bir yudum aldı sonuna kadar içti. 1 Faruk, Şükranla göz Beldi. Genç kadınım saf ve © hazarı ümerme dıkılmiştı b Tm düşüncesini tahmin, M * hissetti: “Sen kıskanı. G1 Aman ne ayıp!” , ! önüne eğdi ve yemeğe » * aç değildi. Önüne geler *İ fena buluyordu. — Ora- p. Aklaşmak, bu adamların 1T olmamak, konuştukla- SEndiklerini, güldüklerini İŞitmemek arzusiyle ya. da oğlunun tavsiyesini le unutmuşa benzi- tabağımın yanmda du- n bir şampanya sişesi. ; yeni bir G korkusuyla ona do © Cesaret edemiyor, nasıl kluğuyla Farukun na- #tini celbetmeden bar, lrabileceğini — düşünü- (h. Nihayet gayet basit bir : Şişeyi aldı, evvelâ -“&ım boş — bardağını Üp ,” Sonra diğer bardakla- 6"î.ı' yaptı ve sıra kaıdı a Ortalığ'x karıştırmak için Yice lekelemiş ve Rüste. üî vaziyete düşürdük. * Yere yuvarlanıp can tutuşturmak — istedi. O ur., Bü mel'un kö- Mi Müvaffak olamadığı için, €n bile, fenalık yapmak ,4 Cesedini sürükleyip bir t uı“Ğfiler. Bey, bu vaka üzerine kendi adamı olan * âartık Martadan ayırı - » Muhasaranın sönü - a zındanda yalnız KO derhal Martanın ba- "ncıı- vurup kalenin zin r. l di 14 îk Istırap ve hisromanı - İl- retle bir şeyler anlatmağa kor yuldu. Bu esnada bardağını doldurduysa bile bunun dalgım lıkla yapıldığıma yemn edebilir. di. Esasen buna dikkat eden de - olmadı. Farük çök içiyordu. İkide bir bardağınmı dolduruyor, dudakları- na götürüyor, vudum yudum içiyordu. Vücudunu yavaş yavaş tatlı bir hararet kaplamıştı. Bu hararet karnımda başlayarak her tarafma yayılryor, kendisiyle be. raber neşe getiriyordu. Faruk şimdi kendisini daha iyi, daha az sinirli, daha az gayrimemnun hissetmekteydi. Hattâ, kendisin- de hissettiği iyiliği bozmamak için kardesiyle o akşam konuş. mak kararı bile zayıflıyordu. Bununla beraber kardeşiyle gö- rüşmekten — tamamiyle va.ıgeç. miş değildi. IV Sabaha kadar deliksiz bir uy- ku uyudu. Uyandığı zaman saat dokuzu geçmişti. Sinirleri yatts. mış gibiydi. Giyinirken bir gün evvelki heyecanlarımı, bunların harici sebeplerile beraber gizli ve şahsi sebeplerini de meyda- na çıkarmak için zihninde hu. lâsa ediyor, tartryor, — ölçüyor- du. Rum kızinın, iki kardeşten bi. rinin meçhul bir dostun mirası- na konduğunu işidince fena bir düşünceye, bir fahişe düşünce, sine kapılması mümkündü. La .kin o kıratta mahl “ bir sebep bıleo!mı.kîğ%ğîrb de bütün namuslu kadınlar hak— kında buna benzer şüphe besle, mez miydi? Onların karşısında ne zaman namuslu bir kadından bahsedilse namuslarımna — doku- nulmuş gibi hemen — kızmazlar mıydı? Bizzat kendisi böyle ka. dımnların ağzından: “Namuslu ka- dınlar muı? Onlar bizden daha namussuzdur! Biz bu işi yapıyo. ruz ama namusumuzla! Onlar gizli yapıyorlar da onun için mi namuslu? mealinde az mı söz işitmişti ? Başka herhangi bir vaziyette, annesi hakkmda yapılacak bu gekilde imaların üzerinde dur. mağa bile lüzüum görmiyecekti. Fakat ruhuna kıskançlık mikro. pu karışmıştı. Bu kıskançlık yü“ zünden kardeşine zararı doku. nabilecek şeyleri gayriiradi ola- rak düşünmüş ve belki de Rum kadınının sözlerini yanlış tefsir etmişti. (Devamı var) ' Rüstem Doğan Beyin bu kara * rina itiraz edemedi. MARTA ZINDANDA ZİNCİRLERLE KONUŞUYOR Marta, rüyasında bile görmediği bir felâketle karşılaşmıştı. Evinin kapısında geçen kanlı bir çarpış” madan sonra, Rüstemin — yüzünü görememiş ve ertesi gün Doğan Beyin emrile zındana atılmıştı. Osman, Doğan beye: : — Marta casusluk yapıyormuş! Dememiş olsaydı bile, Doğan bey gene önüu Rüstemden ayırma- ğa karar vermişti. Zira, kale içine de Martadan başka yabancı bir insan yoktu. Doğan bey Marta- dan şüpheleniyordu. Bilhassa' Os- manın sözlerinden sonra şüphesı büsbütün artmıştı. Martayı kalenin —meşhüur zin«e danlarından hiç ışık görmiyen bi- rtine atmışlardı. Zindann kapısı HABER — Aksşam postası Yazan: VALÂ KARABUĞA bulunan mektebine köyden gidip geliyordu. Vapurda en arkaya oturuyor, derslerini tekrarlayor- du. Fakat gözleri ekseriya ki. taptan ayrılıyor, vapurun geçti- dalryordu. Bazan sabahları ablası Neclâ ile annesi de, terziye gitmek için, vonunla beraber şehre inerlerdi. Selmanm, onlarla beraber oldu. ğu zaman, vapurda çok canı sı- kılırdı. Çünkü ablasıyla annesi hep kumaştan, kördeleden, mo. delden bahsederlerdi, — halbuki kendisi böyle şeylerle alâkadar değildi. Mektepten eve döndüğü za- man -da, daha içeri girmeden, pek sevdiği gül fidanınım yanına koşar, o gün yeni bir gonca açtı mı diye bakardı. O, çiçekleri canlı bir mahlük gibi severdi; dertlerini, sevinçlerini onlara an latırdı. Sabahları da herkesten, hattâ güneşten evvel kalkar, daha kimsenin ayak basmadığı, yalnız kendisine ait bir yer ola- rak hissettiği. bahçeye koşardı. ışiklarıyla — beraber, ednize gi- rerdi. Bes, gp dakika — kadar banyo yaptıktan sonra, giyinir, vapura yetişmek için acele ev- den çıkardı. Selmanm lise — imtihanları bittiği zaman ablası köyde çok- tan bir alay tanmdık edinmişti. Her gün toplanıyorlar, tenis oy- nayorlar. Plâjda vakit geçiri- yorlardı. Tenisten — dönüşte de- Hkanlılar Neclâ ile beraber ka. prya kadar geldikleri zaman, Sel- ma bahçede bulunursa,bir ağa. em arkasma saklanır, onlara görünmemeye çalışırdı. b Bualar arasmda, bilhassa, &8- P'herı yakışıklı birgenç vardı" ki; ” Neclânın yanından hiç ayrılma. yordu. Bazı akşam üstü sandal- la yalının kenarmna geliyor, Nec. lâyı alıp gezdiriyordu. Selma bir gün bahçedeyken, ablasının ona ismiyle hitap et- tiğini duydu. Gehcin ismi Se. limdi. Bir akşam babasının Nec- lâya söylediklerini de, istemediği halde, kulak — misafiri olarak duymuştu, babası: — Sen böyle çocuklarla vakit geçireceğine ağır başlı — biriy- le evlenmelisin, diyordu. Selma da bu hususta babasıyla aynır fikirdeydi. Ona göre de Se- lim Neclânın yakışığı değildi. Zaten Selim kendisinden başka kimseye yakışmazdı. Selma on altı yaşındaydı. ve seviyordu.. Bahçenin kuytu bir köşesinde, bir ağacın üzerine, çakı ile bü. yük bir S harfi kazmışı. Neclâ bunu gördüğü zaman evdekilere anlattı: — Selma ağacın üzerine kendi isminin baş harfini kazmış! Bahçede güneşi bekler, onun ilk - İlk lıalıaıılaıı Son hanara Selma, bunun kendi isminin de- gil, Selimin başharfi olduğunu biliyordu. İki ismin de aynı harfle başlaması onun öyle ho. şuna gidiyordu ki! Artık sabahın ilk saatlerini bahçede çiçeklerle konuşmakla geçirmeyordu. Selma şimdi te- nis öğreniyordu. Öğleden sonra. ları da ekseriya Neclâ ile Selim tenis oynarken kortun yanmda bir sıraya oturuyor ve onları seyrediyordu. Selim oyun esna- sında;: “— Plây!” dedikçe, oyu. na dair olan bu tabir, Selmaya en tatlı bir kelime gibi geliyor- du. Ggözü önünde, tenisi iyice öğrendikten sonra Selimle bera, ber oynayacağı günler canlanı- yor, kendisini aynı sahada ©- nunla oynarken tasavvur ediyor. du. Fakat bütün bunlar sadece hulyadan ibareti. Çünkü Selim daha onunla rle tanışmıştı, ne de bir kelime lâkırdı etmişti. & * & Bir akşam üzeri Selma, deniz kenarında oturmuş, yine hulya- larma dalmıştı. Birden, sularda- ki kürek sesleri üzerine başını çevirdi. Birazileride bir sandal yalıya doğru geliyordu ve san. dalda kürekleri çeken genç, Se- limdi. Selma bunu farkedince garip bir hal içine düşü: Korku ile karışık bir heyecan duyuyor. duü. Selimi gördüğü —için sevin- mişti, fakat o kadar fazla sevin: mişti ki, adetâ küçücük kalbi bu- na tahammül edemiyordu. Kaç. mak, bu ezici heyecandan kur- tulmak istiyordu. Lâkin kendi. sinde kalkıp kaçacak kuvvet de bulamadı. — Siz Neclâ hanımm kardeşi- siniz, değil mi? diye sordu. Selma : — Evet, dedi. — Ablanız bugün tenise gel. medi, acaba niçin? — ÂAÂnnemle terziye gitmiş- lerdi... — Ya? Halbuki ben kendisini biraz sandalla gezdirmek için gelmiştim... Bir an tereddütle durakladı Sonra! — Haydi, buyurun sizi gezdi. reyim, dedi. Selma bu teklif karşısında evvelâ: — Hayır, olmaz, diye kekeledi. Fakat sonra, böyle söylediğine pişman olmuştu. Selim ısrar e- dince kayıga atladı. Genç göcük gimdi, bilmem ki.. yanık, gürbüz kollarıyla kürekleri çeki- yor, bir yandan da Selmaya ev" de kaç kişi' olduklarını, kimlerin gelip gittiğini, akşamları nasıl vakit geçirdiklerini, ablasının nelerden hoşlandığını soruyor. du.. basit cevaplar vermişti. Fakat son sualine gelince: — Bilmemki, dedi. Onun ne- den hoşlandığını kimse bilmez... Bugün hoşuna giden bir şey ya. rın gitmez; bugün beğendiğini yarın beğenmez.. Meselâ ben çiçekleri severim, kendimi hatır. ladığımdanberi. Bir de kuşları severim. Sabah sabah, güneş dor garken, ne güzel öterler! Bir de geceleri, bülbülün ötüşünü dinle. meğe bahçeye inerim. Sonra o- dama çıkıp bülbülün —şarkısını piyanomda taklit edinceye kadar çalıştırım. Fakat onün kadar ğgü, zel sesler çıkaramam tabil... Selim, onun anlattıklarını dal- gin bir “evet" le karşılayordu. Deniz de biraz dolaştılar. Sonra Selim : — Artik dönelim, dedi. Belkı Neclâ da artık gelmiştir. Sandal yalmın rıhtıma yanaş- tığı zaman delikanlı, Selmanın elini sıktı: — Fakat, dedi, meyorum.... Benim lim, — Benim ismim de Selma. — Selma! Ne güzel bir isim! _ Selma koşa koşa köşkten içe, riye girdi, odasına çıktı ve ay- nasınm önüne geçti. Orada, saçları karışık, burnu parlayan, yanakları kıpkırmızı, sade afkat güzel bir genç kız kendisine ba, kiyordu. Selma bunları görme- yor, yalnız, biraz evvel, Selimin baktığı gözlerine bakıyor, ve kendi kendine: — BSelma! Ne güzel bir isim!” dîye tekrarlayordu. Böylece bir müddet geçti. Ar. tık Selim Oonu tenis sahasında gördükçe gülümseyerek selâm- lay_or. birkaç lâktrdı ediyor, hat. tâ şıklaşıyordu. Bir gün Neclâ ile beraber tenis oynarlarken o- na dönmüş: — Siz de bizimle beraber oy. namaz misiniz? demişti. Fakat Neclâ derhal girdi: — Aman, oyunumuza çocuk- ları mı alacağız! diye itiraz etti. OÖ zaman Selim: — Çöcük mu? dedi. Kardeşi. niz neredeyse gelin olacak, gör- meyor musunuz? ** &* ismim Se- araya Yaz geçmiş, sonbaharn ilk günleri gelmişti. Hasan Ersöy ajlesi ertesi gün köyden İstan. bula ineceklerdi. O gece mehtap vardı; Selma, yemekten sonra deniz kenarına indi. O, her gece böyle sahile iner, otururdu. Bunu adetâ bir ——— DA sevkitabil ile yapar, bilmediği bir his kendisini buraya sürük- lerdi. Sanki Selim oraya geleoce. ğini söylemişti de onu beklerdi. Kendi kendine hayaller kurar, içinden Selimle konuşurdu, Bu son gece, hayalleriyle her za- mankinden daha fazla başba, şaydı. Onu yine kendisine denizdeki bir kürek hışırtısı getirdi. Bir sandal geliyordu ve bu müuhal- kak Selimin sandalıydı. Selma bunu biliyordu ve onun kelmesi. ni istiyordu. Fakat yine içinde- ki bir his ona, bu gelenin o ol. mamasını temenni ettiriyordu. Selim sandalımı yavasşca sahi- le yanaştırdı, bir kenara bağladı. Sonra, gürltü yapmamaya çalı. şarak, usul usul bahçeye doğru yürüdü. Selma, kuytu bir köşede otur- duğu için Selim önun farkma varmadan yanından geçiyordu. Fakat Selma yavasca selendi : — Selim!? Çocuk durakladı. Sesin geldi. ği tarafa bakınca yarı karanlık- taki gölgeyi farkedebildi. Yaml mamişti, onun yanına kadar so. kuldu ve kollarının arasına aldı. Ancak o zaman bunun kim oldur ğunu tanıdı ve: — Selma! diye haykırdı. Sonra, kolundan tutup ay aydmlığma çıkardı. O zaman iki parlak göz ve ha. raretle titreyen bir ıslak dudak- la karşmlasgtı. — Selma, burada ne yapıyor. sun? diye sordu: — Seni bekliyorum... Bunu söylerken kızın teslimi- yetkâr muti hali, sesindeki mah. remiyet bir sırrı ifşa ediyordu. Selim onu biraz daha kendine çekti ve karanlıkta iki hararet!: dudak biribirini buldu. Böyle-bir an mı durdular, bi: saat mi, Selma bilmeyordu.'Bi. * * lemezdi, çünkü ne kadar uzun o lursa olsün, herhangi bir müd. det, o anda bir lâhzadan fazla hissi veremezdi. Selimin kollarından kurtulun- ca, ellerini yüzüne kapayarak,”* içeri kaçtı. Odasma girince ken. disini yatağının üzerine attı ve böylece, bütün sevenlerin duy- muş olduğu tatlr bir heyecan i. çinde neler tasavvur etmedi! “Demek beni seviyor!” diye dü- şünüyor, ve bu düşünce ta saa. det kapılarıma kadar dayanryor- du. Zavallı Neecdlâ! O da zanne. diyordu ki Selim kendisi için geliyor ha! Birden hatırladı: Heyecanı a. rasında, ertesi gün köyden gide- ceklerini unutmuştu. Şimdi onu bir daha nerede göreceğini düşü- nüyordu. Sabah gitmeden evvel Selimi görmeli, tekrar buluşmak için sözleşmeliydi. (Sonu yarın) KALE ıçınnE BİR AŞ& MACERASI Yazan: İskender F. SERTELLİ kilitliydi. Kilidin anahtarı Doğan beyin cebindeydi. Zindanın kapı- sında küçük bir delik vardı. Yirmi dört saâtte bir kefte — Martâya bu delikten yemek ve su veriyorlardı. Marta zindana girerken: — Beni buraya neden a.tıyorsu- nuz? diye sormuş, Doğan bey şu ceva- bı vermişti: — Senin bir casus olduğunu haber verdiler Elimde bir vesika — yok. Fakat, muhasaranın sonuna kadar seni bapsetmeğe mecburum., Rüs- temin hatırı olmasaydı, çoktan Dü« şimi vurdurmuştum ! Marta bunu duyunca zindana a“- tıldığına ve cellâdın eline düşme- diğine şükretmişti. Fakat, zindans da o kadar çok fare ve böcek var- dı ki... zavallı Marta bu haşarat içinde zindana girdiği gündenberi uyku uyuyamıyardu. Marta, birkaç geceyi böylece uy kusuz geçirdi.. Bir gün yemek alırken, kapı- daki nöbetçiye sordu: — Beni faresiz, böceksiz bir ©- daya nakletmek mümkün — değil- mi? Eğer işkence yapmaksa, ölü- me razıyım. Fakat bu haşarat i- çinde uyumak kabil olmuyor. Bu şikâyetimden Doğan beyi habere dar edemez misin? Nöbetçi, — Martanın kahkaha ile cevap verdi: — Budala! Ben iki yıl önce bu zindanda tamam doksan bir gün yattım. Hiçbir gecem de uykusuz geçmedi. * — Suçun neydi? — Bir vergi parasını yemiştim. Doğan bey beni bu yüzden zin- 'dana atmıştı. Üç ay sonra affes dildim. — Benim böyle bir suçum yok. Kimsenin parasını yemedim.. Ma- lında, tanında da gözüm yok. Dört duvar arasmda zaten zindan haya- tr yaşıyordum, Evimin — buradan bir fatkı vardı: Fare ve böcek yok tu. Gene böyle karanlık ve 1ssize dı. sözlerine — Merak etme...alışırsın.! — Sana yalvarırım, koca aslan dediklerimi Doğan beye söyleme- yi unutma!? — Boşuna üzülüyorsun a nim! Burada haşaratsız — zindan yok Hepsinde fare, böcek — bulu- nur. İnsan bunlara alışmca, — hiç Zarar görmez. Cü- — Zarar görmez mi dedin? Ek- mek kırmtılarını yemek için bas zon Tareler sürü ile hücum ediyor lar.. yanıbaşımda âdeta muhare- beler, bağrışmalar oluyor.. yiye- cekleri paylaşamıyorlar. Bu fare boğuşması karşısında ben nasıl uyuyabilirim? — Ben senin yerinde olsam ku- lağımı tıkar, yüzümü sarıp bir ke- nara uzanırım, ÂAh, ne iyi huyum vardır, bilsen... hiç yerimi yadır- gamam.. başrmı koyduğum yerde sızar, uyurum