Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.
- Jî Kuçuk Bilgiler - * Dünyada nüfusu 100 binden zla olan şehirlerin yüzde — yet- mnişi ya bir nehir kenarındadır, |— ya deniz kehnarında. — * Hiadi Amerikadan, Hindistandan gelmiştir. — * Holandanın Venedigi ismi ve rilen Amsterdam dokuüz ada üze- rindedir. * Ümümiyetle insan birşeyi okurken gözü bir hg kelimeyi birden görür. - * Dünya nüfusunun yarisından fazlası günde üç övün pirinç ye- mektedir. - * Çinde ahalinin yalnız yüzde u okuyup yazma bilir ve yüzde biri de gazete okur. * Bütün dünya alfabeleri A harfi ile başlar, * İnsanım beyni vücüdüunün her tarafından his alır, yalnız kendi kendisini hissetmez. — Beyninizde yapılacak bir ameliyatta hiç bir acı düymazsınız . * Kudüse garp dillerinde veri- m Jerusalem ismi İbranice “Sulh O diyarı,, manasına gelen bir - keli- meden gelir. * İngilterede ruhsatnameli ola- rak 9 milyon rtadyo makınesi sa bibi vardır. Hükümetten ruhsat a İmamış olanlarda bir milyon ka- :.ş-: tahmin edilmektedir. # İngilterede cenubi Golde ge- Öçen bir sene zarfınıdda 30 milyon 500 bin sterlinlik maden kömürü çıkarılmış ve ocaklarda vasati ola tak iki günde bir adam ölmüş, bir yılda 27000 maden kömürü işçisi yaralanmıştır. |* Fare senede dört beş defa do * Akdeniz sularında 400 muh- 'telif cins balık yaşadığı görülmüş * Toprak mahsulleti arasında bealeyıcı madde patates, onldan iönra havuçtur. O * Ainerikan Birleşik — devletle- tinde'het 14 saniyede bir çocuk doğmaktadır. - * Ev işleri ile meşgul olan bir sadın vasati olarak haftada 58 sa : çalışır. * Suriyeli ve Ermeniler matem sünlerinde siyah değil, mavi gi- ler Çünkü mavi onların naza- mda, Öölenlerin gittifi semayı temsil cder. * İngilterenin er eski yeldeğir- meni OÖutwooddadır ve 1667 de pılmış olan bu değirmen halâ tavuk * Londradaki ümümi merkez ph:ıneainde 21 milyon kitap çör İsviçreliler dünyada en çok -; ir yiyen bir millettir. Nüfusu daşına senede 50 kilo peynir düş- nektedir. * Avustralyadaki — arıciların yesine göre, üzerinize arr hü- Zeynep, ninesinin sesine — dikkal di! ce, üşüyor gibi titrediğinin far- yardı. İhtiyar — kadının, gtarı i buruşuk yüzü penbe — penbe lmuştu. — Hasta mısın nine? Sesinde, candan bir üzüntü titri- Ü: Ha nine hasta mısın? —Ayşe nine, derde katlanmağa alış- n İnsan'arın boyun iğişile, başını ,” dI — Yok canım, bir şeyim yok. Ü- ttüm mü nedir? — bilmem, başım ynebin yüreği sızladı, Ninesi aydı. Fakat kendine — belli et- istemiyordu, Kara — Tosunu eye salarak, odaya girdi. Ge- eden hazırladığır odunlarla - ocağı t attı. Ateşledi: ; — Kahveni pişirem , mi nine? AÂyşe nine, ocağın sonundaki min- oturdu. Üşüdüğü, canının hiç yistemediği halinden belliydi. kat, gülmeğe çalışarak: -— Hş'rr yavrım! dedi. #vnen, onun kühve cezvesini a“ İkryraema sürdü. Köcedeki el- A-ı. kelime değil, | hatırlatan HABER—AkşımPostm “Dereyi görmeden paçaları sıvamak, Sözünü bir vaka Paris'in zaptı hatırası ! 1914 harbi başlarında Parisi alıvereceklerine yüzde yüz kani bulunan Almanlar, vagonlar dolusu madalya bast rmışlar İhtiyatkâr olmak, yapılacak her işi evvelden hesaplamak çok i. yi bir iştir. Almanlar da yer yüzün- de her şeyi evvelden hazırlayan bir millet olarak tanınmışlardır. Fakat yirmi beş yıl evvel, cihat harbinin |hemen ilânı günlerinde Parisi zap . tedeceklerini hesap — etmelerinde, Parisin zaptı hatırası olarak bir ma dalya bastırmalarında görmek ka - bildir. General Fon Klokun ordusu Parise doğru yürürken bu madalya lar da birkaç vagon dolusu olarak arkasından gidiyordu. Bu madalyadan birer tane, Pa « rise girecek olan her Alman nefe « rine verilecekti. Bizzat General Fon ve Parisin moghur zafer takmın nl. tından geçtikten sonra Alman İms | paratorunun elindön bu nişanı âla * taktı. Bizim gümüş liralar cesametinde olan bu madalyalar altın suyuna batırılmış ve hafif bir madenden yapılmıştı. Madalyanm bir yüzün de Almanyanm meşhur demir salibi vardı. Üzerine 1914 tarihi kazılmıştı. Madalyonun alt tarafımnda Eyfel külesile takı zaferin bir resmi var- dı. Takızaferin üzerinden doğan bir güneş içersinde 1871 - 1914 ta - rihleri görünüyordu. Madalyonun bu yüzünün etrafmda: “Alman ör- dularınm Parise girişi,, ibaresi ya- zılıydı. Yalnız Alman tahiyecileri Marn harbinin neticesini doğru olarak he- saplamamışlardı. Jofrun Galyeni'm Foş'un askeri dehalarmı bilmiyor - alrdı. Eyfel kulezindeki telsiz telg- raf merkezinin Fon Klok ordulart - nm gol cenahmm çözüldüğünü Fran bu isşte bazan çok ilerilye gidiyör - lar. Bunun en iyi misalini, bundan , Klok da Parise zaferle girdikten : Madalyanın iki yüzü sız kumanda heyetine vaktinde ha- ber vereceği düşünülmemişti ve ni- hayet yirmi bin Fransız askerini bir gecede harp tephesine sevk e - diveren Parisin taksileri kimsenin hatırma gelmemişti. 'İşte bu sebeler yüzündendir ki bu hatrra madalyası kullanılamadı, A- radan epeyce bir zaman geçtikten sonra artık bu madalyalara lüzum kalmadığını anlayan imparator bun larm eritilmesini emretti. On vagon dolduran bu madalyalar Dresdde bir Yabrikaya gönderildi, Ve Al - manyadaki maden kıtlığında çok İ- şe yaradı. (Bir Fransız gazetesinden) cum eftiği zaman, onun gözünün içine bakmak lâzımdır. Bu suretle teshir olunan arı yanınızdan uzak laşır. * 5000 Çeşit örhide çiceği var- dır. * Amerikada neşredilen bir ista tistiğe göre kirmızı saçlı insanlar diğerlerinden yüzde elli nisbetin- de daha zekidirler. * Cava, mesahasma nazaran en fazla yanardağı bulunan memle- mek kazanından bir parça — mısır ekmeği çıkararak, üstüne su serpti. İçinin boyası sıyrılmış teneke tep- siye, bir fincan ve ekmeği koyarak, ocağın başına döndü. Kahve kaba- rıyordu. Onu bir iki taşım kaynat- tıktan sonra fincana böoşalttı. — Buyur nine, Âyşe nine; — Sağ ol yavrum. Diye, kızın uzattığı tepsiden yal- nız fincanı aldı: — Ekmek canım istemiyor Zey- nep. Zeynep iğilerek, ninesinin yüzü- ne baktı. İhtiyar kadının, ekmek is- temediğini ilk clarak görüyordu: — Neden nine? Bu sorgusunun cevabını gene ken di verdi: — Hasta mısın nine? Kizm sesini, yüreğinin — üzüntü- sündeki titreyişi sarmıştı. Ninenin hastalığı, onu korkütuyordu. Daha. kendini bildiği günden — ninesinin hasta olacağını, ve bir gün öleceği- ni düşünmek, onun kalbini burkar- dı. kettir. Arazinin zenginliği de ya nardağların toprağa bıraktığı ma denlerden ileri gelmektedir. * Denizler dünyanın yüzde 72. sini kaplar. * Doktorların söylediğine gö- re insan, adalelerini en mahir ve en dikkatli şekilde konuşurken kullanır. * Parşemen'e bu isim milâddan evvel ikinci asırda Bergamada HABER'in Tarihi Romanı: Binbaşı, dedelerin çarçabuk ipliği pazara çıkarmalarından korktu — Hoş geldiniz! Dediler. Sonra onlar da taburun önüne düşe- rek mevlevilerin neyli, zilli curcunasiyle ağır ağır gehre geldiler, Haleb bu teşrif münasebetiyle bayraklarla do. natılmış, mevlevilerin konaklamalarını temin İçin mahalli menzil kumandanı ile defterdar birlikte ça. lışarak boşalttırılan d evi tabura tahsis etmişler. Adi; Taburun Halebe girişi eşsiz bir zafer alayı ih. uşamı ve tuhaf bir huşu havası içinde oldu, ü Yepyveni redingotlarını giyen fesli vilâyet er- kânmın arasında göğüsleri çeşitli nişan ve madal- yalarla süslü, parlak kılıçları kaldırımları döven askeri erkân ve ümera da bulunuyor, bunların ar. kasmdan taburun orijinal müzikası ilerliyordu, Mevleviler mutat ihtişamları ve ciğerlerinin bütün küvvetiyle neylerini üfleyerek Saba devri- ni çalıyorlar, Halebin kale duvarlarında huşü ile dolu akisler meydana getiren bu hava taburu sey. re çıkanlarda coşkunluk hâsıl ediyordu, Tabur şehre alkışlar arasında girdi. Ellerin- de küçük bayraklarla güzergâhta yer alan mek - tepliler mevlevileri avuç patlatırcasma alkışladı . lar, Tabur sokakları dolaştı, hükümet meyduanın - da bir de geçit resmi yapıldıktan Ssonra sikkeli, cübbeli mücahitler istirahat için ihzar edilen ko . nak yerlerine çekildiler, Tabur kumandanı binbaşı Sait Bey valiye ve kumandan paşaya ziyaretlerini iade etti. Bu sıra- da da her iki makam taburun birkaç gün olsun Halebde kalmasmı, Haleb halkımın dedeleri izaz ve ikram ile ağırlamak arzusunda oldukları tabur kumandanma bildirildi. Fakat dedelerin ipe sapa gelmez hareketlerle çarçabuk burada - ipliklerinin pazara çıkacağını kestiren binbaşı buna itiraz etti. Israr ve itiraz münakaşa mevzuu oldu. Sait Bey kumandanın emreder şekildeki ikamet — Israrını karşılamak için çaresiz kalarak — vilâyetten çıkar çıkmaz postaneye uğradı. Oradan makine başmda Şama, dördüncü ordu kumandanı Cemal Paşaya gü ftelgrafı verdi: “Taburumuz bugün 11 Nisan 332 perşembe saant 20 de Halebe muvasalat etmiştir. Sama müteveecihen hareketle ordu karargâ - hma iltihakımız zımnmda emri vâlâyı serdarı ek. remilerine intizar olunduğu bilârz olbabda,.. Mevlevi Gönüllü Taburu Kumandanı Binbaşı Cemal Paşa o sırada Şama gelmiş, kanal kuv. vel seferiyesinin hazırlıklarına bizzat nezaret et . mekte bulunuyordu. Mevlevi taburunun Şama ge- tirilmesi, iptidai vasıtalarla Tih sahrasını geçme- ği, Süveys kanalmdan aşarak Mısıra girmeği ta . sarlıyan Kanal kuvvei seferiyesinin maneviyatmı arttıracak, kuvvei seferiyenin Miısırr işğalini mü - teakip mevleyilerin de orada bulunmaları islâm o. lan Mesırlıların din gayretlerini körükliyecek, bun- lar da livayı Muhammedi altmda toplanmak için var gayretleriyle cihadı mukaddes uğrunda çar - pışmafğa koşacaklardı. Binaenaelyh, taburun Şamda bulunması el . icat edildiği için verilmiştir. CEDHE D[MW Yazan : RAHMIİ YAGIZ zemdi, Fakat, kuvvei seferiyenin hazırlıklarını İW mal etmeden evvel mevlevileri Şama getirmek, haT rada bekletmek, onların askerle geniş ölçüde t€ * maslarına fırsat vermek şedid bir asker olan C€ ” mal Paşanm hoşuna gitmiyordu. Çünkü mevievilt. | rin Şamda belki de bazı tenperverce hareketl asker arasında bu ilâhi otoriteyi temsil kabiliyetli” deki dede bölüklerinin heybet ve kıymetini azal * tacak, bunların ne işe yaramaz insanlar oldukla * rmı açığa vurduracaktı. Bu sebeple telgrafâ 4 üncü ordu karargâhından verilen cevap Sait 857’ sinirlendirmesine rağmen şu oldu! Halebde YWevlevi Gönüllü Taburu K. lığma; ] Taburun Halebde emri ahire değin Istirn!ıiw bulunması ve seferi hazırlıklarm ikmali için ııo"' * sanların ve İhliyacm ordu karargâhma bild!r“l“"' Sİ, Dördüncü Ordu Kuman Ferik Cemal Sait Bey bu vaziyet karşısında süküt etmek buriyetinde kaldı, Maamafih o gece bütün ıueîfW't dedelerini bir araya toplıyarak onlarla uzun uzül | görüştü. Halebde de yolda yaptıkları gibi kaleb derce hareketlerde bulunmamalarmı, dedelik V* dervişlik sıfatmın götüremiyeceği hallerden çGW melerini rica etti. Dedeler kendi dervişlerini bir zabturabt altında tutacaklarımı Sait Beye V8 * adettiler. O gece vilâyet tarafmdan mevlevi — taburül” bir ziyafet verildi. Haleb kebabı, kuskus - pilât” çeşitli baklavalar, şerbet ve kahvelerle izaz edilef dervişler tikabasa gövdeye attıkları yemeld“'” & yerlerinden kalkamıyacak hale geldiler, Ziyafew | , yalnız taburun iaşe memuru Muhtar Dede mevV * ı' cut değildi. Dedenin başından garip bir hâdise B* miş, o gece vilâyetin resmi ziyafetine gelecek Y'r“ de Halebin mütenevvi eğlencelerle vakit geçu'n ğ yerli barlarımdan birinde kalmıştı. Muhtar Dede konağa gelince kendisine tıh# ! edilen odayı bulmuş, esterini karargâha b:ra *) emirberi Durmuş Hüseyine odayı temizletmiş, ııe!' besini ve eşyalarını oraya yerleştirdikten dervişe! — Erenler, ben biraz şehri dolaşayım, buradan bir yere ayrılma! — ! Diyerek sokağa çıkmıştı, ; Halebin çarşısı Muhtar Dedenin hoşuna git mişti, Küçük dükkânlarda yüzleri sımsıkı ört kadın satıcıların garip bir çekişme ile pazarIM l | dedM' seyrede ede karargâhtan hayli uzaklaşan bir kuyumcu dükkânma uğradı. Orada gördüğü ce altın tellerden mamul, kehribar saplı bir lğ'”'ş lık ile Halebkâri savatlı bir tütün tabakasmı almak istedi. Satrcı ihtiyar bir Yahudi idl. ile pazarlıgı sürdürüyordu Bir aralık para lı:eDG'”ıl merine gözleri ilişen Yahudi, kemerin Üze işlenmiş mason işaretini görünce pazarlıktan vaz * geçti. Dedenin karşısmda hürmet vaziyeti ;. Sordu: — Dereceniz! B ( Daha var) KOH ABER İN JEDİEBİ ROMANİ H | || Ç _ı—_ıımm ARİİN CEDEBİ) MMd | | —u-ııı Yazan: CAHIT UÇUK Bo GKa görünüyordu ki, Zeynebin gözleri- ne birdenbire yaşlar doldu. Kendini onun dizlerine atarak, ağlamağa baş ladı: — Nineciğim hasta olma sakın.. Yüreğime aâteş düşüyor, körkuyo- rum.. İhtiyar kadın, omuzlarma aldığı örtüye sarınarak, titriyen bir sesle onu teselli etmeğe çalıştı: — Ür « kızım: Sıtma olsa ge “ek, geçer... geçerl.. şİ Ayşe nine, o gün afzına bir lok- ma yiyecek koymadı. Hler zaman Zeynebe bakarken parlayan gözleri Ayşe nine öyle halsiz, öyle yorgun zorlukla ışıldıyor, gülemiyen yüzü- ne, © görünüşü verebilmek için güç- lük çekiyordü. Zeynep, akşama doğru, onun is- tememesine raâğmen yatak yaparak, ninesini yatırdı. Ateşi vardı. Başr- na yazın yaptığı gül — sirkesile bir bez ıslatarak koydu. Kendini, Tosunu, Akkızı unut- muştu. Bir tek şey — düşünebiliyor. çare arıyordu. Onun haşta'ığını ge- şirebilmeyi düşünüyordu. Akşam, ortalık kararırken Kara Tosunu ahr a çekerek kapısını örttü. Odaya dönerek kandili yaktı. O- da sıcaktı. Fakat — o titriyordu. O- caktaki ateşlerin uzerme odun yığ- dı, Ninesi inliyordu, Zeynebin içine korkular,; üzüntüler, geliyordu. Çe- kik kara gözleri yaş içinde, yanak- ları akan yaşlarla ıslak, yüzü ge- rilmiş ve sarıydı. Yanında bir kişi daha olsa, belki bu kadar ürkmiye- cekti. Ninesinin yüzü ak toprak ren gini almıştı. Yarı açık ağzından — göğsünün hırıltıları çıkıyerdu, Közleri srmcıkı örtülüydü. Damarlı kuru elleri zor- la götürmek istedikleri bir yere, git memek ister gibi, yozğanın kenarina yapışmıştı. Zeynep, dişleri takırdıyarak, yür reği çarparak, yaşlı gözlerle — hep ninesine bakıyordu. Bir aralık kom şulara gitmeyi, onlara ninesinin has talığını söylemeyi düşündü. Fakat her taraf bataklık halindeydi. Yavaşça yerinden kalkarak, sir: tına bir örtü aldı. Kapıya yürüye- ex, sürgüyü cekti. Kapı aralanınca, içeri dolan soğuk rüzgâr, ocak Üüs-| tündeki kandili söndürdü. Drışarı- sımin karanlığı, odanın işiğini bo- ğunca, korkusuz bir saldırışla içeri- koşarak dört yanı kapladı. Zeynep eşikte kalmıştı. Ne bir a- dım geri, ne de ileri atabılıyoldu' Biraz önce, yalnız dişlerini | tan tatsız üşüme şimdi bütün vück -v_ıw dunu sarmıştı. Kuvvetli rüzgâr, heran birâaz d" d ha artıyor, ağaç dallarının çatl yan sesleri duyuluyordu. Biri den uzak olan köy evlerinin y&f”fz' 7 köpeklerin uluyuşları, havlayışllnu ' belli oluyordu. la Zeynebin, gözleri önündeki karât A Ikta, dost vücutların 'aydınlık h" yalleri geçiyordu. “Duysalar,, © gelirler,, diye düşündü. — Fakat, yakın bir ümit bile, enşılelee“ı kadar uzaktı. Gecenin hay ninenin iniltilerinden, göğsünün H rıltılarından daha az korkunçtu- Zeynebin gözlerindeki yaşlar di Ş di. Yüzüne, vücuduna çarpati y | gâr, kendini toplaması — için ©? tokatlıyor, sarsıyordu sanki.e * | Ninesini kaybetmiş, — kendini wf* ' karanlık gece içinde yapayalnız k | luyordu. Evde kiminle konuşatâ kimin için çalışacak, dizlerine ı_acw İinen saçlarını kim örecekti? (Devamı t'“'i'”."